Mimarların ve fotoğraf sanatçılarının belirli konular üzerinde farklılaşan bakış açılarını aktardığımız Mimarlık + Fotoğraf söyleşi serisinde sorularımızı mimar, sanatçı ve eğitimci Murat Germen yanıtlıyor.
Mimarların ve fotoğraf sanatçılarının aynı sorulara getirdikleri farklı yorumlarla okuyucuları mimarlığa geniş bir perspektiften bakmaya davet eden Mimarlık + Fotoğraf söyleşilerinde sorularımızı Murat Germen yanıtlıyor.
Murat Germen, Fulbright bursuyla gittiği Massachusetts Institute of Technology’den (MIT) mimarlık yüksek lisans derecesini Amerikan Mimarlar Birliği (AIA) Altın Madalyası ile aldı. Dünya çapında seksenin üzerinde kişisel ve karma sergiye katkıda bulunan sanatçı, eğitimci ve arşivci Murat Germen’in farklı eserlerine ait 300’ün üzerinde edisyon, yurtiçi ve yurtdışındaki kişisel koleksiyonlar ile sanat merkezlerinin ve müzelerin koleksiyonlarına dahil edildi. Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde fotoğraf, sanat ve yeni medya dersleri veren Murat Germen’in fotoğraf, mimarlık, planlama, yeni medya, sanat konularında birçok basılı ve çevrimiçi yayını bulunuyor.
Mimarlık + Fotoğraf söyleşilerinde ortak sorular İmge Bolluğu, Kusurluluk / Kusursuzluk, Dijitalleşme ve Yorum konu başlıkları altında toplanıyor. Mimarlar ve fotoğraf sanatçıları günümüzde değişen fotoğraf çekme ve paylaşma alışkanlıklarımız sonucunda ortaya çıkan imge bolluğunu, mekân ve çevresiyle kurduğu ilişkideki gerçekliğin fotoğrafa yansımalarını, mimarlık ve fotoğraf alanındaki dijitalleşmeyi, fotoğrafın mimari bir temsil aracı olması ve estetik değeri arasındaki ilişkiyi farklı bakış açılarından değerlendiriyorlar.
Herkesin fotoğraf çekebildiği bugünde “imge bolluğu” meselesi ulaşılabilirlik ve ifade özgürlüğü anlamında size ne ifade ediyor? Sizce bu belgeleme ve arşiv konularında bir kolaylık sağlıyor mu?
İmge bolluğu uzun vadede kendi kendine ayar verebilecek bir konu, üzerinde çok durmamak lazım; tüm enflasyonlar eninde sonunda normale dönüyor. Belgeleme ve arşivcilik konularında yeteri kadar içerik üretilse ne âlâ, ama üretilen imgelerin büyük çoğunluğu insanların süfli hayatlarını “şahane” göstermeyi amaçlayan şahsi gösteriş hezeyanlarını içeriyor.
Fotoğraf: Murat Germen, TOFAŞ Türk Otomobil Fabrikası 50. Yıl Kitap & Sergi Projesi
Herkesin fotoğraf çekebilmesi durumu, fotoğrafı bir sanat olarak algılamamızı engelliyor mu? Çekilen fotoğrafların kalitesi ve estetik değeri nasıl bir anlam ifade ediyor?
Fotoğrafın adam yerine konması, rüştünü ispatlaması için sanat olarak algılanması gerekmiyor. Fotoğraf sanattan çok daha güçlü bir iletişim aracı, estetik ise aktarmak istediğinizi ne derece sarih ve sakin bir şekilde anlatmak istediğinizle alakalı bir boyut, yani işin grameri.
Fotoğraf karelerinin içeriklerinde de bir moda olduğunu görüyoruz. Yapıların kendini en iyi yansıttığı açıdan binlerce kopyası çekiliyor. Bir yapının, herkes için aynı fotoğraf anlamına gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdilerde her alanda yaşanılan ezbere, şahsiyetsiz, duruştan yoksun, reytingci, sansasyoncu hayatların fotoğrafa yansıması…
Daha önce “imge bolluğu” konusunda bahsettiğimiz gibi insanlar zaman zaman yapıları tek ve temiz bir çerçeve içine alırken zaman zaman da gösterilmek istenmeyen kusurları gösteriyorlar. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aşırı estetikçi tutuma karşı bir duruş olarak kusurluluğu görselleştirmek yeni bir moda gibi görünse de aslında 1970’lerin modası. Yeni nesil bazı fotoğrafçıların bunu özgün ya da çağcıl bir şey gibi algılıyor, sunuyor olmaları hayli tuhaf.
Fotoğraf: Murat Germen, Zorlu Center (Emre Arolat Architecture, Tabanlıoğlu Architects)
Mekânı bütün gerçekliği ile yansıtmayı mı yoksa fotoğrafın kusursuz olmasını mı tercih ediyorsunuz?
Mekânı bütün gerçekliği ile yansıtmak imkânsız. Çekim yapılan günkü hava durumu, çekim için sağlanan erişim imkânları, mekânın hazır olup olmaması, fotoğrafçının enerji ve algı seviyesi gibi şartlara bağlı olarak aynı mekân farklı günlerde farklı kişiler tarafından çok farklı şekillerde görüntülenebilir. Kendi algıma en yakın görselliği üretmek için uğraşırım.
