2011 Arkitera Genç Mimar Ödülü'nü alan Ömer Selçuk Baz ve Seçici Kurul Özel Ödülleri'nin sahipleri Nihal Arlat, Alexis Şanal ve Alper Derinboğaz'la bir söyleşi gerçekleştirdik.
Nihal Arlat: Ben mimarlık fakültesinden mezun olduktan sonra bir süre yurtdışında kaldım. Hollanda’da geçirdiğim bir buçuk seneden sonra burada bir inşaat firmasının projelerini yaptım ve bir süre sonra da küçük bir ekiple o inşaat firmasının kendi mimarlık ofisi gibi hareket etmeye başladık. Orada kendi projelerimizi tasarlama imkanı bulmuştuk. O süreç benim için çok güzel bir fırsattı. 2004 yılından 2011 yılının ortalarına kadar bu çalışma süreci devam etti ve o ofisin gelişimi Kemerburgaz’daki projelerimizle oldu. G1 binası ofis ve konut olarak 2 binadan oluşuyor ve en son tamamladığımız Suvenue de bir konut projesi.
2011 yılında artık kendi bağımsız ofisimi kurdum. Konut projeleri ağırlıklı çalışmak ve o konuda uzmanlaşmak istiyorum. Ancak şu anda yeni bir ofis olduğumuz için süreç neler gösterir tam da kestiremiyorum.
Alexis Şanal: Ben çalışmalarıma Los Angeles’ta bir medya tasarım ofisinde başladım ve beş yıl boyunca orada çalıştım. Mezun olduğum sırada piyasada ciddi bir ekonomik durgunluk vardı ve iş bulmak oldukça zordu. Bazı serbest işler de yaptım ve bu dönemi bir fırsata çevirmeye çalıştım, dijital medya ve bilgisayar becerilerimi geliştirdim. Meslektaşlarımın çoğu da bu alanda işler yapıyordu. Bu kriz döneminin sonunda, uzun bir süre film endüstrisi ve medya alanında çalışmış olduğumuz için medya ofisleri için kampüs tasarımı yapmaya başladık. Sonrasında kentsel tasarım alanında yüksek lisans yaptım ve Türkiye’ye geldim. Şu anda da eğitim konusuna odaklanan bir tasarım ofisimiz var.
Alper Derinboğaz: Biz de Alexis ile aslında aynı yerden başladık, benim hikayemin heyecanlı tarafı orada başlıyor. 2007’de UCLA’e Fullbright bursuyla gittim. 2007-2008 döneminde orada güncel teknolojilerle haşır neşir olup sayısal üretim teknikleri üzerine enteresan işler yaptık. Aynı zamanda yeni teknolojilerin güncel mimaride nasıl kullanılacağı, tasarım biçimini nasıl değiştireceği üzerine çok kafa yormuştuk ve araştırmak için çok fazla zamanımız vardı. Sonrasında 2008’de uluslararası büyük bir mimarlık ofisinde proje mimarı olarak başladım. 2009’da bu bursun gereklilikleri dolayısıyla dönmem gerekiyordu zaten.
Alper Derinboğaz (Fotoğraflar: Uğur Ceylan)
Döndükten sonra Bilgi Üniversitesi’nde başladım, Beykent’te devam ettim ve şimdi Yeni Yüzyıl’dayım. Farklı okullarda bu araştırma sürecini sürekli kılmak adına dışarıdan bir öğretim görevlisi olarak çalışıyorum. Bunun yanı sıra İTÜ’den mezun olduğum 2004 yılından beri EASA Avrupa Mimarlık Öğrencileri Buluşmaları’na katılıyorduk. Buradaki workshoplarda iki haftalık sürelerde fiziksel üretimler üzerine çalıştık. Bu da işin biraz tasarımları gerçekleştirmeye yönelik tarafıydı. 2009’da burada Selçuk Avcı ile birlikte çalıştım. Daha sonra aldığım bazı işlerle kendi ofisimi açtım. Ofisin adı Salon2 ve kolektif bir tasarım ortamı olma hevesi güdüyor.
