Diyarbakır’da Yaşam Alanlarını Yeniden Kurmak Üzerine

Ekoloji Derneği’yle, Diyarbakır'ın Yenişehir, Kayapınar ve Bağlar ilçelerinde yapımına katkıda bulundukları kent bostanlarını ve kentleşme komisyonunun Sur'daki çalışmalarını konuştuk.

Ekoloji Derneği, Diyarbakır’da Amed Ekoloji Meclisi olarak kentleşme, eko-teknoloji, çevre-sağlık, su ve enerji, hayvan hakları, tarım-tohum-gıda gibi komisyonlarıyla 1,5 yıldır aktif çalışma yürütüyor. Geçen sene, tarım-tohum-gıda komisyonu olarak yaptıkları köy gezilerinde topladıkları yerel sebze ve meyve tohumlarını değerlendirmek, kentin yüksek apartmanlarla kaplanmış mahallelerinin sakinlerini toprakla, tarımla yeniden buluşturmak için Yenişehir, Kayapınar ve Bağlar ilçelerinde, oralarda yaşayanlarla birlikte 3 kent bostanı yaptılar. Söylediklerine göre de mahalle sakinleri bostanları epeyi sahiplenmiş, yemeklerine koyacakları sebzeleri toplamayı günlük alışkanlıkları haline getirmişler bile.

Meclisin kentleşme komisyonu da kent politikalarıyla ilgili çalışmalar yürütüyor. Suriçi’ndeki hukuki süreci avukatlarla birlikte yakından takip ediyor, mahallelilerle yakın iletişim içerisinde hak arama süreçlerine müdahil oluyor.

Amed Ekoloji Meclisi kentleşme komisyonundan Yıldız Tahtacı, kentleşme ve hayvan hakları komisyonundan Atalay Göçer, tarım-tohum-gıda komisyonundan Ayşe Erdemci Acer ve meclisin eşsözcüsü Zülküf Güneş’le, kentliyi toprakla bir araya getiren kentsel tarım çalışmaları ve Suriçi’yle ilgili konuştuk.

Ekin Bozkurt: Amed Ekoloji Meclisi ve Mezopotamya Ekoloji Hareketi’nden kısaca bahseder misiniz?

Zülküf: Diyarbakır’da Ekoloji Derneği 2009 yılından beri faaliyet halinde. Daha verimli ve etkin olmak adına meclis ve komisyonlar üzerinden çalışmaya yaklaşık 1,5 yıl önce başladı. Meclis, hem bireysel katılımlar hem de pek çok STK’dan ekoloji aktivistlerinin bir araya gelmesiyle oluşan bir yapı. Mecliste 10’a yakın komisyon var. Komisyonlardan bazıları kentleşme, hayvan hakları, tarım-tohum-gıda gibi spesifik alanlarda çalışma yürütürken bazıları da meclisin işleyişiyle ilgili çalışmaları yürütüyor: Bilgi-paylaşım ve basın-iletişim komisyonu gibi. Bu komisyonlar üzerinden kentin diğer dinamikleriyle; meslek odaları, belediyeler ve STK’larla ortaklaşarak çalışmalarımızı yürütüyoruz.

Mezopotamya Ekoloji Hareketi ise adından da anlaşılacağı üzere pek çok ilde Amed Ekoloji Meclisi tarzında çalışan meclislerin oluşturduğu bir çatı.

“Bu çalışma genişlesin, mahallelerdeki bostanlar çoğalsın istiyoruz”


Kent bostanları projesi ne zaman, nasıl başladı?

Ayşe: Kent bostancılığı, yerel tohum toplamayla başladı. Geçen yıl tohumlar toplandı. Köy gezileri yapılarak hala annelerimizin, ninelerimizin sakladığı tohumlara ulaşmaya çalıştık. Tohumları topladıktan sonra Yenişehir Fidanlık Piknik alanında bir tohum bankası oluşturduk. Tohumlarımızı bir kerpiç evde bulunduruyoruz. Hemen hemen her çeşit tohumumuz var. Ama tohumlar toplanırken bölge dışına çıkılmadığı için sadece yerel tohumları toplayabildik. Bu sene de bu tohumları ekelim, dedik. Nasıl bir projeye gireceğimizi aslında çok tartıştık. En doğru şeyin kent bostanı olacağına karar verdik. İnsanların kendisinin ekeceği, kendisinin toplayacağı, birebir içinde olacağı bir proje olsun, istedik. Mahallelerde oturanlarla görüşmeler yaptık. Fide ekiminden sonra o fideleri mahallelere götürdük; mahalle sakinleri geldi, birlikte fidelerimizi ektik.

