Gezi Parkı eylemlerinden önce 2012 Londra Olimpiyatları Tasarım ve Kentsel Dönüşüm Projeleri Yöneticisi Jerome Frost ile olmpiyatlar ve İstanbul'un adaylığı üzerine yaptığımız söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.
Yaklaşık 2 ay önce Türkiye’nin gündemine oturan konu İstanbul’un 2020 Yaz Olimpiyatları adaylığı oldu. Hızlıca hazırlanan İstanbul2020 sitesinde olimpiyatlar için yapılan hazırlıklar alışıldık biçimde katılımcı ve şeffaf olmayan bir süreçle karşımıza çıktı. İstanbul’un en çok konuşulan konusu da olimpiyatlar için inşa edilmesi düşünülen tesisler oldu. Tasarımcısı ve planları meçhul olan birkaç görselle sunulan tesisler kent ve mimarlık ortamında büyük tartışmalara konu oldu. Gezi Parkı eylemleri süresince Türkiye’nin yurtdışındaki itibarı konuşulurken olimpiyat adaylığı tekrar gündeme geldi. Gezi Parkı eylemlerinin İstanbul’un olimpiyat adaylığı sürecine zarar vereceği iktidarın söylemlerinden bir oldu.
Olimpiyatlar tekrar gündeme gelirken Gezi Parkı eylemleri öncesinde Kadir Has Üniversitesi’nde Londra Olimpiyatları ile ilgili bir konferans vermek üzere Türkiye’ye gelen 2012 Londra Olimpiyatları Tasarım ve Kentsel Dönüşüm Projeleri Yöneticisi Jerome Frost ile olmpiyatlar ve İstanbul’un adaylığı üzerine yaptığımız söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.
Jerome Frost: Olimpiyat adaylığını destekleyen konseptimizi açıklayarak başlayayım. İnsanların farkına varamadıkları şeylerden biri, bunun, aslında olimpiyatlardan da önce var olan bir düşünce olan Londra’nın doğu yakasının dönüştürülmesini sağlayacak bir kentsel yenileme projesi olduğuydu. Londra’nın ekolojik olarak da oldukça kirletilmiş olan en yoksul bölgesine yatırım yaparak dönüşümü hedefliyorduk. Londra’nın bu bölgesi çoğunlukla endüstriyel alan olarak kullanılıyordu, bundan dolayı oldukça kirletilmiş bir bölgeydi. Biz uzun erimli bir plan ortaya koyduk, sadece projenin birkaç parçasını oluştumak bile yıllar aldı. Yeni demiryollarının yapımı, yolların iyileştirilmesi, konut yatırımları gibi küçük hamlelerle işe başladık fakat bunlar yeterli değildi. Bunun sebeplerinden biri bölgenin yeniden geliştirilebilir bir alana dönüştürülmesinin maliyetinin çok yüksek olmasıydı. Özellikle fabrikalar nedeniyle kirlenmiş arazinin temizlenmesi pahalıya mal olacaktı. Bu sebeple özel sektör bu ile dahil olamazdı. Yıllarca Londra’nın doğusunda kullanılmayan fabrikalar ve endüstri binaları yer aldı.Bu sebeple insanların aklında doğu yakasının yaşamak için çekici bir bölge olduğu algısının yaratılması için büyük çabalar gösterildi. Çünkü tarihsel olarak Londra’nın batı yakası yaşamak için cazip bir bölgedir, doğu yakası ise tam tersi. Çünkü rüzgar batıdan doğuya doğru eser. Yani tüm kirlilik doğu yakasında kaldı. Bu algıyı değiştirmemiz gerekiyordu. Sadece fiziksel bir değişim değil, istediğimiz insanların doğu yakasıyla ilgli algılarının değişmesiydi. 2001’de firmamla bu bölgede çalışma başlatmıştık. Fiziksel değişimin yanında insanların fikrinin değişmesini sağlayacak daha büyük bir şeye ihtiyacımız vardı. Olimpiyat adaylığı fikri böylece ortaya çıktı. Fakat böyle büyük bir süreç için, bir yenileme sürecinin başlatılması konusunda kararlıydık. Sonuç olarak başardık. Doğu Londra’nın dönüşümü oyunlardan çok önce başlamıştı ve olimpiyatlar gibi büyük bir sürecin parçası oldu.