Ömer Selçuk Baz: Ben 2002 Uludağ Üniversitesi mezunuyum. Ardından yüksek lisans için Viyana Teknik Üniversitesi’ne gittim. Orada aynı zamanda bir yandan çalışma hayatına da atıldım. Dört sene kadar çalıştığım Atelier Stelzhammer konut tipolojileri üzerine uzmanlaşmış bir ofisti. O süre zarfında ulusal ve uluslararası yarışmalara da hazırlanıyorduk. Onlardan bir tanesi de 2005 yılında açılan Bursa’da Merkez Bankası yarışmasıydı. Biz o yarışmada birinci olduk ve banka bize bundan sonra ne yapacağımızı sordu. Çünkü binayı inşa etmek istiyorlardı ve bunun için Türkiye’de bir ofis açmalıydık. O sırada Türkiye’ye dönmek gibi bir planımız yoktu aslında. Kaç defa böyle bir şans elimize geçebilir ki diye düşündük ve apar topar Türkiye’ye gelip, o zamanki ortağım Didem’le birlikte Denge Mimarlık’ı kurduk. İlginç bir tecrübeydi bizim için. Çünkü uygulama yapmış olduğumuz bir ofis önceden de vardı, ama şimdi kendi başımıza kalmıştık ve devletin çok önemli, prestijli bir yapısını yapmamız isteniyordu. Bir buçuk senelik bir sürede hem bir ofisin nasıl idare edileceğini yavaş yavaş öğrendik, hem de o projeyi yaptık. O dönemin sonu da Türkiye’de krizin başladığı dönemlerdi. Ama bu binayı yapmış olmanın ivmesiyle başka işler almaya başladık. 2010’un sonunda ben Denge Mimarlık’tan ayrıldım ve başka bir firma kurduk. Yalın Mimarlık olarak çalışmalarımıza devam ediyoruz.
NA: Türkiye’deki mimarlık ortamı bence umut verici ve pozitif görüyorum. Mimarlarda genel bir negatif görme eğilimi olsa da, bence mimarlık konusunda bizim sandığımızdan daha çok bir farkındalık ve merak var. Son zamanlarda mimarlık sıradan konuşmaların içine girebildi, reklamların içerisinde var. Belki istenen ölçüde değil, ama onu mimar olup da mimarlığın içerisinden görmek de çok kolay değil. Türkiye’deki mimarlıkla ilgili bu merak ve farkındalık, batıdaki yerleşik mimarlık anlayışından çok daha ilgi çekici. Çünkü daha hareketli ve daha dinamik.
ÖSB: Mimarlık, bizim ilk geldiğimiz 2004’ten bu yana gözle görülebilir bir şekilde daha çok konuşulan bir şey. Bunların konuşulmasının sebebi de, iyi mimarın ya da en azından bir şekilde iyi sunulabilen mimarlığın daha çok para edebiliyor olmasından kaynaklanıyor. Mimarlığın daha iyi bir sosyal çevre oluşturabilmesi, daha iyi toplumsal örgütlenme kurabilmesinden çok, daha satılabilir bir metaya giderek dönüşebiliyor olmasından ve spekülatif de olsa mimarlığın bir resim, bir obje olarak daha iyi pazarlanabilir bir noktaya gelmiş olmasından kaynaklanıyor. Gördüğümüz tüm mimarlık konuşmaları aslında bunun üzerinden gidiyor. Bu konuşmaların hepsi toplu konutlar, sosyal konutlar üzerinden yürüyor ama Türkiye’de hala gerçek anlamda bir sosyal konut projesi yok. Ürettiğimiz “gated community”ler içerisinde onların nasıl pazarlanacağı, nasıl daha çok para edebileceği üzerinden mimarlığı konuşup tartışıyoruz gibi geliyor bana.
AD: Bana kalırsa, bizim jenerasyonumuz üzerinden konuşmak daha doğru geliyor. Antalya’da IABA Mimarlık Bienali’nde bir forum vardı, Cengiz Bektaşlar, Doğan Tekeliler uzun uzun tartıştılar bu meseleyi. Bizim jenerasyonumuz ile ilgili konuşmalar çok eksik kaldı.
