Başarılı Brezilyalı mimar ve tasarımcı Guto Requena ile keyifli bir sohbet yaptık.
Geçtiğimiz hafta, IF Tasarım Ödülleri kapsamında Münih’teydik. Birçok başarılı tasarımcıyı buluşturan organisazyon aynı zamanda dünyanın dört bir yanından gelen gazetecileri, editörleri de ağırladı. Dört gün boyunca keyifle süren basın gezisinde, başarılı Brezilyalı mimar ve tasarımcı Guto Requena ile böylece tanışmış oldum.
Usta mimar Oscar Niemeyer’in izlerini taşıyan bir ülkede mimar olması, üstelik mimarlık dışında pekçok farklı alana girip kendisine yaratıcı yollar araması başlı başına ilgi çekiciydi. Hem Oscar Niemeyer’in güçlü mimarlık pratiğinin görülebildiği Brezilya’da güncel mimarlık pratiğini hem de tasarımda yaratıcı süreçlerin ve araçların nasıl entegre edilebileceğini öğrenebilme fırsatı yakalayabileceğimiz önemli bir isimdi. Oldukça mütevazı ve samimi biri olan Guto, söyleşi teklifimizi sıcak karşıladı ve başladık sohbete.
34 yaşında genç bir mimar olan Guto Requena, açık fikirli, araştırmacı, üretken, politik bir mimar ve tasarımcı. Genç yaşta kurduğu stüdyosunda mimarlık, iç mekan tasarımı, ürün tasarımı gibi farklı pratikleri biraraya getiriyor. Ancak Guto’ya göre hangi ölçekle ilgilendiğinin bir önemi yok, önemli olan insana ait üretim yapmak. Özellikle tasarım sürecinde dijital teknolojilerin nasıl kullanılabileceği üzerine çalışan Guto, bugüne kadar birçok ilginç projeye imza attı. İşte Guto Requena ile keyifli sohbetimiz.
Guto Requena: 34 yaşndayım. Sao Paulo’nun eyaletinin Sorocaba kentinden geliyorum. Mimarım. Masterımı ise mimarlık ve kentleşme üzerine tamamladım. 2007’de Estudio Guto Requena‘yı kurdum.
1999’da üniversiteden mezun olduktan sonra sosyal medyayla yakından ilgilenmeye başladım. Dijital teknolojilerin yaşadığımız yeri ve tasarladığımız mekanı nasıl değiştirebileceği üzerine kafa yormaya başladım. Mezun olduktan sonraki ilk yılımda NOMAT isimli bir araştırma ekibine dahil oldum. Araştırmamda dijital teknolojilerin yaşadığımız yeri nasıl şekillendirebileceği, tasarım ve mimalığın yaratıcı süreçlerini nasıl değiştirebileceği üzerine odaklandım. Ama özellikle kenti, doğayı, mekanları değiştirebilme gücünü irdeledim. 2008’de de 10 yıllık bir araştırma sürecinden sonra masterımı tamamladım. Daha sonra profesör olabileceğimi düşündüm çünkü eğitimi, okul çevresini seviyordum. Fakat 2008’de proje yapmaya başladım, stüdyomu kurdum ve projeler geliştirmeye başladım.
Evet ama burası Brezilya. Bu yüzden çok şanslıyım. Genç olsanız bile bunun için savaşabilirsiniz ve zengin veya fakir bir aileden gelip gelmediğiniz farketmez. Ben de zengin bir aileden gelmiyorum ama mimarlık ve tasarımla çok haşırneşirdim ve çok sıkı çalıştım.
Stüdyomu kurduktan sonra çoğunlukla kent planlama, mimarlık, ürün tasarımı gibi farklı ölçeklerde çalıştık. Hepsinin benim için ortak noktası hatıralardan ilham almamdı. Bir ürünü hatıraları kullanarak nasıl şekillendirebileceğim odak noktamdı. Ve bunu dijital, siber, sanal ortamlarla birlikte nasıl geliştirebilirim sorusunun cevabını aradım.
