Geleceğin Okullarını Kişilerin Özgürce Kendilerini Keşfedebildikleri Yerler Olarak Hayal Ediyorum

VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi Sunar: HAYALLERDEN GERÇEKLER - Eğitim Üzerine Projeksiyonlar sergisinin küratörü Şebnem Yalınay Çinici ile hem tasarımcı hem de eğitimci gözünden eğitim yapılarını konuştuk.

Özellikle MEB yarışmaları ile son dönemin en tartışmalı konuları arasına giren eğitim yapıları üzerine konuştuğumuz Şebnem Yalınay Çinici, bir tasarımcının eğitim kavramına nasıl bakması gerektiği, olmak istenen yer kavramı ve geleceğin olası eğitim yapıları ile ilgili sorularımızı cevapladı. Keyifli okumalar.

Derya Gürsel: Bugünlerde mimarlık camiası için en güncel konulardan biri eğitim yapıları. O sebeple sergi de tam yerini buldu aslında. Bu noktadan başlarsak sizden hem bir eğitimci olarak hem de bir tasarımcı olarak Türkiye’de eğitim yapılarını ve eğitime bakışı yorumlamanızı isteyeceğim.

Şebnem Çinici Yalınay: Eğitim yapılarında geriye dönük üretimimize baktığımızda pek çok iyi örnek var. Benim aklıma her zaman öncelikle ODTÜ Kampüsü gelir. Hem dönemindeki çağdaş yorumu hem de öngördüğü özgürleştirici eğitimin çevresini kurabilmiş olması dolayısıyla. Ama tabii bu soru için biraz daha geri çekilip daha büyük resme bakmak gerekir. Eğitimle ilişki çok daha küçük yaşlarda ilkokullarda başlıyor. Evden ve aileden ilk kopuşun mekanları olarak. Bence yapı olarak en büyük titizliği gerektiren binalar ve çevreler. Ama maalesef ki ülkemizde ilkokullar tip projeler ile üretilmekte. Yani önden geliştirilmiş tip projeler yer vs. değişkenleri fazla gözetilmeden birçok farklı yerde uygulanmakta.

Şimdilerde ise Haydar Karabey’in öncülük ettiği MEB ile yapılan görüşmeler ve ortak çalışmalar sayesinde artık farklı bir noktaya gelindi. MEB’in düzenlediği Eğitim Kampüsleri Yarışmalarını mutlaka duymuşsunuzdur. Okulların mimarlar tarafından tasarlanmasını sağlamaya başlayan önemli bir adım elbette. Ama diğer taraftan yine mutlaka takip etmişsinizdir ki orada şöyle büyük bir sıkıntı var; bu yarışmalar 10.000 kişilik eğitim kampüslerinin tasarlanması için açıldı maalesef . Şimdi bu rakamın 5.000’e düşürüldüğü söyleniyor ama hala çok büyük bir sayı. İşte tam bu noktada en önemli soru ortaya çıkıyor. Mekan ve eğitim ilişkisi nasıl olmalı? Mekan eğitimi, eğitim mekanı nasıl etkilemeli? Bir eğitim yapısı ve çevresi tasarlanırken nasıl bir eğitim için yapıldığının sorulmasının; eğitim ve mekanın birbirini nasıl şekillendirmesi gerektiği probleminin tüm aktörleriyle ele alınması gerekliliği. Yani mutlaka eğitimcilerle beraber düşünülmesi ve tasarlanması gereken yapılar olduğunun gerçekten ciddiyetle ele alınması gerektiğini düşünüyorum.

Tabii ki böyle bir mimari yarışmanın açılması önemli. Yarışmaya ise “Eğitim yapıları bari tasarlanmış yapılar olsun!” düşüncesiyle geniş bir katılım da oldu ama “Bunu ne için yapıyoruz?”, “21. yüzyılda ülkemizde nasıl bir eğitim istiyoruz?” ve “Nasıl bir eğitim için bu mekanları nasıl tasarlıyoruz?” gibi sorular bu aşamada atlandı diye düşünüyorum.

Aslında söylemek istediğim, ki sergiyle de ifade etmek istediğimiz buydu, eğitim yapılarının müfredatlar ve eğitimciler ile birlikte tasarlanması gerektiği. Ve tabiki bunları bu kadar kitlesel kampüslere dönüştürmemek; çünkü okul birey için vardır. Her bir bireyin özel olduğu, kendine has becerileri olduğu düşüncesiyle varolur. Ve her bir bireyle tek tek ilgilenerek ondaki potansiyeli açığa çıkarma hedefindedir. Böylesi kitlesel bir eğitim anlayışı ve yaklaşımı hem müfredatı hem de yapısı ne olmalı diye sorgulanmalı ve her iki konu açısından da ciddi bir araştırmaya girişilmeli.

