Kültür Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğrencileri Ali Tavlaşoğlu ve Melis Erdoğan, Modern Mimarlar ofisinin kurucusu Prof. Dr. Ayhan Usta ile yarışma mimarlığı, eğitim, öğretim ve güncel konular üzerine konuştu.
Öncelikle kendinizden, eğitiminizden ve meslek deneyimlerinizden bahseder misiniz?
Ne zaman böyle bir soru sorsalar kendinden bahset denilince öncelikle kendim olduğumu söylemek istiyorum. Lisansımı Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde bitirdim ve bütün akademik kariyerimi de Trabzon ’da Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde yaptım. Öğrencilik yıllarından başlayarak birçok mimari proje yarışmalarına katıldım. Şu ana kadar yaklaşık 100’e yakın çizdiğimiz yarışma projesi var ve bunların yarısına yakınında da kazandığımız çeşitli ödüllerimiz var. Bazı projelerimizi yapma fırsatımız oldu bazılarını olmadı ama her zaman benim esas projemin eğitim olduğunu ve asıl kazanılması gereken yarışmanın da öğrenci olduğunu düşünüyorum.
Eğitim hayatınıza da akademik hayatınıza da Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde başladınız, İstanbul’a gelmenizi ne tetikledi?
Bir zamanlar Ankara’ya gitmeyi düşünüyordum yarışmalardan ötürü. Çünkü 80’lerde 90’larda özellikle yarışmaların merkezi Ankara’ydı. O dönemde Bayındırlık Bakanlığı’nın çıkardığı çok sayıda yarışma vardı. Türkiye’de kariyer yapmış mimarların CV’lerine bakarsanız çoğunun yarışma kazanarak hayata başladığını görürsünüz. 90’larda bu çok daha yaygındı. Özellikle Bayındırlık Bakanlığı’nın açtığı yarışmalarda ödül almak, birinci olmak ve ardından kendi ofisini kurmak çok etkin bir modeldi. 2000’lerde Türkiye’deki toplumsal, siyasal yaşamında değişimi ile birlikte Ankara o güçlü merkez konumunu yitirdi ve bu giderek İstanbul’a doğru kaydı. O zamanlar da İstanbul’a gitmeyi düşünmeye başlamıştım. 2012’de kızımın Fransız lisesini kazanması ve o zamanki Kültür Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Mehmet Şener hocamızın teşviki beni yüreklendirdi böylelikle İstanbul’a gelmiş oldum.
Modern mimarlar sitesinden aldığımız verilere göre 64 yarışmaya katılmış ve 29 tane ödül kazanmışsınız. Yarışmayla yapılan işler, jüri değerlendirmesi sonucunda ortaya çıktığı için genel olarak kaliteli iş olarak tanımlanıyor. Amasra, Çaycuma Belediyeleri bu konuda öncülük ederek, kamu ihalelerini yarışmayla yaptırıyor. Türkiye geneli tüm kamu ihaleleri, seçim vaatleri yarışmayla yapılabilir mi? Yapılırsa ülkemiz ne kazanır?
