“El Emeği ile Üretilen Doğal Yapılar için Önce Birlik Olabilmeyi Öğrenmek Gerekiyormuş”

Mimar, doğal yapı ustası ve ayrıca zanaatkar Merve Tekin Sezgin ile Obaruhu ve biyo-mimariye dair sohbet ettik.

Mimarın ve mimarinin doğadaki yeri, geleneksel çalışma yöntemleri ve gelecek planları hakkında konuştuğumuz Merve Tekin Sezgin, Obaruhu’nun kurucu üyelerinden.

Elif Tuğba Gürkan: Biraz kendinden bahseder misin?

Merve Tekin Sezgin: Merhaba, severek ve isteyerek mimarlık okumaya karar vermiş birisi olarak okul sürecinde hayal kırıklığına uğradım. Kendimi ve yaratıcılığımı eğitim sistemi sınırları içerisinde ifade edemediğimi fark ettim. Sistem, yaratıcılıktan çok kurallar ve kalıplar içerisine girmemi istiyordu sanki, ben de bu konuda çok başarılı olamadım. Tabii ki güzel şeyler de öğrendim, şu an hiç pişman değilim. Okul ne istediğimi fark etmemi sağlayan bir yolculuktu. Oradan sistemin belirlediği mimarlık anlayışı ile yapamayacağımı çok net anlayarak ayrıldım ve böylece doğal yapıları, ellerimle üretmenin yollarını araştırmaya başladım.


Fotoğraf: Tolga Sezgin

“Kapadokya üretim için sonsuz bir ilham ve motivasyon kaynağı.”


Bir Kapadokyalı olarak, büyüdüğümüz coğrafyanın ve sonrasında okulda aldığımız mimarlık eğitiminin sence mimari algımızda yeri nedir?

Kapadokya gibi sonsuz bir yaratıcılığın ve oradaki doğal formların içinde doğup büyümüş olmam eminim bilinçaltımda işleyip duran bir ilham kaynağıdır. Bilinçli olarak ise bol bol gözlemlediğim bir yer, ürün ve doğal elementlerin ortak bir yaratım süreci var orada. Su toprağa akışkan bir form verirken rüzgar onu kurutup törpülüyor. Ateş zaten volkan olarak tüm süreci başlatan ve güneş formunda kurutan rolünde. Bitkiler ise kökleri ile parçalayıp Yen’i formlar yaratmaya devam ediyor ve böylece sürüp giden sonsuz bir yaratım, değişim süreci var orada. Kapadokya üretim için sonsuz bir ilham ve motivasyon kaynağı.

Fotoğraf: Tolga Sezgin

“El emeği ile üretilen doğal yapılar için önce birlik olabilmeyi öğrenmek gerekiyormuş.”


En son okulda görmüştüm seni şimdi ise yoğun bir tempoda üretmektesin, o arada neler yaptın?  Bir seyahate çıktın sanıyorum, gözlemlerini ve bunların mimarlığına etkisini paylaşır mısın?

Okulu zar zor bitirdikten sonra mimarlığın tamamen dışına çıkmak, dinlenmek ve kendimi iyileştirmek istedim. O yüzden dağda bir kampingin mutfak ve barında çalışmaya başladım. Bilgisayar başında geçen uzun gecelerin ardından temiz hava ve dağlar çok iyi geldi. Sonra hayattaki en önemli ilham kaynağım diyebileceğim bir programa katıldım. Brezilya’da, Institute Elos tarafından düzenlenen, Warriors Without Weapons adında, aylık uygulamalı bir eğitim süreci idi. Orada Brezilya’nın gecekondu mahallerinde yerli halk ile nasıl bir olur ve o birliğin gücü ile ortak hayalleri keşfedip mucizevi bir şekilde bol bol eğlenerek bu hayalleri gerçek kılabilirizi yaşadım. Obaruhu doğal yapı ustaları, mimarları ve zanaatkarlar topluluğunun temelleri orada atılmaya başladı ve orada anladım ki her ne yapıyorsak yapalım birlikte, topluluk olarak yapmanın pratikliği ve coşkusu her şeye değer. El emeği ile üretilen doğal yapılar için önce birlik olabilmeyi öğrenmek gerekiyormuş.

“Önemli olan kişinin heyecanlandığı şeyleri keşfetmesi sonrasında bence mimarlık her şey ile kombine edilebilir gibi görünüyor.”


Şartları da göz önünde bulundurursak, mimarlık gibi zengin bir pratikte ilgi alanına yönelmek zor mu? Sence bir mimar okuldan mezun olunca neler yaşıyor?

