Süper Kent Antalya dosyası kapsamında 10 yıldır kentin gündeminde olan Doğu Garajı ve Halk Pazarı projesinin detaylarını mimarlarından Emre Erkal ile tartıştık.
Başak Çelik: 2005 yılında Doğu Garajı ve Halk Pazarı Yarışması’nda 1. ödülü Erkal Mimarlık (Ozan Erkal – Emre Erkal) almıştı. Yarışma açıldığında Doğu Garajı’ındaki durum nasıldı?
Emre Erkal: Birçok kentte yaşandığı gibi eski otogar yapısı küçük ve yetersiz kalmıştı. Ancak bu işlev ortadan kalkmış, küçük müstakil dükkanların bulunduğu Festival Çarşısı buraya taşınmıştı. Bugün Nekropol olan kısımda da Halk Pazarı bulunuyordu. İki ticaret grubu da kendilerine göre ayrı ayrı vernaküler gelişimler göstermiş ama bu gelişim mekan kalitesinin artışıyla sonuçlanmamıştı. Özellikle 1990’lardan sonra Türkiye’de tekstil ürünlerinin ucuzca üretilir olması, bu alan için hayırlı olmamıştı. Kısaca daha çok sorunlarıyla anılan bir alan haline gelmişti.
Mimarlık ve şehircilik mesleklerindekiler açısından bakıldığında da kentin bu önemli ve merkezi noktası için birçok öneri üretilmiş, çeşitli açık ve kapalı mesleki ortamlarda bu öneriler tartışılır olmuştu. Genel olarak kentselliğin daha yoğun yaşanabileceği, biraz karma bir kullanımı dile getiren yaklaşımlar kabul görüyordu ancak kesin olarak bir proje ortaya çıkmadı.
Yarışmacılardan tasarlanması istenen tam olarak neydi?
Yarışmanın ilginç bir niteliği de ihtiyaç programının veya belirlenmiş özet bir bilginin olmamasıydı. İçinde bulunduğumuz yıllarda alışıldı ama o zaman mimari form ile dile getirilen program önerilerini dinlemek için yarışma açılması sıklıkla rastlanan bir durum değildi. Yarışmacılardan istenen, bu noktanın programlanmasına yardımcı olabilecek bir dizi öneri geliştirmeleriydi. Halk Pazarı’ndaki dükkanların yer alacağı mekansal çözümü geliştirmek ve bu mekanların diğer fonksiyonlarla desteklenmesi isteniyordu. Bizim avantajımız sanırım öncesinde konuşulagelen önerilerdeki ortaklığın farkında olmamızdı. Yarışmada birinci olan proje temel analizinde bu noktada kentselliği reddetmek veya azaltmak yerine destekleyen bir program öneriyordu. Halk Pazarı’nın daha güncel bir program dizisi ile desteklenerek modern kent yaşantısına katılabileceğini öngörmüştük.
Doğu Garajı ve Halk Pazarı kısımları bu prensiple birleşti. Her ne kadar yoğunluk farklı ele alındıysa da, bu iki parsel tek bir kentsel bütünlük ile tasarlandı. Proje dükkanların yanı sıra mağazalar, restoranlar ve bir de kültürel bloktan oluşuyordu.
Yarışma sonuçlandıktan ve projelerin tamamlanmasından sonra uygulamaya başlandı. Bu sırada arkeolojik kalıntılar ortaya çıktı, bu süreçte projenin akibeti nasıl oldu?
Proje hemen o yıl uygulanmadı ama 2008 yılının başında projenin inşaat kazılarına başlandığında Roma dönemine ait bir nekropol ortaya çıkarıldı. Kent tarihinin yeniden yazılmasına neden olacak bir dizi arkeolojik bulgu elde edildi. Nekropol’ün yarışmaya açılan alanın tümünde bulunmayıp yalnızca güney kısmında yer aldığının ortaya çıkmasının ardından Antalya Müzesi yönetiminde arkeolojik kazıları yapıldı. Birkaç yıl devam eden bu uzun süreç ile Nekropol’ün hikayesi Doğu Garajı olarak adlandırılan kuzeydeki kısımdan tekrar ayrılmış oldu. Böylece yarışmaya konu olan kent parçası iki büyük parsel olarak iki ayrı yoldan şekillenmeye başladı.
