“İnsanın Mesleğini İnandığı Amaçlar Doğrultusunda Yapma Arayışının Çoğaldığı Bir Dönemdeyiz”

Karaköy'deki Ömer Abed Han'ın 4.katında Mekanda Adalet Derneği (MAD) ile buluştuk. Ne piyasanın ne de akademinin normlarıyla sınırlanmış, mekana dair bir pratiğin ihtimalinden konuştuk.

MAD, yaklaşık bir senedir söyleşi yapmak istediğimiz, fakat hangi projelerinden başlayıp hangisinden çıkacağımızı kestiremediğimiz için ertelediğimiz bir oluşumdu. İlk dergileri Mekanda Adalet ve Sakatlık‘ı yayımladıklarında istediğimiz bahane elimize geçmiş oldu. MAD yani Mekanda Adalet Derneği, Beyondİstanbul insiyatifinin çatısı altında, Ömer Amed Han’ın 4. katında filizlenen, mekan ve adalet ekseninde heyecanlı ve farklı mecralarda projeler üreten ve bol bol sahaya çıkmayı seven bir dernek. Katkı koyan pek çok ismin olduğu MAD’in ajans ekibi Selin Yazıcı, Bahar Bayhan, Yaşar Adnan Adanalı ve Deniz Öztürk ile yaptığımız söyleşi için buyrunuz:

Burcu Bilgiç: Mekanda Adalet Derneği farklı disiplinlerden gelenlerin katkı koyduğu bir alan. Sizlerin formasyonlarından ve MAD’la yollarınızın nasıl kesiştiğinden başlayabiliriz sanırım.

Selin Yazıcı: Mimarlık bölümü mezunuyum ve şu anda kentsel tasarımda yüksek lisans öğrencisiyim. MAD ekibiyle 2015 yılında Düzce Umut Atölyesi sayesinde tanıştım. Düzce Umut Atölyesi’ne 2015’teki açık çağrıyla dahil olmuştum, sonra hep beraber şu anki dernek mekanımız olan bu mekanı kullanmaya başladık, derken olaylar gelişti.

Bahar Bayhan: Şehir plancısıyım, şu an sosyolojide yüksek lisans yapıyorum. Burayı kuran insanlarla farklı platformlardan doğan bir tanışıklığım vardı ve zaman içinde dahil oldum diyeyim.

Yaşar Adnan Adanalı: Ben ilk olarak sosyal bilimler okudum, onun üzerine planlama yüksek lisansı yaptım ve bitmeyen doktoram da mimarlık fakültesinde “uluslararası şehircilik” diye geçiyor. Bir yandan akademisyenliğim devam ediyor; son 7-8 yıldır çalışma alanım daha çok katılımcı planlama ve tasarım üzerine. Formasyon olarak disiplinler-ötesi diyelim. Şu an burada olmayan arkadaşlara baktığımızda; başka mimar arkadaşlar da var; mesela Sinem mimar ve yüksek lisansını da mimarlık üzerine yapıyor, sosyoloji mezunu şu an akademisyenlik yapan arkadaşlarımız var, coğrafyacı arkadaşlarımız var, bilgisayar programcısı, film yapımcısı, gazeteci, avukatlar, sanatçı, yani toplam 21 kişilik bir ekip. Dolayısıyla aslında bir şekilde mekân disiplinleri diyebileceğimiz o çok zengin yelpazenin her yerine dokunan arkadaşımız var. Fiziki mekanımız, Beyond Ofis, bu arkadaşlarımızı Beyond Istanbul inisiyatifi de dahil farklı çalışmalar çerçevesinde zaman zaman bir araya getiriyordu. Mekan ve bu çalışmalar kendine bir kurumsal kimlik yarattı.

