“Denizli’de Yaptığım Yapılar Örnek Oldu”

Usta mimar Cengiz Bektaş'la Denizli'deki yapılarının öyküsünü ve kentin mimarlık kültürüne kattıklarını konuştuk.

Denizli’de doğduğunuzu, başka şehirlerde yaşasanız da bu kentle ilişkinizi hep devam ettirdiğinizi biliyoruz. Eski Denizli’ye dair hatırınızda kalanlar nelerdir?

Bedri Rahmi, “Bursa’nın kız kardeşi” derdi Denizli için. 1951’de , ben Lise 1’deydim sanırım, en yüksek yapının üzerine çıktım ve tüm kentin resmini fırdolayı çektim. Bir milletvekili vardı, Hulusi Oral. Onun kuleli bir evi vardı, o kuleden başka hiçbir şey görünmüyordu, yemyeşildi. Sonra yaşamım süresince biz bu Denizli’yi bir beton yığınına dönüştürdük.

“2000 TL proje ücreti alan Denizlili mimarlar 35.000 TL almaya başladılar.”

Denizli’deki ilk yapınızı nasıl gerçekleştirdiniz?

Denizli’de yoksul çocuklar derneği vardı, benden birkaç yaş büyük Denizlili gençlerin kurduğu bir dernekti. Annesi babası ölmüş çocukları alıyorlar, eğitimlerini sağlıyorlardı. Denizli çarşısında usta olan kunduracı, marangoz gibi ustaların yanına çırak veriyorlardı. Kitaplarımı oraya götürdüm, armağan etmek üzere. Babam da benimle birlikte geldi. Bütün o öyküye tanık oldu, çok etkilendi. Bir hafta sonra beni çağırdı, dedi ki: “Bir okul yapacağız ve her şeyini sen yapacaksın”. Böylece bir ilkokul yapıldı. Bu, Türkiye’de yapılıp devlete armağan edilen ilk ilkokuldu. Böylece Denizli’de ilk yapım çıkmış oldu. Sonra Denizli’de, 5 yapı daha yaptım. Birisi bir otel, birisi bir fabrika… Beni asıl ilgilendiren bu tür kamusal yapılardı. Bu 5 yapı örnek oldu Denizli’de. Dereden kepçelenmiş çakılı, kumu yıkatma, onun elekten geçirme işini de ilk defa ben yaptım neredeyse. O tabi biraz tedirgin etti başkalarını. Mesela Denizli Belediyesi’ne başvurdu mimarlar, dışarıda oturan birisine iş verilmesin diye. Ama 5 yapım Denizli’de etkili oldu. Benden önce alınan tasarım ücreti 2.000 TL idi. 2.000 TL ile ne yapabilir mimar? Ama işte 2.000 TL’lik proje yapılıyordu.


Halil Bektaş İlkokulu


Halil Bektaş İlkokulu ve çocukları


Halil Bektaş İlkokulu Maketi

Babamın yetiştirdiği bir kuyumcuyu ikna ettim otel yapmaya. Gerçek tasarım ücretini (80.000) söylesem şaşıracak, 40.000 TL istedim. Sanıyordum ki cayacak. Ama o güne dek, ne doğru dürüst statik yapılıyordu, ne flambaj, ne rüzgar yükü, ne başka bir şey… Sonra strüktür çıktığında ortaya, rastlantı oradan Turizm Bakanlığı’ndan bir kurul geçiyor. Sormuşlar bu yapıyı kim yaptırıyor, sahibini bulmuşlar: Hacı Münir…“Münir bey biz size kredi vereceğiz” demişler. Koyu müslümandı Hacı Münir… “Bankayla iş yapmak istemiyorum” diye karşı çıkmış, ama zorla 6.000 TL kredi vermişler. Orada bir sürü şey denedim, örneğin tip kalıp. Kavak kerestesiyle kalıp yapamazsınız, daha ilk dökülüşte biter. Kavak kerestesinin üzerine çinko kaplatarak kalıp yaptım. Doğrudan doğruya ön kalıp yöntemiyle yapının birtakım ögelerini döktüm. Orada çok aklı başında bir marangoz vardı, daha önce Ankara Operası’nda marangozluk yapmıştı. O beni çok sevdi, işini düzgün yaptığı için ben onu çok sevdim ve gerçekten örnek bir yapı ortaya çıktı. Sonuçta o 5 yapı örnek oldu, 2000 TL proje ücreti alan Denizlili mimarlar 35.000 TL almaya başladılar. Yeni birtakım yöntemler getirmiştim. Örneğin, o güne dek beton 80 cm dökülürken benim yaptığım yapıda 250 başarıldı. Çünkü kumu, çakılı granülmetrisine uygun kullanıyorsunuz, dereden alıp yıkatıp ondan sonra kullanıyorsunuz. Bütün bunlar örnek oldu. Sonra örneğin Şevki Vanlı “ben de Konya’ya sahip çıkacağım” dedi, Konyalıdır o da, bir çarşı yaptı Babadağlılar Çarşısı’ndan esinlenerek. Türkiye’de Babadağlılar Çarşısı’nın 7-8 kopyası yapıldı sonra.

