Kadir Has Üniversitesi'nden Levent Soysal ile İstanbul Araştırmaları Merkezi'nin çalışmaları, kent ve Taksim üzerine konuştuk.
İstanbul Araştırmaları Merkezi’nin Yöneticisi Doç.Dr. Levent Soysal ile kent çalışmaları üzerine yaptığımız sohbetimiz, editörlüğünü yaptığı “İstanbul Nereye? Küresel Kent, Kültür, Avrupa” kitabıyla devam etti. Kitaptaki tespitine paralel olarak İstanbul’un “dünya kenti” stilizasyonuna vurgu yapan Soysal, “Bugün tüm kentler, nasıl dünya kenti oluruz derdinde. Fakat bu bir noktaya gelindiğinde olacak bir şey değil,” diyerek kitapta da ayrı açılardan ele alınan kentsel kimlik kavramının standartlara oturtturulamayacağını belirtiyor.
İstanbul’da yaşanan gelişmeleri adeta bir kent çözümlemesi gibi izleyeceğiniz söyleşimizde Soysal “Bazı yapıların ışıklandırılması, 2010 Avrupa Kültür Başkenti afişinde Haydarpaşa’nın yer değiştirmesi vb. gibi bugün İstanbul’da mekansal olarak göremediğimiz bir tarih görünür hale getiriliyor,” diyor ve konuyu buradan Taksim’e bağlıyor. “Yapılan projelerin hiçbirinde bilgi yok, o güzelim şeffaflık söylemleri inandırıcılığını yitiriyor,” diye de ekliyor. Topçu Kışlası’na benzer bir proje olarak Berlin’deki Stadtschloss Potzdam’ın yeniden yapılması tartışmalarının 10 yıl sürdüğünü, işlerin burada ise “Yaptık, oldu, bitti!” şeklinde yürümesini eleştiriyor.
Taksim Yayalaştırma Projesi (Levent Soysal) from Arkitera on Vimeo.
2 yorum
Yüksel’in son paragrafı ne güzel bir öneridir. Buna benzer öneriler duyduk, dillendirildi ama hep bir “zaten biz yapmıştık, ona bakılsın” söylemi de yok değil.
Bir soru oluşuyor: kamunun kendisi denilen özne kimdir, nasıl ortaya çıkar, kararlarını nasıl alır? Yarışma açılırsa ücretsiz de yapılabilir, bunun bir sakıncası yok, jüri, destekleyenler ve ilgilenen kimse ücret almaz; hatta bu yönüyle örnek bir ilk de oluşur. Ve hatta bunun sürüklenmesi için elimden geleni yapacağımı da bildirmek isterim. Fakat benim deyişimle birif’in nasıl hazırlanacağı; yarışmacıların söylemi ile yarışma ihtiyaç programının ne olacağı; daha üst ölçekten bakıldığında katılımcılığın nasıl sağlanacağı sorusunun çözülmesi lazım. Özne gerçek bir özneye dönüşemediği sürece yarışma da uygulamaya yönelik olamayabilir.
Bu yazı eski ama facebookta yeniden gündeme gelince yorum yazmadan edemedim.
Bir ölünün diriltilemeyeceği ve kamusal fayda gözetilmesi yorumlarına çok katılıyorum.
Fakat bence yarışma devri geçmiştir diye de düşünüyorum. Özellikle Gezi Parkı gibi ortak bir alan için yarışma zayıf kalır. Taksim Platformunun da baştan beri savunduğu ve işgal eyleminin de gündeme getirmeye çalıştığı gibi “katılımcı bir tasarım süreci” gerektirmektedir.
Çünkü Gezi Parkı bir müşterektir, kentlinindir. Yarışmalarda çıkan ürünler ise tasarım yapıldıktan sonra ve bir grup jürinin seçiminden sonra, ve hatta inşa edildikten sonra halka sunulmaktadır. Dolayısıyla tek bir tasarımcı/tasarımcı grubun üreteceği herhangi bir tasarım, parkı “bizim” yapmak için yetersiz gelmektedir. Müzakere içeren bir süreç yürütülmesi gerekmektedir. Bunun yollarını hep birlikte araştırmamız gerekir.