Doğu Garajı dediğimiz kuzeydeki kısımda arkeolojik kalıntılara dair bir kazı yapılmadı. Bize bildirilen bir buluntu da olmadı. Fakat o dönemde tüm yapısal çalışma durunca bu alan da durmuştu. Aradan geçen yıllarda Nekropol alanı için fikirler şekillenirken, Doğu Garajı için de fikirler yeniden gündeme geldi. Sonuçta yine 2005 yarışmasının ana hedefleri arandığı için olsa gerek, o yarışmadaki düşünceler zaman içinde yeniden ön plana çıktı.
Alanda bir nekropol bulunduğuna dair bir bilgi yok muydu?
Kentin bu bölgesinde antik mezarların bulunduğu noktaların varlığı biliniyordu. Ancak söz konusu bölge çok büyük bir kent parçasını ifade ediyor. Eski otogar alanından Üç Kapılar’a kadar olan bölgede ve belki çok daha farklı yerlere uzanan bir bölgede, yapıların temel kazılarında noktasal mezarlara rastlandığı, ancak bunların da çok nitelikli eserler olmadığı ifade ediliyordu. Sonuçta bizim bildiğimiz kadarıyla mühürlenen bir inşaat olmamıştı. Planlı ve sistematik bir bilgi değildi, sözel bilgi olarak kulaktan kulağa derken bize de ulaşmıştı, ancak bilimsel bir veri kesinlikle ortada yoktu. Tüm bu bölgenin içinde, bu sözel tarihe güvenerek tüm mülkiyet ilişkilerini askıya alacak bir işe doğal olarak kimse girişmemişti.
Bu noktada Antalya’nın çok ilginç doğasından bahsetmek isterim. Uzmanlardan aldığımız bilgilere göre antik dönemde yaşanan bir sel felaketine kadar kent aslında traverten dokunun doğrudan üzerinde bulunuyordu. Bu traverten doku, “falez” denen ve Antalya’ya denizden bakıldığında karakterini veren yumuşak kaya dokusunun ne denli büyük bir boyutta kentin altında uzandığını ortaya koyuyor. Bahsedilen sel felaketinde bu dokunun üzerine 4 ila 5 metre kadar toprak gelmiş ve kalıcı olarak yerleşmiş. Kent merkezindeki zemin, bu nedenle traverten’in 5 metre üzerinde. Travertenin yüzeyinde yapılmış eserler yüzyıllar boyunca yüzeyden hiç algılanmamış. Kazılar yapıldığında kapalı mezarlar açılırken bu sel felaketinden sonra ilk kez hava ile karşılaşan mezar odaları oldu. Binlerce yıllık hava dışarı çıktı.
Nekropol özelinde konuşursak, buluntuların nitelikleri nelerdi?
Umarım proje istendiği gibi tamamlanır ve hizmete girer, o zaman bu alanın öyküsü de işin uzmanlarınca yerinde canlandırılacaktır. Arkeoloji bilimi açısından değerlendirmeleri bilim insanlarına bırakalım, ama mekansal olarak konuşabiliriz. Buradaki buluntular Efes antik kenti gibi antik dönemin mimari ve şehircilik zirvesi değil. Kendine has ilginç ve nadir değerleri var: mezarların soylu sınıfa ait değil de çoğunlukla orta sınıfa ait kentlilerin mezarlarının olması bunlardan biri. Bu alanın sahipleri bir anlamda bugünün kentlisinin öncüleri gibiler. Mezarlar çoğunlukla yumuşak bir kaya olan traverten dokunun içine oyularak oluşturulmuş. Bugün anladığımız mezarlar gibi durağan kalan yerler değil, sürekli bir anma ve tören yeri olarak kentlilerin yaşantısında önemli bir yer tutuyormuş. Mezar yeri olduğu için ve toprak altında korunduğu için dönemin yaşantısına ışık tutacak bir çok nesne de bulundu.