3 bostanımız var şu an; Yenişehir, Kayapınar ve Bağlar’da. Sur’da da yapmayı düşünüyorduk ama süreçten dolayı Sur’un kapalı olması, birçok yere giriş çıkışların yasak olmasından dolayı yapamadık. Seneye oraya bostan yapma niyetimiz var, umarım o da olur.

Niyetimiz bu çalışmayı daha da genişletmek. Her mahallede, her köyde, her sokakta bir bostanın olması…


Kayapınar Bostanı


Kayapınar Bostanı

Kentsel tarım, kent bostanları deyince akla Hevsel Bahçeleri geliyor. Ama bu bahsettiğiniz bostan çalışmalarının Hevsel Bahçeleri ile ilgisi yok sanırım?

Ayşe:  Yok, bu bahsettiklerimiz kentin içinde, mahallelerde. Her türlü işiyle mahalleliler ilgileniyor. Biz sadece fide ekimi, fidenin toprakla buluşması ve mahalle sakinlerini dahil etme kısmında vardık. Onun dışındaki kısımları; sulamasından tut, çapası, toplamasına kadar mahalleli kendisi yapıyor. Oradan geçen biri istediği meyveyi, sebzeyi koparıp alıyor. Bostanlardan biri benim evime çok yakın, sık sık rastlıyorum; insanlar sürekli gidip ihtiyacına göre meyve ve sebze topluyor. Ve çok ilgililer; “kurumuş mudur acaba?”, “sulamak gerekiyor mu?” diye soruyorlar. Yani, ciddi bir sahiplenme var.

Hevsel Bahçeleri’nde Büyükşehir Belediyesi’nin bir projesi var diye biliyorum. Orada da Surlu ailelere maddi destek sağlamak için, ailelerin ürünleri toplayıp satmalarını sağlayan bir çalışma var. Bizim çalışmalarda ise maddi bir gelir yok. Ürünler bir yerde satılmıyor. Herkes koparıp kendi evine alabildiği kadar götürüyor.


Kayapınar Bostanı’ndan ürünler

“Kent Bostanları çalışmalarına mahallelinin toprakla ilişkisini yeniden kurmak amacıyla başladık.”


Zülküf:
 Diyarbakır şehri, 40-50 yıl öncesine kadar sadece Suriçi ve çevresinden ibaretti. Hevsel Bahçeleri’nin 8000 yıllık, köklü bir tarihi var. Ve Diyarbakır’daki hemen hemen herkes bir şekilde Hevsel Bahçeleri’yle ilişkiliydi; orada bir şekilde tarım yapıyordu. Yani Diyarbakır tarımla iç içe olan bir şehirdi. Ama 80’lerden, 90’lardan sonra Diyarbakır müthiş bir göç aldı ve nüfusu bir anda 3-5 katına çıktı. Şehir hızla büyüdü. Hem köyde tarımla iç içe olan insanlar, hem Suriçi bölgesi ve çevresinde daha önce Hevsel Bahçeleri’nde tarım yapan insanlar bir şekilde tamamen tarımdan koparıldı; betona hapsedildi, asfalta hapsedildi. Mevsimlik işçi durumuna düştüler.

Biz de aslında bu projeye biraz da insanları tekrar toprakla buluşturmak, kente, asfalta hapsolmuş insanların toprakla ilişkisini sağlamak amacıyla başladık. Bahsettiğimiz bostanlar Hevsel Bahçeleri’ne çok uzaklar. Şehrin tam merkezinde diyebileceğimiz yerler. Oralarda da mahallelinin en azından toprakla tekrar ilişkisini sağlayabilme amacıyla bu çalışmaları gerçekleştirdik.

