Ağustos ayının İş Üstünde söyleşisinde Garanti Teknoloji Kampüsü projesini ele aldık. Ali Hızıroğlu ile ilk eskizden inşaata, projenin seyrini takip ettik.
İnşası devam eden veya henüz bitmiş olan binaları mimarlarıyla konuştuğumuz; tasarım, projelendirme ve uygulama süreçlerine odaklandığımız söyleşi serimizin bu ayki konuğu Ali Hızıroğlu. Yapının mimari projesi ERA Şehircilik, Mimarlık’a; iç mekan tasarımları ise Midek/Mingü’ye ait. Hızıroğlu ile uzun bir zaman dilimine yayılan Garanti Teknoloji Kampüsü binasının başlangıçtan bugüne hikayesini ve süreç boyunca mimari ofis olarak edindikleri deneyimleri konuştuk.
Burcu Bilgiç: Garanti Teknoloji Kampüsü projesinin içeriği nedir?
Ali Hızıroğlu: Garanti Teknoloji Kampüsü aslında ağırlıklı olarak ofis yapısı. Garanti Bankası’nın bir firması olan Garanti Teknoloji, bankanın tüm dijital altyapısına hizmet veren yazılım ve servislerin hepsini üstleniyor. Bunun yanısıra çağrı merkezi var, kredi kartı basımı gibi işlemler var. Garanti Teknoloji bütün bu dijital altyapının yönetimini ve yeni tasarımları organize eden bir firma. Bunların bir araya geleceği ve tabii ki sadece ofis değil dijital altyapının da merkezi olacak bir bina inşa ediliyor şu an. Garanti Teknoloji Kampüsü, önemli altyapı çözümleri ile ileriye dönük sıkıntı yaşatmayacak, belli esnekliklere sahip bir yapı olarak Garanti Teknoloji içinde çalışan tüm departmanları bir araya toplayacak.
O halde tanımlı bir kullanıcınız ve ona bağlı olarak da tanımlı mekânlarınız var?
Burada yapı, tanımlı olmakla beraber teknolojiyi çok sıkı takip eden bir ekibe yönelik yapıldığı için seneler içerisinde teknolojinin değişimiyle birlikte onların çalışma yöntemleri değişime uğruyor. O yüzden yapıya ilk başladığımız döneme nazaran ofis kısmında farklı yaklaşımlar ortaya çıkmaya başladı. Tabii herhangi bir yatırımcının tanımsız bir kullanıcıya yönelik tasarlattığı bir yapı gibi olmadı, nispeten daha tanımlıydı. Belli departmanların neler olacağı, nasıl gruplanması gerektiği gibi bilgilerin bir bölümü kısmen vardı, bir kısmı da süreç içindeki değişikliklerle beraber gelişti.
Uzun bir zaman diliminden söz ediyorsunuz. Ne zaman başladı tasarım süreci?
İlk eskizi yaptığımız dönemler 2009’un başıydı. Ardından projenin tam olarak bizim tarafımızdan yapılmasının netleşmesi, arazinin satın alınma süreci, bir takım idari süreçlerle birlikte yaklaşık bir sene geçti. Projeye gerçek anlamda başlayışımız 2010 senesi oldu.
İşin alınma süreci nasıl ilerledi?
Birkaç tane ön görüşme yapıldı. Görüşmelerde onlar bir brief hazırlamışlardı neler konulacağına, kabaca kaç metrekare olacağına dair. Araziyle ilgili de her şey hazır olmamakla beraber nispeten netleşmişlerdi. Bunun üzerinden birkaç eskiz çalışması istediler bizden, tek firma biz de değildik, yanlış hatırlamıyorsam birkaç tane daha firma vardı. Ama bu çok derinlikli bir çalışma değildi, bir ön “ön fikir” idi; “Nasıl yerleşiriz, buraya ne yapılır?” üzerine basit eskiz çalışmalarıydı. Birkaç aylık bir süreçten sonra bizim fikrimizin sıcak geldiğini öğrendik, sonra da anlaşma yapıldı.