Mimarlar tasarladıkları yapılar hakkında konuşurken sık sık yapının bağlamından ve yerle kurduğu ilişkilerden bahsederler. Siz bir yapının fotoğrafını çekerken bu ilişkileri ve fotoğrafın bağlamını nasıl yorumluyorsunuz?
Çevresi ile iyi ilişki kuran mimarlık örnekleri azaldı, böyle bir ilişki gerçekten varsa onu ifade eden fotoğraflar muhakkak çekerim. Bunun dışında hacimler arası akışkanlıklar, uzamlar arası katmanlaşmalar en çok odaklandığım konular.
Fotoğraf teknolojisindeki ilerlemeler mimari fotoğrafçılığı nasıl etkiledi ve bugünden farklı olarak gelişen teknolojiden gelecekte neler bekliyorsunuz? Bu gelişmeler fotoğrafçılığı nereye taşıyacak?
Yazılımsal düzeltme, birleştirme imkanları ve optikteki gelişmeler, fotoğrafı tadından yenmez bir hale getirdi. Bundan sonraki önemli aşama netleme hatalarını çekim sonrası düzeltebilme teknolojisi olacak.
Fotoğraf: Murat Germen, SSM ZERO Sergisi (Heinz Mack)
Mimari anlatım / görselleştirme biçimleri içerisinde yeni teknolojiler (modelleme, rendering) ile fotoğrafı nasıl kıyaslıyorsunuz? Fotoğrafın yeni teknolojiler karşısında önemini yitirdiğini düşünüyor musunuz?
Fotoğrafın yerini sarsacak bir görselleştirme henüz anasından doğmadı (gülüyor).
Bir nostalji arayışı olarak, analog makinelerin yeniden ele alınması hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bu durum üretim / tüketim dengesinde farklı bir yere sahip mi, yoksa sadece geçici bir moda mı?
Sadece moda!
Mimari projelerde de olduğu gibi, bir işveren(mimar) ile çalışırken, kendi yorumunuzu ne ölçüde dâhil edebiliyorsunuz?
%100 ölçüde. Mimarın özellikle talep ettiği içerik ve açıları da şahsen tercih ettiğim sete eklerim. Fotoğraflarımla insanlarda “hiç bu açıdan bakmamıştım” veya “bu yapıyı muhakkak görmeliyim” hisleri yaratabiliyorsam bu bana yeterli.
Fotoğraf: Murat Germen, ARTER – Not All That Falls Has Wings (Selen Ansen)
Mimar olarak bir yapıya bakış açınızın, mimari fotoğrafa etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Muhakkak ki bir avantaj.
Fotoğrafı salt sanat olarak değerlendirmeniz mümkün mü yoksa bunu bir meslek pratiği olarak mı görüyorsunuz?
Her ikisi birden; resmin hem sanat alanında hem de sipariş işlerde kullanıldığı gibi.
Tersten bakıldığında mimarların da, artık tasarım aşamasında üç boyutlu algılamanın yanı sıra, bittiği aşamada nasıl fotoğraflarının çekilebileceğini, kadraja neyin sığacağı kaygısı ile tasarladığını düşünüyor musunuz?
Umarım öyle tasarlamıyorlardır, öyle yapıyorlarsa fotoğrafları da kendileri çekmeliler (gülüyor). Mimarlık ihtiyaca göre hacim tasarlama sürecidir, imge üretim süreci değil!
22 yorum
Bir Mimarlık Hocasından Mimarlık Okuyan Çocuğu Olan Anneye Serzeniş
Size hem bir mimarlık hocası olarak hem de bir anne olarak öğrenciye dair, aileye dair fikirlerimi yazmak isterim.
Her mimarlık öğrencisi ve ailesi çocuğunun mimarlığı kazandığını duyunca havalara uçar. Çünkü çocuk at yarışı içerisinde diğerlerinden daha hızlı koşmuştur.
Ama mimarlık eğitimi bir at yarışı değildir. Tam aksine öğrenciye birey olmayı öğreten, sorular sormaya ve cevaplar bulmaya teşvik edecek bir eğitimdir. Mimarlık öğrencisi geceler boyunca uyumaz, bacakları titreye titreye juriye girer. Çünkü emeği çok kıymetlidir.Ne yaptığının farkında, kendisini ve projesini savunabilen bireyler yetiştirmek esastır. Güçlü bireyler hanımefendi. Bırakın çocuğunuzu düşsün, çamura batsın ama öğrensin; emeğin , çalışmanın , düşüncenin kıymetini ….Ne dağa çıktık ne de kahramanlık hikayeleri yazdık . Ancak mekan tasarımını iyi biliriz. Doğru yanlış yoktur mimarlıkta ama öğrenci esastır. Ne yaptığının farkında mı, değil mi diye bakılır. Eleştiri gelir, gelmelidir. Öğrencinin çizdiği tek bir çizginin üç boyutta ne olduğunun farketmesi sağlanır. Silkelenir, kendine getirilir. Bu zorlu bir yolsa öğrenciye bütün tüyolar çaktırmadan verilir. Çocuğunun ringte nakavt olduğunu sanan annem, yüreğin yanar ama usta çırağa anlatır, yol gösterir, çıraktan iz sürmesi beklenir. Kafdağına çıksak ne güzel ancak sanat eğitimi almamış birinin ülkedeki yapıları tek tip olarak görmesi de çok hoş. Oysa çeşitlilik ne güzel renkler güzeldir….. Hoşnut olmayız çünkü öğrencinin kendini yapabileceklerini zorlamasını bekleriz, hep daha iyi vardır ve proje hiç bitmez. Kendi potansiyelini aşan bir öğrencinin karşısındaki hocanın gözlerindeki ışıklara şahit olmuşumdur çoğu zaman, ne yazık annelerin fanusa kapatmak istedikleri çocuklarının potansiyellerini bir görebilseler. Ancak emek işidir. Sabır. Siz yonttukça şekil alır isyan eder sonunda kendi şeklini bulur mimarlık öğrencisi . Yine olmamıştır ama o yine olmamışlığın altında mimarlık öğrencisinin biriktirdiklerini görmez aile. Ne mükemel ne harikayız. Ancak projenin bir değerlendirme yöntemi var. Kafamıza göre ya da beğenilerimize göre vermeyiz notları . Başarmalarını istedikleri temel kriterler vardır ki onu da başka bir yazıda yazmak isterim.
