İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'nden Prof.Dr. Engin Akyürek ile restorasyonlardan dolgu alanına kadar kentle ilgili pek çok meseleyi konuştuk.
Sanat tarihçisi Prof.Dr. Engin Akyürek Türkiye’deki kültürel miras algısından, tarihi eserlerin korunmasına kadar geniş yelpazeden sorularımızı yanıtladı. Demokrasi olmadan koruma bilincinin de oluşamayacağını söyleyen Akyürek “Çünkü demokratik olmayan bir toplum saydam değildir. Bu bilinç de ancak özgür tartışmanın olduğu ortamda olur. Başbakan çıkıp bunlar çanak çömlek ayağımıza bağ oluyor derse o zaman halk nasıl o bilince erişecek?” dedi. Yanlış restorasyonların bir tahribat unsuru haline geldiğini de belirten Akyürek: “Bir Bizans yapısına yüzde 70-80 oranında müdahale ederseniz o artık Bizans yapısı olmaktan çıkıyor. Hiç olmayan bir şeyi, hele hele belgesi olmayan bir şeyi tamamlamak aslında yeni bir şey yapmaktır. Artık onu Bizans, Osmanlı yapısı diye getirmeyin.” Söz Akyürek’te.
Engin Akyürek: Bizim kültürümüzdeki Bizans karşıtlığı kültürel mirasın korunmasına yansımıyor değil. Halkımızın çok büyük bir kısmının Bizans ile ilgili bilgisi; “Kara Murat Fatih’in Fedaisi” filmlerinden geliyor. Dolayısıyla onunla sınırlı. Dini eğilimleri, referansları ağır basan belli bir grupta Bizans’ı düşman, karşıt olarak görme eğilimi daha baskın. Ama şunu söyleyeyim bizim toplumumuz tarihi eserler, kültürel mirası koruma konusunda Türk, Bizans diye bir ayrım yapmıyor ve hepsine aynı derecede kötü davranıyor. Suriçi’nde Tarihi Yarımada’yı gezin ve Osmanlı çeşmelerinin haline bakın. Anadolu’ya da baktığımızda Selçuklu yapılarının durumu, Beylikler döneminde yapılan çok güzel ahşap camilerin durumu da Bizans kiliselerinden çok iyi değil. Biz din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın bütün tarihi eserlere aynı derecede kötü davranıyoruz.
Melih Gökçek, yolun geçmesi için ODTÜ ile çatıştı. Maalesef kendilerinden olmayan herkesi düşman gördükleri için böyle bir yakıştırma yaparak yola 1071 adı verildi. Bu demektir ki siz karşı tarafsınız, düşmansınız. 1071’de Alparslan’ın düşmanı kimdi? Bizanslılar… Haklarını savunan insanlara “Siz Bizanslısınız ve düşmansınız” denildi. Sanırım o çocuk da bir tiyatro kolunda falan yer alıyor. Bir Romalı kaskı bulmuş ve bu söylemi teşhir ediyor aslında. Onların kendilerini düşman olarak görmesine ince bir eleştiri olarak kaskı takıyor. Bunu da anlamadılar tabi ki. “İşte bunlar Bizanslı; kaskından belli…” dediler.
Bizde Türk ve İslam olanı sahiplenme anlayışı var. Sadece tarihi eser anlamında söylemiyorum ama kafalarda öyle bir düşünce var. Hatta bu giderek daralıyor. Türk ve İslam olmak yetmiyor, Sünni olmak gerekiyor. 1071 öncesine de sahip çıkılması konusu belli bir bilinç gerektiriyor. İnsanların bu topraklar bizim artık, bu topraklarda var olmuş bütün kültürler bizim zenginliğimiz, bunlara sahip çıkmalı, korumalı ve hatta göstermeliyiz düşüncesine gelmek yüksek bir bilinç gerektiriyor. Demokrasinin olmadığı yerde aslında koruma da olmaz.