Brezilya’nın çok modernist bir geçmişi var. Çünkü Niemeyer etkisi çok kuvvetli. Brezilya’da her şey modernizimle alakalı. 60’lar bizim için çok önemliydi çünkü ülke büyüyordu. Çok fazla para gelmişti ve modernist mimari tüm bu parayla yükselişe geçti. Şimdilerde ise hala modernizmle fazlasıyla ilgileniyoruz. Modernist bir geçmişimiz var fakat özellikle Niemeyer’in ölümünden sonra yeni bir hareket başkladı. Bence modernist mimarlığı yeniden üretmeye başladık. Evet, çok fazla beton, cam kullanıyoruz, binalar fazlasıyla düzgün ve rasyonel tasarlanıyor. Fakat bence biraz daha yeni bir modernist mimari anlayışımız var. Bu soruyu 2 veya 3 yıl önce sormuş olsaydın çok kızardım çünkü kentlerde çok fazla modernist yapı üretiliyor. 2014’e geldik neden hala bu modernist binaları yapmaya devam ediyoruz? Fakat 2-3 yıldan beri çok ilginç işler ortaya çıkmaya başladı.
Brezilyalı bir mimar olmak fazlasıyla zorlu. Çünkü genç bir ülkeyiz ve mimarlık, tasarım alanında gelişmiş bir eğitim sistemimiz yok. Fakat diğer taraftan bu durum aynı zamanda çok ilginç ve yaratıcı süreçlerin oluşmasını sağlıyor. Çünkü hatalar yapabiliriz, bu bir deneyim sürecidir ve denemeye devam edersin. Bir taraftan çirkin şeyler yaparken bir taraftan da yeni şeyler üretebilirsin. Özellikle de şimdilerde mimarlıkta ve tasarımda yeni deneyimler sözkonusu. Yeni üniversiteler, okullar var, birçok insan mimarlık ve tasarımdan bahsetmeye başladı. Tasarım ve mimarlık Brezilya’da yükselen bir trend olmaya başladı.
Bence hangi ölçekte çalıştığının bir önemi yok. Kentten, toplumsal problemlerden ve çözümlerden bahsedebilirsin. Kent planı, mimarlık, iç mekan tasarımı veya ürün tasarımı yapabilirsin ancak hala insandan konuşmaya devam ediyoruz. Mesela mastera başladığımda mimarlıktan bıkmıştım ve mimarlık departmanını bırakarak sanat departmanına gittim. Cyborg denilen ilginç bir çalışma alanıyla tanıştım. Üniversitedeki bu çalışma alanı temelde insan varlığının dijital teknolojilerle nasıl yeniden şekillenebileceğine odaklanıyor. Cyborg dediğmiz zaman tüm Hollywood filmleri, robotlar vs. akla geliyor. Evet, biraz doğru ama üniversitede “Biz cyborglerin ilk jenerasyonuyuz” dediklerinde aslında 2 konudan bahsediyorlar. Birincisi, insan varlığının giderek daha da teknolojik olması. Mesela çok fazla protez kullanıyoruz. Kalp protezleri, göz protezleri veya denizin derinliklerine yolculuk yapmamızı sağlayan denizaltılar, insan vücudunu incelememizi sağlayan mikroskoplar, gökyüzünü incelememizi sağlayan teleskoplar… Yani çevremizde birsürü protez var.
Diğer konu ise dijital teknolojinin günden güne daha da organik olması. Artık teknoloji hepimizin hayatında. Bu iki temel konu etrafında öne sürülen tez de bizim cyborgların ilk jenerasyonu olduğumuz. Bu konuyu ilk duyduğumda çok heyecanlanmıştım. Bu konuyu mimarlıkla bağdaştırabileceğimi düşündüm. Sonra mimarlık, ürün tasarımı, kent tasarımı yapma biçimimi tamamen değiştirdim. Çünkü insana odaklandım. Çalıştığın ölçeğin ne olduğu hiç farketmez, düşündüğün şey insan olmalı. Tasarımın en iyi tanımı ise problemi çözme olanağı yaratması.