Deniz Öztürk: Ben de şehir plancısıyım, şimdi kentsel planlamada yüksek lisans yapıyorum. Öğrenciyken mahalle çalışmalarıyla ilgili olarak Bir Umut Derneği’ne gidip gelirdim, toplantılarını takip ederdim, ama çok büyük oranda anlamazdım. Böyle bir anlama çabası ile yavaş yavaş saha çalışmalarına katılmaya başladım. Sonra Düzce Umut Evleri süreci başladı ve benim için de mesleki olarak daha tanımlı bir zemin oluştu. Selin’in de dediği gibi zaten bu mekânı kullanıyorduk ve bir süre sonra derneği kurduk. Yani biraz kendiliğinden bir süreç, olaylar buraya doğru geldi.

Kendiliğinden gelişen bu sürecin içinde Mekanda Adalet Derneği’nin çalışma alanı nasıl bir çerçeve kazandı?

Yaşar: Aslında “mekanda adalet” dediğimizde isim biraz çerçeveliyor, mekan çalışmalarını ve toplumsal adalet talebini örtüştürecek bir arayış MAD. Bu adalet tarifini de çok dar anlamda yapmıyoruz, hep soruları çoğaltarak yapıyoruz. Bu mekan dediğimiz şey nedir? Onu da açmak lazım; neden kentte adalet değil, kent hakkı değil, kent merkezli bir mekan çalışmaları değil de mekanda adalet. İstanbul’da yer alan bir mekan çalışmaları merkezinin ilk etapta şehir üzerine bilgi üreten bir yer olması beklenir; ama bizim kendi içimizde yer alan arkadaşların bir kısmı daha kırsalla bağı olan, kırdaki çevre adaleti mücadelelerini yakından takip eden insanlar. Aslında teorik olarak kent ve kır arasındaki çok sert ayrımların olmaması gerektiğine dair bir farkındalık var; kır ve kentteki birikim ve bölüşüm süreçlerinin birbirleriyle örtüştüğü, birbirlerini beslediği bir durum var. Mekana biraz daha bütüncül yaklaşacak bir perspektife ihtiyaç var; dolayısıyla “mekanda adalet” öyle bir çerçeve sunuyordu. Sadece kent çalışmaları yapmak için kent çalışmaları merkezi kurmak değil; toplumsal dönüşüm talebi, vizyonu, perspektifi olan bir yer kurmak… Çünkü hepimizin bir şekilde temas ettiğimiz yerlerde daha adil, daha iyi, daha ekolojik, daha demokratik mekanlarda yaşamak istememiz gibi, bizi bir araya getiren bir motivasyonumuz var. Çok farklı disiplinlerin teması da bu arayışı sürekli kılma imkanı sunuyor. Mekanı nasıl düşünmek lazım, ne çeşitte bilgi üretmek lazım, üretilen bilgiler mevcut -sahada devam eden- adalet talepleri ile etkileşim içinde nasıl bir rezonansa girebilir… Bütün bu sorularda bizim üretimimizi etkiliyor haliyle diyeyim.

Mekana dair soruları çoğaltmak belki kapsamı genişletmeyi sağlayan bir yöntem.

Yaşar: İstanbul çalışmaları, bir çeper ötesinde kent çalışmaları, onun bir çeper ötesinde mekan çalışmaları… Bu anlatıları çoğaltmak gerekiyor, yeni yaklaşımlar aramak geliştirmek gerekiyor; yoksa çok kendini tekrar eden anlatılar var, çok kendini tekrar eden yöntemler var; dolayısıyla o tekrarlar toplumsal dönüşüm için, adalet için imkanları daraltıyor. Perspektifleri değiştirmek gerekiyor, belki aynı adaletsizlik meselelerine başka yerlerden bakarak yeni pencereler açmak gerekiyor, süregiden çalışmalara yeni bir enerji getirebilmek için daha yenilikçi yöntemler önermek gerekiyor, bu da bir araştırma ve arayış ihtiyacı doğuruyor. Bu araştırma ve arayış içinde burası gibi yeni mekanları, yeni temasları, yani o yeni soruları ortaya koyabilecek olan bir altyapıyı -yeni kurumsallaşma veya alternatif kurumsallaşma arayışları diyebiliriz buna veya soruları soracak öznenin kendi için bir mekan üretmesi diyebiliriz- kullanmak gerekiyor. Burası soru soracak bu öznenin somut ihtiyaçlarını ürettiği bir mekan.