Ey mimarlık öğrencisi anneleri.
Bırakın kendi kıvamlarını kendileri bulsunlar. Özgür bireyler olsunlar. Çocuk değil onlar. Yarın ekmeklerini kazanacaklar bu işten. 58 alıp kalsın her proje deneyimdir. Bu onları başarısız yapmaz tam tersine deneyimli yapar. Bir sonraki projede görürler hatalarını. Bizim mesuliyetimiz onlara mesleği öğretmektir. Bunun için de her ne gerekiyorsa yapacağız. Size de önerim işi erbabına bırakın siz anneliğinizi yapın.
Sizlere müzik bölümünü kazanmış bir çocuğun annesi olarak yazıyorum.
Çocuğum müziği kazandığında çok sevinmiştim. Sonunda işsizler kervanına katılma ihtimali azalacaktı. Onun için tek istediğim sabit bir geliri ve sigortası olmasıydı. Kendini gerçekleştirebilecek kendi kararlarını verebilecek bir birey olması, muhasır medeniyetler seviyesine falan çıkmasına gerek yoktu. E yani, siz de bilirsiniz, bu zamanda idealizm karın doyurmuyor sonuçta…
Çocuğum üniversite sınavına kadar ne meslek yapacağını düşünmedi. Bi gram müzik eğitimi almadı. Balığı ağaca çıkma yeteneğiyle test eden bir sınava girmesi için at yarışı gibi çalıştırdık onu. Bütün hayatı boyunca o sınav günününün ertesi gününü kurtuluş günü olarak gördü. Üniversiteye kapağı atınca dinlenirim diye kendini şartladı, sonra hayatı boyunca ilgisine ve yeteneğine göre eğitilmemişliğini kapatmaya çalışan hocaları onları çok zorlamak zorunda kaldılar.
Ey müzik öğretmenleri, bir müzisyen adayı annesi olarak ben açıkçası bir Fazıl Say falan yetiştirmeye çalışmıyorum, Türkiyenin dünya müziğindeki yeri ve önemini düşünmedim bile. Bence Dandik bir belediyenin bandosuna girsin yeter, belki ilerde sermayesi olursa kendi grubunu kurar düğünlerde falan çıkar ek gelir falan olur. Bu yüzden sizden ricam öyle Mozartın senfonilerini falan ödev vermeyin. Yazık çocuk telef oldu çalışıcam diye. Öğretin işte ne güzel Akdeniz Akşamları şarkısını çalsın sabahtan akşama kadar.
Helikopter ebeveyn olduğum için anasınıfından beri okul aile birliği falan hep çocuğumun okuluyla ilgilendim. Sağolsun Türk aile yapısı da kişinin birey olmasını mümkün olduğu kadar erteliyor, o da işime geldi. Baksanıza bu gibi şikayetleri falan annesine yaptırıyor. Kendi ezildiğini düşündüğünde kendi mücadele etmiyor. Ne güzel.
Yarın bir gün sizw yaptığım gibi aynı şekilde patronuna müdürüne de sitem edeceğim. Yaptığı işin kalitesini boşverin verdiği emeğe bakın sadece diyeceğim. Hatta kendi grubunu kurarsa konsere gelen izleyicilere soracağım neden beğenmiyorsunuz bilet almıyorsunuz o kadar emek verdi diye…
Yeni mezun olmuş bir mimarım. Mimarlık okuyan öğrencilerin bütün anneleri sizin gibi düşünüyorlardır. Mimarlık okuyan öğrencilerin de düşünceleri hep bu yönde olmuştur. Ki ben de zaman zaman hocalarım ve okulum hakkında böyle düşüncelere sahip oldum :). Ama sizin yazınızı okuduktan sonra tekrar düşündüm mimarlık eğitimi nasıl olmalı diye. Mimarlıkta tek bir doğru yoktur. Birçok alternatif ve çözüm vardır. Düşünüyorum da eğitim sürecimizde hocalarımız, ilk bulduğumuz fikirlere çözümlere tamam bu doğru, güzel olmuş, bu yoldan devam et deselerdi hiçbir zaman ikinci, üçüncü ya da onuncu yollarımız olmayacaktı ve mimarlık gibi her yönüyle çok çeşitli olan bir mesleğin eğitiminde hocalarımız bizi tek bir yoldan ilerletselerdi ne kadar başarılı olabilirdik? Farklı açılardan düşünmeyi, yeni fikirler üretmeyi, bakış açımızı geliştirmeyi öğrenebilir miydik?
