Arkitera Kampüste projesi kapsamında Erciyes Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekan Yardımcısı Gonca Büyükmıhçı ile görüştük.
Arkitera: Mimarlık eğitiminizle şehir arasındaki ilişkiyi nasıl kurarsınız? Kayseri’nin size katkıları veya sizin Kayseri’ye katkılarınız nelerdir?
Gonca Büyükmıhçı: Artık klasik eğitimden biraz daha uzaklaştığımız, farklı modeller denediğimiz bir eğitim anlayışı sürdürmeye çalışıyoruz. Bu eğitim anlayışı içerisinde de üniversitelerin sadece bilgi üreten birimler ya da öğrenciye teorik bilgiyi belirli standartlar çerçevesinde aktaran birimler olduğuna inanmıyoruz. Daha paylaşımcı, daha sosyal hayatta ciddi roller üstlenebilen, halka hitap edebilen, iletişimi güçlü ve hızla gelişen kentlerin bilimsel bir alt yapıya, bilgiye teoriye de bağlı olarak gelişebilmesi için doğru planlanabilmesi için artık üniversiteler bir kenara çekilip de sadece eleştirel ortam yaratamazlar. Ya elini taşın altına koyacaksın ya da eleştirmeyeceksin. Seyirci kalıyorsan da eleştirmeyeceksin. Bu bağlamda Erciyes Üniversitesi olarak mimarlık fakültemizin kentle çok sıkı ilişkisi var. Bunu özellikle kurmaya çok gayret ediyoruz ve birlikte çalışıyoruz. Bir kere insani olarak ilişkilerimiz çok iyi. Bu demek değildir ki belediyenin yaptığı her çalışmayı onaylıyoruz ya da onlar bizim ürettiğimiz her projeyi onaylıyorlar. Şu bir gerçek ki keskin ayrımlar ve keskin söylemler, acımasız eleştiriler var. Mesela biz belediyelerin her aldıkları kararı yanlış olarak yorumlayıp eleştiriyoruz. Belediyelerse bizi akademik kaprisi olan, şımarık, hiçbir şey bilmeyen ve ama üretmeyen kişiler olarak görüyor. Bu böyle gitmez. Yani biz sonuçta aynı memleketin insanlarıyız ve aynı memleketin çalışan insanlarıyız. Biz bilimsel taraftan bakıyoruz, onlar uygulama tarafından bakıyorlar. Bunu birlikte yaparsak kentlerimiz kalkınır, güzelleşir ve değişir. Biz bunun için çok sık çalıştaylar gerçekleştiriyoruz. Bu çalıştaylarda belediyelerden destek istiyoruz. Belediyelerin ortaya koyduğu problematik üzerine çalışıyoruz.
Mesela bir örnek vereyim. Kayseri’de Erciyes Dağı potansiyeli var. Oraya iki milyon Euro’dan fazla yatırımla kayak merkezi haline getirilmesi için uğraş veriliyor. Oranın da kapıları var. O kapılardan birisi Hacılar diye küçük bir yerleşim birimi. Belediye bizden ilgilenmemizi istedi. Biz oraya öğrencilerimizi yönlendirdik, bir dönem çalıştık, baktık oraya ne yapılabilir, potansiyelleri nedir diye. Sonra iş birliği yapalım dedik. Bir yaz çalıştayı düzenledik. Mimar Sinan Üniversitesi’yle ortak çalıştık. Onlardan hocalar geldi. 15 gün kadar uzunca bir çalıştay gerçekleştirdik orada. İkinci dönem Yıldız’dan hocalar geldi, Mimar Sinan’dan hocalar geldi. Türkiye’ye açılan, daha geniş perspektifli bir şey çalıştık. Sonra yetmedi. Dedik burası özel, dağla ilintili bir yer, bunu bir dağ köyü haline getirelim ama örnek dağ köyü haline getirelim. Kim bu konuda iyi? Avusturya bu konuda iyi, Avusturya elçiliğiyle iş birliği yaptık. Elçilik kanalıyla Avusturya’daki üniversitelere açıldık. Oradan uzmanlar