Neden dernekleşme ihtiyacı duydu bu yapı?

Yaşar: Bir fikrin zamanının gelmesiyle alakalı bu; yani dernek de sonuçta bir araç, asıl mesele üretim, o motivasyonun ortada olması gerekiyor. Bunun için farklı araçlar olabilir, bir dernek olmayabilir bir kolektif olabilir, şirket olabilir, üniversite olabilir, sınıf olabilir, kooperatif olabilir, farklı farklı şeyler olabilir. Onun dernek olması burada bence o kadar önemli değil; önemli olan o amacın pişmesi, bu amaca inanan bu amacı paylaşan insanların bir araya gelebilmesi, o imkanların ortaya çıkması. Bunun da aslında farklı farklı fay hatları var. İnsanlar kendi arka planlarını kısaca anlatırken de diyorlar; bir şekilde çok umut veren bir pratik var, mesela Düzce Umut Evleri… Burada insanlar bakıyor ve “mesleğimin bambaşka anlamları olabilir”; yani mimar olarak plancı olarak sosyal bilimci olarak “acayip temaslar halinde bir şeyler üretebilirim” diyor. Niye tırnak içindeki normal hayatta bunu daha sürekli hale getirme imkanı doğmuyor? Öbür tarafta kentsel dönüşüm mücadelesindeki insanlardan bir şey öğreniliyor; onların azmi, sürekli bir şeyler üretiyor olmaları, sürekli kendi hakları için bir mücadele içinde olmaları… Onlar bu kadar tırnaklarıyla bir şeyler kazırken ben niye kendi mesleki birikimimi, o enerjiyle bir şekilde teması daha kuvvetli hale getirmiyorum? İşte akademi dünyasında var olup, “bu sınıfın dışındaki dünyayla akademi bilgim arasındaki temasları nasıl daha fazla kuvvetlendiririm?” diye soranlar var. Bir tarafta da kentte büyüyen hareketler var -vardı diyelim-, biz de onu gördük. Böyle akan bir süreç olarak düşündüğünüzde, bunlar kaçınılmaz olarak yuvalar arıyorlar kendilerine. Bu enerjiler, o parçaların böyle yavaş yavaş bir araya gelmesi yeni imkanlar doğuruyor. İşte bunun için somut bir mekan, o enerjinin birikebileceği bir yer önemli. Sakat aktivist arkadaşlar, düzenlediğimiz Mekanda Adalet ve Sakatlık etkinliğinde “mekanda var olmak önemli, sadece düşünsel olarak ya da sanal dünyada değil, benliğim ve mücadelemle mekanda var olmalıyım” diyordu. Bir yandan mekan bağımlılığından uzaklaştığımız, diz üstü bilgisayarı kucağına alıp herhangi bir yerde herhangi bir iş yapabildiğimiz bir yerde, mekanın hala önemli olabilmesi enteresan bir mevzu. Bir yandan da bakıyorsun o mekandan çok uzakta, kıtalar ötesinde olan arkadaşlarımız var; ama geliyor buraya ve burada olduğu zaman bayağı mekanı sahipleniyor, bir şekilde buraya bir şey katmaya, üretmeye çalışıyor; bu bir fikir olabiliyor ya da bir eyleme hali olabiliyor, aklının küçük de olsa bir ucu burada oluyor.

Deniz: MAD en başta saydığınız bütün bu küçük küçük şeylerin bir araya gelmesiyle oluştu. Hiç isimsiz olabilirdi, inisiyatif olabilirdi, platform olabilirdi; yani herhangi bir resmiyete dökülmemiş bir birliktelik de olabilirdi; ama biraz da devletin tanımış olduğu edinilmiş haklarımızla düşünmek lazımdı. Mekan araştırması yapmak isteyen bir topluluk için devlet tarafından tanınmak önemli bir şey; çünkü bir taraftan da maddi boyutu var işin, fon başvuruları var… Değirmenin suyu nereden geliyor gibi sorular da işin içine giriyor ve o zaman bu araçları kullanmak gerekiyor. Hem bunlar için hem katılımı arttırmak için hem de tanımlı bir çatıya ihtiyaç duyduğumuz için “dernek” uygun bir araçtı.