Mimarlık gerçekten çok zengin bir ilim, içinde yaşamı barındırıyor ve ilgi alanına göre yaşamın uçsuz bucaksız değerlerine çekilebilir. Ben mezun olduktan sonra mimarlık ile doğaya olan tutkumu birleştirdim ve doğal malzemeler ile üretimi kovaladım. Bu da sadece doğal malzemeleri kullanmak ile sınırlanan bir şey değil tabi. Doğa ile uyumlu tasarlayabilmeyi, doğanın ritmine, zamanına uygun bir üretim sürecini, birlik olarak kararlar alıp çalışabilmeyi ve daha nicelerini kapsayabiliyor. Önemli olan kişinin heyecanlandığı şeyleri keşfetmesi sonrasında bence mimarlık her şey ile kombine edilebilir gibi görünüyor. Mimarlık okurken insan psikolojisi üzerine eğitim verilmemesini de hiç anlamıyorum mesela. İnsan için üretiyoruz o halde insanı anlamak gerekmez mi önce? Mimarlık yaşamın her köşesine dokunabiliyor çünkü en temel ihtiyaçlardan birisi barınma ihtiyacı.

Fotoğraf: Tolga Sezgin

“Benim tutkum şekil vermek, toprak ile çalışmamın en büyük motivasyonlarından birisi de bu.”


Tasarımlarını nasıl tanımlarsın, yaklaşımının geleneksel olduğunu söyleyebilir miyiz?

Tasarımlarımda gelenekselden çok fazla besleniyorum, yerel ustalardan ve yapılardan çok şey öğreniyorum. Ancak yaklaşımıma tamamen geleneksel diyemem. Gözlerimin ellerimin aradığı bazı formlar var. Bu, sanki Kapadokya’daki suyun oyarak şekil verdiği doğal dokular gibi akışkan bir ritim. Ellerim ve kalbim o akışkan formlara kayıyor, daha organik ve canlı formlar, benim için adeta yaşıyorlar. Gauidi’nin formlarına bayılıyorum mesela. Benim tutkum şekil vermek, toprak ile çalışmamın en büyük motivasyonlarından birisi de bu. Toprak o kadar esnek ve akışkan bir malzeme ki ne isterseniz o oluveriyor. Müthiş bir biçim değiştirici!

“Toprak, su, ateş ve havanın desteği ve birlikteliği ile olmak karşımıza gerçekten canlı bir yapı çıkarıyor, ruhu oluyor adeta.”


Toprak ve yerel malzemelerle çalışmak mimarlığı anlama yolunda, mimarlık sadece mesai saatlerinde hatırladığın bir meslek olmadığından dolayı hayatı anlama yolunda diyeyim çok samimi adımlar. Hem tasarım hem de üretim sürecine bizzat dahil olmak nasıl bir şey?

Çok canlı bir şey. Toprak, su, ateş ve havanın desteği ve birlikteliği ile olmak karşımıza gerçekten canlı bir yapı çıkarıyor, ruhu oluyor adeta. Özlüyoruz yaptığımız fırınları ve yuvaları. Onlar her köşesine başka keyifli anılar sokuşturulmuş, ona her dokunan el ile nefes ile can bulmuş varlıklar adeta ve bunu içerisine giren herkese hissettirebiliyorlar. Bu toprak evler canlı olan herkesin kalbine dokunuyor, herkes bir gün bunu deneyimlemeli.

“Hepimiz canlıyız ve doğal yapılara hissel olarak sempati besliyoruz.”


Herkes doğaya dönme arzusunda ama sizin yaptıklarınıza benzer işler çok fazla yok. Biyo-mimarlığın daha eski, belki içgüdüsel olarak bildiğimiz konulara odaklandığını da düşünürsek bu durumu nasıl yorumluyorsun? 

Evet, toprak ile inşa edilmiş yapılar herkesin ilgisini çekiyor. Çünkü hepimiz canlıyız ve doğal yapılara hissel olarak sempati besliyoruz. Ancak bu eski kadim bilgilerin yeniden hatırlanmaya başladığı dönemlerin başlangıcındayız sanki sadece. Biyo-mimarinin zamanla popüleritesinin artacağına inanıyorum. Şu an devasa bir sistem tam ters yönde hareket ediyor ve bu sistem ile uyumlanmak zaman alacak elbet. Şimdi yapı sektörüne biraz biraz da olsa toprağı eklemeye çalışmamız gerek. Toprağın büyük ölçekli projelerde kullanılmasına olanak sağlayacak şahane modern teknikler var.

Fotoğraf: Tolga Sezgin

“Özümde yaşam alanlarının küçülmesinden yanayım ve tutkuyla devam ettireceğim alan da bu olmaya devam edecek.”