Yıldız:  Zülküf biraz açtı o konuyu da, Diyarbakır’ın %50’si kırsal kesim. 90’lardan önce kentin nüfusu 700.000 iken, birdenbire o dönemden sonra 1,5 milyona erişiyor. Bu nüfusun çoğu da köylerden geldi. Kırsal kesim kentte tıkanıyor. Özellikle Suriçi’nin şu an kapsadığı nüfusun %80’i kırsal kesim. Diğer mahallelerde; Benusen’de, Feritköşk’te, Hevsel’e yakın olan kısımlardaki insanlarla görüştüğümüzde şöyle diyorlar: “Hevsel bizim için bir nefes alma yeri gibi. Biz oraya baktığımızda köylerimizi hatırlıyoruz.” Yaşamlarını da yarı kırsal olarak devam ettiriyorlar.

Diğer taraftan da mesela Kayapınar’da yaşayanlar Sur’dan çıkmış Diyarbakırlılar gibi düşünülebilir. Kayapınar genelde düzenli gelir sahibi profilin toplandığı bir merkez. Oradaki insanlar da toprağı bilmiyorlar. Orada büyüyen çocuk, domatesin markette satıldığını biliyor, onun topraktan geldiğini bilmiyor. Yeni nesil “yedikleri nereden geliyor”, bilsin istiyoruz. Hem kırsal kesimden gelenlerin kendi alışkın olduğu yaşamla, toprakla yeniden bütünleşmesini, hem de kentte doğup büyüyenlerin yediklerinin doğadan nasıl geldiğinin farkına varmasını istedik.


Hevsel Bahçeleri


Hevsel Bahçeleri

Bostanlar yaklaşık ne kadar alanı kapsıyor?

Zülküf: Her biri 1,5 dönümlük alanlar. Toplam 5 dönümlük alanı kapsıyor. Bunlar aslında mobil projeler. Mesela Belediye’ninki çok büyük bir proje, 200 dönümlük. Orada biraz daha kazanca dönük çalışılıyor. Yani Sur’dan çıkmış ailelerin maddi bir kazanç sağlaması adına yapılan bir proje. Ama bizimkiler daha çok minyatür, mobil projeler.

Üretim kooperatifi oluşturmayı düşünüyor musunuz hiç?

Yıldız: Belediye biraz daha o yönde çalışıyor. Onların yaptıkları proje epey büyük; Kentin içerisinde tamamen kent bostanlarından oluşan bir koridor açıyorlar. Bir de Kent Ormanı diye büyük bir park alanı var. Kent Ormanı’nın bir kısmında meyve sebzenin üretildiği bir kent bostanı yapmayı planlıyor. Göçle, savaşla mağdur olan kesimin buradan maddi yarar sağlamasına yönelik bir proje yapıyor. Bunu kooperatifle yapmayı düşünüyor.

Biz ise şu an biraz üretim konusunda farkındalığın oturmasına yönelik bir çalışma yapıyoruz. Ama bundan sonraki süreçte bu çalışmaları kooperatif gibi bir sistematiğe oturtmak gerekiyor diye düşünüyorum. Bu çalışmalar biraz daha uzun vadede önümüze hedef olarak belirlediğimiz çalışmalar.

Büyükşehir Belediyesi’yle hangi konularda birlikte çalışıyorsunuz?

Ayşe: Birçok noktada ortaklaşıyoruz. Mesela birçok fide ekimini ve bakımını ekoloji meclisi yaptı. Daha sonra Büyükşehir Belediyesi, ekoloji meclisi, kadın politikaları daire başkanlığı ayrı ayrı istedikleri fideleri aldılar. Hatta ekim sırasında da görüşmelerimiz devam ediyor. “Nereye ekelim?”, “nasıl dağıtmak doğru olur?”, bu tartışma sürecini de birlikte yürütüyoruz ama bostanlarımız farklı yerlerde sadece.
 