Mimari proje yarışmaları heyecan olsun diye girilecek bir olay değildir. Yarışma iş elde etme yöntemidir. Demokratik bir ortamda, eşit koşullarda, rekabetçi bir anlayışla yarışarak en güzeli, en ekonomiği, en çevreci olanı, her şeyde en iyi olanı seçme yöntemidir. Yarışmanın bir diğer iyi yanı da okulu yeni bitmiş yetenekli insanların kendilerini göstermeleri için fırsat sunmasıdır. Çünkü Mimarlık mesleğinin nesnesi projedir ve birçok boyutu vardır; ama ciddi ve ekonomik bir boyutu da vardır. En küçük bir iş yüz bin liralara, milyonlara mal oluyor. Bu kadar büyük bütçeli işleri kimse yeni mezun olmuş birine teslim etmek istemiyor haklı olarak, ama özgün fikirlerin elde edilebilmesi için gençlere fırsat sunulması gerekiyor. Onlar bu ortamda kendini nasıl var edecekler? Eğer onlara bu fırsatlar sunulmazsa bahsettiğim deneyimi bir türlü kazanamayacaklar, büyük bütçeli işleri yönetemeyecekler. Mimarlık talep üzerine yapılan bir iş olduğu için birinin sizden bir işi talep etmesi gerekir. Türkiye’yi düşündüğünüzde bu kadar mimarlık bölümü varken ve bunlardan mezun olan gençler varken yarışmalar büyük bir fırsat oluyor. Günümüzde yapılan yarışmaların çoğunluğunda da gençlerin kazandığını görüyorsunuz ki bu çok heyecan verici bir durum. Rekabet duygusunu hep canlı tutuyor. Gelişmeler ancak böyle sağlanabilir. Türkiye’de bu model ivedilikle benimsenmelidir. Neden benimsenmiyor bunun birçok nedeni var ama şu anda uygulanan modellerin nitelikli fiziksel çevre elde etme konusunda yeterli olmadığı oluşan fiziki çevrenin mimari karakterine bakarak çok rahatlıkla anlaşılabiliyor.
Sektörün krizden etkilenmesi sonucunda büyük küçük demeden çoğu mimarlık ofisi yarışmalara katılım sağlıyor. Sonuçları geçtiğimiz haftalarda açıklanan cami yarışmasına, 355 ofis katılarak yeni bir rekora imza atıldı. Arkitera’da takip ettiğimiz tüm yarışmalarda şiddetli tartışmalar gerçekleşiyor. Ödül alan projelere, teknik şartnameye uyulmadığı için sitem eden birçok mimar var. Örneğin, İzmir Selçuklu Belediyesi yarışmasının 1.lik ödülü alan proje şartnamede mevcut ağaçların korunması gerekiyor maddesine uyulmadığı ifade ediliyor. Hem jüri hem de yarışmacı deneyimini kazanmış bir mimar olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cami yarışması üzerine çok uzun konuşulabilir gerçekten. Şartnamenin hazırlanması, jüri üyelerinin yapısı… Arkitera’da incelediğim birkaç proje oldu net bir değerlendirme yapabilmem için tüm projeleri görmem gerekli. Bizimde katıldığımız, çok da değer verdiğimiz bir yarışmaydı. Çünkü uzun yıllardır Avrupa’da inanç yapıları anlamında çok farklı denemeler yapılabiliyorken Türkiye’de bunun yapılamadığını görüyoruz. Yıllardır birbirinin benzeri camiler yapılıyor, oysa bir inanç yapısında farklı denemelere imkân tanınması gerekir diye düşünüyorum. Gördüğüm kadarıyla bu anlamda sonuçlar, adı fikir yarışması olmasına karşın, o fikirlerin tümüne kapalı gelişmiş. Bir iki projeyi ayrı değerlendirmek gerekir ancak genel olarak durum böyle. Bunu söylerken de hiçbir mimar arkadaşı olumsuz anlamda eleştirmiyorum, onlar kendi fikirlerini sunmuşlardır. Burada benim eleştirdiğim fikre kapalı olan jürilerdir. Çünkü her zaman genel kural şudur: İyi bir projenin arkasında iyi bir jüri vardır. Jüri fikirleri seçmek üzere oluşturulmuştur, ama gördüğüm kadarıyla cami yarışmasında jüri tarafında yeni fikirlere kapalı bir seçim yapılmıştır.