Yorucu bir sınav maratonundan sonra mimarlığı kazanan öğrenciler kendilerini çok farklı bir dünyada bulurlar. Üniversiteyi kazanana kadar alınan eğitim düzeninden bambaşka bir eğitim anlayışına girerler ve bu afallatır. Çünkü test kitaplarında doğru bir şıktadır sadece ama mimarlıkta değil. İlk zamanlar jürilerde bulduğu bütün fikirler beğenilmez, hayalleri yıkılır, ne yapacağını bilemez. Ama her hafta daha iyi bir fikirle gittiğini, pes etmemeyi öğrendiğini fark edemez. Sadece hocalara sinir olur :).
Mimarlık eğitimi boyunca düşmeyi, düştüğümüz yerden kalkmayı, kendimize güvenmeyi, tekrar başlamayı, kararlı olmayı, emeğin karşılığında ortaya çıkan eseri savunmayı öğreniriz. Bazı hocalar tek bir görüşe sahip olup projeleri yönlendirmek istiyor olabilir ama buna bile direnip o sabit fikirliliği kırmayı kendi düşüncelerimizin de doğru olduğunu kanıtlamayı öğreniriz. Bu konuda başarılı olmasak da o kaf dağında gördüğümüz, korktuğumuz hocalara “bu da benim fikrim, benim eserim” demeyi öğreniriz.
Eğitimimi alırken bunların çoğunu fark etmemiştim. Mezun olduktan sonra hocalar iyi olsun, kötü olsun, sabit fikirli olsun, çok zorlasın, yıldırmaya çalışsın, ağlatsın yine de bana çok şey kazandırdıklarını gördüm. Şimdi hayatımın her alanında bir zorlukla karşılaşsam beni pohpohlayıp pamuklara saran bir annenin etekleri altına sığınmaktansa, “ben nelerin üstesinden geldim bunu da başarabilirim” diyebiliyorum. Bunu da mimarlık eğitimiyle kazandığımı düşünüyorum. Beni daha güçlü bir birey yaptığına inanıyorum.
“helikopter anneliği” çoktan demode olmamış mıydı?
Sevgili mimarlık öğrencisi annesi. Bir mimarlık hocası ve anne olarak yazıyorum ben de. Bir kaç küçük not eklemek isterim. Siz de farkındasınızdır ki, biz ülke olarak 18 yaşını geçen bireylerin milletvekili olması durumunu tartışıyoruz. Bu durum ayrıca tartışılabilir. Fakat siz daha çocuğunuzun kendi başına bir birey olmasına izin vermiyorsunuz. Unutmayın ki meslek hayatında karşılaşacağı zorluklar çok daha büyük olacak ve siz savunmaya devam ederseniz bir birey olamayan çocuğunuz bu süreçte elenip gidecek. Bırakın kendi potansiyelini farketsin. Öğrencilerime ilk derste hep aynı şeyi söylüyorum biliyor musunuz, mimarlık öğrenciliği ve meslek alanının zorluklarıyla siz mücadele edebilirsiniz, aileniz size engel oluyorsa başka eve ya da yurda çıkın. Çünkü size acıyan ve sizin yerinize birşeyler yapmaya çalışan aileleriniz (iyi niyetli bir yaklaşım olması doğru olduğunu göstermiyor maalesef) sizin olacağınız kişi olmanızı engelliyor olabilirler. Ben ailemden uzakta okudum. Benzer koşullara sahip diğer bütün öğrenciler gibi kendime de baktım proje ve tasarım süreçleri için de çalıştım. Hatta bunca zorluğun yanında birde para ihtiyacı olduğu için çalışan arkadaşlarımız vardı. Ne oldu biliyor musunuz? Başarılı olduk…
bir de Whiplash iyi filmdi, bu anneye önerilir: “There are no two words in the English language more harmful than ‘good job’.”
öğencilikte çok ezildik ama lüzumsuz bir biçimde, keşke daha çok ezilseydik ama daha lüzumlu olsaydı.
Frank Lloyd Wright mimarlık eğitiminin laf ebeleri tarafından yetiştirilen laf ebeleri tarafından yapıldığını söyler. Genelleme yapmak hiçbir zaman doğru değil ama büyük oranda Wrightın sözünü doğrulayan bir lisans eğitiminden geçtim ben. Yapılan işlerin , üretilen projelerin eleştirilmemesini beklemek de en az mimarlık eğitimindeki yanlışların eleştirilmesine karşı çıkmak kadar büyük bir saçmalık ! Tabii ki projeler eleştirilecek tabii ki jürilerde mimari anlamda “dayaklar” atılacak ama tarafsız ve en önemlisi önyargısız olmalı bu durum.
Tip projelerle mimarsız mimarlığın yapılmaya çalışıldığı , gelişen teknolojiye ayak uyduramayan yönetmeliklerle tasarımcının elinin kolunun bağlandığı ve mimarların sermaye sahibi muteahhitler tarafından sadece imzasına para verilen yasal bir prosedür olarak görüldüğü günümüzde ; bir akademisyen tarafından yazılan “ancak sanat eğitimi almamış birinin ülkedeki yapıları tek tip olarak görmesi de çok hoş” sözü günümüz mimarlık eğitiminin içler acısı hâlini gözler önüne sermektedir….
Hepsinden önemlisi biz mimarlar yaşam alanları tasarlarken her kullanıcıya sanat eğitimi mi vermeliyiz? Kullanıcı odaklı yapı esas değil midir?