Zülküf: Bir de şöyle bir boyutu var: Mesela bizim bostan olarak kullandığımız alanlar da zaten Büyükşehir Belediyesi’ne ait alanlar. Yani biz yer konusunda ortaklaşıyoruz, sulama kısmında onlardan destek alıyoruz. Zaten biz meclis olarak bütün çalışmalarımızda kentin bütün dinamikleriyle ortaklaşmaya çalışıyoruz. Bizim herhangi bir bütçemiz, gelirimiz yok. Buradaki kurumlarla ortaklaşarak projeler geliştiriyoruz. Onlar da bize destek oluyorlar, bostanlarda bize yer gösteriyorlar, iş makineleri gibi ihtiyacımız olabilecek araçları veriyorlar örneğin.

“Kentleşme komisyonunun çalışmaları Sur’daki kentsel dönüşüm politikalarıyla ilgili”


Sur’da ne gibi çalışmalar yaptınız?

Atalay: Bizim devreye girdiğimiz nokta, Sur genelindeki sokağa çıkma yasağı kalktıktan sonra, Sur üzerindeki kent politikalarıydı. Bizim Sur’a dair çalışmalarımız oradaki kentsel dönüşüm politikaları üzerine başladı. Ekoloji meclisi olarak, 31 Mart’ta 21 Mart’ta ilan edilen acele kamulaştırma kararıyla ilgili bir toplantı yaptık. Ekoloji Meclisi ve Kent Konseyinin çağrıcılığında Sur’la ilgili bir platform girişiminde bulunduk. Ama eş zamanlı olarak şehirde zaten bir Sur platformu oluşturulmuştu. Biz ona bir şekilde dahil olamadık. Sur Platformu içersinde 300’e yakın kurum var. Dolayısıyla ne kadar çok kurum olursa işler de o oranda biraz daha yavaş ilerleyebiliyor. Sur Platformu’nun çalışma prensibi bizim ekoloji meclisinin çalışma prensibi gibi değil. Biz daha pratik olmak, kısa vadede yol almak adına, Sur Belediyesi, Büyükşehir Belediyesi’nin Sur’dan sorumlu alan yönetimi, TMMOB (Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası) gibi belli kurumlarla iletişime geçtik. Hukuki anlamda da Amed Ekoloji Meclisi olarak, Mezopotamya Hukukçular Derneği’yle irtibat halindeyiz. Genelde, acele kamulaştırma kararlarına karşı örgütlenme mücadelesi -Tarlabaşı, Sulukule örneklerinde olduğu gibi- daha özgün, daha bağımsız, içine siyasetin girmediği, halkın kendi iradesini ortaya koyduğu çalışmalar üzerinden yürüdüğünden dernekleşmeye gidelim, dedik.

İki yılda bir konferans düzenliyoruz. Şubat ayında yaptığımız ilk konferansımızda zaten Amed Ekoloji Meclisi olarak Sur’la ilgili bir dayanışma, koruma derneği kurma kararı almıştık. 31 Mart’tan itibaren acele kamulaştırma kararına dair hemen hemen bütün kurumlar ve muhtarlarla iletişime geçtik. Muhtarlarla birlikte bir dernek kurmanın uygun olduğuna kanaat getirdik. Muhtarlarla toplantı yaptık. İstanbul’dan Sosyal Haklar Derneği’nden, Ankara’dan Özgürlükçü Hukukçular Derneği’nden, buradan da Mezopotamya Hukukçular Derneği’nden hukukçu arkadaşların katılımıyla, “acele kamulaştırma nedir?”, “anayasadaki yeri nedir?”, “biz bu duruma karşı ne yapabiliriz?”, “dernekleşme çalışmalarının önemi bu anlamda ne olabilir?”, “halkla nasıl bir araya gelebiliriz?”, “halkın iradesini ortaya koyduğu bir çalışma nasıl olabilir?”, bunları tartıştık. Amed-Sur Dayanışma Derneği ve Sur’u Koruma ve Yaşatma Derneği diye iki dernek kurduk. Amed, Ankara ve İstanbul’daki avukat arkadaşların da desteğiyle, 2012’de Sur’un Afet Riskli Alan ilan edilmesine ve 21 Mart’ta Bakanlar Kurulunca alınan acele kamulaştırma kararına yönelik, idare mahkemesine iptal davası açtık.

“İnsanlar Sur’daki dayanışmayı, komşuluğu, paylaşımları özlüyor”


Mahalle sakinlerinin eğilimleri, istekleri ne yönde? Neler yapılabilir?

