“Çöp: Yatay, Demokratik ve Birleştirici Bir Kaynak”

İspanya merkezli sanatçı kollektifi Basurama'yla, insiyatifin farklı kentlerin kamusal mekanlarında katılımcı bir süreçle uyguladıkları küçük ölçekli tasarım projeleri hakkında konuştuk.

2001 yılında kurulan Basurama Sanatçı Kolektifi, gittikleri kentlerde, buldukları yerel atık malzemeleri kullanarak kentsel mobilyalar ve çocuk oyun alanı tasarlıyor. Çalışmalarında atık malzeme kullanarak, tüketim çağında her gün üretilen “çöp”lerin aslında faydalı eşyalara dönüştürülebilecek araçlar olduğuna dikkat çekmeyi amaçlayan ekip, tasarım süreçlerinde yerel topluluklarla birlikte çalışarak, profesyonel tasarımcılar olmayan bireylerin kendi yaşam alanları hakkında söz sahibi olabileceğini ortaya koyuyor.

Ekin Bozkurt: Bu insiyatifi başlatma amacınız neydi? O zamandan günümüze işleriniz nasıl dönüştü?

Basurama ekibi: Fikir, akademik bir çerçevede (Escuela de Arquitectura de Madrid, 2001) doğdu. İçinde olduğumuz yalnızlık ve bireysellik çağında, bilgiyi paylaşma ve yayma açlığı duyuyorduk ve bu konu üzerine çalışmaya başladık.

Dileğimiz, geçerliliğini yitirdiğini düşündüğümüz modellerden kaçınmak ve en yakın gerçekliğimiz hakkındaki soruları çoğaltmanın önemini ortaya koymaktı. Basurama, yerel etkinliklerden, tarihi ve ekonomik senaryolara kadar karşılaşılan farklı durumlara kendini sürekli değişen bir mekanizmaya dönüştürerek adapte eden; edinilen bilgilerin başkalarıyla da paylaşıldığı, informal bir öğrenme alanı olarak ortaya çıktı.

Çöp, başlangıç noktası. Herkesin ulaşabildiği, erişilebilir ve yaratıcı bir potansiyeli olan; yatay, demokratik, birleştirici bir kaynak. Çöpü yaratıcılığın kaynağı ve kim olduğumuzu yansıtan bir mekanizma olarak (bireyselleşmiş insanlar, topluluk, toplum gibi) görüşümüzün merkezine koyduğumuzda, kendi yarattığımız ve kendimizi entegre ettiğimiz strüktürleri, alternatifler aramak amacıyla tartışmaya açmış oluyoruz.


Basurama’nın “Self-Made Playground” projesi: Ekvator Ginesi’nin başkenti Malabo’da, yerel malzemeler ve atıklarla oluşturulmuş bir oyun strüktürü

Çöp her yerde fakat nerede çalışacağınızı nasıl seçiyorsunuz? Yerel yönetimler mi size ulaşıyor yoksa siz mi onları teşvik ediyorsunuz?

Her iki şekilde de oluyor. Bazen firmalar veya kültür kurumları, hem kendi aktiviteleri olarak hem de kamusal sanat festivalleri gibi, geliştirdikleri daha büyük bir programın parçası olarak, bizden oyun alanı oluşturmamızı istiyor. Diğer zamanlarda ise genelde çeşitli bienal etkinliklerindeki açık çağrılara sunum hazırlıyor oluyoruz.

“Çöp, nesnelerin özünde bulunan bir nitelik değil; daha ziyade, biz insanların onları faydalı olarak görmeyi bıraktığımızda onlara atfettiğimiz bir statü.”


Sanırım farklı bölgelerde çalışmak, çöp toplamak için de farklı stratejiler gerektiriyor. Tüm bu materyalleri nasıl buluyorsunuz? Bunları bitmiş yapılara dönüştürmek ne kadar zaman alıyor? Biraz tasarım sürecinizden bahseder misiniz?

Çöple ve onu kuşatan kentsel çerçeve ile çalıştığımız onca yıldan sonra bir yerden diğerine var olan benzerlik ve farklılıkları keşfettik. Çöp, nesnelerin özünde bulunan bir nitelik değil; daha ziyade, biz insanların onları faydalı olarak görmeyi bıraktığımızda onlara atfettiğimiz bir statü. 

Üçüncü dünya ülkelerinde her nesne faydalı olarak tanımlanır ve bu sebeple neyin çöp olduğu hakkında konuşmak zor. Biz çöpü yeni malzemelere kıyasla daha ekonomik bir kaynak olarak düşünmeyi tercih ediyoruz. Çoğunlukla bedava oluyorlar ve anlaşmamızı gerektirecek bir sahipleri olmuyor.