Ister yapı sektörünün profesyonel bir paydaşı ister kullanıcı olun kaçımız yaşadığı şehirden , vaktini geçirdiği mekânlardan memnun?
Evet mimarlık eğitimi o kadar büyük bir özgüven sağladı ki bize sosyal güvenlik primlerimizi aldığımız ücretten yatırmayan , hakkımızı aradığımızda bizi işten çıkarmakla tehdit eden , kayıt dışı istihdam eden işverenlerimizi bile iş bulamama korkusuyla şikayet edemez haldeyiz ! Lisans döneminde bozulan psikolojimin hayat boyu düzeleceğini sanmıyorum.
Tabii ki tüm eğitimciler böyledir genellemesi yapamam , yapmam ! Yukarıda yazdıklarım lisanstaki hocalarımın eseri(!)dir. Ancak yüksek lisansta bunun neredeyse tam tersi uygulamalar olduğunu gördükten sonra umudum arttı.
Bir annenin tarafsız olma zorunluluğu yok ancak akademisyen olan hocalarımın işinin temeli tarafsız olmaktır. Dolayısıyla yapı sektörünün her paydaşının mutlak suretle yapması gereken özeleştiriyi ; bu sektörün yetiştiricileri/geliştiricileri olan hocalarımızın yaparak bize bu anlamda da ders vermesi en büyük temennim.
Ne anneler var(mış)…
Kalbi duygu yoğunluğu içerisinde bu satırları yazmış güzel anne.. keşke tüm kalbinle yazmış olduğun o satırlardaki sıkıntıları bu yollardan geçmiş birileri ile paylaşma fırsatınız olsaymış… ya da hocalarla istişare edip aslında ‘yav hocam bu konunun aslı nedir bu kız perişan? bu işin doğasında bu zorluklar var mıdır? zor olacak ki değerli olsun mudur?’ keşke konuşsaydınız (hala konuşmak isterseniz paylaşabiliriz) mimarlık eğitimi uzun yıllardır ‘daha iyi nasıl olmalıdır?’ konusunu tartışmaktadır ancak bu tartışma sizin anlattığınız ‘duygusal pencere’den değil daha kaliteli paylaşım/ifade yöntemleri üzerinedir ki bu konudaki sıkıntılar öğrenciler için çok daha önemli. Tüm bunlarla birlikte birtakım değişik egolara sahip hocaların ‘üslup yoksunluğunu’ açıklamak içinde bu yazı yetersiz kalabilir ki ‘mimarlık zordur’ mottosunun arkasına sığınıp mimar kimliğini kaybetmiştir o ayrı..
Bir annenin okulda zorluk çeken çocuğu için üzülmesini anlayabilirim tabii ki ama mimarlik/iç mimarlik veya grafik tasarımı mezunlarının piyasada o okulda yaşadıkları jurileri aradıklarına eminim. Üzülerek belirtmeliyim ki gerçek hayat okuldakinden çok çok çok daha sert. Hocaları da jürileri de mumla ararsınız. Jüriler ve eleştiriler gerçek meslek hayatının sadece küçük bir ön izlemesi. Üstelik öğretici ve yönlendirici eleştiriler.Bununla başa çıkamayan öğrenciden meslek hayatında başarı beklemek manasız. Çocuklarınız sadece para verdiği için ve beğenmeme hakkı olduğu için projelerini saçma sapan eleştiren insanlarla karşılaşacaklar. Üstelik ‘aman ya yapmıyorum, uzatırım bi dönem daha okulu’ deme şansları olamayacak. Geçim derdi, mesleki başarı gibi bir çok nedenden ötürü sesini bile çıkartamayacak bu insanlara. Anneler babalar olarak çocuklarınıza nasıl hayatla baş edeceklerini öğretmeniz gerekiyor, hocalara kızmanız değil.8 yıllık meslek hayatımda yaşadığım ve şahit olduğum yüzlerce olayı düşündüğümde keşke okul hayatımızda hocalarımız bizi daha çok zorlasaydı da çok daha şey öğrenerek mezun olsaydım derim. Bu korumacı tavırla büyüyen yeni nesil mimarlarla çalışma imkanımız olduğunda asla zora gelemediklerini ve sorumluluk sahibi olmadıklarını görüyoruz. Yapmayın!
Evet, okulda sevilen öğrenciler geldiğine göre ben gideyim diye çıkıp gidiyordum ki iki kelime etmeden geçmeye gönlüm razı olmadı.
Yazımı fazla uzatmayacağım, bir şey kanıtlamaya da çalışmıyorum yorum yazanlara. Sadece birazcık yazdıklarımı okuyup maziyi hatırlamaları ve o mazide etraflarındaki arkadaşlarını düşünmelerini isteyeceğim.
Öncelikle sevilen öğrencilerden başlayalım şu aşağıda yorumları olan. Aynı eğitim sisteminden ve birbirleriyle arkadaş olan ve -genellikle- birbirlerini aratmayan hocalardan mezun olduğumuz için sanırım benim etrafımda gördüklerimi siz de görmüşsünüzdür. Okul yıllarına dönüp baktığınızda mesela hiç aynı hocanın her jürisi kötü geçen bir arkadaşınız var mıydı? Ya da sizin veya arkadaşınızın bir kaç hocadan her jürisi iyi geçen bir grup? Sanırım bu anneyi anlayamadığı, mimarlığın eleştirerek doğruyu bulmaktan yola çıkarak öğrenildiğini ve gözlemleme kısmında sınıfta kaldığı için anneyi eleştiren sevilen öğrencilere / öğretim görevlilerine iyi bir hatırlatma olur.