Atalay: Samer’in Sur süreciyle ilgili yaptığı bir araştırma var. Ona göre Sur’da yaşayanların %90 küsuru Sur’da kalmak istiyor ya da Sur’a geri dönmek istiyor. Bizim de gördüğümüz kadarıyla, buluşmalarımızdan anladığımız kadarıyla insanlar Sur’a sahip çıkıyor. Ama tabii ki, diğer acele kamulaştırma ilan edilen yerlerde de olduğu gibi manipülasyon da söz konusu; çantacılar, avukatlar, müteahhitler geziyor. “Tazminat davası açalım”, “acele kamulaştırmaya karşı siz dava açıyorsunuz ama avukatlar kendi ceplerini dolduruyorlar”, “biz sizi korumak için, sizin de kazanmanız için çaba sarfediyoruz.” diyorlar. Böyle kapı kapı gezen insanlar Sur’da mağdur olanlarda bir kafa karışıklığı yaratıyor. Bu kafa karışıklığına karşı bu örgütlenme önemli. Yani neyin ne olduğu net, şu an yapılması gereken net, afet riskli alan kararına karşı ya da acele kamulaştırmaya karşı bir pozisyon belirlemek gerekiyor. Tazminat davası gibi davalar bu bahsettiğim dava süreçleri başlatıldıktan sonra tartışılabilir. Bu minvalde bir sıralama belirledik. Dolayısıyla şu an için acele kamulaştırma kararı değil de başka konuları gündeme getiren kesimlere karşı halkı bilinçlendirmeye çalışıyoruz. Sur’da oturmuş bir mahalle kültürü var ve herkes herkesten etkileniyor. Mahallede bir çalışma yürütülemediği sürece, senin dışında oraya giden belli siyasi parti temsilcileri, onların güdümündeki avukatlar, müteahhitler vs. bilgi kirliliğine neden olabiliyor ve bu yayılıyor.

Bizim beraber çalıştığımız hukukçular konuya, “acele kamulaştırma kararına karşı ne yapabiliriz?” sorusu üzerinden yaklaşıyorlar şu an sadece. Diğer meseleler söz konusu değil. Ve edinilen tecrübelere göre acele kamulaştırma kararları hep ters dönmüş. Aslında hep halkın ve direnenlerin kazandığı bir sürece evrilmiş. Ama tabii ki, bu uzun vadeli bir süreç olduğu için, mahalleler içindeki bu manipülasyonla, mülkiyet değişimleri söz konusu olabiliyor. Yani siz davayı kazansanız bile iş işten geçmiş olabiliyor. Hukuki olarak kazanıyorsunuz, ama bakıyorsunuz ki mesela Tarlabaşı’nın ya da Sulukule’nin yarısı boşalmış. Dolayısıyla devlet kendi yapamadığı kamulaştırmayı müteahhitler üzerinden ya da başka taşeron firmalar üzerinden halletmiş oluyor.

Yıldız: Bizim yaptığımız hesaplamalara göre Sur’un %88’i acele kamulaştırmanın kapsamına alınmış. Bunun gerekçesi olarak da 2012’de alınan Riskli Alan kararı dayanak gösteriliyor. Asıl dayanağının çatışma sonrasında alanda sadece bakanlık tarafından yapılan hasar tespitleri olduğunu biliyoruz. Halen alana belediye, STK’lar ve Alan Yönetimi Danışma Kurulu olarak girilemiyor. Belediyenin raporları, planları ve ayrıca bakanlığın 2013 yılında çıkardığı master plan raporunda da risk teşkil eden yapıların alanın tamamında %6 lık bir kısmı oluşturduğu belirtilmektedir. Bugün yıkımın olduğu mahallelerde de geleneksel avlulu en fazla üç katlı risk teşkil etmeyen yapılar yoğunlukta bulunmaktaydı. Bütün bu verilere rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı alanın %88’lik kısmını, Sur’un neredeyse tamamını riskli alan dayanağıyla acele kamulaştırmaya alıyor . O geri kalan %12’lik kısmı Alipaşa ve Lalebey. Orası zaten 2012 yılında TOKİ ile birlikte yürütülen ve acele kamulaştırma kapsamına alınmış mahalleler. Bu mahallelerden TOKİ konutlarına gidenler de var, anlaşma yapmayıp kalan insanlar da var.

