“Günümüzdeki Kent Yaşamı Sanki Varlığını Sorguluyor”

Kayseri dosyası kapsamında, Kayseri ve Ankara ofislerinde mimarlık çalışmaları yürüten Alper Aksoy'la sohbet ettik.

2007’den beri Alper Aksoy Architects’te mimarlık çalışmalarını yürüten, 2013’te Ankara’da da ofis açan Alper Aksoy’la, Kayseri’nin değişimi, kentteki mimarlık eğitimine dair gözlemleri, kentteki mimarlık-kentsel tasarım-dönüşüm projeleri hakkında konuştuk.

Ekin Bozkurt: Kayseri’de doğmuş, büyümüş birisi olarak, çocukluğunuzdan bu yana Kayseri’nin değişimini, dönüşümünü nasıl görüyorsunuz? Eskiden nasıl bir kent yaşamı vardı, şimdi nasıl bir kent yaşamı var?

Alper Aksoy: 1978 yılında Kayseri’de dünyaya gelmişim. 1980 darbesinden sonraki ilk çocuk nesli bizim yaş grubumuzdur. Çocukluğumuzun ilk yılları toplumu derinden etkilemiş siyasi, askeri ve toplumsal olayların travmasıyla geçti. Genel bir korku ve endişe hakimdi. TRT’de yayınlar askeri törenle açılıp askeri törenle kapanıyordu. Özel televizyonlar henüz kurulmamıştı, bir başka deyişle bütün ülke aynı anda Kara Şimşek, Uçan Kaz, Dallas, Pazar Konseri ve haberleri izliyordu. Siyasetçilerin büyük bölümü içerde, sanatçılar yasaklı, gazete ve kitaplar ya basılmıyor ya da basılanların bir kısmı toplatılıyordu. Toplumun rengi kalmamıştı sanki; siyah önlük, beyaz yaka takıyorduk. Toplum kültür, sanat ve birlikte yaşam konusunda kısır bir dönemden geçiyordu. İnsanlar toplu organizasyonlar yerine daha çok evde zaman geçiriyor ve komşuluk buluşmaları gerçekleştiriyordu. Tüm ülkedeki ağır siyasi ortamın rahatlamaya başlamasıyla birlikte yasaklar kalkmaya başladı. Özel televizyon kanalları kuruluyordu, sanatsal ve kültürel etkinliklerin sayısı artıyordu, daha çok konuşan, daha çok bir araya gelen kalabalıklar oluşmaya başlamıştı. Devlet tiyatrolarının ve özel tiyatroların oyunları büyük ilgi görüyor, sinema salonları daha çok kişiyi ağırlıyor ve konser sayısı hızla artıyordu. Her geçen gün artan eğitim seviyesi ve aile yapısının büyük oranda çekirdek aileye evrilmesiyle birlikte , kadının toplumdaki ve iş hayatındaki rolü yeniden tanımlanıyor ve sosyal hayatı doğrudan etkiliyordu. Kent sakinleri ev dışında daha çok zaman geçirmeye başlamıştı. Bunu fırsat olarak gören sermaye grupları ilk AVM’lerini şehrin kritik bölgelerinde açmaya başlamıştı. Toplum zamanla çarşı ve bedestenlerden uzaklaşmaya başlamış ve yığınlar halinde AVM leri ziyaret eder olmuştu. Aynı süreçte 90ların ortasında internet ve cep telefonları keşfedilmiş ve toplumsal iletişim hızlanmıştı. 2000li yılların başında akıllı telefonların hayatımıza girmesiyle birlikte kısa sürede bilgiye ulaşabilir ve hızla tüketebilir olduk. Bu hız bütün hayatımızı doğrudan etkiledi, artık hızlı yiyoruz, hızlı içiyoruz, hızlı telefon değiştiriyoruz, hızlı kıyafet değiştiriyoruz, hızlı beğeniyoruz, hızlı vazgeçiyoruz, hiçbir şeye yetişemiyoruz, her şeyi çok çabuk tüketiyoruz. Buna bağlı olarak, kentlerle ilgili hızlı kararlar alıp çabucak uyguluyoruz. Bu hız ve çabukluk adeta herkeste bir “telaş” hali oluşturdu, binlerce yıldır varolan kent dokusunun bir kısmı , kent yaşamı tam alışamadan, sindiremeden değişti. Kent bu hıza cevap veremez oldu, kent merkezindeki yapılar çok kısa sürede çok fonksiyon değiştirir oldu. Kent belleği zayıflıyor; bunu geç de olsa farkedenler olsa da iyi niyetlere rağmen fazla önlem alınamıyor. Günümüzdeki kent yaşamı ise sanki varlığını sorguluyor ve kendisine yeni yollar üretmeye çalışıyor.