Eğer ürünlerinin veya mimarlığının arkasında güzel bir hikaye varsa, bir hatıraya dayanıyorsa ortaya çıkardığın ürünün veya mimarinin sürdürülebilirliği uzun olacaktır. Çünkü güzel bir şey tasarlamak artık kar etmiyor, nasılsa 2 sene sonra modası geçecek. İnsanlar fazlasıyla tüketici, fazla ve güzel şeyler satın almaktan hoşlanıyorlar. Fakat eğer bir hikaye anlatan, anılara odaklanan bir şey üretiyorsan bu parçanın ömrü çok daha fazla. Şimdilerde de ürünlerin bizim kim olduğumuzu nasıl anlatabileceği, anıları nasıl ortaya çıkabileceği üzerine araştırmalar yapıyorum.
2-3 yıl önce Once Upon A Time isimli ilk projemi yapmıştım. Bu çok kişisel bir projeydi, anneannemin küçükken bana anlattığı masalları ona tekrar anlattırdım, ses kaydı aldım. Çocukken benim için çok özel olan bu anı yaşatmak istedim ve anneanneme hikayeleri anlattırdım. En sevdiğim 4 hikayeyi seçtim, Hopper ve Rhino’yu kullanarak bir yazılım geliştirdik. Anneannemin sesindeki dramayı 3 boyutlu bir cisme dönüştürmek istedik. Cam üfleme tekniğiyle ürünleri geliştirdik. Dijital teknolojileri kullanarak anılar ve etkileri üzerine konuşmak bence çok güzel bir deneyimdi.
Once upon a time
Daha sonra Noise Chair isimli projemizi geliştirdik. Bu benim ilk uluslararası projemdi ve çok farklı yerlerde sergilendi, birçok dergide yayınlandı. Bu proje, Brezilya’nın modernist geçmişini sorguladığım bir proje oldu. 1980’lerin en önemli modernist mimarlarından Lina Bo Bardi, Marcelo Ferraz, Marcelo Suzuki tarafından tasarlanan Girafa Chair’i 3D scanner ile taradık. Sao Paulo’nun sokaklarından çeşitli sesleri kaydettim ve 3D model ile ses kaydını birleştirdim. Ortaya yeni bir sandalye çıktı. Bunu 3D yazıcı ile ürettik. Sandalyenin fazlasıyla Brezilyalı olduğunu düşünüyorum. Brezilya’yı düşünürsek belki rengarenk, canlı, mutlu bir ülke aklınıza gelebilir ama diğer taraftan Brezilya fazlasıyla küresel ve toplum dijital teknolojiye çok düşkün. Yani Noise Chair aslında benim dönemimi yansıtıyor.
Noise Chair
Son 6 aydır da Love isimli farklı bir proje üzerinde çalışıyorum. Eylül’de Londra’da bir sergide sunmayı planlıyoruz. Kalp atışı, beyin dalgaları, ses tanımlama gibi farklı sensörleri biraraya getirerek ziyaretçilerle etkileşimli olarak bir proje deneyimleyeceğim. Tüm bu sensörleri boş bir mekana yerleştireceğim ve ziyatretçilere en büyük aşk hikayesini anlatacağım. Yerleştirdiğim bu sensörler duyguları toplayacak ve bunu fonksiyonel bir objeye dönüştürecek.
Bence evet. İki açıdan. Birincisi, en iyi tasarımın problemleri çözen tasarım olması. Güzel parçaların peşinde değilim. Güzelliği severim ancak dünyada pekçok sorun var ve politik sanat, politik tasarım çevreyi değiştirebilir. Aynı zamanda, başka güzel bir sandalyeye ihtiyacım yok açıkçası çünkü zaten etrafta birçok güzel sandalye var. Neden bütün enerjimizi sadece güzel ürünler oluşturmaya adayalım. Bu yüzden süreç odaklı çalışıyorum ve tasarımın problemleri çözme işlevini önemli buluyorum.