Ancak Nekropol alanı tekil mezarlarda ilginçliğin vurgulanabileceği bir yer olmaktan çok bütünselliği ile benzersiz bir alan. Bu alanda rasyonel bir dizi anlayışı ile yerleştirilmemiş 900’e yakın mezar bulunuyor. Çoğu sıradan, ama bütüncül olarak çok etkileyici. Düzensizliği ve rasyonellik-dışı oluşu, bize hep Roma’daki Forum’u (Foro Romano) hatırlattı: şekilsiz topoğrafyası içindeki fiziksel anıtlarla, menkıbelerin ve söylentilerin iç içe geçtiği, düzenli bir kurgusu olmayacak bir biçimde, o kültürün bilinçaltının bir yansıması. Elbette ki yapısal olarak veya altyapı olarak Roma Forumu kadar görkemli olması mümkün değil.
Böyle bir alanda inşaat yapmanın teknik zorlukları neler? Bu zorluklar mimari programı nasıl şekillendirdi?
Kalıntıların diğer antik kentlerdeki gibi klasik bir ızgara deseninden yoksun olması, burada yerleşecek yapının düzenli düşey taşıyıcılara sahip olmasını çok engelliyordu ancak oldukça sıradışı bir ızgara yerleşimi ile bir çözüm ortaya çıktı.
Projenin ilk amacı Nekropol’deki buluntuların olabildiğince büyük kısmını doğanın güneş ve su gibi yıpratıcı güçlerinden korumak için bir örtü oluşturmaktı. Daha sonra yürünmesi mümkün olmayan traverten dokunun üzerinde gezinen platformlar aracılığıyla korunan alanın gezilmesini sağlamak geliyordu. Günümüz kentinin merkezinde turistik nitelikte bir noktada gezme işlemi çok karmaşık bir dizi düzenleme gerektiriyor. En önemlisi de bunları yaparken kent için taşıdığı anlamını, alanın bütünselliğinden almasını sağlamak idi. Nekropol’deki kalıntılar zemin düzleminden yukarıya çok yükselmediği için mimariden yararlandık: perspektif paradigması ve fraktal ölçeklenme gibi kavramlarla işlemler yaparak alanın bütünselliğini ortaya çıkarmaya çalıştık.
Bütün bunların da üzerinde bir müze bulunuyor. Bu müze klasik kapalı bir müze yapısından çok yarı açık hacimleri ön plana çıkararak ve yapılaşmayı çok sınırlandırarak şekillendi. Yapıda yalnızca arkeolojik buluntuların değil aynı zamanda geleceğe de bakacak şekilde sanata da ev sahipliği yapacak bir dizi mekan bulunacak. Antik nekropolün üzerindeki platformları ile her yerde rastlanmayan bir mekan oluşturacak.
Elbette böyle narin bir yerde büyük bir yapı yapmak ve her türlü destek fonksiyonunu gerçekleştirmek mümkün değil. Bu yardımcı fonksiyonlara Doğu Garajı tarafında, betonarme döşemelerde yer veriliyor.
Nekropol alanındaki proje kendine has teknikler ile inşa ediliyor. Hafif olması ve geniş açıklıkların aşılabilmesi için çelik konstrüksiyon olarak projelendirildi ve temeller için antik dönemdeki kazılarda kullanılan kazma teknikleri ile kazı yapılıyor, Elbette günümüz aletleri ile, ama adeta yeni mezar odaları kazılıyor gibi çok titiz bir yerleşim oluyor. Antalya Müzesi ve Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun görüşlerinden her aşamada yararlanılıyor.