Dernek kurulmadan önce yaptıklarınızla şimdi yürüttüğünüz çalışmalar benzer diyebilir miyiz?

Selin: Evet benzer şeyleri yapıyorduk ama bunu sürdürebilmek ve daha fazlası için imkanlar yaratmak için dernekleşmeye ihtiyaç duyduk. Bir tüzel kişilik konuşuluyordu, o da dernek oldu.

Yaşar: Bu tabi hareket alanını bazı alanlarda daraltan bir şey; ama öbür taraftan da yeni imkanlar açan bir şey. Bu Deniz’in bahsettiği imkanlar, daha önce yapamadığın işleri yapma imkanı demek; daha önce denemediğin şeyleri denemek ve daha akışkan olan deneyimleri biriktirebilme şansı demek. Beyond Istanbul’un var olması, başka inisiyatiflerin var olması, başka araştırma kolektifleri içinde arkadaşların yer alması, bunların bir araya gelip “hadi bir de bunu deneyelim, çünkü hakkı bu” demesi…

Selin: Şu an 21 üye var; ama 18 üyeyle kuruldu burası. Bu kadar çok üye ile dernek kurmak, normalde dernekler müdürlüğüne gittiğimizde duyduğumuz, çok karşılaşılan bir şey değilmiş.

Yaşar: Keşke başka bir şey olabilse, mesela doğrudan insanlar bağımsız enstitü kurabilse; ama enstitü dediğin şeyin Milli Eğitim Bakanlığı’ndan geçmesi gerekiyor. Şirketleşme ise başka bir şey; daha az kamusal, daha kapalı bir şey. Buraya mimarlar girip çıkıyor, öğrenciler girip çıkıyor, stajyerler geliyor, okul grupları geliyor; dolayısıyla burası bir kültür mekanı, bir öğrenme mekanı ama bir toplumsal derdi de var. İlgilendiğimiz alana ve çalışma şekillerine dokunanlar var; ama böyle doğrudan kesişimde var olan çok fazla yer yok. Sadece İstanbul’da değil başka yerlerde de insanın kendi mesleğini inandığı amaçlar ve değerler doğrultusunda yapma arayışının çoğaldığı bir dönemdeyiz. Beyrut’ta bir öğrenci “Ben mimarlığımı toplum için yapmak istiyorum, benim mimarlık yapabileceğim yerler ise yükselen gökdelenler, ben okuldan çıktıktan sonra nasıl toplum için mimarlık yapacağım?” diyor. Belli disiplinler çerçevesinde kendini yetiştiren, gözünü para bürümeyen pek çok insanın sorduğu sorular bunlar.

“Nasıl toplum için çalışabilirim?” sorusuna ne piyasaya çıkmak ne de akademi içinde kalmak cevap verebiliyor gibi gözüküyor, sizce bu hareket alanı nasıl açılabilir?

Yaşar: Bir taraftan doğrudan tasarım ve uygulama yapmak; kullanıcının kendi yaşadığı mekanlara, kentlere, konutlara daha çok müdahil olabilmesinin imkanlarını yaratmak gerekiyor. Bunu hem bilgi odaklı ve hem de talep olarak yaratmak gerekiyor; Düzce Umut Evleri bu memleketin bu anlamda tek örneği. Milyonlarca ünite konut yapılan bir ülkede, katılımcı süreçlerle üretilen bir tanecik konut projesi var. Dolayısıyla alan ancak o kadar geniş… Bunu yaratmak lazım; fakat sadece eğitimle bilgi üreterek değil. Bunun gibi taleplere açık olmak istiyoruz, geçen sene Adana’daki Genç Engelliler Spor Kulübü ile bir çalışma başlattık, “kendi rehabilitasyon merkezlerini kendileri tasarladıkları bir süreci birlikte örebilir miyiz”i denedik. Orada bazı sıkıntılarla karşılaştık, dersler çıkardık; ama o sayede “mekanda adalet ve sakatlık” araştırması ortaya çıktı, yeni pencereler açtı, yeni temaslar kurmamızı sağladı. Eminim hepimiz hem kendi mesleğimiz hem yaptığımız işler adına bir şeyler öğrendik.

