Şişecam Düzcam tarafından düzenlenen T Buluşmaları kapsamında 6 Aralık'ta İstanbul'a gelen Ma Yansong ile sunumu öncesinde FABB (Burcu Biçer Saner ve Efe Gözen)** olarak bir araya geldik.
Ürettiği formlardaki akışkanlığa bakıp yalnızca teknolojik gelişmelerin elverdiği bir bina üretim pratiğinden bahsetmek doğru değil. MAD Architects kurucusu Ma Yansong ile Doğu’nun doğa ile olan ilişkisini, kültürel ve geleneksel değerler çerçevesinde kişinin ihtiyaçları ve maneviyatı ile yapılı çevre arasındaki dengeyi nasıl kurduklarını konuştuk.
Çoğu şehir, artık aynı gözüküyor. Eğer bu dönüşümün bir parçası olmazsanız, büyüme aynı yönde devam edecek. Bir şeyleri değiştirmek istiyorsanız, bu kentsel gelişmelere dâhil olmanız gerekiyor. Bu demek oluyor ki; yerel yönetim, yetkililer ve sermaye ile çalışmanız gerekiyor ve hepsini değişime ikna etmelisiniz.
Kültür, hayatımızın bir parçası. Ben geleneksel bir şehirde büyüdüm. Bu yüzden bu şehirlerdeki güzellik algısını biliyorum. Benimle aynı nesilden devlet yetkilileri veya gayrimenkul geliştiriciler ile görüştüğümde onlar da beni anlıyor; şehirlerdeki eski güzelliğin kaybolmakta olduğunu onlar da görüyor.
Fakat sırada ne var, kimse bilmiyor… Batı, modern kentin “başarılı” bir suretini oluşturdu. Gelişmekte olan ülkeler ise, yeni bir öneri olmadıkça aynı “başarılı” tipolojinin peşinden gidiyor. Bu bağlamda, yeni bir şeyler önermek için bir fırsat görüyorum. Bunun başarılı olacağının garantisini veremem ancak standart bir batı kentinin sunduklarından farklı şeyler denemeliyiz.
Çin’de çok fazla yeni şehir inşa ediliyor ve her bir yeni şehir, modern görünmeye çalışıyor. Bu yüzden Amerika’dan kopyalıyorlar. Birkaç tane gelişmeyen tarihi şehir var. Bunlar korunuyor ama unutuluyor da aynı zamanda. İnsanlar, bu kentler üzerinde çalışmıyor, gelecekteki kentler için ilham verici olabileceklerini düşünmüyor, yalnızca “Bu güzel, koruyalım” diyor. Sonra eskisiyle hiçbir bağı olmayan yeni bir kent inşa ediliyor. Oysa ki, eski kentler, Batı’dan farklı yeni tipolojiler için ilham verici olabilir.
Ordos Sanat ve Şehir Müzesi, MAD Architects, 2011 (fotoğraf: Shu He).
Çin’de, hız ihmal edilemez bir olgu, her projenin hızlı olması gerekiyor. Kentsel veya mimari her proje, başarılı olmak için bir toplumsal gündemi veya hedefi olması gerekiyor. Bence Ordos 100 bu yüzden başarılı olamadı. Eğer Çin’i imkânlar yeri olarak görürseniz, her yere her yapıyı yerleştirmeniz mümkün. Ancak toplumsal gündemde neler olduğu, sizin nasıl bir meydan veya mahalle düşündüğünüz ve nasıl bir tasarımın kentsel gelişime yenilik getireceği daha önemli konular. Bir yapının zaman içerisinde, başarılı sayılıp sayılmayacağı bunlar belirliyor. 30 yıl sonra geriye baktığımızda, şu anda inşa edilmiş yapılar, başarısız olabilir. Bu yüzden ölçeği fark etmeksizin yaptığım projeleri, içinde bulunduğu güncel durumu düşünerek tasarlıyorum.
Chaoyang Park Plaza, MAD Architects, 2017 (fotoğraf: Hufton Crow).