geldi. Sadece akademik olmasın dedik, uygulamaya yönelik insanlar da çağırdık. Mesela MuuM Mimarlık’tan Murat Aksu katıldı. Şimdi hatırlayamadım diğerlerinin isimlerini ama akademisyenlerin, uzmanların katıldığı bir çalışma platformu oldu bize. Üç dönem üst üste bunu geliştirdik. Bunun sonucunda tabii çok güzel stratejik planlar, kararlar üretildi. Belediye meclisine bunları sunduk. Büyükşehir belediyesinden geldiler, elçilikten geldiler. Geniş katılımlı bir platformda bunları değerlendirdik ve bu bir proje haline geliyor. Biz de bunları yayın haline getiriyoruz. Bir kitap olarak basıyoruz. Onun için ben iddialı olarak kentle ilişkilerimizin gerçek ilişkiler olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim. Hakikaten reel olarak gerçekleştirdiğimiz bir sürü projemiz var. Biraz ayağı yere basan projeler oluyor. Bazı atölyelerimizde de tamamen uçuk projeler üretiyoruz. Bazı atölyelerimizde daha halkla iç içe olduğumuz projeler üretiyoruz.
Bence her atölyenin aynı formatta olması da gerekmiyor. Farklı dönemlerde farklı ilişkilerle bir şeyler üretiyoruz. Emre Arolat geldi bize, iki dönem ders verdi. Grup liderlerinden Natalie her hafta geldi. O her hafta farklı bir şey denemek istedi. Kuramla başlamak istedi. Yani bir dönem sadece neredeyse kuram çalıştık birlikte. Demeye çalıştığım şu ki; farklı katkılar, farklı destekler ve farklı içerikteki projeleri deneyimlemelerine imkan sağlamaya çalışıyoruz çocukların. Daha deneyimsel, daha aktif, daha paylaşımcı, toplum içerisindeki rolünü ciddiye alan ve bir vizyon belirleyen, öncü bir konumda olmak isteyen, danışılan, karar üretebilen, fikir üretebilen, aktif bir rol üstlenmek istiyoruz.
Sizce Türkiye’deki eğitim mekanları, mimarlık eğitimi mekanları nasıl? Bu kapsamda üniversitenizin eğitim mekanları nasıl? Yeterli midir ya da nasıl olmalıdır?
Mimara mekan hiçbir zaman için yetmez. Mimar mekan anlamında tatmin olmaz; çünkü mimar her zaman gelişmeye açık olduğu için ben sanmıyorum ki hiçbir üniversite evet benim mekanlarım yeterli, bana yetiyor desin. Kendi fakültemi değerlendirecek olursam bir mimarlık fakültesi olarak ben böyle bir proje çizmezdim. Çok karışık bir proje ama dekorasyon bağlamında o modern çizgiyi, çağdaş etkiyi, bu aktif eğitim programımızın dışavurumunu ciddi bir revizyonla giderek toparlamaya çalıştık. Şu anda geldiğimiz noktadan memnunum. Yani fiziksel alt yapı olarak çok ciddi bir eksiğimiz yok. Tabii ki hayalimizde çok daha güzel mekanlarda çok daha iyi şartlarda eğitim vermek var ama ben eğitimin sadece fakültenin kendi fiziksel mekanıyla sınırlı olduğunu düşünmüyorum. Yani biz aktif çalışmayı sevdiğimiz için, yani ben restorasyon derslerine giriyorum, restorasyon uzmanıyım, tarihi çevrede hava iyi olduğu müddetçe dışarıda zaten sokakta yapıyorum dersimi. Dokunsun, hissetsin, görsün, halkı görsün, yaşam biçimini görsün. Yani oraya böyle snop bir bakışla aman buralar yıkıntı döküntü diye sadece teoriğini öğrenmesin. Ruhunu anlasın diye araziye götürüyorum. Onun için Kayseri yine çok mekansal olarak zengin bir şehir.