Şimdi kendi dönemime bakınca ben iki türlü evrim görüyorum, bir tanesi vahşi kapitalizm dediğimiz, para ne istiyorsa onu yapma eğilimi. Diğeri ise daha klasik, eski jenerasyonların izinden giderek ne yapılıyorsa onu devam ettirme eğilimi. Tabii çok fazla da yarışma, rekabet durumu olduğu için herkes bir şeylere tutunma ihtiyacında. Ama bence tam da bir şeye tutunulmayacak bir dönemdeyiz, kendi durumunun özgün özelliğini kullanarak bir şeyler yapma zamanı bence şimdi. İyi mimarlığı aramak için iyi bir zaman. İçinde bulunduğumuz bağlam çok hızlı değişiyor ve çok farklı şeyler oluyor, teknolojiden ekonomik dinamiklere ve küresel duruma kadar birçok şey için geçerli bu durum. Burada şimdi aranacak bir sürü yeni ve iyi şey var, biraz bunlara bakmak benim jenerasyonum için heyecanlı olur diye düşünüyorum.
Nihal Arlat
AŞ: Bence de son dönemde bilinç arttı ve mimarlık bu jenerasyonun önemli bir parçası haline gelmeye başladı. Sadece müşteriler değil, kentte yaşayan insanlar da artık daha yüksek beklentilere sahip. Herkes daha iyi bir çevre, daha konforlu ve keyifli bir yaşam arayışı içerisinde. Türkiye’de bu bilincin gelişiyor olduğunu görebiliyoruz. Özellikle benim jenerasyonumda ve sonra sizin jenerasyonunuzda bu çizginin gittikçe yükseldiğini görmek mümkün. Gayrimenkul sektörü de bunu bir avantaj olarak kullanıyor ve hayallarimizdeki mekanların imajlarını yaratıyorlar. Tabii ki bu onların işi, ancak mimarlar olarak bizim işimiz insanların yaşaması için olağanüstü mekanlar yaratmak. Bence Türkiye’deki kadar heyecan verici başka bir ekonomi yok. Çünkü son yıllarda gerçekten çok ciddi bir yükselişe geçti ve çok büyük enerji var. Tasarıma ve bilgiye de artık çok büyük önem veriliyor. Bu nedenle özellikle önümüzdeki 20 yıl, mesleğimiz açısından olağanüstü geçecek gibi görünüyor.
ÖSB: Bence çok avantajlı olduğu noktalar da, dezavantajları da var. Mimarlık, tasarım yapma ve onu hayata geçirme işi aslında. İşin o alanıyla ilgili insanların ciddi sıkıntıları olabiliyor. Nasıl yapacağını bilmeme, elinin kolunun bağlı olması hissi ve sürekli araştırmak, yeniden bir şeyleri keşfetmek bir yandan iyi bir şey. Çünkü bazen bir şeyi nasıl yapacağını bilmek de onu otomatik olarak hep aynı şekilde yapma refleksini doğurabiliyor. O anlamda biraz genç olmanın avantajı var ama aynı şey dezavantaja da dönüşebiliyor. İşveren gözünden bakılırsa bence bugün genç olmak, bundan 5-6 yıl önce genç olmaktan daha avantajlı. Böyle bir konuma bugün daha olumlu bakılıyor. Biz ilk başladığımız zaman siz çok gençsiniz yapamazsanız denip onlarca işi alamadığımız oldu gerçekten. Ama bugün yaşıtımız veya bizden daha ufak ofislerin daha çok şansı olduğunu görüyorum.
AD: Türkiye için belki de ilk defa mimarlık ortamında beklentiler ve fırsatlar, fikir üretiminden daha fazla. O yüzden genç mimarların bence oldukça yüksek şansı var. Tabi öte yandan adam 5 milyon Dolar’ını sana emanet edecek, deneyimle ilgili bir yaş problemi olabiliyor.