“Temel eğitim derslerinde atölyede New Age dinleniyor, Pop Art ve Futurizm konuşuluyor, polihedron maketleri yapıyorduk.”


Neden 2013 yılında Ankara ofisinizi kurdunuz? İki şehirde de ofis yürütmek zor oluyor mu? Kayseri ve Ankara’da mimarlık yapmayı, her iki yerin zorlukları ve avantajları açısından nasıl karşılaştırırsınız?

Mimarlık Fakültesi’ne 1995 yılında başlangıç yaptım. İlk profesyonel tam zamanlı deneyimim 1999’un ikinci yarısında Ankara’da başladı. Ankara, İstanbul ve Antalya gibi inşaat pratiğinin yüksek olduğu yerlerde öncü proje gruplarının şantiye ve dizayn ofislerinde çalıştım, uygulama firmalarında çalıştım, bu arada okulum uzatmalı olarak devam ediyordu, 2003 yılının sonlarında okulu bitirmek için kısa süreliğine Kayseri’ye döndüm, okulla birlikte o dönem ofis açmış arkadaşlarıma yardım ediyordum. En kısa sürede İstanbul’a dönmeyi düşünürken çeşitli sebeplerle dönüşü erteledim; derken evlilik, yüksek lisans, yeni işler vs.. süreç çok uzadı. Bu dönemde çalışma hayatımda, kolektif fayda ve kolektif gelecek için çalışmadığımızı anladığımda kendi geleceğimle ilgili kararlar aldım. 2007 yılında AARCH kuruldu. 2010 yılında askerlik görevinden sonra dönüşte İstanbul ya da Ankara’da başlangıç yapmayı düşünüyordum, bu sefer de sağlık sorunları nedeniyle yine ertelemek zorunda kaldım. Aynı zamanda Kayseri ofisi genç ,yeni ve başarmak isteyen arkadaşlarla yolculuğuna başlamıştı. Çok kısa sürede Ankara ve İstanbul’da iş yapmaya başlamıştık. 2013 yılında İstanbul ya da Ankara ofisini açmak istiyorduk. O günün şartlarında Ankara daha elverişliydi, iş yoğunluğumuz Ankara’daydı ve ofisi kurduk. Her ne kadar iletişim yöntemleri gelişse de güçlü iletişim ve iyi koordinasyon için bu kararı aldık. Dönemsel olarak kamu yapılarıyla ilgili projeler işimizin büyük bölümünü oluşturuyordu. İşlerimizin daha hızlı ve sağlıklı yürütülebilmesi açısından o günün şartlarında sanırım doğru karar aldık. Özellikle stadyum projelerimizde verimli sonuçlar elde ettik.

Diğer soruya gelince, Ankara ya da Kayseri farketmez; dünyanın herhangi bir bölgesinde mimarlık gerçekten çok zor meslek. İki ayrı şehirde ofis yürütmek çok zor, sürekli mobil yaşam yıpratıcı ve iş kaybına sebep oluyor. Biz ofis kurgusunu gerektiğinde her iki ofis birbirinden bağımsız çalışabilecek ve kendi kendine yetebilecek şekilde tasarladık. Her iki ofiste birbirine benzer ve birbirine alternatif sistem uyguluyoruz. Aksamalar olsa da şu anda planladığımız gibi gidiyor, daha iyisi için çabalıyoruz. Gerçekten hem mesleki hem de etik açıdan iyi ekip arkadaşlarım var, değişime ve dönüşüme çabuk cevap verdikleri için süreci az sancılı yönetiyoruz. Yaklaşık bir yıldır da İstanbul ofisi için planlama yapıyoruz , kısa sürede orada olmak istiyoruz. Her ilin kendi pratikleri, zorlukları ve kendi kuralları var ama özellikle Ankara ve İstanbul mimarlık ve inşaat konusunda Türkiye dışındaki bazı ülkelerin de merkezi haline gelmiş görünüyor. Büyük sermaye grupları ve büyük yatırımlar bu şehirlerden, bilhassa İstanbul’dan yönetiliyor. Dolayısıyla biz de bu alanda konumlanmaya çalışıyoruz.