Annenin isyanı da farkettiyseniz çok ödev veriyorlar, uykusuz kalıyor vs değil. Ya da yaptığı hiçbir şeyi beğenmiyorlar da değil. İnsanca yaklaşım. Mesela ben, o yaşa gelmişimdir, o sınavı kazanmışımdır fakat elimden gelen iş ilkokul seviyesindedir. Bunu bana söyleyebilmenin yüzlerce yolu varken kalkıp sanki mimarlık tarihini değiştirecek büyük işler becermiş gibi orada konuşacağı iki dakikayı lütfettiği için karşısındaki çocuğu yerin dibine(!) sokup çıkarmanın dünyadaki hiçbir canlı için bir faydası olduğunu düşünmüyorum. Ki bunu yapan hocalarımızın bu eleştirme ve tavırla ilerleme mantığını benimsemeleriyle hiç bir alakası yoktur. Eğer olsaydı ve bu yöntemi doğru bulsalardı kendi çocuklarına el bebek gül bebek bir şeyler öğretmeye çalışmak yerine sanırım bu yöntemi kullanırlardı.
Birey olmaktan bahseden sevgili eski öğrencilere de bununla ilgili düşüncelerimi söylemek isterim: “İşittiğin azar karşısında ne kadar dirençli olursan o kadar bireysin.” diye bir şey söz konusu olmasa gerek. Sorunlarla başa çıkabilmeyi öğrenmesi gibi bir durum söz konusuysa eğer buna katılırım ama bu söz konusu sorunlar sebepsiz bir şekilde sırf “bu iş böyle öğretilir” gibi altta yatan bir mantıktan çıkıyorsa kusura bakmayın ama bu bir sorun değil, keyfiyetten eziyettir. Çok basitinden dışarıya çöpümü götürürken elim kolum yoruldu canım istedi ve sizin kapınızın önüne bıraktım. Birey olmak için bu sorunla başa çıkacak mısınız? Kalp kırın ve rencide edin oturup arkadaşınızla kahve içerkende birey olsun etrafınızda!
Son olarak şu helikopter anne kavramına gelelim. Bu nasıl bir kavramdır anlamış değilim. Hani lisede olur ya annesi babası hiç umursamaz, gecesi gündüzü belli olmayan ve ailesinin bu umursamazlıklarıyla hava atan tipler, sanırım onların icadı olsa gerek.
Genel olarak bakınca -hocalarımız hep anlatırdı- “yahu bizim hocamız şöyle sertti şöyle yapardı hiç bakmazdı” vs gibi hikayelere, onlar sizi yetiştirmiş bu olunmuş. Yani olunan 2-3 sınava girip mülakatlardan geçip ekstradan okuyup bir oda sahibi olmak. Küçümsemek falan değil tabiki bu saygı duyuyorum ama sonuçta elde olan bu. Peki bir sonraki mezun nesiller ne olacak? Maksimum aynısı. Çünkü eğitim verecek insanımıza “İnsan nedir? Nasıl eğitilir?” i vermeyip önceden öğrendiklerini öğret deyince çokta parlak birşeyler beklemek yerine her bireyin kendi gelişimine bağlı olarak sürprizlere bakakalıyoruz. Bizim yokluktan üretip baş tacı yaptığımız mimarlarımızı bir kenara bırakıp tüm dünyadaki insanlardan kabul görmüş mimarlarımız keşke yaşasaydı da ne kadar azar o kadar gelişim mantıksızlığını onlar anlatsalardı.
Uzun olmuş kusuruma bakmayın ama düşünceler işte, dur desen durmuyor..
Yazılanlara bakılırsa iki ihtimal olduğu görülüyor. Birinci ihtimal gerçekten duyarsız, kaba, iletişimi zayıf hocalara denk gelinmiş olması (Yazıyı yazan kişinin üzerinde durduğu). İkinci ihtimal ise öğrencinin mimarlık eğitimine ve dolayısı ile mimarlık mesleğine müsait ya da elverişli olmamasına rağmen suçun tamamen kendisi dışındaki etmenlerde aranması.
Birinci ihtimal söz konusu ise durum biraz daha iyi, acı verecek olsa da, gelip geçici bir süre. İkinci ihtimal söz konusu ise, ve anne de çocuğu da bunun farkında değilse, mezun olduktan sonra çok daha kötü günler onları bekliyor olacak, hem çok daha büyük acılar çekilecek, hem de 4-5 senede bitmeyecek.
Öğrenciyi zorlamakla başarının aynı doğrultuda olduğunu düşünen makineler …
Mimarlık insancıl bir meslek değildir. Öyle olduğunu iddia eden mimarlara eğitim ve çalışma hayatlarını hatırlamalarını öneriyorum. Bu koşullara katlanamayan, hele ki eğitim hayatında, daha yola çıkmaya hazırlanan konumdaki biri için söylemeliyim ki durum daha da zorlaşıyor.
Böylesine psikolojik savaşların yoğun olduğu bir meslekte, haliyle ego sorunu olan insanlar çok sayıda oluyor. Bu kişileri engelli koşunun engelleri gibi görüp üzerinden atlamazsanız yere kapaklanırsınız. Bütün bu engelleri sabırla aşıp, egosunu da kontrol altında tutabilen mimarlar içinse başarı kaçınılmazdır.