İnşaat ne zaman başladı?
Dört sene oluyor, yani 2012’de başladı inşaat. 2,5-3 sene projelendirme sürdü dersek bütün süreçleriyle beraber; geri kalan 2,5-3 sene zarfında da inşaat devam etti, ediyor da hala. Şu an bitirmeye yakınız, dış cepheler kapandı, yaz sonuna doğru peyzaja başlanıyor. Bir yandan da içerideki imalatlar devam ediyor. Tamamen yerleşmesi için ise bir süreye ihtiyacı var gibi gözüküyor.
Burada şöyle bir durum var; bina dijital altyapıya yönelik olduğu için kâğıtsız bir ofis olacak büyük bir kısmı, burada 140.000 metrekarelik bir yapıdan bahsediyoruz ve bunun yaklaşık 50.000 metrekaresi ofis alanı. Bu altyapının kurulması, testi, otomasyonları bina tamamlandıktan sonra kalan sürede yapılacak. Bir de Garanti Teknoloji’nin çalışma yöntemi bizim mimarlık ofislerindeki gibi bir çalışma yöntemi değil, bizimkinde ufak tefek sekmeler de olsa kabul edilebilir, dışarıyla anında bağlantılı bir içeriğimiz yok. Belli bir süre zarfında bir şeyler üretiyoruz, teslimler yapıyoruz. Fakat bu tip banka kullanıcılarının anında cevap almaları gerekiyor, hiçbir şeyin aksamaması gerekiyor, enerji kesintisi kesinlikle düşünülemeyecek bir durum. Yani altyapıya çok bağımlı bir çalışma ortamından bahsediyoruz. Bu testler yüzde yüz çalışır hale gelene kadar bütün personelin oraya aktarılacağını zannetmiyorum.
Bu amaçla kullanılan bir yapı var o zaman hali hazırda?
Evet var. Bu binanın ortaya çıkma nedeni o altyapı eksikliğinin farkına varılması, geleceğe yönelik olarak daha iyi bir ortamda daha düzgün bir altyapıyla çalışılması isteği. Mevcut yapıları Güneşli’de. Tüm bankalar gibi bu bankanın da zaman içerisinde hızlı bir büyüme süreci olmuş ve gittikçe de IT konuları çok daha ön plana çıktığı için hızlı bir şekilde genişlemişler; fakat bulundukları mekânda eklemlenerek büyüme durumundan ötürü başka sıkıntılar yaşamışlar. Çözülmeyen konular değil ama bunlarla vakit kaybetmek istemiyorlar artık, o yüzden de bir değişim talepleri var.
İlk olarak tasarımda çizdiğiniz çerçeve nasıldı Garanti Teknoloji Kampüsü için? Süreç içinde neler değişti?
Ana prensipten sapmadık diyebilirim. İlk başta gelen briefte bir kampüs tanımı vardı ki bu hala geçerli, üç katlı en fazla dört katlı bir yapı olması isteniyordu. Projelerimizde ilk önce fikri ve vizyonu paralel olarak düşünürken araziye sığıp sığamayacağımızı anlamaya çalışıyoruz. Burada da nasıl bir hacimle karşı karşıya olduğumuzu anlamaya çalışırken gördük ki çok bina bina bir etkisi olamayacak. Öte yandan tanımlanan ihtiyaç programının içinde hep bir esneklik arzusu vardı, bugün 100 kişi olan bir birim yarın 150 kişi olabilir, yazılım departmanı küçülürken başka bir departman büyüyebilir gibi ifadeler, seneler içinde ekibin daralıp büyümesine imkân tanıyacak bir ortam talebi vardı. Öyle olunca, bahsi geçen, birbirinden tamamen bağımsız, her departman için ayrı ayrı üç dört katlı binalar gibi okunan talebin aslında ihtiyaçları çok da karşılamayacağı kanaati oluştu. Bir de araziye gidip gördük, farklı yerlerden yaklaştık; arazi Sabiha Gökçen’e iniş aksında bulunan bir vadinin ortasında. Öyle parçalı bir şeyden ziyade, binayı çevresindeki parçalı ve gecekondu benzeri yapılaşmadan ayıracak bir yapı ifadesi üzerine gitmeyi tercih ettik. Temel yaklaşım oradan çıktı.