Şartnameye gelince, adı şartname, yani şartlardan oluşan bir dizgeden bahsediyoruz. Konuşmanın bir bölümünde de geçti yarışmanın var olabilmesi için demokratik adil ve rekabetçi bir ortam olması gerekir. Yarışmacıyı adil yarışma duygusu motive eder. Bu olay atletizmdeki 100 metre koşusundan farklı değildir. Başlama sesi herkes için aynıdır ve tüm yarışmacılar koşar, kimse kimseye engel değildir. Sonucunda da en hızlı olan ipi göğüsler. Oradaki yarışma duygusu neyse mimari projelerde de ya da güzel sanatlar ya da diğer alanlardaki tüm yarışmalar içinde odur. Bunu sağlayan şey de şartnamedir. Bilirsiniz, şartnamede birtakım başlıklar vardır. Jüri üyeleri, ihtiyaç programı, projenin amacı, konusu, beklentileri tanımlanır. Kısıtlılıklar nedir, nelere dikkat edilecektir, yarışma dışı kalma koşulları nelerdir, bunlar ayrıntılı bir şekilde açıklanır ve bağlayıcıdır. Üstelik bunlar için soru-cevap diye çok değerli bir bölüm vardır. Bazen okursunuz, şartlarda içinde birbiriyle çelişen maddeler vardır veya daha net açıklanması gereken durumlar vardır, bu karışıklıkları önlemek için sorular jüriye iletilir. Jüri de soruları yanıtlayarak uygun ortamı oluşturur. Şimdi siz Selçuklu Belediyesi’nin açtığı yarışmada şartnamede ağaçlar korunmalıdır, çekme mesafeleri şunlardır ve bunlara uyulacaktır demişseniz, üstelik bunu soru cevap bölümünde bir kez daha vurgulamışsanız, ağacı kesen, çekme mesafesine uymayan birini elemelisiniz. Çünkü aksi takdirde bu adil bir yarışma olmaz. Çünkü sizin sözünüze inanarak projelerini tanzim etmiş düzenlemiş diyelim ki 100 kişi var, ama bunları ciddiye almamış üç beş kişi var, eğer siz böyle bir seçim yapacaksanız şartnamenizi buna göre hazırlamanız gerekir. Bütün yarışmaya katılanlar da bu yarışta nasıl var olacaklarını, nasıl adil bir şekilde değerlendirileceklerini bilirler ve ona göre proje tasarlarlar.
Cami yarışmasında da şartnameyle çelişen projeler varsa elemeleri gerekirdi. 80’li yıllarda Özal’ın bir sözü vardır. Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz diye. Ben bu yarışmalardaki jürinin kendi hazırladığı şartnameyi dikkate almamasını onunla hep özdeş tutarım çünkü şartname bir anayasadır, bu anayasaya uymak zorundasın. Eğer esnek çözümler istiyorlarsa şartnameyi ona göre hazırlanması gerekir. Kolokyumlarda tartışılır bu, jüri dile getirir: o da risk almış biz o riski değerlendirdik.″ Evet risk alınır, yarışmacı risk alır, ama şartnameyi delmek konusunda değil fikir konusunda şartnameyi dikkate alarak risk göze alır. Aksi takdirde adil bir yarışma duygusu olamayacağı için bir süre sonra giderek daha az katılım sağlandığını görürsünüz. Cami yarışmasında 350 katılımcının olduğundan bahsediyorsunuz, belki piyasadaki iş azlığından kaynaklanıyor olabilir, ama özellikle Türkiye’de profesyonel ekipleri yarışmalara katılmadıklarını görürsün zaten. Şahsi görüşüme göre, katılmamasının ardındaki asıl neden yarışmanın gerçekten bir iş elde etme yöntemi olarak benimsenmemiş olması ve de mimarların sürecin adil olarak işleyeceğine güvenmiyor olmamalarıdır. Zaten bunlar tesis edilecek olsa herkes yarışmalara katılım sağlıyor olacaktır.