MAD’ın paralel devam eden birden çok projesi olduğunu -sosyal medya kampanyaları, dijital arşiv, basılı yayın ve belgesel gibi farklı mecralarda yürüyen projeler bunlar- biliyorum. Bugünlerde aktif olarak hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz?

Selin: 95cm projesi var üzerinde çalıştığımız. Bu proje kentin çocukların gözünden nasıl algılandığını göstermeye yönelik bir belgesel film projesi. 4 çocuk üzerinden kenti anlama ve onların perspektifinden kente bakmak üzerine bir hikaye yazıldı. Bunlardan biri Bağdat Caddesi’nde oturan, kentsel dönüşüm içine, aslında inşaatların içine doğan bir çocuk, diğeri Başakşehir’de gecekondu mahallesinde yaşayan bir çocuk, üçüncü çocuk Tuzla’da bir kapalı sitede yaşıyor, dördüncü de bir mülteci çocuk. Proje, İstanbul’u birbirinden farklı çocukluk deneyimleri yaşayan bu çocukların gözünden anlatmak üzerineydi.

Yaşar: Belgeselin ismi, 95cm: Mega Kentin Mini Yurttaşları. Burada başka yerden bakma, başka bir perspektif geliştirme çalışması var. Kente başka bir algıda bakma ve orada da 3 yaşında sağlıklı bir çocuğun ortalama boyu olan 95 santimden bakışını kullanma var. Küçük yaştaki çocuklarla çalışan Bernard Van Leer Vakfı’nın uluslararası fikir yarışmasına katıldık, yarışmayı kazanan ekiplerden biri olduk ve onun üzerine devam ediyor bir yandan.
İstanbul’un büyük meselelerine, makro dönüşümlerine, büyük söylemlerine başka bir yerden bakmaya başladık. Bu bizi zorlayan bir şey, belgeselin perspektifi 95 santim, çocuklara verdiğimiz GoPro kameralarla da çekim yapılıyor bir taraftan. Anneler, babalar, çocuklar kenti o perspektiften çeksinler, paylaşsınlar, biz de bunları paylaşalım; belgesele girsin girmesin, ama bunu tartışabilelim, yer verelim, o sorunlara ya da imkanlara başka bir yerden bakmaya başlayalım. Çünkü hegemonik perspektif belli ki çözüm üretemiyor. Yani yetişkin, sağlıklı, gürbüz erkek bakışı. Kente baktığımız, kenti tasarladığımız kenti dönüştürdüğümüz norm bu.

Selin: Ana norm olarak yetişkin erkeği alıp, kenti buna göre tasarlayıp dönüştürdüğümüzde kadınları da, çocukları da, sakatları da göz ardı ediyoruz. Biz de aslında bu göz ardı ettiğimiz gruplardan biri olan çocuk üzerinden hikâyeyi anlatmayı seçtik projede.

Bahar: Belgesel ekibi proje için bir kitle fonlama kampanyası da başlattı (bkz). Desteklerinizi bekliyoruz.