Diğer yandan, kuzeyden aşağıya sahile doğru indiğiniz zaman yol hep tepelerin arasından biraz su misali akarak iniyor. O hissi tersanelere doğru geldiğimizde bulamıyoruz. E5 civarında o tepeler tamamen yapılar tarafından kaplanmış. Aslında güzel bir doku var, topoğrafya var ama neredeyse hiç yeşil alan yok. Onun için yukarıdaki etkiyi biraz aşağıya doğru taşıyalım, belki geçmişte, yerleşimler öncesinde var olan bir dokuyu burada tekrar ortaya çıkaralım gibi bir arzumuz vardı. Bir yandan da programa bakıyorduk: ofis alanları, yan birimler, iki adet bilgi merkezi, arşiv, çok büyük bir kafeterya… Verilen briefte yaklaşık 4.000 kişinin çalışacağı bir alandan bahsediliyordu. Bu kullanıcıların öğlen yemek yemesi, spor alanlarının olması, lobilerin bu trafiği kaldırabilecek şekilde tasarlanması gibi verileri yan yana koyunca, yeşil alanların arazinin içerisine tekrar sokulup çevreye dair bir şeyler söylüyor hale gelmesini de düşününce alt kotlarda daha çok servis birimlerini toplayalım dedik. Tam otoyolun kenarındaki araziye o yoldan gelen sesi kesebilecek, dışarıdan biraz kopartabilecek ama çevreyle de ilişkilenebilecek bir öneri getirelim düşüncesiyle yola çıktık ve aşağıda tepeli bir ifade ve yukarıda da daha net bir ifade kullandık. Bir yandan da içeride avlulu bir biçimlenme, dışarıda ise daha net keskin bir çizgi istedik. Bunun sonucunda da mahalleyle biraz tezat bir kütle çıktı ortaya.
Aslında Garanti Teknoloji Kampüsü işlevsel olarak çevresiyle ilişkilenen bir yapı değil, bankanın çalışanlarına hizmet veriyor.
Şöyle bir durum var, bilgi üreten Garanti Teknoloji firmasının konumu itibarı ile dışarıya açılamaması söz konusu. Neresinden baksak bankanın bütün bilgileri orada işleniyor olacak, dolayısıyla herkesin girip çıkabileceği bir yapı değil. Şimdiki durumda baktığımızda daha da manalı görünüyor bu korunma hissi. Biz onu büyük duvarlarla veya binayı sınıra taşıyarak yapmaktan ziyade daha içeriye çekip peyzajın o geçişi temin etmesinin daha uygun olacağını düşündük. Daha kamusal bir geçirgenlik olabilse kentsel anlamda çevrenin daha fazla faydalanması açısından daha olumlu olabilirdi; ama bu biraz da ihtiyaç programının kendisinden kaynaklanan bir durum, mimari bir tercih değil. Burada kullanılamasa da görsel olarak çevresine bir ek değer getirebileceğini düşündük binanın, sadece kullanıcılarından ziyade dışarıya dönük bir ifadesi olsun istedik.
Proje süreci nasıl yönetildi, işin takvimi nasıl belirlendi? İşverenin istekleri mi yoksa sizin programlamanız mı etkiliydi süreçte?