Türkiye’de dünyanın diğer kesimleri ile kıyaslanmayacak yoğun bir kültürel zenginlik var. Nitelik olarak da nicelik olarak da çok fazla. Bunların korunabilmesi için o çevrede yaşayan halkın bunlara sahip çıkması lazım. Halk sahip çıkmıyorsa, kendi varlığı olarak benimsemiyorsa siz hepsinin başına bekçi dikemezsiniz ve korumak imkânsız hale gelir. Halk nasıl bunu benimseyecek? Demokratik olmayan bir toplumda halk bilinçli olabilir mi? Olamaz. Çünkü demokratik olmayan bir toplum saydam değildir. Bu bilinç de ancak özgür tartışmanın olduğu ortamda olur. Başbakan çıkıp bunlar çanak çömlek ayağımıza bağ oluyor derse o zaman halk nasıl o bilince erişecek?
Bu ideolojik değil. İdeolojiye dökülmüş bir rant projesi. Başbakan Topçu Kışlası’nı gelir getirmeyecek bir şey yapmaya var mı? Mesela AVM yerine tamamını kültür merkezi yapmaya var mı? Bir kısmını kültür merkezi yapıyorlar, çoğunluğunu ise dükkan yapmaya çalışıyorlar. Gelir getirmeyecek, tersine gelir götürecek bir işlevle kullanmaya yanaşmaz bugünkü iktidar. Bunu söylerken şunu da söylemek istiyorum, proje teknik olarak da yanlış. Ben yaklaşımını teşhir etmek için söyledim.
Bir kenti ele geçiren fatihler, Timur gibi, 1204’te gelen Latinler gibi yağmalayıp gitmeyi düşünmüyorlarsa eğer o kentte yaşayacaklarsa, kenti korumaya mecburlar. Bütün binaları yıkarak baştan yapmak olmaz. Kullanabilecekleri yapıları revize ederek kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanmışlar. Bunu Bizans da yapmış. Birçok Roma yapısının kiliseye dönüştürüldüğünü biliyoruz. Yıkıntılar üzerinde yeni yapılar yapıldığını ama Roma yapısının hala altta varlığını sürdürdüğünü biliyoruz. Bunu Osmanlı da doğal olarak yapıyor. Kenti ele geçirdiğinde o anda ayakta olan yapıların hepsini yıkmıyor. Bu süreç daha çok kiliselerin camiye dönüştürülmesi biçiminde oluyor. Diğer Bizans dönemi yapıları zaten günümüze ulaşmış değil. Muhtemelen Fatih’in ordusu ve göç ile İstanbul’a gelenler mevcut konutları kullanıyorlar. Daha basit malzeme ile yapıldıkları için konutlar günümüze ulaşmıyor. Kiliselerin camiye dönüştürülmelerine bakarsak farklılıklar var. 1453’ten sonra 14. yy ‘da hepsi birden camiye dönüştürülmüyor. Ayasofya sembol yapı olduğu için hemen dönüştürülüyor ama diğerleri öyle anlaşılıyor ki cemaatleri küçüldükçe, azaldıkça falan camiye dönüştürülüyor. Bazıları fetihten 100 yıl sonra camiye dönüştürülmüş. Bizans dönemi yapılarının günümüze ulaşmasının bir nedeni de kullanılmış olmaları. Özgün biçimiyle ulaşmadıkları da oluyor. Kullananlar kendi ihtiyaçları doğrultusunda bazı değişiklikler yapılıyor yapılarda. Osmanlı döneminde yapılan değişiklikler de artık o kültür varlıklarının bir parçası haline geliyor. Ayasofya’ya Sinan’ın eklediği minareler o yapının, o kültürel değerin bir parçası haline geliyor.
Bugüne geldiğimizde iş biraz daha değişiyor. Bugün hala cami veya başka işlevlerle kullanılan Bizans yapılarında bugünün ihtiyaçları çok daha farklı olduğu için tahribatlar artıyor. Ayasofya’ya yapıldığı gibi bir tane minare, mihrap ekle gibi masum kalmıyor. Çok çok yabancı malzemelerle, farklı eklemeler yapılıyor. Mesela ısınma ihtiyacı oluyor, ısınma sistemi, havalandırma sistemi, elektrik tesisatı kuruluyor. Günümüz insanı daha konformist olduğu için yapıya aykırı malzemelerle değişiklikler yapılıyor. Osmanlı’nın yaptığı eklere bakınca mesela minare de aynı taştan yapılıyor. Şimdi camilere eklenen plastik pencereler görüyoruz. Bu konuda çok daha dikkatli olmalıyız. Çünkü koruma yöntemleri ve teknolojisi de günümüzde gelişti.