Yaptığımız görüşmeler sonucu TOKİ konutlarına gitmiş olanlar da Sur’daki yaşamı özlüyor. Sur’daki yaşamları her ne kadar küçük evlerde (kimisi bir göz evde yaşıyordu) geçmiş olsa da, yoğun nüfuslu bir bölge olsa da, oradaki sosyal yaşantıyı, dayanışmayı, komşuluğu, birbirleriyle olan sıkı bağları, paylaşımları özlüyor. Bizim yaptığımız mahalle çalışmalarında, görüşmelerimizde, muhtarlarla görüşmelerde, %80 – 90lık bir kısım “Sur’dan çıkmayız.” diyor. “Ne olursa olsun evimizi satmayacağız.”, “Burada kalmak istiyoruz.” diyorlar.

Ama diğer taraftan şöyle bir gerçeklik de var: Sur’daki mülk sahiplerinin büyük çoğunluğu şu an Sur’da yaşamıyor. Ya Sur’un dışında yaşıyor ya da başka kentlere göç etmişler. Diyarbakır’dan başka kentlerde yaşayanlar var. Burada yaşayanlar bu alanın ikinci üçüncü kullanıcıları, kiracılar ve mülksüzler. Sur dışında yaşayan mülk sahiplerinin mülkiyet haklarını koruyorlar. Ama ne yazık ki bu kesim yasalar kapsamında ilk olarak mağdur olan ve tahliye edilen kesim. Sur’da yaşayanların %40’ı kiracı. Bu kiracılar ne belediye tarafından meşru bir zemine oturtulabiliyor ne de bakanlık ya da devlet nezdinde. Bu da bizim için önemli bir durum. Çünkü kiracılar çıkarsa alan boşalır.

Atalay: Sadece kiracılar da değil; Sur’da mülk sahibi olmayıp bazı yerleri mesken tutan mülksüzler de var. Bizim politikamız genel olarak oradaki sosyal dokunun bozulmaması. Oranın kiracısıyla, mülksüz olmasına rağmen orada ikamet edenleriyle birlikte bir bütün olarak kalması gerekiyor. Çünkü oradakiler mahalleleri boşalttığı takdirde, mülk sahiplerinin de yapabileceği herhangi bir şey kalmıyor. Zaten şehir dışındalar vs. Orayı koruyanlar aslında orada yaşayanlar.
 

Yıldız: Şu an mevcutta yaşayanlar; kiracılar, hisseliler, mülkiyeti olanlar, mülksüzler. Çok düşük gelirli, yoksulluk seviyesinde olan insanlar var; evsizler var, orada barınıyor, orada yaşam buluyor. O dayanışmacı sosyal yapı onlara bir yaşam veriyor. Komşusu onun ne durumda olduğunu biliyor, yaptığı yemeğin bir tabağını ona götürebiliyor. Böyle bir sosyal yaşantı var.
 

Atalay: Dayanışma ekonomisi denilen şey mahallelerde var, kendiliğinden oluşmuş. Sosyal doku derken bir yandan bu dayanışma ekonomisini kastediyoruz. Hani deriz ya, “mekanı acaba o dört duvar, ya da planlanmış mahalle mi oluşturur? Yoksa orada yaşayanlar mı oluşturur?” Aslında mekan kavramına bakış açısı önemli. Birbirini besleyen bir durum. Yani, yaşayanlar da mekanı kurar, mekan da yaşayanların nasıl yaşayacağını belirler. Dolayısıyla bunlardan birinin gittiği noktada zaten mekan kavramından da bahsedemeyiz.