Mimarlık deneyiminizin 34. Yılınızı tamamlamak üzeresiniz. Binlerce öğrenciyle tanıştınız, mezuniyetlerine tanıklık ettiniz. Genel olarak öğrencilerin üzerinde bir tembellik, sıkılmışlık var. Anadolu’dan İstanbul’a okumaya gelen bir öğrenci Üsküdar’ı gezmeden memleketine geri dönebiliyor. Ağa Han Ödülü’nü, Turgut Cansever’i bilmeden mezun olan yüzlerce öğrenci var. Edindiğiniz deneyimlere binaen, akademik hayatınız boyunca öğrenci eskiden nasıldı, günümüzde nasıl, gelecekte nasıl olmalı?
Dün neyse bugün de o diye düşünüyorum. Bu konuda genel eğilim öğrencileri tembel, sıkılmış diye sınıflandırmak şeklinde. Ama mesele bu değil bence. Olumsuzluk motivasyon kaybından kaynaklanıyor. Çünkü dünle bugün arasındaki imkanlar farklıydı, bugünle yarınkiler arasındakiler de farklı olacak. Ama bu işi öğrenmek, yapmak üzere hep insanlar olacak. Buradaki önemli olan öğrencinin motivasyonunu sağlayabilmek, eğitimi güncel kılabilmek. Ben hep şu soruyu düşünüyorum: ″Bir öğrenci mimarlık okumak için tercihte bulunup nasıl olur da isteksiz davranabilir?″ Bu çok kavranabilecek bir durum değil. Sadece mimarlıkla ilgili de değil, bu diğer disiplinler için de aynı şey geçerli. Sorun başka bir yerde, öğrenci de değil öğrencinin motivasyonunda. Bütün bunların temelinde de üniversiteye hazırlanma süreci yatıyor aslında. İlkokuldan liseye gelene kadar çocuk bitmiş olarak üniversiteleri başlıyor. Sosyal bilim okuyacak bir çocukla tıp okuyacak çocuklar ilkokul ortaokul lise de aynı eğitimi alıyor. Biz üniversiteye kadar verilen eğitimi bir tarafa itip haydi mimarlık okuyacağız diyoruz ama çocuğun mimarlıkla ilgili sanatla ilgili edebiyatla ilgili hiçbir altyapısı, birikimi yok. Benim girdiğim derslerde ilk birkaç hafta hep bunun kırılmasıyla ilgili çalışma yaparım. Bir sanatçı sorarsın öğrenci bilmiyor, ″hadi git onu ara, hadi şu kitabı oku, hadi şu filmi izle…″ derim. Öğrencinin bu kültürü yoksa onun üzerine mimarlık eğitimi inşa edilemez. Mimarlık kâğıdı eğme bükme değil ki, mekân yaratma sanatı diyoruz. İnsan ve çevre arasındaki ilişkiye bilmesi için insanların çevreyi ve kültürü bilmesi, öğrenmesi gerek.
Ülkemiz ekonomik bir kriz geçiriyor, ekonominin yapı taşlarından biri olan inşaat sektörü de bundan bir hayli etkilenmiş durumda. Biz öğrenciler, ücret karşılığı beklemeksizin, staj yapacak şirket bulmakta bile zorlanırken mezun olunca ne olacak kaygısı güdüyoruz. Bu gidişatın sonunu nasıl görüyorsunuz?
Umutlu olmak gerekir diye düşünüyorum ve iyi olalım. Kesinlikle iyi olalım. Öğrenciye düşen şey iyi olma konusunda gerekli gayreti göstermek. Siz de mezun olduğunuzda göreceksiniz birçok işi vasat insanlar yapıyor hatta vasatında altında insanlar yapıyor. Onlardan bu durumu teslim alabilmek ancak iyi olmakla mümkün. Bugün olmaz yarın olmaz ama elbet bir sonraki gün kesinlikle iyililer fark edilecektir diye düşünüyorum. Tabii bu bahsettiğiniz yapı yılların birikimi, iyi organize edilmemiş taleplere göre bir şekillenen sistemin sonucu; öte yandan bakıldığında bir bedeli ödenecek midir bilemiyorum, gönlümüz ödenmemesinde yana.