Ömer Selçuk Baz
ÖSB: Genç ofisler gerektiğinde organik bir şekilde, başka ofislerle bir araya gelip başka kombinasyonlar kurup inanılmaz esnek varyasyonlar oluşturabiliyorlar. “One man office” denen, bir kişinin çizip, diğerlerinin onun dediklerini yaptığı bir ofis düzeninin artık ne kadar var olabileceğini bilmiyorum. Yani bütçe 5 milyon Dolar olduğu zaman organizasyonu da ona göre yapabiliyorsunuz, o dinamizm gençlerde daha çok var. Belli bir yaşın üzerinde ise bu durum ortadan kalkabiliyor.
AD: Biz Kengo Kuma’yla bir workshop yapmıştık. Aynı soruyu ben ona sormuştum, neden 40 yaşın altına genç deniyor diye. O da “Çünkü arkadaşların genç,” dedi. Perde arkasında da böyle bir durum var, içinde bulunduğunuz ortam de sizinle beraber büyüyor ve sizi anlayan jenerasyon da bu işi yaptıracak seviyeye geldiğinde çok zaman geçmiş oluyor.
NA: Bence genç olmak şu anda Türkiye’de bir mimar için avantajlı. Avantajı da Türkiye’nin çok dinamik olmasından kaynaklanıyor olabilir. İnşaat sektörü bir süredir çok üretken ve insanlar sürekli kendilerini dönüştürmek zorunda. En büyük avantaj da genç mimarların öğrenmeye açık olması. Esnek olmak ve yapabileceklerinin belki de sınırlı olması yaratıcılığı doğuruyor.
AŞ: Yaptığımız şey çok ciddi bir iş. Ben 15 yıldır mesleğin içindeyim ve 40 yaşıma gelmeme birkaç yıl kaldı. Karmaşıklık, bilgi, durumları algılama yeteneği gibi mesleğimizin bazı yönleri kümülatif bir deneyim gerektiriyor. Ben de şimdi daha iyi anlıyorum ki tasarımcı ve mimar olmak arasında çok büyük bir fark var. Bu yüzden buna “mimarlık pratiği” deniyor, uygulamayı da içeriyor olduğu için. Bu karmaşıklığı anlamak ve üstesinden gelebilmek çok fazla zaman ve emek gerektiriyor. Bunun yanı sıra, mimarlık hayat boyu süren ve sürekli öğrenmeye devam edilmesi gereken bir şey. Kişisel entelektüel zekanızı geliştirmenin yanında, kendi takımlarınızı da kuruyorsunuz ve piyasada kalıcı olmaya çalışıyorsunuz. Yaptığınız iş kendi kendini yargılamayı da gerektiriyor. Mimar olarak karar alıcı olma durumu, süreçlerin tümüne hakim olmak demek. Bu kendiliğinden olan değil, sonradan kazanılan bir şey. Bunu kazanmak için de denemek, çalışmak gerekiyor. Ben şahsen, henüz yeni başladığımı düşünüyorum. Genç bir mimar olarak yapabileceğime yıllar önce inandığım şeyleri, yapmak için şimdi hazır olduğumu hissediyorum.
ÖSB: Tam emin olmamakla birlikte şöyle bir teorim var. Mimarlıkta ve düşünsel güce ihtiyacınız olan bazı mesleklerde insanlar belli bir yaşa kadar sürekli bir şeyler üretiyorlar ve onunla ilgili bir temel oluşturuyorlar. Mesela matematik dalında 25 yaşın üzerinde olup da bir teori ispatlamış bir insan yok, 27 yaş çok geç sayılıyor. Ben bazı mimarları da inceledikçe, temel bilgiyi belli bir seviyeye kadar ürettiklerini ve ondan sonra o havuzu bir şekilde kullandıklarını, belki bir miktar geliştirdiklerini, onun üzerine bir şeyler inşa ettiklerini düşünüyorum.
NA: Bence mimarlık gittikçe daha az öğrenmekle ve daha çok bir düşünme şekli geliştirmekle ilgili olmaya başlıyor. Dolayısıyla ne kadar çok şey bildiğiniz değil, sorunlar karşısında nasıl bir düşünme şekli geliştirdiğiniz önem kazanıyor. Her şeyi bilmek mümkün değil ve yaşın da artık önemi kalmıyor.