JF: O kadar fazlaydı ki. Bu ölçekteki gerçekleştirilen projelerin en temel sorunu yönetimdir. Ne zaman karar alınacağı ve ne üzerinde yoğunlaşılacağı üzerine düşünmemiz gerekiyordu. Biz, futbol takımlarının oyun taktiğinden yola çıkarak bir fikir geliştirdik, 2-4-1 sistemi. Yani 2 yıl planlama için, 4 yıl uygulama için ve 1 yıl da test için harcadık. 2 yıllık süreçte insanlar neler olduğunu keşfedemedi çünkü henüz planlama aşamasındaydık. Bu aşama sürecin en önemli aşamasıydı. Daha sonra uygulamaya geçtik. Nasıl bir uygulama olması gerektiğine fazlasıyla hakimdik. Aslında planlamadan ziyade çoğunlukla değişimin nasıl yönetilceği üzerine çalıştık. Yaşanan zorluklardan biri buydu.
Diğer bir zorluk ise halk desteğiydi. Tüm bu süreçte insanlar orada yaşamlarını sürdüremezdi çünkü Londra’nın önemli büyüklükte bir yeri inşaat alanına dönüşmüştü. İnsanlar bu durumu anlamakta zorluk çekti. Neler yaptıığımızı anlatmak için ciddi zaman harcadık. İnsanların programdan neler beklediklerini konuştuk. Halkı sürece dahil ettik. İnşaat çevresinde yaşayan yarım milyon insanı projeye dahil etmek için inşaatlarımızı açtık, sanat projeleri gerçekleştirdik. İnsanların sürece dahil olabileceği çeşitli projeler hazırladık. Örneğin Doğu Londra’da yaşayan çocuklara olimpiyat alanının yanında matematik kursu sağladık ve böylece stadyumun geometrisi hakkında fikirlerini söyleyebildiler. Yani halkın gündelik yaşamının da bir parçası olduk. Bu şekilde insanlar projenin bir spor etkinliği olmanın çok ötesinde olduğunu anlamaya başladılar. Çünkü projeyi sosyal ve ekonomik anlamda da destekledik. Ayrıca planlama sürecinde sadece olimpiyat oyunlarıyla ilgili değil, bir park alanı gibi insanların ihtiyaç duyduğu mekanlarla ilgili de danışmanlık yaptık. Süreçteki başka bir sorun da insanların somut bir şey görmek istemesi oldu. Halkın ilgilendiği konular farklıydı aslında. Bundan sonra ne olacağını merak ediyorlardı. Doğru, gerçekten bundan sonra ne olacaktı? Mesela binalarla ilgilenmediklerini söylüyorlardı, tek istedikleri ise iş bulmak. Mesela birine ne çeşit bir iş istediğini sormuştum, kamyon şöförlüğü yapmak istediğini söylemişti. Bunu alandaki çalışma sorumlusuna ilettim ve o kişi kamyon şöförü olarak işe alındı. Burada şunu anlatmaya çalışıyorum; proje, fiziksel bir projeden sosyal projeye doğru evrildi. İnsanlar da bu işin sadece Doğu Londra’nın yüzünü değiştirmek olmadığını, aynı zamanda birçok fırsatı da barındırdığını farketti. Alanda bir akademi oluşturduk. Akademiye katılanların %15’i inşaat alanında iş buldu. Geriye kalan %85i ise Londra’da çalışmaya başladı. Bunların olimpiyatlarla ilgisi yoktu fakat olimpiyat bütün bunlar için mükemmel bir bahane oldu. Sonuç olarak bu alandaki işsiz halkın çoğunluğu iş sahibi oldu.
JF: Evet, sayıca fazla olmasa da bazıları yaşadıkları yerlerden taşındı. Projeye başladığımızda 400 işletme bulunuyordu, 300 de yaşayan vardı. Taşındılar fakat yoksul mahallelerde yaşıyorlardı ve çok daha iyi koşullara sahip yerlere taşındılar. İşyerlerinin taşınmasından dolayı bir tazminat paketi hazırladık. Çünkü sadece olimpiyat alanı çok ucuzdu ve burada yaşayanlar da çok yoksul. Buradaki insanların sahip oldukları mülkler iyi durumda değildi, işlerini başarılı bir şekilde yürütemiyorlardı. Taşındıklarında ise daha iyi koşullara sahip oldular. Yani bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğu tartışıldı. Bana göre çok iyi bir şey. Bu tip projeler çok şey başarabilirler ancak duyarlı olunması şart. Duyarlı olunmazsa sadece çok büyük miktarlarda para harcamış olursunuz. Bu yüzden her kuruşu değerlendirmelisiniz. Yatırımın ne için olduğu konusunda dikkatlice düşünmek gerekir. Zaten böyle bir dönüşüm projesi olmasaydı bu kadar parayı sadece bir etkinlik için harcama imkanımız da olmazdı. Geçmişte bu tarz etkinliklere çok fazla para harcayıp hiçbir başarı elde edemeyen ülkeler var. Güçlü bir organizasyon yapmak, süreci yönetmek çok zor bir iş. Yani bence büyük etkinlikler kentler ve ülkeler için mükemmel bir fırsat sunuyor. Fakat bunu gerçek anlamda planlamanız gerekiyor. Oyunların ötesinde başka şeyler de sunmanız gerekiyor.