Cevabını Araştırdığımız bir Soruya Hemen Mekansal Bir Karşılık Verebiliriz Demek Bana Pek Doğru Gelmiyor

Ki sergi “Nasıl bir eğitim?” kurgusu ile de örtüşüyor. Yani bu kadar bireyselleşen bir sistemde böylesine kitlesel bir bakış açısı ile herkese aynı davranmak ne kadar gerçekçi…

Evet aslında maalesef gerçekçi değil çünkü kişiler kitleler olarak algılanamayacak kadar nitelikli, değerli, farklı varlıklar. Dolayısıyla bu kadar ayrı özelliklerdeki kişilerdeki potansiyelleri ortaya çıkarabilecek eğitim sistemlerinin devamlı araştırılması gerektiğini düşünüyorum. Şu anda Finlandiya, Kuzey Avrupa ülkeleri eğitim sistemleriyle dünyada en iyi diye kabul edilenler… Ki o ülkelerdeki eğitim araştırmacıları da “Nasıl bir eğitim?” sorusunun tekrar tekrar düşünülüp araştırılmaya devam edilmesi gerektiğini vurgulamakta. Dolayısıyla henüz cevabını araştırdığımız bir soruya hemen mekansal bir karşılık verebiliriz demek bana pek doğru gelmiyor .

Bu biraz “birey” tanımının anlamına da ilişkin bir süreç. Toplumsal olarak çocukları anlamak adına henüz yeni yeni adımlar attığımızı düşünüyorum. Onları birey olarak benimsemek, dediğim gibi birey tanımını yeniden ele almak bu anlamda önem kazanıyor.

Belki başka yapı tipolojileri AVM, konut vs gibi hem tanımlı kullanıcılara sahip olduğundan, onların tanımlı alışkanlıkları, istek ve ihtiyaçları doğrultusunda tasarlanıyor. Fakat daha yeni yeni anlamaya başladığımız ve birey olarak kabul ettiğimiz çocukların ihtiyaç ve düşüncelerini yeni yeni mekana yansıtabiliyoruz.

Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir konu daha var. Çocukların evin dışındaki dünyayla ilk tanıştıkları yer okullar. Bir diğer deyişle okullar çocuğun mekansal algısına ve görgüsüne en çok katkıda bulunabilecek yerler. Dolayısıyla belki ilk adım olarak çocukların içinde bulunmak istediği mekanları kurmak önem kazanıyor. Bu konuyla ilgili Dorte Mandrup çok ilginç bir sunum yapmıştı; çocuklar nasıl ortamlarda daha rahat ediyorlar, nasıl daha yaratıcı ve üretken olabiliyorlar ve en önemlisi kendilerini mutlu hissediyorlar. Serginin alt temalarından biri de o yüzden buydu: “orada olmayı istemek”. Çünkü eğitimle ilgili pekçok konunun yanısıra şöyle de bir durum var ki çocukların günlerinin büyük bir kısmı okulda geçiyor, neredeyse 5 veya 8 saat. Bir gün içinde evlerinde okulda geçirdikleri vakit kadar zaman geçiremeyen çokca çocuk var . Sürekli ertelenen, “5 dakika daha” diye ötelenen bir rutin haline geliyor.

“Bize başlık ver biz kendi işimizi yapalım”

Bunun yolu onlara çekici bir rutin sunmaktan geçiyor sanırım dediğiniz gibi… Buradan yola çıkarak biraz da sergiden konuşmak istiyorum. Sergide verilen küçük mesajlar çok hoşuma gidiyor; yaklaştıkça duyulan sesler, yine o bahsettiğimiz bireysel potansiyeller için harika bir yansıma… Ya da kalabalık içerisinde kaybolan istekler… Diğer yanda ise serginin kurgusunun bir rutin oluşu. Kendimi Türkçe’den matematiğe geçer gibi hissettim. Ki bu rutin çok zevkli bir kurgu ile yakalanmış. Bence son dönem mimarlık sergilerinde yaşanan sorunlardan sıyrılıp çıkıyor.

Ama işlerin hepsi yine kendi içinde özel ve önemli isimler tarafından yapıldı. Biraz hazırlık aşamasından bahsedebilir misiniz?

Öncelikle teşekkürler olumlu görüşler için, çok mutlu oldum.