Buna karşın, gelişmiş ülkelerde atık yaygın. Dünyanın bazı yerlerinde, konut ölçeğinde, yerel ölçekte, seri üretim ölçeğinde çok sayıda nesneyi ve malzemeyi ziyan etmek, neredeyse hoşa giden ve “lüks”ü simgeleyen bir davranış biçimi.

Çalıştığımız ortamları anlamak için öncelikle bağlamı anlamamız gerekir. Bunlar çoğunlukla kültürel kurumlardan gelen, 10-15 çalışma gününü kapsayan, belirli bir mekanda, genelde birkaç yerel sanatçının ve topluluğun katıldığı, müdahale projelerine yönelik davetler oluyor.

Tasarım ve üretim metodumuz “belirsizlik içinde çok kısa bir süre içinde hareket etmemizin gerekebileceği” ön kabülü üzerinden kuruluyor. Mekana ulaşana kadar hangi materyallerle çalışacağımızı, onların kalitesini, tüketeceğimiz miktarı bilemiyoruz. Pek çok durumda, mekan veya çalışma koşulları hakkında da önceden çok fazla bilgimiz olmuyor.

İlk olarak, resmi olmayan ve atık toplayan kurumlara ulaşmaya çalışıyoruz. Çalışacağımız mahallenin veya kentin temel üretim ve tüketim geleneğini araştırmak, oradaki yerel sanatçılarla ve çöple çalıştığını bildiğimiz insanlarla ortaklık kurmak ve atık toplayan / üreten kurumlarla iletişime geçiyoruz.

Bazı çalışmalarda -örneğin Re-Create Taipei projesi sırasında- projeyi ilerletmek güçlü bir kurumsal destek ve uzun süre gerektirmesine rağmen, ilçe kaynaklarına erişmeyi başardık. Tüm bu zorluklara rağmen, özellikle bu operasyon bizim için çok ilginç, çünkü bizim atık yönetim sistemlerinde yeni yollar oluşturmamıza veya oluşturma ihtimalleri üzerine düşünmemize izin veriyor. Bu da vatandaşların ve/veya derneklerin söz konusu atıkları belirli projeler için elden çıkarmasına imkan sağlıyor.


Basurama’nın Tayvan’ın başkenti Taipe’de hazırladığı “Re-create Taipei” projesinden.

Projenin bu safhası çok fazla yerel değere sahip; bu yüzden gittiğimiz her yerde bizimle işbirliği yapan, bize katılan insanlarla bilgiyi paylaşmaya çalışıyoruz. Bu düşünce tarzı sayesinde, onlara kendi projelerinde yeni kaynaklarla çalışma imkanı sunuyoruz.

10-15 günlük bir çalışma sürecinin, tasarım yapmak ve bu tasarımı uygulamak için yeterli olmadığının farkındayız. Bu sebeple, çalışma ihtimalimizin olduğu mekan ve materyallerle ilgili olabilecek en fazla bilgiyi toplamaya çalışıyoruz. Her durumda, deneyimlerimize dayanarak 4 veya 5 günde uygulanabileceğini düşündüğümüz, küçük ölçekli, hazır üretim nesneleri öneriyoruz. Projeler genelde, mekanın koşullarına uyum sağlayacak, esnek tasarımlar oluyor. Ayrıca daha önceki projelerimizi gerçekleştirirken kazandığımız deneyimlerden de ilham alıyoruz; deneyimlemeyi seviyoruz, dolayısıyla her proje yeni bir inşa sistemi deneyebileceğimiz veya henüz kullanmadığımız yeni bir malzemeyle çalışma imkanı bulacağımız bir fırsat gibi. Fakat aynı zamanda, önceki projeler sırasında edindiğimiz bilgilerden de esinleniyoruz; tamamen yeni bir tasarım geliştirmek bizim için nadir bir durum.

Tasarım metodolojimizde uygulamaya çalıştığımız bir diğer faktör ise, herkesin üretime katılması fikri. Pek çok üretim teknolojisi ve etkili araç var; fakat biz bir komşu grubunun birlikte toparlayacağı araçları kullanmaya gayret ediyoruz. Ayrıca katılanların herhangi bir inşaat bilgisi olmaları gerekmediğini de önceden açıklıyoruz; böylece sorunları basit yolla çözen yapım metodları tasarlamaya çalışıyoruz.

Uygulama sırasında anladık ki; yapım süreci katılımcılar ve çevre ile birlikte bir meditasyon aracı. Sadece sorunları çözmeye odaklanamayız; nasıl arabuluculuk yapacağımızı, nasıl dahil olacağımızı, herkese uyan görevlerin nasıl bulunacağını ve uzun süredir var olan farklı problemleri nasıl çözeceğimizi anlamalıyız.