Yaşar: Bir yandan kenti çocuklar gözünden görüp o şekilde tasarlamanın, kenti daha adil bir hale getirmek için sunduğu imkanlar ortada. Beyond Istanbul’un ikinci sayısını da “Mekanda Adalet ve Çocuk” üzerine yaptık… Bu yayınları özellikle konunun üzerine aktif çalışan grupları, araştırmacıları ve konunun öznesi aktivistleri, düşünürleri dahil ettiğimiz süreçler olarak değerlendiriyoruz. Yani sadece yazıları topladığımız, yayınladığımız ve köşeye çekildiğimiz değil; hem kendi çalışmalarımızı onlarla birlikte yeniden düşünüp geliştirdiğimiz hem de yeni çalışma grupları, yeni ağlar oluşturduğumuz süreçler olarak çıkartıyoruz dergiyi. Bir yandan bilgiyi derleme, yayma ve biriktirme gibi bir amacımız var. Umut Arşivi, dijital arşiv üzerinden umut pratiklerini bir araya getirme, görünür kılma projesi. 2017 yazında platform çalışır bir hale geldi ve açıldı, içerik geliştirme kısmındayız şu anda; içeriklerimiz yavaş yavaş gelişiyor. O da aslında bir katılımcı platform; asıl derdimiz biraz mekan üzerine çalışan farklı pratiklerin kendi arşivlerini video arşivlerini yükledikleri bir alan olması.


Umut Arşivi’nden ekran görüntüleri

Deniz: Bunların yanında kentsel dönüşüm projeleri ve hukuki güvencesizlik sebebiyle çeşitli hak ihlalleri yaşayan ve bunlara karşı mücadele eden mahallelerden öğrenmeye ve elimizden geldiğince onlara destek olmaya çalışıyoruz. Verilen hukuki mücadelelerin yanında, bu mahallelerde devam eden günlük yaşama ve insanların mahallelerini neden korumak istediklerine dair video arşiv çalışmasını üstlendik. Yazın İstanbul’da ve İzmir’de mahalle dernekleriyle iletişime geçerek hep beraber nasıl çalışacağımıza karar verdik. Önce gidip harita başında mahallenin çekirdeği neredeydi, nasıl değişti, neler etkiledi gibi başlıklarda mahalle tarihini anlamaya çalışıyor, sonra mahalleli için önemli noktaları dahil ettiğimiz bir rota boyunca birlikte yürüyerek sahada bütün aşamaları kayıt altına alıyoruz. Neden kıymetli olduğunu düşünüyoruz böyle bir şeyin? Aslında çok hızlı bir değişim var ve belki yitip gidenler, gözden kaçanlar oluyor. Mahalleli kendisi sürekli hukuki süreçler içinde cebelleştiğinden bu tip mahalle yaşantısına dair mevzular ikinci planda kalabiliyor. Bütün o hukuki süreçlerin, mücadelelerin çıktığı nokta olan mahalle yaşantısı ve yaşam pratiklerinin görünür olmasının ve belleğinin tutulmasının önemli olduğunu düşündüğümüzden bu çalışmayı üstlendik. Bütün yaz böyle geçti aslında, yoğun bir şekilde çekimler devam etti. Bu mahallelerden kentsel dönüşüme bağlanıyoruz, oradan mega kentlere ve ölçeği değişen kentlere, oradan da kent içindeki ölçeği okunmayan bedene, çocuk bedenine, 95cm bağlanıyoruz. Diğer yandan bu dönüşümün içinde yoğun olarak var olan inşaat faaliyetleri ve inşaat suçlarına bağlanıyoruz haliyle. Bunlar sadece kenti ve mekanı kullanmak sebebiyle hayatını kaybettiği, inşaat faaliyetlerinden kaynaklı olaylar, dolayısıyla inşaat suçu diye bir şey tariflemiş oluyoruz; çünkü zaten önlem alınması gereken, yasalarca belirlenmiş şeyler bunlar. Bu suçlara dikkat çekmek ve önüne geçmek için Twitter’da “İnşaat Suçları” isimli bir hesabımız var. Sosyal medya üzerinden başlattığımız “#inşaatdeyipgeçme” kampanyamız sürüyor. Usulsüz uygulamaların fotoğrafını çekip, belgeleyip, adresiyle birlikte konunun sorumlusuna bildirilmesine imkan tanıyan bir platform olarak çıktık. Sonra bu yeterli olmamaya, “çözüldü çözülmedi” takibi havada kalmaya başladı, onun üzerine biraz daha somut bir eylem olarak stickerlar yapmaya ve hatalı gördüğümüz şantiyelere yapıştırmaya başladık. Bütün bunlar bir yandan da veri üretiyor, biz de veri tabanını tutmaya başladık, istatistikler çıkardık, bunları paylaştık. Bu veri tabanı da belki başka, birbiriyle örtüşen araştırmalara doğru gidiyor aslında. Sonra oradan nereye geldik…