Diğer taraftan tasarımın son zamanlarda trend olması, birçok işverenin tasarım ürünler ortaya çıkarmak istemesi ekonomiyle ilintili. Çünkü tasarım ürünler para kazanmanın bir aracı. Mesela Brezilya’da 10 yıl önce tasarım hiçbir anlam ifade etmiyordu. 5 yıl kadar önce ise birçok şey değişti. Örneğin sadece Sao Paulo’da 5 tasarım okulu açıldı. Birçok insan tasarım endüstrisine adım attı ve şirketler tasarımcılarla çalışmaya başladı. Sonunda kopyalamayı bıraktık ve Brezilyalı bir şeyler üretmeye başladık. Tasarımın değişimi getireceğine tamamen inanıyorum.
Tasarım son zamanlarda çok trend. Üniversitede ders verdiğimde şunu gördüm, öğrenciler popüler bir tasarımcı olmak için yarışıyordu. Çünkü popüler bir tasarımcı olursan iyi para kazanırsın ve herkesçe tanınırsın algısı hakim. Aslında bu doğru değil. Bence büyük firmalar da bahsettiklerinin ikisini de istiyor. Büyük firmaların tasarımlarını çok beğenirim, mesela 2 yıl önce Vitra’nın fabrikasını ziyaret etmiştim ve çok etkilenmiştim. Çünkü ürün kalitesine çok önem verdiklerini gördüm. Aslında moda ürün değil uzun süre kullanılabilecek kalitede ürünler tasarlamak istiyorlar. Bu aslında şirketlerin tasarımı ne kadar ciddiye aldığını gösteren bir durum. Sadece moda olmak veya daha fazla para kazanmak için mi tasarımla ilgileniyorlar tam olarak bilemiyorum ama gerçekten şirketlerin çoğu sadece para kazanmaya odaklanıyor.
Kesinlikle! Bence tasarımcılar kesinlikle geldikleri ülkenin arka planına sahip çıkmalı. İyi bir tasarım kesinlikle senin kim olduğunu göstermeli. Şimdilerde öğrenmemiz gereken en önemli şey, özellikle de Sao Paulo ve Brezilya’da, farklılıklarla nasıl yaşayabileceğimiz. Kültürün, ırkın, cinsel kimliğin ne olduğu farketmez. Tasarımın da kesinlikle bundan etkilenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Brezilya çok katmanlı ve çok kültürlü bir ülke. Mesela Brezilya tasarımına bakarsanız mükemmel tasarımlar göremezsiniz. Mükemmel tasarım yapmak istemiyoruz çünkü insanın kendisi zaten mükemmel bir varlık değil. Mükemmel olmayan bir tasarımın çok daha iyi olduğunu düşünüyorum. Çünkü tüm kusurlar sizin aslında kim olduğunuzu gösterir. Mesela kusursuz İtalyan tasarımlarından nefret ederim. Bir hikaye anlatan, hatıralardan yola çıkan, kim olduğunu anlatan tasarımları tercih ederim. Evet, mükemmel bir tasarım olmayabilir ama kim olduğunu çok daha iyi yansıtır. Bence en iyi tasarım budur.
İki ortağımla TODOS adında yeni bir şirket kurduk. Burada daha çok mimarlık ve tasarım yapmak istiyorum. Guto Requena Studio ise sadece dijital teknolojiler ile hatıraların harmanlanmasıyla ortaya çıkan tasarımlara odaklanacak. Bunun dışında yazmak, TV şovları yapmak, tasarım yapmak istiyorum. Hayat ettiğim gelecek bu. Diğer taraftan çocuklara yönelik eğitim süreciyle ilgiliyim. Eğer yakın gelecek üzerine konuşursak beni mutlu edecek şeyin gençlere yönelmek, dijital teknolojiler ile şekillenecek tasarım süreçleri olacağını söyleyebilirim.