Babadağlılar Çarşısı aslında hem Denizli hem Türkiye için çok önemli bir örnek. Bir çarşı tipolojisi yaratmışsınız orada ve örnek olmuş.

Kimileri dedikodu yapacaklar ya, “Guggenheim’dan esinlenmiş” yahut “kopya çekmiş” dediler. Oysa Denizli’nin çarşısı öyledir. Eğimli yoldadır dükkanlar ve düz ayak girersiniz her dükkana… Beni esinleyen o oldu. Tasarımımı Denizli’ye götürdüğümde, Allah rahmet eylesin Kazım bey, “Biz sizden bir Ali Cengizlik bekliyorduk ama bu denlisini düşünmüyorduk.” dedi. Ve o yapı şimdi Denizli’nin simgesi. Hisarönü’nde bir kadın biz alanda çay içerken geldi, “sen ne iş yapıyon?” dedi. Önce “mimarım” dedim, sonra utandım söylediğimden “yapıcıyım” dedim. “Sen Dengizli’de Babadağlılar Çarşısı’na git de mimarlık neymiş öğren”dedi. Ben bundan çok hoşlanıyorum. Kullanıcının yapıyı çok sevmesi, 7’den 70’e benim insanımın onu beğenmesi beni çok mutlu ediyor. Gelen mal sandıklarının sökülüp de nereye konacağına, kadınların çocukların altını değiştirme yerine varıncaya dek, gerçekten bizim insanımızın alışkanlıklarını düşünerek tasarladım. Kendi insanınızı yabancılayıp ona tepeden baktığınız zaman yapamıyorsunuz bunları. Yaptıkça da çok severek çalışmaya başlıyorsunuz. Hep şunu söyledim, beni 10 kere bilmem kaçıncı kattan atsanız, kalkar gene mimar olurum. O kadar severek yaptım işimi… Tek dal ağaç kesmedim, hiç yalan söylemedim, gereçle şununla bununla ilgili…


Babadağlılar Çarşısı

“Engelli Çocuklar Eğitim Merkezi projesini neredeyse tek başıma yaptım çünkü kimse engelli çocuk nedir, bilmiyordu”

Denizli’deki son yapınız Otistik Çocuklar Eğitim Merkezi nasıl ortaya çıktı?