Özetlemek gerekirse, bu tarz projelerin değerinin sadece üretilen nesnenin güzelliği olmadığı görüşündeyiz. Aksine bu tarz projeler; bir grup insanı, mekanın ihtiyaçları hakkında bir tartışma başlatma; süreç boyunca iletişim ve bağlar kurma; uygun malzemeler, ilgili teknikler ve araçlarla ilgili deneyimle kazanılmış bilgiyi kullanma ve süreci müşterek yönetme gibi konularda motive etmeli ve onların bağımsız karar alma potansiyellerini harekete geçirmelidir.

“Halkın özyönetim kaynaklarını oluşturmasına imkan veren, topluluk yaşamını geliştiren süreçlerin içinde yer almaya can atıyoruz.”


Hem çocuklar hem de yetişkinler için oyun alanları tasarlamakla özellikle ilgileniyorsunuz. Neden oyun bu kadar önemli? Oyun alanları kamusal alanlar için sizce ne ifade ediyor?

Kamusal alanla her zaman ilgili olduk ve mevcut yönetim politikalarının halkın hayal gücünü kısıtlamasından endişe duyuyoruz.

Kamusal alanların sunduğu imkanların yok edilmesiyle karşı karşıya kaldığımızda, karşıt süreçlerin; yani halkın özyönetim kaynaklarını oluşturmasına, öğrenmesine imkan veren, topluluk yaşamını geliştiren süreçlerin içinde yer almaya can atıyoruz. Oyun alanları kurmak da bu hayalin kıvılcımını oluşturması açısından etkili bir yöntem.

Oyun alanları 20. yy başlarında kamusal alanda genel bir eleman olmaya başladığından beri, muhtemelen insanların bir arada vakit geçirdiği ilk mekanlar oldular. Oyun alanları, insanları kamusal alanda nelerin olup nelerin olamayacağı hakkında, bir anlamda eğiten yerler. Oynamak bir düşünme biçimi.

Oyun alanlarının toplumdaki eğitici potansiyeli geçmişte, Palle Nilsen, Aldo Van Eyck gibi mimarlar, sanatçılar ve tasarımcılar ile macera oyun alanlarının anonim yazarları gibi kişiler tarafından, ortaya konmuştu.

Bunun yanı sıra, inşa ettiğimiz nesneler, bu projeleri geliştirmemizi isteyen kurumlar ve yönetimler ile bir şekilde etkileşime giriyor. Biz bu nesnelerden beklenenin çok uzağında olan oyun alanları inşa ediyoruz. Komik olan, neredeyse tüm yapım süreçlerinde ve proje tamamlandıktan sonra, bize güvenlik, doğru kullanım, işletme gibi farklı konular hakkında sorular sorulması. Bize yöneltilen bazı sorular var; fakat biz bu soruların bizim inşa ettiğimiz objeler tarafından bu kurumlara sorulduğuna inanıyoruz.

Bunu komik bulduğumuzu söylüyoruz çünkü bizden yeni bir oyun alanı oluşturmamızı isteyen neredeyse tüm kurumlar daha önceki işlerimizi biliyorlar ve buna rağmen ölçeği, formu, malzemeleri, çocukların objeyle ilişkisini gördüklerinde kendilerine bu soruları sormaya başlıyorlar. Dolayısıyla yolumuza çıkan tek engel yönetimin yapacağı müzakere ve arabuluculuktur ki biz bu konuyla projenin görünüşünden veya tasarımdan daha ilgiliyiz.


Basurama’nın Sao Paulo’da hazırladığı Gatos Oyun Alanı

Sizin oyun alanı tasarımına yaklaşımınız nedir? Oyun oynamak ve geri dönüşüm arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyorsunuz?

Bu tarz projeler tasarlamamızı sağlayan gerçek duygu bizim için, eylem, paylaşım ve öğrenmeye yol açacak bir bağlam yaratmak.

Atıklarla (veya yerel kaynaklarla) çalıştığınızda, ve bunu yerel firmalar ve topluluklarla birlikte yaptığınızda, toplum kendi kamusal alan bağlamını minimal malzemeler ve teknolojik kaynaklarla üretiyor demektir.

“Topluluklar neden kendi çevrelerini, onları hayal kırıklığına uğratmış olan, onların ihtiyaç ve arzularını geride bırakmış profesyonellerin inşa etmesine izin versin?


Juan López-Aranguren Blazquez’in, KTH1‘deki “Low Cost Cities. How to Build Cities Without Architects” isimli konuşmasına atıfta bulunarak, mimarlar olmadan yapım süreci nasıl yürür ve bunun öneminden biraz bahseder misiniz?