Sergi kurgusu ile ilgili ise şunu söyleyebilirim; bana ilk küratörlük teklifi geldiğinde “Bu sergiyi her işi farklı katmanlar olarak yerleştirebileceğimiz ama sonunda bir bütün olarak okunabilecek bir yaklaşımla ele alabilir miyiz?” sorusu beni sergileme biçimi olarak en çok heyecanlandıran kısmı oldu. Çünkü sergileri gezerken hep bir tükenmişlik olur ya insanlarda, müthiş bir emek ve çaba sarf edilip hazırlanmış işlerdeki bilgi yoğunluğu yorar biraz ve bir noktadan sonra ziyaretçi de uzaklaşmak ister. Amacımız bunun biraz daha ötesinde bir şeyleri yapabilmek oldu bizler için.Çünkü bu, bir taraftan bir mekan sorusu, diğer taraftan işlerin birbiriyle ilişkili olması halinde daha güçlü olması durumu. Bir de benim yıllardır çok önemsediğim, iş birliği ve beraber üretmek. Ki bu konuda çok şanslıydım ekipte bulunan herkes harika kişilerdi bunu tüm samimiyetimle söylüyorum.


Fotoğraf: Tansel Atasagun

Hiçbir zaman parçalara ayırıp, temalara ayırıp “Siz şunu, siz şunu yapın” gibi bir yol izlemedik. Çalışmaya başladığımız andan itibaren çok düzenli toplantılar yaptık. Ana düşünceyi nasıl kurgulayacağımız, o düşünce içerisinde herkesin kendine yer bulması, “ben bu noktadan bir şey söylemek istiyorum” diyebilmesi için bir şeyi hep beraber olgunlaştırmak gerekiyor. Bu süreç hem riskli hem de bazı kişiler için yabancıydı. Yani benden “Bana başlık ver biz işimizi yapalım” diye talep edenler de oldu. Ama bu daha büyük bir söz söyleme nieyetimiz, arada doğal olarak daha iyi bağlantıların kurulmasını ve işlerin katmanlar olarak yerleşmesini sağladı.

Tabi çok fazla bilgi toplamak, o bilgileri düzenli ve sıkıcı olmadan sunmak da önemliydi. Bunun için veriyi katılımcıya aktarırken de arttırmak için ileri interaktif teknolojiler kullandık. Bunların hepsi en başında da olan düşüncelerdi. Fazla materyali kapsayabilecek, ve bunları kullanıcıların da deneyimleyebileceği bir sergi olması, biraz o gerçeklik hissini yerinden etmesi, hayallerden gerçeklere başlığına öyle bir geçiş yapması, yani gerçek diye algıladığımız şeylerin belki de o kadar somut ve real olmadığını düşündürmesi… Yani hepsi bir yarı yumuşak realite kurgusu oluşturmak.

Kişilerin Çok Mutlu Olabilecekleri, Özgür Hissedebilecekleri Bir Dünya

Şimdiki sorumu aslında en başta da sorabilirdim, son soru olarak da… Yani sergide yaratılan bu teknolojik temsil aynı zamanda herkesin de kafasında olan geleceğin eğitim yapılarına dair soruları pekiştirir nitelikte. O fütüristik imajlar yavaş yavaş gerçeğe mi dönüşür yoksa tabletler yeni öğretmenler mi olur bilemiyoruz ama… Yani belki eğitim, binalar da bile yapılmayacak.. Kısa ya da uzun. Geleceğin eğitim yapıları ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Tabi… Şimdiden bir sürü teori var. Eğitim yapılarının tamamen ortadan kalkacağına dair ya da eğitimin tamamen bireyselleşeceğine ve networkler üzerinden olacağına dair. Hatta Kuzey Avrupa okullarını gezerken bir okulun tamamen iPad ile eğitim yaptığını gördük. Kitap yok, not yok, materyal yok… Zaten mekansal kurgu da çok farklı, çok şeffaf ve en önemlisi öğrencilerin sabit sınıfları yok. Derslerin sınıfları var. Öğrenciler ise okul içinde hareketli ve her yer onlara ait. Dolayısıyla bizdeki derslik sayısı ile okulun büyüklüğünün ifade edilme hali oradaki okullar için geçerli değil. Bir derslik veya sınıf değil tüm ortak alanlarıyla bütün okul tamamen öğrencilere ait. Beraber çalışabilmeleri, vakit geçirebilmeleri, oyun oynayabilmeler vs. için.


Fotoğraf: Tansel Atasagun

Geleceğe dair bu sergiyle somut bir resim çizmektense ne kadar hayal edilebiliyorsa oraya kadar götürmek bence önemli… Ama bunu da yaparken kişiye “hayal kurmak hem büyük bir güç, hem de realize olmaya da çok yakın bir durum” demek kendi gücünü hatırlaması için de ayrı bir öneme sahip. Geleceğin okulları ne olacak bilemiyorum ama kişilerin çok mutlu olabilecekleri, en özgürce kendilerini keşfedebilecekleri koşulların oluşturulduğu yerler olarak hayal ediyorum..

Etiketler

Bir yanıt yazın