Beni internetten araştırıp bulmuşlar, Denizlili olmam dolayısıyla değil. Çok sevdiğim, akıllı bir inşaat mühendisi var Murat diye. Mimar olmadığı halde yapıyla, mimarlıkla çok ilgiliydi. Bana o telefon etti, dedi ki “Otistik çocuklarla siz uğraşmışsınız ilk kez Türkiye’de, size bir iş yaptırmak istiyoruz”. 300.000 küsur proje ücreti çıktı, “100.000 TL ancak verebiliyoruz” dediler. Benim çalışma biçimimde %60 çalışma masrafına %40 bizim insanımızın gelişmesine gider. Ben, Türkiye’nin gereği olan, başkalarının belki de çok az para görüp yapmayacakları işleri yaptım çoğu zaman. Belki de para almadan yaptığım çok yapı vardır. Her zaman para sıkıntısı içinde oldum. Babam derdi ki, “Bir gün önemli bir adam olabileceksin ama cebinde 5 kuruş olmayacak”. Para hiç önemli değildi bir yerde. Onun için 100.000 demek benim için 160.000 demekti. Ben “Peki” dedim ama bu işi neredeyse tek başıma yaptım. Elektrik tesisatını ben çözdüm, nereye ne konacak ben karar verdim çünkü hiçbirisi engelli çocuk nedir, bilmiyor. Engelli çocukların birtakım özellikleri var, örneğin yere dek cam yapamazsınız, kendilerini boydan görünce hoşlanmıyorlar. Suyu, ağacı çok seviyorlar. Denizli’de o kadar kötü durumdalar ki, aileler de çocukları saklıyor, utanıyorlar içe dönük (otistik) çocuklarından. Bu yapı şunu getirdi, Denizli’de en azından 150 tane içe dönük çocuk o okuldan yararlanacak. Türkiye’de yapılan içe dönük çocuklar okullarını inceledik, hepsi facia. Örneğin çocuk iki tarafında sınıf olan koridorlu yapıyı sevmiyor, hepsi öyleydi. Ama bu yapı için “çocukları kucaklıyor” deniyor. Beni asıl sevindiren şu oldu: 7-8 tane mimar yapıyı gezmeye gelmişti, bir hanım şöyle dedi: “Cengiz bey, ben burada kendimi Çaybaşı Mahallesi’nde hissettim”. Ben de Çaybaşı’lıyım. O hanımın söylediği şey, benim amaçladığım şeydi: Çocuk kendini yabancı duyumsamasın okulun içinde. Bir gün Murat telefon etti, öğretmenler gelmişler, demişler ki “biz bu çocukların sınıflarındaki sandalyeyi şöyle bir başka yana çeksek 1 hafta ağlarlar. Bu çocuklar bu yapıya girdiler, hiçbir kötü tepki göstermediler, çok mutlular.” Beni bu ilgilendiriyor.


Dentaş Özel Eğitim Uygulama Merkezi

Denizli’de sadece yapılarınızla değil mimarlık kültürünün gelişmesinde de önemli katkılarınız olmuş. Karşılık gördüğünü düşünüyor musunuz?

Halk gördü. Çünkü bizim insanımıza yapılacak en önemli şey, örnek göstermek. Bizim insanımız gördüğü şeyin iyi ya da kötüsünü hemen ayırt edebilir. Örneğin tuhafiyeciye girersiniz, kumaşı alır dışarı çıkar, gün ışığında bakar, floresana aldanmaz. Bu insanlar gerçekten hep beni savundular. Ankara’da bir usta vardı, onu kandırdım, Denizli’ye getirdim. Babadağlılar Çarşısı’nda kooperatif başkanına dedim ki “Biz bu adama aygıtlarını alalım Denizli’ye yerleşsin”. Çünkü benim birtakım özel ayrıntılarım vardır. Örneğin yağmur hep tepeden girer diye ayrıntı çözeriz biz, oysa rüzgarla yanlardan da girer. Yanlarda da bir kanal açtırdım, su girmez oldu.

Şunu çok önemli buluyorum: Birincisi; lütfen mimarlıkta yalan söylemesinler. İkincisi; gerçekten bizim gerecimizi kullansınlar ve o gerecin gelişmesi, doğru kullanılması için çalışsınlar.

Bir gün Türk Dil Kurumu’nun kolonuna sarılmış yakaladılar beni, o kadar severek çalıştım. Çoğu zaman sorarlar şairlikle mimarlığın ne ilgisi var diye. İkisi de yoktan var ediyorlar. Şiirin hepsi sizin bildiğiniz sözcüklerle kurulu, ama sonunda size verdiği duygu, imgelem gerçekten başka bir şey. Mimarlıkta da kum var, çimento var, demir herkesin elinde var, su her yerde var. Ama bütün bu gereçlerle yaptığınız şey ayrımı olan bir şey…

Etiketler

Bir yanıt yazın