Sorun herhalde üniversite öğreniminin sadece öğretime indirgenmiş olmasında. 18-25 yaş arası gençlerin öğrenimi üzerine kitap okumuş kaç mimari tasarım hocası vardır? Mutlaka vardır! Onlar da eminim en iyi hocalardır zaten. Ancak azınlıktadır. Hocalık sanatı sadece bilgi-deneyim aktarımı değil, asıl olarak bilgi ve deneyimin kime ve nasıl aktarılacağını bilerek öğretmedir. Üniversitelerde sadece tasarım alanında değil her alanda hocalık sorunu vardır. Çünkü üniversitelerde hocalık üzerine uzmanlık aranmaz. Üniversiteler alanında iyi olmayı ön planda tutar (hoş çoğu zaman buna da bakılmaz ya neyse!). Öğretim üyeleri kurumsal bir yönlendirme olmadan kafa göz yararak, el yordamıyla bir hocalık sanatı geliştirir. Özellikle tecrübesiz hocalar ve yarı zamanlı hocalık yapan profesyoneller bu açıdan eksiktir. Onların ayrıca eğitilmesi gerekir. Hocalık ciddiye alınan bir iş değildir kısacası. Ciddiye alınsa bile öğrenciler üzerinden puan toplamak hedeflidir. Çoğu zaman, ortalama hatta yetersiz öğrenciyi alıp yukarı çekmek yerine, iyi öğrenciyi kapıp onun üzerinden prim yapmak hedeflenir (tabii sözüm kendisini öğrencilere adamış değerli hocalara değil!). Hocalık ve öğretim konusunda konferans ve seminerler olması, hatta sertifikalar alınması gerekir. Bunların da mesleklere va alanlara özel olmanın ötesinde çağdaş öğrenim yaklaşımlarını ön planda tutması gerekir. Öğrencilere sadece birer birey ve yetişkin muamelesi yaparak sorunları çözebileceğini sanmak, velilere de çocuklarınızı özgür bırakın demek işin kolayına kaçan beylik yaklaşımlardır.
bahsedilen şaşalı, ufuk açan, insanı iki boyutlardan üç boyutlara atlatan eğitimle karşılaştım sanırım ama hocaların anlattıkları kadar şaşalı olmadan kısmen bu yazıdan kısmen eziyetten kısmen de yol göstermekten geçen bir eğitimdi. ama öyle hocaların anlattığı omo reklamı gibi “bırak deneyerek öğrensin” gibi bir yola asla girilmedi. hocaların “çaktırmadan” çizdiği keskin çizgiler sayesinde ve bol egoyla bitti. ama burda sorumlu sistem, öğrenci, annesi yada hocası değil insanoğlu. güzel çirkin, doğru yanlış, verimli verimsiz, yeterli yetersiz gibi kavramlar kişiden kişiye göre değişiyor farklı şeyler ifade ediyorken tasarımla doğrudan alakalı bir bölümdeki projeyi yada ortaya çıkan karalamayı kim neye göre yargılamalı? yada bu yargılama kime göre o kişi için verimli yada verimsiz? mimarlık yada içinde tasarım ögeleri bulunan bölümler, hayatta insan yargısına açık bir şekilde maruz kalan diğer her şey gibi zordur. bence bu yüzden ne hocalar verdikleri eğitimden yada seçtikleri eğitim yollarından bu kadar emin olmalı nede öğrenciler aldıkları eleştirilerden bu kadar yıpranmalı. şu “mimarlık çok zor” olayını bu kadar abartmaya da gerek yok bence. çöpçülük de çok zor, inşaat işçiliği de çok zor ev hanımlığı da çok zor. her iş, her dert insana gözünde büyüttüğü kadar zor. ama en çok “insan egosu” zor. garbage warrior ı izlemenizi diler, sistemden uzaklaşıp kendiniz olmaya çalışmanızı kalan şeyleri de çok düşünmemenizi öneririm.
Ben şunu düşündüm ki; mimarlık okurken ailenin yanında olması çok daha zor. 🙂
Bence bu mimarlık hocasının söylediği şuna benziyor; bir mafya gelir ve birisini bir şekilde hukuksal olarak taciz eder. İşi bittikten sonra da “bana teşekkür etmelisin. çünkü seni hayatın zorluklarına hazırladım.” der. İşte hiçbir şey öğretmeyip de öğrenciyi zorlayan hocalar bu mafyalardan daha çok onurlu ve haysiyetli değildir. Hatta en azından mafyanın ne olduğu bellidir. Kendilerine zorluk çıkaran hangi öğrenciye sorarsan sor yüzde doksanı kendisini bırakan hocaların kendilerine hiçbir şey öğretmediğini savunurlar. Yıllar geçmiştir hala konuşuruz arkadaşlarla inanın böyle. MİMAR’ca düşünüp, MİMAR’ca kıymet bilen insan; bir SANATÇI insanı zorlar, ama ZOR DURUMDA BIRAKMAZ! BIRAKAMAZ. Hele bir de öğretmenlik görevi de varsa. İnsansa yapamaz.
buradaki sürekli “anne” oluşunu belirtme isteği, çocuğum için en iyisini ben bilirim alt metni mi oluyor şimdi? ben de mimarlık eğitiminin pek hayranı değilim fakat esas, “bir anne olarak” her şey hakkında bu şekilde sığ yorumlar yapabiliyorsak ne güzel.