Bahar: Beyond Istanbul iki kollu bir yayın projesi; online ve basılı yayın olarak devam ediyoruz. Ürettiğimiz projeleri paylaştığımız, bunlardan doğan bilgileri aktardığımız, başka insanların değerli bulduğumuz çalışmalarını yayınladığımız ve yerelin sesini duyurmak için içerik hazırladığımız bir web sitemiz var. Basılı yayın tarafındaysa, bence önemli olan yayının nasıl ortaya çıktığı. Ben beyond.istanbul ile ilk kez basılı yayın sürecini deneyimledim. Bir konuk editörümüz vardı, o bizi başka insanlarla ilişkilendirdi ve buradan bir sürü tanışıklık doğdu. İlk yayın “Mekanda Adalet ve Sakatlık” başlığıyla çıktı; ama sakatlığa dair bugüne kadar düşünmediğimiz pek çok soru ortaya çıkmış oldu. Bire bir bu alanda çalışan öznelerin katılımı önemliydi. Dergi akademik bir yayın değil; sahada çalışan aktivistlerin deneyimlerini ve teorik çalışmaları bir araya getirmeyi hedefleyen bir yayın. Hazırlık sürecinde yazarlarla sürekli iletişim halindeydik, kendi içeriğimizi onların yorumuna açtık ve onların geri bildirimiyle yeni içerikler oluşturduk. Yani “biz yaptık, oldu” gibi bir çalışma süreci olmadı. Bu yüzden biraz uzun sürdü; ama çok hakkıyla çıkmış bir iş oldu diyebilirim. Kendi adıma konuşacak olursam, çok tatmin olduğum bir süreçti. Bundan sonraki çalışmalarımız da bu şekilde kapsayıcı ve katılıma açık bir düzlemde ilerliyor diyebilirim. Diğer yandan derginin hazırlık süreci bizi başka tanışıklıklara yöneltti ve oradan güzel iş birlikleri doğdu. Başta MAD bünyesinde olmayan, süreç içinde dergiye katkı sağlayan ve şimdi başka projelerde de birlikte çalıştığımız, artık MAD insanlarından olduklarını söyleyebileceğimiz arkadaşlarımız var. Mesela MSGSÜ Fotoğraf Bölümü mezunları Cevahir Akbaş ve Bekir Dindar’la farklı işler geliştirmeye devam ediyoruz.


Beyond İstanbul dergisinin ilk sayısı “mekanda adalet ve sakatlık” geçtiğimiz aylarda çıktı, ikinci sayı “mekanda adalet ve çocuk” ise yolda

Dergi düzenli aralıklarla mı yayımlanacak?

Yaşar: Yayın için 3 ayda bir süre ile yola çıktık, ilkini oturtmak biraz uzun sürdü. Basılı yayıncılık kolay bir mecra değil. O yazının ihtiyacı olan görsellerin üretilmesi, haritalamaların yapılması, terminolojide anlaşılmayacak mevzuları açmak için sözlük bölümünün hazırlanması…

Bahar: Özellikle MAD Sözlük farklı bir çalışma bence; yayının konusuna bağlı olarak o alanda kullanılan terimleri açıklayan, her sayıda tekrar etmeyi düşündüğümüz bir sözlük çalışması.

Görseller üzerinden bilgi üretmek, Mimarlık Fakültesi’nde kullanılan en temel bilgi üretme şekli. Ekibin çoğunluğu Mimarlık Fakültesi çıkışlı olduğu için bu tip bir içerik çıkması şaşırtıcı değil belki de.