Aslında karşılıklı diyebilirim. Biz daha çok dengeleyici veya aktive edici rolde kaldık. Çoğu projemizde işveren tarafı tarihleri belirliyor; şu tarihte bitmesi lazım, ruhsat almam gerekiyor, şu tarihte satmamız lazım, cepheyi önce bitirelim gibi bir telaş içerisinde oluyorlar. Çünkü orada çok başka unsurlar oluyor, o yatırımı yapmak için bir kredi alınmış oluyor, zamanında geri ödenmesi için yapının mümkün olduğunca çabuk bitirilmesi gerekiyor. Böyle bir takım finansal arka planları oluyor kullanıcının işverenin kendisi olmadığı durumlarda. O telaş biraz da ondan kaynaklanıyor, dolayısıyla biz mimarlar da ona yetişmeye çalışıyoruz. Bu projede biraz farklıydı, çünkü kullanıcı kendi firması için en iyisi ve en son teknoloji olsun, bir sonraki adımda geri bir teknolojiyle baş başa kalmayalım istedi. Mevcut yapılarında yaşadıkları, bazıları zor çözümlenen problemler yüzünden bazı çözümlerde en uygun veya ekonomik çözümden ziyade hem hacimsel hem uygun fiyat anlamında projeyi biraz daha farklı bir mertebeye çeken bir yaklaşımları vardı ve bunların bir kısmı yol alırken ortaya çıktı, bir kısmı ise baştan toplantılarda edindiğimiz verilerdi.
Projelerin hazırlanması, teslim tarihlerinin belirlenmesi süresince biz de işi yapılandıran taraf haline dönüştük. Bir de şöyle bir durum var; bizim projeyi yaptığımız muhatap Garanti Bankası kullanıcısı ise Garanti Teknoloji idi ve bizim o iki taraf arasında da dengeleyici bir pozisyonumuz kendi kendine oluştu. Kullanıcının talepleri var, bir de yatırımı yaptıran kısım var; aynı çatı altındalar ama verileri kullanıcıdan alıp diğer tarafa aktarma gibi durumlar da ortaya çıktı.
Bu durumda kullanıcının kendisi için bina yaptırıyor olması, en kalitelisini istiyor olması mimar için daha avantajlı, mimari bazı arzularını da gerçekleştirebileceği bir durum gibi görünüyor.
Evet doğru. Bir de diğer çoğu projemize nazaran burada fikir baştan itibaren sahiplenildi. Ondan sonra ana fikirle ilgili “Bunu neden yapıyoruz şimdi?” gibi bir soru bütün bu seneler zarfında bir ya da iki kere gündeme gelmiştir. Tüm zorluklarına rağmen işverenin arkamızda olduğunu hissetmek tüm inşa süreci esnasında da çok cesaretlendirici bir etkiydi. “Aman şimdi bunu nasıl anlatacağız?” sorusundan ziyade hep objektif bir mantıkla hangi kararların niye alındığı, cephenin neden öyle veya böyle olduğu konuşuldu. 7 sene boyunca neredeyse her hafta toplantı yapıldı. Hem kullanıcı tarafından hem banka tarafından çok fazla katılımcısı olan kalabalık bir ekip olmalarına rağmen herkese ulaşabilmiş olmak, zorluklarıyla beraber, proje açısından olumlu oldu.
Bu sürecin sonucunda çıkacak olan mimari üründen memnun musunuz?