Ölçek büyüdükçe mimarlığın nasıl etkilenir sence, bu istediğin bir şey mi? Bir gün seni içinde beton olan bir yapıda görecek miyiz?

Zamanında asla betonarme bir projenin içinde olmayacağım diye kendi kendime söz vermiştim. Bunu şu ana kadar başardım ve tatmin oldum. Şimdi büyük ölçekli bir yapıda beton kullanımını, %100’den %20’ye düşürebileceğim işlere girmek isteyebilirim gibi hissediyorum. Bir gün kısmet olursa büyük sektörlerde de toprağın kullanılması uğruna neden olmasın? Ancak özümde yaşam alanlarının küçülmesinden yanayım ve tutkuyla devam ettireceğim alan da bu olmaya devam edecek. Bahsettiğim minnoş, ekonomik, ekolojik, sarıp sarmalayan yaşam alanları.

Fotoğraf: Tolga Sezgin

“Mühim olan birlikte yaşayarak, üreterek öğrenebilmek ve gözetebilmek.”


Obaruhu’nun hikayesi nedir? Ekipte kimler var, neler yapıyorsunuz?

Obaruhu, ortak hayalleri olan iki mimarın girişimiyle ortaya çıkmaya başladı. Ben ve partnerim Mukund Iyer, başından beri oluşumun topluluğa dönüşmesine niyet ediyorduk ve zamanla Yen’i dostları çekti içine Obaruhu. Can Cumalı (mimar), Bünyamin Çakmak (alaylı), Burcu Ceylan (mimar) ve Derya Albayrak’tan (endüstri ürünleri tasarımcısı) oluşan bir türlü gibi oldu zamanla ama şimdi her birinden bağımsız bir varlık gibi de ayrıca. Bazen atölyeler düzenliyoruz ve kırk kişi birden hepimiz Obaruhu oluyoruz. Çünkü mühim olan birlikte yaşayarak, üreterek öğrenebilmek ve gözetebilmek. Obaruhu kendi topluluğunu çekiyor zaman zaman kendine.

“Betonarme taşıyıcılar ve kendi arazimizin hafriyatından çıkarılmış toprağın, yerinde, yerel işçiler ile tuğlalara dönüştürülmesi üzerine bir proje tasarlamıştık.”


Bir yarışma projesi de hazırladınız. Bence nihayet farklı bir şeyler görmek tam da yarışma ruhuna göre bir şey, biraz bahseder misin? 

Evet, Bornova Çocuk Dünyası Merkezi için ilk ve son kez bir yarışma projesine katılmıştım. Proje tam da büyük ölçekte çalışsam neler sunmak isterime güzel bir örnek aslında. Betonarme taşıyıcılar ve kendi arazimizin hafriyatından çıkarılmış toprağın, yerinde, yerel işçiler ile tuğlalara dönüştürülmesi üzerine bir proje tasarlamıştık. Ayrıca içinde çocuklar için ve çocukların da üretime katılmasını önerdiğimiz bir toprak köy de vardı. Çocuklar için olması içeriğinin neye kime hizmet ettiği benim en büyük motivasyonumdu. Çocuklar bizim geleceğimiz.

“İnandığım şeyin şu anda olduğunu ve çoğaldığını görmek her şeye bedelmiş.”


Öğrencilere ve ilgilenenlere tavsiyelerin neler?

Atölyelerimize gelin ve toprağın sonsuz olasılıklarını deneyimleyin çok isterim. 30 Ağustos-7 Eylül tarihlerinde, Edirne Keşan’da bir ibadethane yapmayı planlıyoruz. İsmi “topınak atölyesi”. Topak (toprak çuvallar ile üretilmiş kubbe formu) ve tapınak kelimelerinin birleşimi ile meydana geliyor kendisi. Ortaya nasıl bir şey çıkacak biz de heyecanla bekliyoruz. Her seferinde detaylar sürpriz oluyor ve o anda gösteriveriyor kendisini. Detaylı bilgi için www.obaruhu.org sitesini araştırabilirsiniz. Kutsal alanlar uzun zamandır heyecanla beklediğim bir konu idi. Umarım bu uzun bir serinin sadece başlangıcı olacak ve en büyük tavsiyem, lütfen kalbinizin heyecanlandığı şeyleri takip edin. Er ya da geç kapılar açılacaktır. Bu işleri kovalamaya başladığım yıllarda çok zor zamanlar da yaşadım ve hepsine değiyor. İnandığım şeyin şu anda olduğunu ve çoğaldığını görmek her şeye bedelmiş. Çok teşekkürler.

Bu güzel sohbet için ben teşekkür ederim.

Etiketler

Bir yanıt yazın