Bahar: Ama kullandıklarımız klasik yöntemler değil. Aslında yaptığımız, okulda öğrendiğimiz şeyin de sorgulanması ve yeni bir açılım getirilmesi. Buna yeni bir araç üretilmesi gibi de bakabiliriz.

Deniz: Aldığımız eğitim nedeniyle görsel düşünmeye yatkınız; fakat hangi araçlarla görselleştireceğimize dair ezberlerimizin dışına çıkma çabasındayız. Bir bilgi üretiyoruz, bunu kime nasıl anlatacağımız konusunu yeniden düşünüp, yeniden tarifleyip, ona uygun bir araç bulmaya çabalıyoruz.

Bütün bu bilgi üretim ve yayma ağı üzerinden kimlere ulaşabilmeyi hedefliyorsunuz, veya hedeflemeseniz bile öngörüyorsunuz?

Yaşar: Bir taraftan aslında mekan disiplinlerinden gelenler var hedef kitlemiz arasında. Bu yüzden yaz okulları düzenliyoruz. Yaz okuluna mimar adayları, plancılar, başka başka yerlerden öğrenciler geliyor ve kenti, mekanı, çevreyi başka türlü düşünebileceğine dair hem teorik tartışmaları hem de farklı pratikleri deneyimleme şansı oluyor. Dolayısıyla hedef kitlelerimizden biri öğrenciler, geleceğin uzmanları. Bir taraftan da sahada doğrudan mücadele veren gruplar, özneler; kenti, mekanı, çevreyi daha adil kılmak için hak mücadelesi verenler hedef kitlemiz arasında. Çünkü onların ihtiyaç duydukları bilgi üretimleri var; aynı zamanda da ürettikleri bilgiler var ve onların ürettikleri bilgilerin başka bir düzleme geçerken bir aracıya ihtiyacı var. Nedir o başka düzlem? Mesela üniversiteye giderken, akademiye giderken ya da kamuoyuna giderken… O tabanla öyle bir ilişkimiz var; sahada verilen mücadeleyi anlamak, bunun sesini çoğaltmak ve oraya bir katkıda bulunmak gibi. Bir taraftan da aslında Beyond Istanbul’un da ötesi, görünür olanı değil de daha görünmeyeni hedeflemek; daha kenarda kalanı, daha çeperde kalanı, İstanbul dışında olanı, ya da benzer yerleri. Bu temaslar arttıkça birbirimizden öğrenebileceğimiz şeyler nedir? Beyrut’ta bir mahallede dönüşüme karşı verilen adalet mücadelesiyle de temas kurmak gerekiyor; oradaki bilgi ve deneyimi buraya aktarmak, buradan oraya götürmek gerekiyor. Nijerya’da Laos’ta bir mahalle mücadelesini anlamak, paylaşmak gerekiyor. Dolayısıyla daha ulaşılmaz olanı da hedeflemek gerekiyor. Tek bir hedef kitlesi yok yani. Meslek alanının kendi içi, taban, mücadele veren özneler ve bir taraftan da aslında başka başka deneyimlerle irtibatlanma arayışı diyebiliriz.

Etiketler

1 Yorum

  • nursel-ozbek-elbi says:

    30 yıl önce yaşamak için geldiğim ,ama bir türlü alışamadığım bu şehri sevdiğimi hissettirdiğiniz için çok teşekkürler.Geleceğin en sevilen Profesörlerinden olacağınızı biliyorum.Bu yolda olabildiğince yanınızda olmayı diliyorum.Ayrıca ilk şehir içi belediye otobüs yolculuğum ve o inanılmaz temiz yüzlü ,nazik insanlar da geldi hatırıma.Bu yüzden İktisatçı,Mimar,Mühendis,Şehir Plancıları ,Arkeologlar kadar, Sosyologların da bolca araştırma ve sonuçlarına dair açıklamalarına ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim.Politikacılarımızın ve iş adamlarımızın bu konuda gerekli desteği esirgemeyeceğine de inanıyorum.Güzel paylaşımınız için teşekkür ediyor ve başarılarınızın devamını diliyorum.

Bir yanıt yazın