Okulda hala şu salak jüri söylemleri devam ediyor değil mi?
“Girişi niye buradan aldın?”
Öğrenci kendince bir sebep sunar. Karşılığında kendini hiç tatmin etmeyecek aptalca bir antitez duyar. Eve geldiğinde projeyi değiştirir. Tekrar götürdüğünde aptal hocasından onay alırsa sevinir. Alamazsa “Hocam siz böyle dediniz ama” der. Hocası da “Bu proje benim mi senin mi projen?” diye şizofrenik bir cevap verir.
“Ana aksların kesiştiği nokta neresi?”
Öğrenci yine vaziyet planı ya da maket üzerinden bir yeri gösterir. Hocası “Eee o zaman niye burayı … olarak değerlendirmedin?” diye sorar. Öğrenci bu konu üzerinden değil bambaşka bir tasarım verisinden yola çıkarak tasarıma başladığı için bu soruya orada bir cevap uydurur. Orada 2 saniyede kıçından uydurduğu cevap üzerinden öğretmeni “Aaa o zaman bu dediğini neden yapmadın? Hatta şöyle şöyle yapsan bu fikri daha güçlü ifade edersin. Hadi bir dahaki derse bu dediklerini yap ve gel.” der heyecanla. Bütün proje öğrencinin orada 2 saniyede kıçından uydurduğu cevap üzerinden şekillenir.
“Tasarımın dili yok. Çok farklı diller kullanmışsın. Olmamış.”
Evet, öğretmenin dediği gibi, ortada olmamış, ifadesi olmayan bir proje vardır. Fakat bu projenin olmamışlığına, öğrenciyi tatmin edecek bir sebep sunmaktan çok başından savar bir üslupla hareket etmesi, öğrencinin tek bir dil üzerinden hareket etme fikrine radikal yaklaşmasına yol açmaktadır. Öğretmenin bu üslubu bir sonraki derste öğrencinin projedeki farklı üslupları sentezleme eğiliminde olma ihtimalini sıfırlar. Muhtemelen öğrenci, üçgenler, çubuklar, havada birleşen koniler gibi tamamen aynı dilde tüm arazide bir doku yaratma eğiliminde bir iş çıkartacaktır.
Şematik Çözülme
Genelde, şematik anlatımlar bir arazi analizi sonrasında öğrencinin projeye dair refleksif çözümlemelerini içeren durumları tarif eder. Sunumun göze hoş gelmesinin, fikrin gücünden çok çok daha önemli olduğunu fark eden öğrenci, Şemayı kavramsallaştırmak ve tüm analiz verilerinin ordinatlarının yoğunlaştığı olası gizli çatkıları idrak etme çabası yerine, günü kurtarmak, en az riskle en yüksek notu almak gayesiyle hareket etme eğiliminde olur. Çözümlemeleri basit ve nitelikli, şemaları estetik ve anlaşılırsa muhtemelen çok yüksek notla geçecektir. Dediğim duruma istisnalar muhakkak vardır. Mesela Elemental’in UC Innovation Center projesi klasik bir ofis şemasının yapı sökümü niteliğindedir.
Sürdürülebilirlik Sorunsalı
Sürdürülebilirliğin günümüzün en büyük ve mimarlık disipliniyle en fazla diyalektik bağ içinde olan sorunsalı olduğunu yeni mimarlar fark etmeye başladı. Önce Elemental ardından RCR yeni bir mimarlığı tariflemeye onun estetik ve analitik çözümlemesini politik alanda ekolojist bir yaklaşım üzerinden yapmaya başladı. Bugün kapitalizmin vahşi doğasına eklemlenmiş Star mimarların fazla esamesi okunmamaya başladı. Herzog de Meuron Prefabrike Sıkıştırılmış toprak materyalleri kent dokusunda kullandı. Elemental’in yarım evleri, 3D printer ile 1 günde inşa edilen evler, Çin’de inşa edilen orman kent, çatı suyu stokları, güneş panelleri, jeotermal enerji üretimi, bize bu çözülmeyi daha belirgin gösteriyor. Bu konuların proje jürilerinde çok fazla konuşulan konular olmadığını düşünüyorum. Akademisyenlerin genelinin bu konularda son derece cahil olduğunu görüyorum. Göreceksiniz ki sürdürülebilirlik en fazla 10 sene sonra mimarlığın en önemli konusu haline gelecektir.
Sürdürülebilirlik üzerine bazı linkler;
https://goo.gl/B8Q9Q8
https://goo.gl/7SftJR
https://goo.gl/l0lliX
https://goo.gl/eNK90h
Bizim zamanımızda da durumlar aynıydı. Görüyorum ki şimdi pek birşey değişmemiş. Kızılan bu davranışları huy edinen akademisyen arkadaşlarımıza baktığımız zaman ortak paydanın; dikili bir taşının almaması, makale üretemiyor olma ve öğrenci üzerinden kendi projesini yapma çabası yatıyor. Haliyle öğrencinin çalışması ile hayalinde ki benzeşmeyince basıyor yaygarayı. Oysa; makale yazsalar, yarışmalarına katılsalar ruhen de huzura ererler. Kendini gerçekleştirme ve mesleki tatmin öğrenci projesi üzerinden yapılmamalı.Bahsi geçen kötü huya sahip olmayan hocalarımızda var onlar eli öpülesidir. Selamlar