Dijital çağda, her geçen gün yeni bir araç işimizi kolaylaştırmak için hayatımıza dahil oluyor. Ancak bazı ofisler, hocalar ve öğrenciler bu aracı amaç haline getirmeye çalışıyor. Rekabet ve farklılık, kullanılan mimari program sayesinde oluşturulmak isteniyor. Daha fazla gerçekçilik daha fazla iyi kalitede görsel elde etme karmaşası öğrenciyi yoruyor. Biz öğrenciler olarak oluşan bu dolaylı isteğe nasıl yanıt vermeliyiz?
Dijital çağda çizim programlarının yaygın olduğu ve giderek arttığını görüyoruz. BIM sistemi gelişiyor. Ancak şunu bilmemiz gerekiyor, henüz hiçbir bilgisayar fantezi kuramıyor, fikir üretemiyor. Sadece girdiğiniz veriler üzerinden size en ideal durumları sunabiliyor. Fikir üretme hala daha insana özgü bir şey. Yapay zekanın insanmış gibi düşünmeye düşündürtmeye çalışıyorlar. Evet bu kaçınılmaz bir gerçek. En ideal, optimal rasyonel çözümleri üretmekte kullanılan araçlar bunlar, ama o kadar. Mimarlık ortamına baktığınızda da bu programların hepsi insanın yarattığı özgün fikri daha iyi geliştirilmesi, daha iyi yerlere taşınması konusundaki araç. Üç boyutlu çalışmalar yapıyoruz, neden? O tasarımı daha kusursuz hale getirebilmek için. Maketler yapıyoruz, onun kusurlarını görüp daha yetkin bir hale taşıyabilmek için. Render alıyoruz, binayı yapılacağı konuma yerleştirilerek gerçek ışıkta durumunu görebilmek için. Animasyon videosunu yapıyoruz, insanlar böyle devinecek diye. Neden daha iyisini görmeye çalışıyoruz? Çünkü büyük bir kaynak kullanacağız. 10 milyon harcayarak bir inşaat yapacağız. İstiyoruz ki bu para o yerle, kullanıcıyla iyi ilişkiler kurabilen bir çözüme harcansın. Yatırım boşa gitmemiş olsun. Bütün bunların nedenini gerçekten o yatırımı kusursuz bir şekilde yapabilmek için, yoksa ″çok güzel yaptın, çok güzel bina″ demek için değil. Önceden 2 boyutlu çizim vardı. Mesela Mimar Sinan’ı düşünün, açıp bakabileceğimiz 1 cm çizimi yok ortada, bilmiyoruz. Düşünüyorum, nasıl bir zihni vardı ki bütün o yapı üç boyutlu model olarak kafasındaydı? Tabii herkes bu yeterlikte değil. Bu araçlar, algılamada farklı düzeyde olanlar için kusursuz bir iş yapabilme fırsatı sunuyor. Örneğin önceden perspektif çizebilmek için bilginiz olması gerekirdi, oturacaksın saatlerce çizeceksiniz. Şimdi sadece tek bir ″mouse″ ile çizebiliyorsunuz. Mimarlıkta bu araç gereçlere böyle bakmak gerekiyor.
Mimarlık Öğrencileri sürekli Dünya’nın en zor işini yaptıklarını, liseyi beraber okudukları arkadaşlarının gezip eğlendiklerini, kendilerinden daha sosyal olduklarını söylüyorlar. Bunun sorumlusunun mimarlık eğitimi olduğunu, kendilerini okula bağladığını savunuyorlar. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Mimarlık eğitimini yorulmadan, keyif alarak tamamlamak gerekir. Genel olarak öğrenciler zaman yönetmeyi bilmiyor. Diğer bölümlerde okuyan arkadaşlarınız da zaman yönetmeyi bilmiyorlar, ancak onlar sınav haftasında çalışıp derslerini geçebilirken sizler projenizi sınav haftasında bitiremezsiniz, arada böyle bir fark var. Sizin daha çok zamana ihtiyacınız var iş üretebilmek için, fikir üretebilmek için. Fikir üretebilmek için de gezmeye ihtiyacınız var. Bence gezip görebilmenin ve zamanı yönetebilmenin işin içine katılması gerekiyor. Bu sadece öğrencinin başa çıkabileceği bir durum değil tabii ki. Eski kuşak, yani biz ve bizden öncekiler daha yoğun ders programlarıyla eğitim gördük. Sizler daha az görüp, eğitiminizi devam ettiriyorsunuz. Demek ki olmayan farklı şeyler var.