Üniversitelerde koruma ve restorasyon bölümleri kuruldu. Bu, bilicin geliştiğini gösterir. Ancak bu bilinç topluma yayılmış değil. Toplumun küçücük bir kısmı feryat ediyor. Büyük bir kesimin konuyla alakası yok. İşi yaptıran ve sahip olan kişi de oradan bir gelir bekliyor, problemler de buradan çıkıyor. Ama teknikler ve yöntemler gelişti. Bir yapının bilimsel olarak nasıl korunması, gelecek kuşaklara nasıl aktarılması gerektiği herkesin bildiği ve uluslararası anlaşmalar, sözleşmeler, kurallarla da belirlenmiş vaziyette. Farklı yaklaşımlar da var. Tamamlama ve mevcudu korumada oranlar belki önem kazanıyor. Bir Bizans yapısına yüzde 70-80 oranında müdahale ederseniz o artık Bizans yapısı olmaktan çıkıyor. Mevcudu korumak ve saklamak Bizans gibi erken döneme ait yapılarda önemli. Tamamlamak ise ancak teknik bir zorunluluk var ise gerekli. Bir kemer aradan iki taş düşmüş ise, yıkılacak ise tamamlama doğru olabilir. Hiç olmayan bir şeyi, hele hele belgesi olmayan bir şeyi tamamlamak aslında yeni bir şey yapmaktır. Artık onu Bizans, Osmanlı yapısı diye getirmeyin. Tekfur’da yeni pencere taktılar. Büyük boy pencereler takıldı. Modern pencere biçimi Bizans’ta yok. O boyutta pencere camı üretilmiyor. Yuvarlak pencere camları ona uygun şebekeye yerleştiriliyor.
Düğün salonu olacağını duydum ama umarım olmaz.
Tekfur Sarayı’nın devam eden restorasyon çalışmaları
Kubbesi yok. Ahşap çatılı bir yapı. Sorun da bu zaten. Karar verenlerin haberi yok, bir şey bilmiyorlar. Bir dönem cami olarak kullanıldı Osmanlı döneminde daha sonra yangın geçirdi, tamamen yıkıldı, kullanılamaz hale geldi. Şuanda dört duvardan ibaret. Zemininde bir opus sectile kaplama var, kuzey taraftaki nefi ayıran sütün dizisi ayakta, onun üzerindeki arşitrav iyi kötü parçalanmış şekilde restore edilebilir vaziyette. Bu yapının kullanımı Ayasofya Müzesi’ne verilmişti. Ayasofya müzesinin bir parçasıydı. Niye önemli Studios Bazilikası? Çünkü İstanbul’da Bizans dönemi 5.yy yapısı olarak ayakta kalabilmiş, az çok mimari yapısı algılanabilecek durumda olan tek bazilika örneğidir. Bazilikalar erken dönem kilise örneğidir. 5.yy yapısını tarihi, mimari kimliği algılanamaz hale getiriyorsunuz. Problem orda. Şimdi bu kimliksizleştirmeye itiraz edenleri cami düşmanı gibi göstermeye çalışıyorlar ki rahat rahat işlerini görsünler. Hiç ilgisi yok. Kalendarhane Camisi’nin konservasyon çalışması Cecil L. Striker ve Doğan Kuban tarafından yapıldı. Bu çalışma İstanbul’da gösterebileceğimiz örnek restorasyon çalışmalarından bir tanesidir. Cami olarak kullanılmaya devam ediliyor. Yapının işlevi de önemli ama ikinci plandadır. Önemli olan tarihi kimliğin bozulmadan kullanılması. Bu tür yapılara açık hava müzesi dışında bir işlev vermek mümkün değil. Orada namaz kılınacaksa zeminin üzerini kapatacaksın, tamamen yok olmuş olan güney sütün dizisini tamamlayacaksın, opus sectile zemin döşemesini kaplayacaksın, minareyi tamamlayacaksın ondan sonra da ibadete açılacağı için minber, müezzin mahfini, elektrik tesisatı gibi daha sayamayacağım birçok değişiklik yapacaksın. O zaman bu yapıya Bizans yapısı diyemeyeceğiz. Zaten görünmeyecek de Bizans yapısı olup olmadığı. İtirazımız buna…