Kayseri 112 Çağrı Merkezi, Alper Aksoy Achitects


Kayseri, BMW-Mini-Rover Showroom ve Servis, Alper Aksoy Architects

Üniversite yıllarınız Kayseri’de geçmiş. Bir mimarlık öğrencisi olarak Kayseri’de okumak nasıl bir deneyimdi?

Mimarlık öğrencisi olmak , bizim gibi basmakalıp, tekdüze eğitimden geçmiş öğrenciler için çok ilginç ve farklı deneyimler içeriyordu. Hüseyin Yurtsever hocamızın kendine has eğitim yöntemi vardı. Temel eğitim derslerinde atölyede New Age dinleniyor, Pop Art ve Futurizm konuşuluyor, polihedron maketleri yapıyorduk. Bu bağlamda hem kendimize, hem çevremize, hem de diğer bölümlerdeki arkadaşlarımıza yabancılaşmaya başladık. Sınıfta farklı gruplar oluşmaya başladı, herkesin ilgi alanı farklılaştı. Benim ilgim daha çok bölümü destekler nitelikteki güzel sanatlarla ilgili etkinlikler olmuştu. Kısa süre sonra ,tiyatro gruplarına, resim ve heykel çalışmalarına katılmaya başlamıştım. Turnelere gidiyorduk, bu süreçte arkadaşlarımızın arasından müzik grupları kuranlar, albüm çıkaranlar bile oldu. Birçoğumuzun okulu uzamıştı tabi. Kentle fazla ilişki kurmaktan ziyade kendi kozamızı ördük diyebilirim. Bu süreçte diğer üniversitelerle iletişim kurabiliyor ve onların durumlarını gözlemleyebiliyorduk. Kentteki imkanlar kısıtlı olsa da kendi habitatımızı kurmuştuk, iyi bir deneyimdi diyebilirim.

Mezun olduğunuz Erciyes Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde proje yürütücülüğü deneyiminiz de var. Kayseri’de mimarlık eğitiminin geldiği noktayı o zamandan bugüne nasıl gözlemliyorsunuz?

Öncelikle okullarda tam zamanlı görev yapan hocalarımızın bu konudaki görüşleri daha önemli ama benim yarı zamanlı görev aldığım dönemdeki gözlemlerimi aktarabilirim. Kayseri’de 4 Üniversite ve 4 Mimarlık Fakültesi vardı, ülkedeki son olaylardan sonra şu anda 3 mimarlık fakültesi eğitim veriyor. Bence ülkemizdeki mimarlık fakültesi sayısı çok fazla; ama zamanla kendi kendini dengeler diye düşünüyorum. Erciyes Üniversitesi dışındaki mimarlık fakültelerinin kurucu bölüm başkanları Erciyes Üniversitesi’nden ayrılan hocalarımızdan oluşuyor. Hepsiyle de iletişimimiz devam ediyor ve her dönem bu okullardan ve şehir dışındaki bazı okullardan proje yürütücülüğü için davet alıyorum, iş programıma göre yoğunluktan bazen katılamıyorum, kendilerine davetleri için bu vesileyle teşekkür ederim. Yaklaşık 10 yıldır çeşitli okullarda , çeşitli sınıflarda proje yürütücülüğü görevini üstleniyorum, öğrenci kontenjanı ve fakülte sayısı sürekli olarak artıyor ama aynı ölçüde hoca sayısı artmıyor hatta azalıyor. Bu denklem eğitimdeki kaliteyi doğrudan etkiliyor, çünkü mimarlık eğitiminde öğrenciyle hocanın doğrudan diyalog kurması ve zamanın verimli şekilde kullanılması gerekiyor. Kendi dönemimizde sınıfta 25 öğrenci varken şu anda 90 ve üstü öğrencisi olan okullar var. Bu denklemin kesin olarak çözülmesi gerekiyor. Diğer taraftan mimarlık eğitiminin kurallarının farklı olması gerekiyor ama diğer bölümlerle aynı kurallar mimarlıkta da uygulanmaya çalışılıyor. Bu da çeşitli problemleri beraberinde getiriyor. Bu konularda da bütün Mimarlık Fakülteleri ortak davranış gösterip sistemi etkileyebilirler. Kayseri özelinde düşündüğümüzde okullarda görev alan hocalarımız büyük gayret sarfediyor, çabalarını takdirle karşılıyorum. Öğrenci profili her sınıfta değişken olsa da, istisnalar hariç , genelde kısa yoldan sonuç almaya çalışan , teknolojiyi iyi kullanan, sabırsız öğrenci grupları geliyor. Bu düşünce yapısı bazen mimarlık gibi bireysel emeğin yüksek olduğu bölümlerde kalite problemi oluşturuyor. Okullarımızın yeni kuşak öğrenciler için yeni yaklaşımlar oluşturması gerekebilir. Bunu sağlayabilen okullarda başarının artacağını düşünüyorum.