Bazen bağlamı benim oluşturmam gerekiyor. Bu, daha küçük bir strateji. Eğer tarihi bir mahallede tasarım yapıyorsam, onu çok göze batmayacak biçimde konumlandırırım. Ama bağlamı olmayan ya da dağınık bir yerde tasarım yapıyorsam, bağlamı ben oluşturmayı deniyorum. Chaoyang Park Plaza projesinde, 2 siyah kule tasarladık. İnsanlar, “bu kuleler neden siyah ve çevreyle uyumsuz?” diye soruyorlardı. Bence, çevresi bir hataydı ve ben bu hataya devam edemezdim. Yapının bir yanda parkla diyalog kurarken, diğer taraftan CBD’nin güçlü siluetine karşı güçlü durmasını istedim. Bu, tamamen bir strateji meselesi. Eğer bir şehir plancı olsaydım, daha dengeli bir alan isteyebilirdim belki ama mimar bakış açısının ölçeği ile değerlendirdim.
Birçok sesin çıktığı ama hiçbirinin birbiriyle iletişime geçmediği bir durumda güçlü bir duruş sergilemek gerekir.
Shanshui, geleneksel değerlerden, geleneksel şehirden kaynaklanıyor. Mimari, peyzajın bir parçası olabilir. Yani, burada doğa çok önemli bir yere sahip. Beğendiğimiz tüm geleneksel şehirler, doğaya güzelce yerleşiyorlar. Fakat modern şehirlerde, dar bir alanda kule inşa etmeniz gerekiyor. Modern şehirde doğanın bir parçası olan bir tasarım yaptığınızda, çevrenizdeki binalar parlayan kutular ya da makineler gibi davranarak başka bir düşünceyi takip ediyor. Böylece sizin tasarımınız farklı görünüyor. Ama geleneksel bir şehirdeki tasarımınız bağlamdaki uyumlu yapılardan biri oluyor. Ama bunun bir orta yolu yok, güçlü durmak ve farklı durmak zorundayım.
Bunu değiştirmeye çalışıyorum. Bir projede, küçük bir dünya yaratmaya çalışmıştık. Daha büyük ölçekli başka bir projede yol ve kamusal alanla birlikte, belki şehrin içerisinde bir göl ve tepeler tasarlayabiliriz.
Lucas Museum of Narrative Art, Los Angeles, MAD Architects. (proje aşamasında)
Los Angeles Müzesi’nin, havaya kaldırılmış bir yapı olması ana unsur. Ölçeği çok büyük, devam eden bir kütle. Hiçbir açıdan bütününü algılayamıyorsunuz. Biçim organik olduğu için, görüş her zaman farklı oluyor. Yukarıda bir platform yer alıyor. Ama platform, altındaki kentsel peyzajın bir parçası diyebilirim. Alt katında ise çok farklı alanlar var. Bu alanlar, yapıya ait değil kamusal alanlara hizmet ediyor. Bir tarafta şelale var, diğer tarafta başka bir peyzaj unsuru var. Bunlarla bağlantıda olan bir meydan var. İzlenimi şöyle: bir kentin parkında bir bina, ağaçların arasında havada asılı duruyor. Aşağıda kalan parkın, büyük bir projenin parçası gibi durması gerektiğini düşünmüyorum.
Courtyard Kindergarten, Pekin. (inşaatı 2019 yılında tamamlanacak)
Her şeyi, doğa hakkında anladıklarımızla inşa ediyoruz. Doğa, medeniyetin ta kendisi. Batı medeniyetleri ile doğu arasındaki temel farklardan biri bu. Ama modern şehirlerin mimarisi batıda daha gelişmiş durumda. Şunu merak ediyorum: “Doğu geleneği ve felsefesi, yeni modern mimarinin gelişmesine nasıl katkıda bulunabilir?”. Çin veya Japonya’daki geleneksel şehirlerdeki kentsel planlamaya ve bahçelere baktığımızda, bir felsefeye bağlı olarak gelişen yapılar ve kültürel bir bağlantı bulunabilir. Ben de bu kültürün bir parçasıyım.