Mekanı yeter ki siz isteyin. Mekan bir şekilde yaratılıyor, bulunuyor. Açık havada bile bir mekan yaratabilirsin. İlla kapalı fiziksel mekanlar, dört dörtlük mekanlar olur ama ruh olmaz, şevk olmaz. İstemeden çalışırsın. Burada bir enerji var. Yani o enerjiyi hissetmek önemli. O enerjinin olduğu her mekan da bence verimli mekan diye düşünüyorum.
Bu kapsamda mevcut mekanları istekleriniz, beklentileriniz, ihtiyaçlarınız doğrultusunda dönüştürebiliyorsunuz o zaman.
Evet. Bu konuda biz tabii çok şanslıyız. Bilim adamı bir rektörümüz var. Hakikaten çok destekliyor. Tabii ki ben çok çaba gösterdim ama önünüzdeki bir üst biriminiz sizi desteklemezse ya da kaynak oradan gelmezse, hiçbir şey yapamazsınız. Yani boya bile yapamazsınız. Bu konuda biz şanslı bir fakülteyiz. Bir tıp doktoru rektörümüz ama çok açık zihinli bir insan. Hiçbir projemizi de geri çevirmedi. Yani hani destek veriyor, onaylıyor, keyif duyduğunu da hissediyorsunuz onun için tabii çok daha rahat yapıyorsunuz. Yani bugün belki birçok fakültede yoktur. Bir müzik sistemini atölyeye taşımak bence güzel bir şey; ama çalışırken çok uzun saatler çalışıyoruz, çok kalabalık ortamlarda çalışıyoruz.
Yine YÖK’e değinmeden geçemeyeceğim. Şu an için fiziksel mekanımız yeterli görünüyor; ama ben hiçbir zaman 90 kişiyle eğitim vermedim. İlk defa bu dönem öğrenci sayımız birinci sınıfta 90’a çıktı. Bu mimarlık için kabul edilebilecek rakamlar değil. Eğer bu böyle gitmeye, artmaya devam edecekse hiçbir birimin fiziksel mekanının yeteceğini düşünmüyorum. Yani çünkü bizim aktif olarak bir masaya ihtiyacımız var. Ne teknik alt kadromuz, ne fiziksel yapımız bunları karşılamaz; bu kadar kontenjan arttırımı, bu kadar yatay dikey geçişlerin serbest bırakılması, bu kadar Suriyelilere giriş haklarının verilmesi vesaire vesaireyle hani benim normal kontenjanım 62’de sabit kalmış gibi görünmekle birlikte 90’lara bir anda nasıl çıktığınızı anlamadan çıkabiliyorsunuz; ama bunların her birine eğitim vermek durumundasınız yani böyle bir ortamda eğitimin kalitesinden, alt yapıdan bahsedemezsiniz. Biz genç ve enerjik bir fakülteyiz. Yani kadro olarak genç ve enerjik bir fakülteyiz. Herkes elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor; ama sonuçta insanız, bir potansiyelimiz var. Yani bir günde on beş öğrencinin üstünde bir öğrenciye proje eleştirisi yapamazsınız. Aslında çok keyifli ve çok saygıdeğer bir iş yapıyorsun ama bir potansiyeli var insanın. O noktada tükeniyorsun. Yani burası da tükenecektir bir nokta gelecek. Onun için bilmiyorum. Yani geleceğe yönelik yorum yok; çünkü bizim öngördüğümüz gelişme şartlarıyla gelişemiyoruz. Yani bir anda, hayır sen 100 kişi alacaksın diyiveriyor birisi sana. Altyapın yeterli mi, o mu, bu mu, kimse bunu sorgulamadığı için biraz zorda kaldığımız durumlar oluyor.