“Maalesef kent her geçen gün yollarını, caddelerini, sokaklarını, mahallelerini yaya ve bisiklet yerine araçlara teslim ediyor.”


Kentte, tasarım anlamında eksik kaldığını düşündüğünüz veya müdahale edilmesi gereken alanlar var mı?

Maalesef kent her geçen gün yollarını, caddelerini, sokaklarını, mahallelerini yaya ve bisiklet yerine araçlara teslim ediyor. Kentsel tasarımda yaya birinci unsur olmaktan çıkıyor. Bu konuda acil önlem alınması gerekiyor. Yerel yönetimler de bunun farkında olsa gerek, bu seneyi Ulaşım Yılı ilan etmişler. Umarım yeterli önlemler alınır. Diğer taraftan yeni planlamalarda kamusal kullanım alanlarının ve yeşil oranının artırılması kent için önem arz etmektedir çünkü şu anda yüksek yoğunluklu inşaat alanları kentin geleceğini gözle görülür şekilde olumsuz etkilemektedir.

Kayseri’deki güncel dönüşüm projelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dönüşümün bir çok alt başlığı var. Özellikle nedenleri konusunda tatmin edici ifadeler ve bulgular yoksa pozitif yorum yapmamız olanaksız hale geliyor. Hedeflenen yapısal dönüşüm mü? Yoksa kültürel dönüşüm mü? Ya da her ikisi birden mi hedefleniyor? Deprem karşısındaki düşük dayanım, yapıların strüktüründeki yıpranma ve yetersizlik değişimin sebebi olabilir. Sosyal boyutlarıyla ele aldığımızda işlevini kaybetmiş alanlar, yapı nitelikleri ve tarihi incelenerek değişebilir, dönüşebilir ama bütün bunları yaparken kent kültürünün ve kent belleğinin nasıl etkileneceğini iyi analiz etmek gerekiyor. Şu anda dönüşümü planlanan alanlar arasında Sahabiye Mahallesi, Eski Sanayi yerleşkesi ve Ahi Evran Mahallesi öne çıkıyor. Her üç projeyle ilgili basına yansımış birkaç görsel dışında kapsamlı bilgiye sahip değilim. Basına yansıyan görsellerde üç bölgenin de yoğunluğu artırılmış ve tekrar eden bloklar hakimdi. Yoğunluk konusunun tekrar ele alınmasında fayda var diye düşünüyorum. Umarım analizler iyi yapılmıştır ve kent için iyi sonuçlar doğurur ve geri dönülemez sonuçlar ortaya çıkmaz…

Kayseri’de uygulanan, en beğendiğiniz mimarlık / kentsel tasarım projeleri hangileri?

Cumhuriyet’in ilanından sonra bütün ülkede gerçekleşen kalkınma hamlelerinin önemli örnekleri Kayseri’de de gerçekleşmiştir. Özellikle 1930lu yıllardan sonra kurulan tren yolu ham madde, sanayi ve endüstri konusunda gelişimi hızlandırmıştır. Önemli kuruluşlar bu hat üzerinde kurulmuştur. Bu kuruluşların en önemlilerinden biri Sümer Bez Fabrikası’dır; şehrin belleğinde önemli bir yere sahiptir. Yıllar içerisinde fabrikadaki üretim durmuş ve fabrika atıl hale gelmişti. Fabrikanın yeniden işlevlendirilmesi ve Abdullah Gül Üniversitesi için kampüs yapılması fikri ağırlık kazandı ve bu yönde projeler hazırlanarak uygulamalar gerçekleşti. Kent ve ülke belleğinde önemli yere sahip olan fabrikanın yeniden kent hayatına kazandırılması en beğendiğim kentsel tasarım ve mimarlık projesidir. Emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.

Etiketler

Bir yanıt yazın