Geleneksel şehirlerde bu güzelliği bulabilirken, yeni şehirlerde bunu bulamıyorsunuz. Yeni şehir, özel ve farklı bir şeye sahip ama bir şey eksik kalıyor. Birçok insan da böyle hissediyor, ben de bu eksik kalan şeyi bulmaya çalışıyorum. Geleneksel şehirlere ve bahçelere giderseniz, güzel şeyler görürsünüz ama yeni şehirde bunu nasıl sağlayacağız?
“Yaşam kalitesi nedir?”, diye sormamız lazım veya “Bu kent neden var?” Hırsla bir kent inşa ediliyor, sonrasında herkesin şikâyeti oluyor, birçok şeyden taviz veriliyor, birçok sorunla karşılaşılıyor. Öyleyse, bir kenti inşa etmenin asıl amacı, nedir? Manevi, duygusal bir amacı olduğunu düşünüyorum. Her kentin bir işlevi var elbette, kamusal alan oluşturmak gibi. Bir kentin belirli büyüklükte işlevsel alanları olması, o kenti güzel yapmaya yetmiyor. Kentin ve mimarinin kalitesi çağdaş mimarlığın özelliklerinden olan malzeme ve işlevle ilgili değil. Bunun, manevi bir özellik olduğunu düşünüyorum. Bu maneviyatı yaratacak kaliteye ulaşmak, kendi yapılarımda da başkalarının yapılarında da çok zor bir şey.
Tabii ki değil. Uzaylıların dünyaya geldiğini ve medeniyet üzerine bir araştırma yaptıklarını varsayalım, günümüzdeki çoğu yapı ile ilgilenmeyeceklerdir.
Utopia 2050, MAD Architects. (2006 Venedik Mimarlık Bienali MAD IN CHINA sergisi)
Utopia 2050 projesinden yola çıkarak üretilen Hutong Bubble 32, MAD Architects, 2009. (fotoğraf: Shu He)
Projeyi “2050 Utopia” olarak isimlendirdim çünkü farklı ama gelenekle bağlantısı olan bir gelecek hayal ettim. İnsanların, “Pekin’deki hiçbir şeye benzemiyor, çok değişik görünüyor” demesini istedim. Görsel bir referansı olmamasını, görüntüsünün hiçbir şeyle alakası olmasını istedim. Daha içsel ve yeni bir bağlantı aradım. Hayaller, hedefinizi gerçeklikten uzağa taşıyarak gerçekliği değiştirmenize yardımcı olabilir.
Öngörülü olmak çok önemli. Mimarlık dünyası, hayalperest görüntüler sunuyor. Bunların çılgınca sosyal gündemleri oluyor. Kültürel peyzajda mimarinin çok önemli bir görevi var. Toplum, bu mesleği bu yüzden çok önemsiyor. Vizyonu olmayan tasarımlarda, teknik açıdan ne istenirse yapılabilir ama yapılanlar önemsenmez.
—
* Le Corbusier’nin Vers une architecture (1923) kitabındaki “Une maison est une machine-à-habiter” (Ev, bir yaşam/iskan makinesidir) önermesine gönderme yapıyor.
** Burcu Biçer Saner ve Efe Gözen’e dair:
Hesaplamalı tasarım ve dijital fabrikasyon yöntemleri üzerine akademik ve profesyonel çalışmalar yürüten mimarlar Burcu Biçer Saner (YTU B.Sc., Cornell U. M.Arch.) ve Efe Gözen (ITU B.Sc., TU Delft M.Sc.), 2015 yılında Sanayi Bakanlığı’nın Teknogirişim Sermayesi ve İTÜ ARI Teknokent destekleri ile mimarlıkta robotik fabrikasyon yöntemlerini inceleyen FABB’i kurdu. Mimarideki global teknolojik gelişmelere paralel yapma süreci ve üretime dair uygulamalı araştırmalar yürüten FABB, aynı zamanda yaratıcı sektörde endüstriyel robot kolların yer aldığı uygulamalar gerçekleştiriyor. Burcu ve Efe, tasarım-üretim entegrasyonu, hesaplamalı tasarım ve etkileşimli çevreler konularını verdikleri derslerin yanı sıra XXI dergisinde “fabbrikasyon” adlı aylık köşelerinde irdeliyor.