Korumacılığı sadece mikro düzeyde yapılarla sınırlı olabileceğini düşünmenin sebep olduğu bir yanılgıdır. Orijinalinde Marmara Denizi gelip surları yalıyor. Dalgalar, surlarda patlıyor. Eski fotoğraflara bakınca bunu görebiliyoruz. Bir karayolu geçirilmiş ama en azından kıyı çizgisine paralel giderek o çizgiyi koruyor. Siz oraya koskocaman, tamamen yabancı bir formda, ur gibi bir eklemleme yaparsanız o tarihi bütünlüğü bozmuş olursunuz. Miting alanı olarak da işlevlendirilmesi anlamsız bir şey. Mitingin amacı dikkat çekmektir. Dağın başında, bomboş arazide miting olur mu? Miting insanların en yoğun olduğu meydanlarda olur. Orayı yaparak Taksim’e alternatif yaratabileceklerini düşünüyorlar. Orası Taksim’e alternatif olamaz. Sonuç olarak Yenikapı Dolgu Alanı ideolojik bir saplantı olarak yapılmıştır.
“Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri” diye bir envanter projesi var. Hem klasör olarak yayınlandı hem de TAY’ın web sayfasında online olarak yer alıyor. Biz bu projenin bir de alan çalışmasını yaptık. Tek tek 300 küsur yapıya gidildi, tahribat raporları tutuldu. Tahribat raporları yayınladı. Burada biz tahribat türlerini de tespit ettik. En büyük tahribat kırsal alanlar için tarımda görülüyor. Kent merkezlerinde özellikle Tarihi Yarımada’ya bakacak olursak yapılaşma olarak görülüyor. Bugün Tarihi Yarımada’da nerede bir apartman varsa o apartman yapılırken 3-4 metre temeli olduğu düşünülürse mutlaka bir Bizans kalıntısını yok etmiştir. Belki biraz surlara yakın kısımlarda boş alanlar vardır. İlginçtir araştırmada biz restorasyonu da bir tahribat türü olarak gördük. İronik geliyor ama bu böyle. Örneklerini de görüyoruz. Daha öncelerinde tamamen çimento ile yapılan korkunç örnekler de var.
Belediye yaptırıyorsa Bilim Heyeti’nin buna yapabileceği bir şey yok. Bilim Heyeti çekilecek. Çünkü belediye karar vermiş, ben burayı tamamlayacağım ve buradan gelir elde edeceğim diye.
Var ama öyle kişileri seçiyorlar ki “hayır” demeyecek kişilerden oluşuyor heyet. Hayır diyen olursa değiştiriyorlar zaten. Çok basit bir örnek vereyim. Lastik tekerlekli geçiş için ihaleye proje hazırlayan firma beni aradı. “Böyle bir proje var, bunun geçeceği alanlarla ilgili bir rapor yazar mısınız” dediler. Ben de “yazarım tabi ki ama bu olumsuz olacak. Sizin işinize gelir mi?” dedim. “Siz ne kadar önyargılısınız” diyerek bana raporu yazdırmadılar. Yazmam zaten. İnsan o günahın altına girer mi? Ömür boyu seninle gelecektir o günah. Onu yazacak birini buldular sonunda. Bir sanat tarihçisi bu raporu yazdı. O da yazmam deseydi de bu proje durmayacaktı. Başka birini bulacaklardı. Böyle projelerin engellenmesi tek tek bilim adamlarının hayır demesiyle olmaz. Halkın da bu bilinçte olması lazım.
Bir kısmı dünyayı gerçekten güldürdü. Tamamlama şeklinde yapılanlar özellikle. Amerikalı Bizantolog bir arkadaşım İstanbul’a gelince surları gördüğünde bana “Siz yeni bir Bizans saldırısı mı bekliyorsunuz” demişti. Ama iyi örnekler de vardı. Zeynep Ahunbay’ın yaptığı kısma kimsenin itirazı olmadı. Surlar gerçekten çok önemli. Theodosius Surları zaten 5. yy’ın başlarına kadar gidiyor.