AD: Bence orada da benzer bir durum söz konusu. Bu birkaç değere bağlı, içinde bulunduğunuz ortam ve bağlı olduğunuz insanlar, deneyim kazanma süreci gibi. Bunlar dünyanın her yerinde aynı olan şeyler. Ama genç mimarların daha yeniliğe açık ve iyi mimarlık peşinde olması fark yaratıyor.
NA: Yurtdışında bulunduğum 2003-2004 yıllarında bazı çalışmalara katılmıştım, o yıllarda orada gördüğüm yeni mezunların projelerinin duyurulması, gençliğin bir avantaj olması gibi şeyleri şu anda burada da görüyorum. Çok ilginç bir şekilde 5-6 yılda o noktadayız. Yurtdışında bu farkındalıklar biraz daha önce gelişti tabi ama biz de pozitif yönde ilerliyoruz.
AŞ: Kendi adıma konuşacak olursam, en büyük farklardan biri burada “mentor”luk sisteminin eksik olması. Benim geldiğim yere bakacak olursak, Los Angeles’ta pek çok “senior” mimar var ve herkes onların danışmanlığında çalışma yapmak ve onların şemsiyesi altında büyümek için can atıyor. Bu şekilde bir bilgi transferini çok önemli görüyorum. Buradaki genç mimarlar için en büyük eksikliğin ve zorluğun, rol modellerine fazla yaklaşamamaları olduğunu düşünüyorum. Umuyorum ki zamanla bu durum değişecek. Ben doğrusu böyle danışmanlara sahip olmayı özlüyorum. Belki biraz da bu nedenle, Türkiye’de genç mimarlar büyük mimarlık ofislerinde iş bulamıyor.
AD: Okuldan mezun olduğunuzda iyi bir iş bulmak gerçekten de zor. Ya bir yerlerden bir fırsat yakalayıp kendi işinizi yapıyorsunuz, ya da “CAD monkey” dedikleri tekniker olarak başlıyor ve devam ediyorsunuz. Yükselme şansı yakalayabileceğiniz profesyonel bir düzen yok bence.
AŞ: Türkiye’de mezun olduktan sonra 5 yıl stajyer mimar olarak deneyim kazanma olanağı yok. 5 kez birer yıllık deneyimler şeklinde iş bulabiliyorsunuz gördüğüm kadarıyla.
Alexis Şanal
NA: Bu şekilde çalışmak kendinizi tekrar etmenize sebep oluyor ve hiçbir ilgi çekici yanı da yok. Ancak bizim jenerasyonla beraber bunun değişeceğine inanıyorum. Bu kendinize ve çevrenize güvenmekle ilgili bir şey. Yaptığınız işe güvendiğiniz zaman daha iyi mimarlık yapabiliyorsunuz, çevreye ve bağlama çok bağlı bir durum.
ÖSB: Ben 2004’te Avusturya’dayken, Viyana’da Türkiye’nin 5 katı kadar mimar vardı ve Avusturya’nın 1,2 milyon kadar bir nüfusu vardı, neredeyse Beykoz kadar yani… Her yerde mimarlık var ama çok az mimarlık yapabiliyorsunuz çünkü her yer inşa edilmiş zaten. Ama o günün koşullarında genç mimarlık ofislerine bakış çok iyimserdi ve çok destekleniyorlardı. Mimarlık camiasının kötü projelerini de, en iyilerini de onlar yapıyorlardı, çünkü sürekli bir deney içindelerdi. Ben şu anda Türkiye’de öyle bir ortam henüz görmüyorum.
Biz yaptığımız bütün inşaat eylemlerinin %88’ini konut olarak yapıyoruz. Ticari konutlar belki bu oranın yarısı belki çok daha azını kapsıyor. Çok daha büyük bir pasta var ki, aslında belli bir mali güce erişememiş, belki de asgari ücret alan ve iyi yaşamayı hak eden ama buna bir şekilde ulaşamayan, çünkü devlet desteği olmadan asla ulaşamayacağı bir konfigürasyon içerisinde yaşayan insanlar.