Bu karmaşık süreci takiben oluşan yeni tasarım problemi için görevin yarışmada ödül alan ekibe verilmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Yönetimler açısından baktığımızda, karmaşık ve çok konuşulan noktalarda atılacak adımlar için meşruiyet sorunu oluştuğunu görebiliyoruz. Halk ve meslek insanları yapılan uygulamaları kabul etmeyebiliyorlar, halbuki projeler günün sonunda sosyal kabul görmeleri için yapılıyor. Yarışma bu sorunları aşmada çok faydalı bir araç. Aslında pek çok yarışma için hep tekrar edilen “seçilen proje değil müellif” cümlesinin doğruluğu var. İdareler çoğunlukla yarışma sonrasındaki süreçte ortaya çıkan belirsizliklerde müellifin varlığını kendi avantajlarına kullanabiliyorlar.
Burada da bunu destekleyen özel bir durum vardı. Alanın parametreleri ve ortaya çıkan durumun bilinmezlikleri ile yarışmanın esnek doğası örtüşmüştü. Bilinmeyenleri proje parametreleri halinde tartışılır hale getirip, çözüme ulaştırabilmek için bir ekibe gereksinim vardı. Sürecin sonuçlanması uzadığı için sabır da gerekliydi. Müellif bir anlamda bu işi gönüllü olarak yıllarca yapabiliyor. Bir noktada ilişki kopsa parametrelerin büyük kısmı unutulabilir. Zaman içinde öncelikler değişiyor çünkü.
Zor bir dönem olmalı… Yıllar geçtikçe projenin ana prensiplerinde değişikler olmadı mı?
Yarışma projesinin temel amacı olan kentselliğin artırıldığı, heterojen nitelikte, kamusal yanı baskın olan, güçlü bir yapı yapılması düşüncesi yıllar boyunca çok değişmedi. Çünkü bu noktadaki kentselliğin bir tanıma ihtiyaç duyduğu tanısı değişmiyor herhalde.
Antalya’nın kent merkezinde bu nokta çok kritik bir önemde. Bu noktadaki yaşantının başarısı kent içinde kemikleşmiş sınırların işleyişini değiştirecektir. Ali Çetinkaya Caddesi boyunca kentsel kalitenin artmasının sağlanması hedefleniyor. Bu proje kentlinin kent merkezine bakışını da değiştirecektir. Program bileşenleri çeşitli katmanlardan insanları çekecek şekilde planlandı. Yine de riskleri yok değil ama iyi bir başlangıç yapacağı söylenebilir.
Programın bu şekilde kalması veya bazı yeni fikirlerle zenginleşmesinde de yıllar içinde birçok kişi ve kurumun katkısını anmak gerek. Mimarlar Odası her zaman olumlu ve üretken bir yaklaşım içinde oldu. Büyükşehir Belediyesi’nin ve Antepe’nin hem kurum olarak hem de uzmanlarıyla aynı şekilde her adımda olumlu katkıları oldu. Projenin bazı kısımlarını doğrudan sipariş ederek arkasında durdular. Arkeologlar, müze uzmanları, hatta müzisyenler gibi başka uzmanların da zaman içinde sürecin çeşitli aşamalarında çok önemli düşünceleri projede yer buldu.
Bu kentselliği nasıl bir program ile oluşturuyorsunuz?
Her istenen program elemanını her yerde gerçekleştirmek olası değil, ama sonuç olarak oldukça karmaşık bir kentsel kompleks projesi ortaya çıktı. Projenin en önemli bileşeni Halk Pazarı ve Çarşı’daki ticari dokunun oluşturulması. Kentleşmenin başlangıcı her zaman ticaretin tarihi ile birlikte ele alınır. Burada da ticaretin geleneksel ölçeği canlandırılmak isteniyor, ancak son dönemde modern kent yaşantısına yetişemediği kısımlarda destekleyerek güncellemenin gerekli olduğu düşüncesi ile. Örneğin hijyen, lojistik, yönetim olarak günümüzün gerektirdiği ögelere yer verildi. Elbette ki deneysel yanları var, çünkü bazı açılardan ilk kez yapılan öncü bir proje olacak. Ama heterojenliği ile başarılı olacağı kanısındayız. Mimarinin biraz yol göstereceğine inanıyoruz. Çarşı ve pazar deneyiminin artık Türkiye’de de modernleşebileceği bir dönemde olduğumuza inanmamız gerekiyor.