Önemli çünkü son yıllarda, kent tasarımında yetkili tüm profesyoneller (politikacılardan teknisyenlere kadar), kentlinin ihtiyaçlarını ve isteklerini görmezden gelmeye; kentlileri hesaba katmadan kararlar vermeye başladılar. Aynı zamanda halk, sorgulama ve çözüm üretme yeteneğini kaybetti. Mimarlar kullanıcının ihtiyaçlarını kapsayacak bilgi ve sorumluluğa sahipti fakat bunu reddettiler ve güzel (o da eğer şanslıysak) ama bağlamdan bağımsız yapılar inşa etmeye devam ettiler.

Son 40 yıldır, mimarlar, enstitülerin, yöneticilerin veya müşterilerinin direktifleri doğrultusunda kendi pratiklerine odaklandılar. Mimarlar cevap vermekte oldukça iyi fakat soru sormakta kötüler. Kullanıcıları düşünmek yerine, yukarıdan aşağıya bir süreci konsolide edip; bir profesyonel olarak sahip oldukları sorumlulukları yerine getirmeyip; verilen yönergeleri izlediler.

Topluluklar ve halk neden kendi çevrelerini, onları hayal kırıklığına uğratmış olan, onların ihtiyaç ve arzularını geride bırakmış profesyonellerin inşa etmesine izin versin?

Neden başka birisinin; mahallelerini inşa etmesini, dönüştürmesini, şekillendirmesini beklesin?

Neden bu sürecin liderleri olmasınlar?

İnsanlar çözümler getirilmesine ve bu çözümleri eleştirmeye alışkın. Kriz ile birlikte, yönetimin herhangi bir probleme çözüm önerecek gücü yok ve halkın çoğu çaresiz hissediyor.

Fakat çevremizde, kendi ihtiyaç ve isteklerimizi inşa edecek kaynakların çoğuna sahibiz; sadece etrafımıza bakmalı ve malzemelerin, mekanların ve etrafımızdaki insanların potansiyelini keşfetmeliyiz.


“The City Is For Playing”, Sao Paulo, Brezilya

Bize son projeniz “Recreate Taipei“den ve özellikle oradaki oyun alanının tasarımındaki yaklaşımınızdan bahseder misiniz?

Bu projeler, özellikle oyun alanı projelerimizin genel eğilimine pek çok açıdan ters düşüyor. Taipei’yi tekrar yaratmak şimdiye kadar test edemediğimiz fikirleri test etme, çalışma metodolojimizi normalinden uzun bir periyotta deneme, Taipei’ye birkaç gezi yapma fırsatlarını sundu.

Bu projenin birkaç zor yanı vardı: bir yıl boyunca yerel bir meslektaşla; şehirde kamusal mekan kullanımı, tasarımı ve halkın ona verdiği kullanım hakkında anlaşmazlık olmaması için dikkat ederek çalışmak; halkı etkileyecek, güvenlik, tasarım, yönetim, renk gibi diğer temel konularla nasıl başa çıkılacağı hakkında bir model oluşturacak, yeni, farklı mekanlar yaratmak.

Chief de Village (toplulukların vekilleri), Taiwanese Kültür Bakanlığı ve Taiwan Tasarım Merkezi (Dünya Tasarım Başkenti sorumlusu) gibi konseylerle işbirliği, izinlere ulaşmamızda ve atık sokak lambalarını almamızda kilit nokta oldu. Fakat su tankları özel bir şirket tarafından sağlandı.

Mekanı ve birlikte çalışacağımız insanları tanıdığımız ilk gezinin ardından, uygulamaları gerçekleştirdiğimiz ikinci bir gezi yaptık.

Son yolculuğumuzda da, yerel ve ulusal temsilcilerle tanışma fırsatımız oldu ve projenin gerçek etkisinin farkına vardık. Yerel yönetimlerde, oyun mobilyası yerine daha sanatsal işlerle kurulan farklı park tiplerinin araştırıldığı ve önerildiği “Kentsel Yenileme Parkları” adında yeni bir bölümün açılması olasılığı konuşulmaya başlandı.

Gelecek projelerinizde neler yapmayı planlıyorsunuz?

Bu kısa vadeli projelere devam etmenin yanı sıra, bahsettiğimiz tüm konseptleri derinlemesine çalışabileceğimiz orta ve uzun vadeli projeleri hayata geçirmek istiyoruz.

Aslında İspanya’da bazı idarelerin, benzer çalışma metodolojisini denemekle ilgilendiği bir sosyal ve politik durumu deneyimliyoruz. Bunu başarmak için yasal ve yönetimsel karmaşanın üstesinden gelmek gerektiğini anlıyoruz.

Bu programı en azından bir şehirde uygulamayı başarırsak, diğer kentlerde de tekrarlanabilecek bir çalışma modeli tasarlayabileceğimizi düşünüyoruz. Bize göre bu, bu tarz işler için önemli bir basamak olacaktır.

1Royal Institute of Technology

Etiketler

2 yorum

Bir yanıt yazın