Özyeğin Üniversitesi'nin Çekmeköy Kampüsü'nü tasarlayan RMJM New York ofisinden Roger Klein'la bir söyleşi gerçekleştirdik.
Roger Klein: Evet, New York stüdyosunda çalışıyorum. RMJM’nin dünyanın pek çok yerinde ofisleri var. Amerika’daki ana ofis New York’ta bulunuyor ve 15 yıldır Türkiye için çalışmalar yürütüyoruz. RMJM Amerika ofisini 4 yıl önce Hillier Architecture’ı da satın alarak kurdu.
RK: Londra’da bir ofisimiz var. Edinburgh ve Glasgow’da İskoçya firmasının iki ana ofisi yer alıyor. Londra, Dubai, Hong Kong ve New York’ta 4 ana ofis var. Bir de küçük bir Şangay ofisi var.
RK: Başka birkaç uluslararası firma ile birlikte davet edildik. Herhangi bir yarışma olmadı, birkaç eskiz hazırladık ve kampüs potansiyeli üzerine tartışmalar gerçekleştirdik, fakat bu tartışmalar şu anda kampüsün yer aldığı alan için değildi. İlk görüşmelerde tepenin başında yer alan vadi üzerinde tasarımlar gerçekleştirmiştik. Ancak geliştirme firması o alanda konut yapıları inşa etmeye karar verdi.
RK: Birçok sürdürülebilir fikir ürettik ve çok üst seviyede stratejiler geliştirdik. Gün ışığını her mekanda maksimize edecek çözümler ürettik. Kampüsün tasarımında baktığınızda, binaları merkezi alanların etrafında yaptığımızı görebilirsiniz, böylece atriumlardan içeriye ışığı alıyoruz. Binanın dışında ise binayı şiddetli güneşten koruyacak pencereler kullandık. Sınıflar için gün ışığının kontrolü üzerine düzenlemeler getirdik. Yani pek çok mekan, günün büyük bir kısmında yapay aydınlatmaya ihtiyaç duymayacak. Ayrıca, yağmur suyunu da toplayan bir sistem kurduk, böylece yağmur suyunu da değerlendiriyoruz. Kısaca bahsettiğim bu konular dışında, kampüs tasarımının her aşamasında sürdürülebilirlik konusunu göz önünde bulundurduk.
RK: Evet, kesinlikle. Eğer bir mekanda rahatsanız, dışarısıyla iletişiminiz varsa, binanın peyzajla ilişkisi varsa, hava temizliği yeterince iyiyse çalışmak için oldukça iyi motivasyona sahipsiniz demektir.
RK: Ben kişisel olarak işin içinde değilim fakat bu, ortağım Christian ve Dubai ofisinin yürüttüğü bir proje. Proje, New York ofisinde tasarlandı fakat hakkında daha fazla bir bilgim yok.
RK: Bence her ikisi de… Sertifikayı almak, pazarlama stratejisi olarak gittikçe daha da yaygınlaşıyor. Bazı müşteriler sadece o logoya sahip olmak için uğraşırken, bazılarının gerçekten sürdürülebilirlik konusunda bir kaygısı oluyor. Ama ben çoğunun iyi niyetli olduğunu ve bunu doğru sebeplerle, daha iyi bir çevre için yaptıklarını düşünüyorum.
RK: RMJM olarak 15 yıldır, Hillier Group bünyesinde çalışan Metin Çelik ile iş birliği içindeyiz. Kendisiyle 40 yıl önce, Amerika’da okula giderken tanışmıştık. Biliyorsunuz, Türkler iletişim konusunda iyidir. Metin Çelik Hillier Group bünyesindeyken çeşitli işler önerdi. Hillier Group da Amerika deneyimleri ile güzel işler gerçekleştirdi, ki bu Türk müşteriler tarafından ilgi çekmemizin sebeplerinden biri. Daha sonra RMJM’e dahil olmak istediler, çünkü RMJM daha uluslararası işler üreten daha büyük bir firma. Metin’in ilişkileri sayesinde başarılı kişilerle iyi işler gerçekleştirdik ve müşterilerin ilgisini çektik.
RK: Umarım buradaki projelere devam ederiz. Küçük bir ofisimiz var. Daha büyük bir ofis açtığımızda daha fazla iş alırız ve daha yerel olmamız gerekir. Şimdilik buradaki mimarlarla çalışıyoruz ve işleri New York’tan sürdürebiliyoruz.
RK: Her proje benzersizdir, biz de mimarileri yerin kültürüne özel kılmaya çalışıyoruz. Orta Doğu’da, Çin’de, Moskova’da, Amerika’da çalıştığım her proje birbirinden farklıydı. Bence dünyadaki her proje benzer değerleri paylaşır, önemli olan kültürdeki güzelliği, mekanın mimari tarihini ortaya çıkarmak ve bunun çağdaş mimariye dönüşümünü sağlamaya çalışmaktır. Tarihle, kültürle, çevresel faktörlerle sağlam bağlar kurmaya çalışırız ve bence bu da benzersiz projeleri doğurur.
RK: Ben ve RMJM, Özyeğin Üniversitesi ile çok özel bir iletişim yakaladık ve güzel bir iş birliği yaptık. Üniversitenin rektörü Erhan Erkut’un çok büyük katkıları oldu ve projede beraber çalıştığımız her ekip, başarmak için canla başla çalıştı. Dolayısıyla, projenin gerçekleşmesi için emek veren herkese teşekkür etmek istiyorum.
3 yorum
İlginç bir bakış açısı; ancak Vefa Bozacısı, İnci Pastanesi gibi “oturulmayan ya da kısa süre oturulan” mekanların örnek gösterilmesi bence doğru değil.
Bu tür mekanlar muziksiz iken çok önceleri bir ayricaligi yaşamımız demek ki. Nostalji denilen, eskileri anıpta iç geçirdiğimiz yaşantılarımız şimdi aranan ayrıcalıklarımız olsa gerek.
Ayrıca, bizlere gelecekte yön veren hayatımızı düzenleyen yerler müziksiz mekanlar değilmiydi?
Antalya’da bunların zıttı mekanlar gerekirken İstanbul merkeziyetçiliğiniz ile böyle bir konu açmanız?