Avrupa’da ise bu sosyal konut olgusu devlet tarafından çok fazla destekleniyor çünkü devlet olmaksızın böyle bir şeyin olma şansı yok. Özel sektör hiçbir şekilde kar etmeyeceği böyle işlerin içine girmiyor. Bu noktada, ülkemizde önümüze TOKİ örneği çıkıyor. Çok fazla konut üretiyorlar ama hiçbir şekilde sosyal konutla ilgisi yok. Genç mimarlar Avusturya’da devlet eliyle, devletin resmi olarak sosyal konut üreten organları tarafından destekleniyor. Bütün ürettikleri sosyal konutlar yarışmayla yapılıyor, bu yarışmaları açık yapılıyor ya da davetli yapılacaksa da belli bir oranda genç mimarların da olduğu bir oluşum dayatılıyor ve bu işler uygulanıyor. Türkiye’de devletin sosyal konut amacıyla bir yarışma açması, o yarışmanın sonucunda bunu uygulatması henüz çok düşük olasılıklar.
Yaptığımız işlerin çoğunda, ben kendimi de dahil ediyorum buna, Türkiye’deki %5 ya da %3 için çalışıyoruz. Esas üzücü olan nokta bu. Bence daha çok, bir şekilde devletin de işin içine girip bu sosyal konut meselesini genç bakışlarla birleştirebilmesi gerekiyor. Bunu Avrupa’da görebiliyoruz. Özellikle sosyal devlet nosyonu olan memleketlerde böyle bir yaklaşım var.
AD: Bence Genç Mimar Ödülü teşvik edici bir ödül. Alexis’in de bahsettiği gibi, okuldan mezun olduğunuz anda ne yaptığınızın çok belli olmadığı bir sürece giriyorsunuz. En azından oradan biraz kafasını çıkartabilecek, farkındalık yaratabilecek bir şey yaptığı için bence çok önemli.
ÖSB: Sürekliliği olan bir ödül olması da çok güzel. 2004’ten beri yapıyorsunuz siz bunu, bence çok olumlu bir şey.
NA: Gerçekten bu yaşlarda, mezuniyetten şu noktaya kadar insan çok fazla düşünmüyor. Daha çok iyi bir şeyler yapmak tutkusuyla üretim yapıyorsunuz ve ödüle mi gider ucu diye pek düşünmüyorsunuz. Bir noktada Arkitera’nın yaptığı bir ayrım yaratmak, “Bu insanların işleri görülmeye değer,” demek. O mimarlık dünyası içerisinde iyi bir şey. Ödülü alan için de, bir an durup nerede olduğumuza bakma fırsatı yaratıyor. Dışarıdan da belki işverenler açısından da iyi bir şey olabilir, bunu çok da fazla tahmin edemiyorum açıkçası.
AŞ: Türkiye’ye taşındığım zaman 28 yaşındaydım. O sırada, yaklaşık 11 yıl önce her şey şimdikinden çok farklıydı. Profesyonel yaşamımın çok büyük bir dönemini burada geçirmiş olmam ve buna paralel olarak heyecan verici şeylerden biri, Arkitera gibi bir kurumun sosyal iletişim ortamını nasıl geliştirdiğini görmek oldu. Bu platformun, tüm ülkede genç mimar adayları ve mimarlar tarafından nasıl benimsendiği ve kullanıldığını görmek beni çok şaşırttı. Bu nedenle, bunun bir parçası olmak benim için çok heyecan verici.
2011 Arkitera Genç Mimar Ödülü kazananları
NA, AD, AŞ, ÖSB: Biz teşekkür ederiz.
Genç mimarların işlerini Arkiv’den ve kendi internet sitelerinden inceleyebilirsiniz:
Alper Derinboğaz
www.arkiv.com.tr/m7526-alper-derinbogaz.html
www.alperderinbogaz.info/
Nihal Arlat
www.arkiv.com.tr/m14029-nihal-arlat.html
www.house212.com
Alexis Şanal
www.arkiv.com.tr/m7761-alexis-sanal.html
www.sanalarch.com
Ömer Selçuk Baz
www.arkiv.com.tr/m1339-omer-selcuk-baz.html
www.yalin-mimarlik.com