Ticaretin bugün daha büyük ayak izi ile gelen hali olan birkaç mağazanın da, dükkanlara sinerji getirmesi istendi. Restoranlar ise, Halk Pazarı’nda 2005 öncesinde spontane olarak ortaya çıkan ve Antalyalı’ların çok sevdiği bir yeme-içme aktivitesini yeniden bu noktada canlandırmak amacıyla yerleşti.
Kültür fonksiyonlarını değinecek olursak, en üst kotlarda konser ve tiyatro salonu olarak hizmet verecek 680 kişilik orta ölçekli bir salon bulunuyor. Umuyoruz ki bu salon merkezi konumu ve teknik donanımı ile Antalya’nın kültür yaşantısında önemli bir yer elde edecektir. Ayrıca Antalya Belediye Konservatuvarı’na da bugün bulunduğu yerden taşınacağı bir yer verildi. Derslikleri, prova odaları, performans salonu ile bir konservatuvarda olması gerekenlere sahip bir tesis ortaya çıkacak. Konservatuvar’ın akşam saatlerinde eğitim yapması projenin günün tüm zaman dilimlerine hitap etmesini sağlayacağı açık. Restoranların da bu çalışma saatlerine uyacağı düşünülürse, dükkanların da bunu izleyeceğini öngörebiliriz. Sonuçta günün çok çeşitli saatlerinde aktif bir yer ortaya çıkmış olabilecek.
Antalya merkezine gelen otobüslerin park edebileceği bir garaj da düşünüldü. Böylece kenti ziyaret eden turistler de doğrudan geleneksel pazaryeri ve arkeolojik kalıntılar ile buluşmuş olacak. Böylece Antalya’da uzun zamandır istenen küçük bir hedef gerçekleşecek: turistlere kent merkezinde tur otobüsü destekli bir yürüyüş rotası sunabilmek.
Projenin çeşitli noktalarında toplanma ve toplu vakit geçirme düşüncesine hizmet eden açık alanlar var. En önemlisi Nekropol ile Doğu Garajı’nın arasındaki noktada. Burası çok özel bir nokta. Bir de yapının üstünde böyle bir düzenleme yapıldı. Tiyatro / Konser salonunu ve ticaret ile de sinerji kurarak Nekropol alanına doğru güzel bir bakı verecek şekilde planlandı.
Projenin iki zemin kotu var, bu bir avantaj. Birinde kuzeyde Çetinkaya Caddesi’ndeki ticari ve kısmen kamusal olan doku ile ilişki kuran bir zemin ilişkisi kurgulamak mümkün iken diğerinde de Nekropol alanı ve Cebesoy Caddesi’ndeki ticari doku ile çalışan bir ilişki kurgulamak mümkün. Bu iki kottan gelen ilişkileri blok içinde birbirine bağlarken pazaryeri ve çarşının dinamizminden yararlanması projenin kentsel ölçekteki temel fikri.
Heterojen ve çok değişkenli bir proje olarak, ülkemizde sık rastlanmayan bir proje oldu. Alışveriş merkezleri gibi kapalı bir kutu değil, iklimlendirilmiş değil. Her yönden erişime açık. Kentsel kompleks olarak ortaya çıkması önemli. Hatta önemli bir kültür ağırlığı var ama elbette bunun sürdürülebilir bir sınırı var. Belki de bu projede çalışarak çıkarılabilecek en belirgin ders bu: hiçbir program elemanından tek başına bir bölgeyi kurtarması beklenmemeli. Burada da iki proje fiili olarak birlikte çalışacak, birbirini destekleyecek. Bu alan da kent içinde yerini alacak diye düşünüyoruz.