Birçok başka projemize göre oldukça iyi bir noktada çıkacak diye düşünüyorum yapı. En büyük ümidimiz kullanıcıların memnun olması. Bir de şöyle bir şey var, İstanbul çok hızlı değişen bir kent. Genel olarak mimarlığın değişim hızı da fena değil. O sebeple bundan altı yedi sene önce ilk fikrin konulup gerçeğe ulaşması ve insanların kullanmaya başlaması arasındaki o sürede binanın hala hem mimari hem de genel kurgu olarak geçerliliğini koruyabiliyor olduğu konusunda iyi bir geri dönüş alırsak başarılı olduk diyebileceğiz. İşi sadece tasarım bazında değerlendirirsek hiçbir zaman yüzde yüz memnun olmak mümkün değil, zaten bunu beklemek gerçekçi değil. En azından Türkiye’de bunu temin edebilmeyi biraz daha zor buluyorum ben. Özellikle proje safhasında değil ama imalat safhasındaki bir takım süreçlerde çok objektif hareket edilemiyor maalesef, başka bir sürü konu devreye giriyor. Her katılımcı açısından daha duygusal geçiyor süreçler, dolayısıyla da ortaya çıkan ürün her zaman başlangıçtaki vizyonu yansıtmayabiliyor. Bu projemizde ben büyük ölçüde ana fikrin kaldığını düşünüyorum. Binada yaşanırken de bunun hissedileceğine inanıyorum. Tabi ana cidarın içerisinde bir takım değişiklikler olmadı değil.
Süreç duygusal geçebiliyor derken neyi kastettiğinizi biraz açabiliriz belki.
Genel geçer mantık çerçevesinde konuları, önerilerinizi aktardığınızda karşılığında her zaman yeterince net cevaplar alamadığınız oluyor. Ben açıkçası öyle bakıyorum; bazı konular daha yoruma açık, bazıları ise çok temel mevzular. O temel konularda dahi bazen anlaşamayabiliyorsunuz. Mesela içerideki kullanıcıya dair bir takım kararların alınması gerektiğinde bazı eksiltmelere gidilmesi gibi. Bir yapının kullanıcısının mutlu olabilmesi için çok temel bazı ölçütler var, bunlar mimarinin görsel kısmı değil. Pencerenin kenarında oturan kişinin güneşten korunmasını veya kışın üşümemesini sağlayabilmek çok temel bir gereksinim aslında, onlara dair bile bazen çok büyük savaşımlar vermek gerekiyor. Orada zaman zaman sübjektif tavırlarla karşılaşılabiliyor. Sadece bütçe odaklı da olmuyor aslında; “Benim dediğim olsun, karşı tarafın istediği değil.” gibi bir noktaya saplanılıyor bazen, duygusaldan kastım o. Daha objektif bir biçimde çözümlenebilecek bazı noktalar oluyor. Bu proje özelinde o tarz bir şey yaşamadık ama genelde karşımıza çıkan bir durum. Baştan görseller, o dünya, kurulan atmosfer çok hoşlarına gidiyor fakat sonradan o atmosferi çok da benimsemediklerini, çok kolaylıkla vazgeçilebileceğini görüyorsunuz; bu biraz da mimar olmanın zorluklarından.
Nasıl bir ekiple çalıştınız?
Genelde her projenin kendine ait bir ekibi var. Teslim dönemine ve yoğunluğumuza göre bazen destek ekipleri oluşturuyoruz. Mümkün olduğunca başlangıcından sonuna kadar aynı ekibin projeyi takip etmesini istiyoruz ki projenin hafızası devam edebilsin. İşverenler de son zamanlarda bunu talep etmeye başladılar. Bu proje çok uzun soluklu bir proje olduğu için elimizden geldiğince aynı ekibi devam ettirmeye çalıştık, özellikle ana projelendirme dönemindeki ekibi devam ettirdik. İlk projelendirme döneminde ofise Revit girdi, hala yeterince esnek bulmuyorum programı ama o dönem daha da kısıtlıydı. Yine de yeni araçlar denemek arzumuzun da verdiği cesaretle tasarım kısmından gerçekleşmeye, daha teknik dokümanlara doğru gittikçe Revit’i kullanalım gibi bir hevesimiz oldu, o hevesi değerlendirdik. Bir noktada ekip 10 kişiye bile çıktı çünkü projeyi bir yerde durdurup Autocad’e döndürmek zorunda kaldık. Bir yandan da tasarım devam ediyordu, yani “çarpı iki” durumu bile yaşadık bir dönem.