Alipaşa, Lalebey’de 2011-2012 aralığında yapılan kentsel dönüşümle birlikte oradan ayrılanlarla yaptığımız görüşmelerin çoğunda, evlerin kendilerine hapishane gibi geldiğini; TOKİ konutlarında barınamadıklarını; normalde diğer evlere elektrikçi, tesisatçı olarak giderken, şu anda herhangi bir işte istihdam edilemediklerini söylüyorlar. Evlerin kendilerine dar geldiğini söylüyorlar. Yani orada kendilerine bir yaşam alanı bulamadıklarını söylüyorlar; çünkü kendi kültürleri buna el vermiyor. Yani o TOKİ sistemi, aslında insani ve ekolojik değil. İşin ekolojik boyutundan bahsedecek olursak eğer, yaşanabilir olması anlamında, dayanışma ekonomisini ve toplumsal ekolojiyi beraber düşünmek gerekiyor. Dolayısıyla, Surluların yazın damda uyuması, avluda kendi yaşam alanını kurması gibi yaşam pratikleri, TOKİ bloklarında mümkün değil. Komşuluk ilişkileri mümkün değil. Mesela Sur’da bir taziye söz konusu oluyor, birinin bir yakını vefat ediyor, mahallede herkes biliyor bunu ve taziye evine gidiliyor, ziyaretler yapılıyor, vs. Ama TOKİ söz konusu olduğunda, kimin yakını vefat etmiş bilinmiyor. Komşuluk ilişkileri bitiyor. Yani bilindik modern apartman hayatı yaşanıyor. O ilişkiler, apartman kültürüyle birlikte, özellikle de TOKİ cinsi bir yapılaşmayla tamamen bitmiş oluyor. Ama o sosyal doku Sur içerisinde var ve aslolan onu korumak, bizim de amacımız bu.

Daha batıdaki kentlerdeki insiyatiflerle iletişiminiz nasıl?

Atalay: Sur’da başlattığımız dernekleşme çalışmasında batıdaki arkadaşların deneyimlerinden epey yararlandık. Burada afet riskli alan, acele kamulaştırma konularında pek bir deneyim olduğundan bahsedemeyiz; kırsal kesimde 90’larda yaşananlar ve HES projeleri hariç… Onların aktarımlarıyla biz de burada neler yapabileceğimize dair bilgi sahibi olduk. Ve Amed Ekoloji Meclisi Kentleşme Komisyonu, Sur Belediyesi ve Amed Sur Dayanışma Derneği olarak bir çalıştay düzenledik. Bu çalıştaya İstanbul’dan, acele kamulaştırma ve afet riskli alanla ilgili çalışmalar yürütmüş akademisyenleri, hukukçuları, aktivistleri çağırdık. Sur’un kentsel sit alanı olması, UNESCO’nun miras listesine girmesi, yani nispeten daha çok bilinir olması üzerinden bilgilendirme yapalım dedik. İdil’den, Nusaybin’den, Şırnak’tan, yani afet riskli alan ilan edilen, sonrasında da acele kamulaştırma kararı alınan yerlerden gelen muhtarlarla, aktivistlerle bir araya geldik, süreçten bahsettik. TOKİ’leşme, kentsel dönüşüm ve çatışma sürecinde yaşananlar hakkında konuştuk. Kaymakamlık’tan, Valilik’ten gelip mesela, az hasarlı, orta hasarlı yapıları bile ağır hasarlı yapılar olarak gösterebiliyorlar. Bu durumda, evlere “evlerinizi boşaltın” diye tebligat gidiyor. Dolayısıyla, “böyle bir tebligat geldiğinde mülk sahiplerinin, kiracıların ne yapmaları gerekir?”, “Hakları nelerdir?” gibi tartışmalar sonucunda, bu konulara dair bir broşür hazırladık. Bu broşürün hazırlanmasında çalıştaya İstanbul’dan katılan hukukçu ve akademisyenlerin çok büyük katkısı oldu. Biz de bu broşürü, afet riskli alan ya da acele kamulaştırma ilan edilen yerlerle paylaştık.

Dolayısıyla batıda faaliyet yürüten ekoloji hareketleriyle irtibat halindeyiz. HES’ler söz konusu olduğunda Karadeniz’deki gruplardan epeyi feyz aldık. Nükleere karşı farklı yerellerden pek çok kurumla eş zamanlı olarak Diyarbakır’da yürüyüş düzenledik. Hopa’daki sel baskınından sonra dayanışma göstermek için Artvin’e gittik. Kuzey Ormanları Savunması’nın çalışmalarını yakından takip ediyoruz.


Etiketler

1 Yorum

Bir yanıt yazın