Son olarak bir eleştiride bulunmak istiyoruz. Türkiye’de bulunan mimarlık ofislerinin internet sitelerin çoğu ara yüz ve tasarım olarak ne yazık ki vasat seviyede. Modern Mimarlık sitesi de bunların içerisinde. Biz öğrenciler olarak yaptığınız işlere kolayca ulaşabilmek ve deneyimleyebilmek için internet kaynağına ihtiyaç duyuyoruz. Sizlerden bu konu hakkında çalışma yapmanızı bekliyoruz.
Teşekkür ederiz bu eleştiri için, inşallah diyorum. Öğrenciyi eleştirirken öğrencinin de benzer şekilde bizi eleştirmesi güzel bir durum. Dediğim gibi benim esas işim hocalık. Ofis biraz daha geri planda duran, gerekli zorundalıklardan ötürü kurulmuş bir oluşum. Bir Aralot ofisi gibi değil, ya da piyasada iş yapan başka bir ofis gibi değil. Oradaki ihmalin nedeni bu. Bir heyecanla yarışma için kurduğumuz ama orada kalan bir durum. Ancak bu eleştirinizi dikkate alacağım.
Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Söyleşinin tamamı için:
https://alitavlasoglu.blogspot.com/2019/06/mimari-yarsmalarla-gecen-bir-omur.html
Söyleşinin videosu için:
https://www.youtube.com/watch?v=i1rpDKRAr3k&feature=youtu.be
5 yorum
Yazı çok güzel ama çok hüzünlü
Çok doğru ama bir o kadar da üzücü…
Ama gerçek…
Gerçek bir yazı.
https://goo.gl/WYkKB1
Eminönün’de hanlar yıkılıyor.
Orta yeri yumru kenarları yamru yumru olmuş tası ben ve benim gibiler tanırken o da beni tanıdı. Bakırın her tonu yeşil sarı kahve renklerin alacasında orta yerinde ki yumrusundan bakıyordu. Ne kadar kalaylansa parlasa gümüş gibi olsa da döneceği bu alacalardı. Aslı nesli faslı değişmeyen hamam tası.
Ama yıkılanlar?
Bu net yorum için çok teşekkür sevgili ATK. Gerçekten çok hüzünlü ve çok açıklı bir hikayedir Gemlik’in yokolması ya da üzerindeki bir çok şeyin neredeyse silinip yeni bir kimliğe doğru yol alması. Keşke buradaki çok kültürlülüğü ve aralarındaki hassas dengeyi koruyabilseydik her açıdan. Ama büyük kentlerde olanlar bundan farklı bir şey değil ki. “Eskimeye tahammülü olmayan sanki hep gıcır gıcır olmak isteyen mimarlık” o yüzü ile çoğu zaman sahnede. Mimarlık kültürü de çoğu zaman bununla yüzleşmek zorunda …
Bu keyifli yorum için de çok teşekkür sevgili Azmi Açıkdil. Evet aynen. “Ama yıkılanlar?” … ve yıkılanlarla birikte olan “insan”… oralarda yaşamış olanlar, yaşayanlar… Yıkmak ile yeniden yapmak arasındaki çok hassas denge…
https://goo.gl/N2UsdK
Yanlış link yapıştırmışım. “EMİNÖNÜ HANLARI YIKILIYOR”