Sonrasında ekibin içerisinden bir kısım arkadaş sahaya gittiler. Proje yönetimi hizmetini de biz veriyoruz. Sahada inşaatı biz denetliyoruz. İç mimarisinin tasarımı hala sahada devam ediyor. Kaba yapı büyük ölçüde tamamlandıktan sonra sahada 900m2’lik bir alan ayırdık. Oranın içerisinde her bir birime dair modeller yapıldı; toplantı odasının modeli yapıldı, salonun modeli yapıldı, işverenle geziler yapıldı, beğenilen şeyler oldu, beğenilmeyenler oldu… Diyaloglu, tartışmalı, çekişmeli dönemler de yaşandı; bu yüzden sonucunun iyi olacağını düşünüyorum. Normalde bütün bunları yapmaya fırsat yok, çoğu zaman bir şeyin örneğini bile yapamıyoruz. Mesela ben cephede bir şey denemek istiyorum, şu malzemeyi kullanmak istiyorum, “Nasıl bağlıyorsunuz?” diye sorulduğunda bunu anlatacak, görecek bir fırsat olmuyor. Ülkemizde bu örnek uygulamalar çok zayıf, bence binaların bitiş kalitesinin düşük seviyede olmasının bir sebebi de o. Bu örnekleme mevzusunu bedellendiremiyoruz, sadece bir talep gibi isteniyor. Tabi o yapılacak olan modelin bire bir karşılığı olmayınca çoğu firma bunu çok önemseyerek yapmıyor, önemsemeyince “Aslında böyle olmayacak, o gün yerinde şöyle olacak.” gibi açıklamalar oluyor ama o gün geliyor ve bir bakıyoruz ki aşağı yukarı aynı şey olmuş. Bu projede ise kullanıcının binayı kendisi için yaptırması avantaj oldu, çünkü onlar da görmek arzusundalardı. Biz bu tarz çalışmayı seviyoruz, şantiyede olmayı da tercih ediyoruz; ama biraz da karşı tarafın yaklaşımına bağlı, bazen hiç istemiyorlar, karışmayın diyorlar.
Projede bir şey değiştirmek isteseydiniz neyi değiştirirdiniz?
Soru sürece dair ise sürecin biraz daha hızlanmasını tercih ederdim. Teknik anlamda ise soğutma ısıtma altyapısına dair daha farklı bir yöntemi entegre etmeyi planlıyorduk, betondan soğutma gibi bir yöntemimiz vardı, ondan vazgeçmek daha geleneksel bir yönteme kaydırdı bizi. Ama bir yandan da bu proje kişisel olarak bana müthiş bir deneyim oldu. Hem süreç bazında hem de mimari tasarımda binanın tüm o katmanlarını izleme şansı yakaladığımız için bilgilendirici ve geliştirici oldu. Aslında en güzel tarafı araştırma yapmamıza vesile olması. Çoğu projede sürecin sıkışık olması, çok standart şeylerin talep edilmesi yararlı olmuyor, mimar olarak “Bir tarafı daha az standart olsun da hem teknik anlamda hem mimari kurgu anlamında yeni bir şey deneyelim.” fikriyle hep zorluyorsunuz ama her zaman ona çok imkân olmuyor. Bu projenin mesela öyle bir tarafı vardı.
Tabii zaman geçtikçe yaptığınız projeye bakışınız, çevre verileri, deneyimleriniz gibi değişime uğruyor. Ama yine de bittiğinde çevreye pozitif etkisi olacak bir bina olduğunu düşünüyorum. Vadinin ortasında yükselen düşey, büyük bir yapıdan ziyade yerle bütünleşen bir form oldu. Cüsseli; ama çok da ezici gözükmüyor bina benim gözüme.
Söyleşide kullanılan fotoğraflar Yerçekim Fotoğraf’a aittir.