JF: Her ülkenin, kültürün farklı tasarım yaklaşımları vardır. Fakat şu bir gerçek ki kültürel ve tarihi mirasın korunması ortak bir bakış açısı olmalıdır. Kent dışında böyle güzel binalarımız yoktu fakat Londra tarihinin önemli bir parçası olan arkeolojimiz vardı. Bu alanlar Londra’nın tarihi için çok önemli. 2020 örneğinde ise endüstriyel mirasımız da tasarımlarda etkili oldu. Ben binaları veya mekanları olduğu gibi korumanın iyi bir yöntem olduğunu düşünmüyorum. Bence korumayı çağdaş biçimde gerçekleştirmek lazım. Yani tarih ile çağdaş biçimleri birarada harmanlamak gerekiyor. Bence bu dengenin kurulması gerekiyor. Tasarım sürecine geri dönersek, İstanbul Olimpiyatları için yapı tasarlamak birçok değişimi beraberinde getirecek. Ne yapacağınız değil neyi koruyacağınız hakkında duyarlı ve emin olmalısınız. Bu ilişkiyi kurmak aylarımızı almıştı: Neden koruyorduk? Bu ilişki çağdaş toplum için ne ifade ediyordu? Sizin çalışmalarımız hakkında pek yorum yapamam ancak benzer tartışmalarımız olduğunu söyleyebilirim. Londra’nın doğusunu dönüştürürken değerleri olan nüfusun mirasını mı yok ediyorduk? Mimari örnekler mi yoksa birsürü geçici bina mı inşa edecektik? Bugün geçici mimarlık İngiliz mimarlığının bir parçası. Fakat insanların bunun gerçek mimarlık olmadığını düşünüyor.Bu tarz etkinlikler sizin farklı konuları irdelemenize de yardımcı oluyor. Bu örnekte endüstri mirası ve mimarinin ilişkisini sorguladık. İstanbul’da bir olimpiyat etkinliğinin düzenlenmesi de Türk mimarlar için bu açıdan bir fırsat olacaktır.
JF: Bence İstanbul harika bir şehir. Kesinlikle dünyanın en güzel kentlerinden biri. Gördüğüm kadarıyla İstanbul’da Londra’nın tutkusu var, felsefe olarak da Londra’yla oldukça benzeşiyor. Mesela kentin yenileme gereken bölgelerinde yenileme yapılması, kentte altyapı üretimi, insanların kent içinde kullanmak istedikleri mekanların ortaya çıkarılması gibi girişimler. Fakat bu bir yarışma. Türkiye çok hırslı yani olimpiyatların istanbulda gerçekleşmesi harika olabilir. Londra, olimpiyatlar için başvurduğunda herkes Paris’in kazanacağını söylüyordu. Jacques Chirac, adaylıktan 2-3 gün önce Londra’ya bir konferans için gelmişti ve İngilizlerin ne kadar korkunç insanlar oldukları, İngilizlerin olimpiyatları kazanmayı hayal etmemesi gerektiği gibi bir konuşma yapmıştı. Bu konuşmaya kadar akıllardaki İngiltere imajı değişti ve fakir İngilizleri gördüler ve onların bir şeyleri hak ettiklerini düşündüler. Sonuç olarak Londra seçildi. Londra adaylık listesinde kazanma ihtimalinin zayıf olduğu düşünülen bir kentti fakat sonuçta kazandık. Kimbilir, belki İstanbul için de aynı durum sözkonusu olur.
1 Yorum
öncelikle Berna hanıma geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum ve acil şifalar diliyorum.
aslında kağıt üzerinde tüm belediyeler bu konularda hassas gibi durmaktadır. ancak sadece kağıt üzerinde…
çünkü bu konular ya seçim malzemelerinde ya da mevzuatlarda kalıyor. belediyeler herhangi lüzumsuz bir evrak için gösterdikleri hassasiyetin yarısını bu meseleye göstermiş olsalar kesinlikle çözülür. ruhsat için bir ay geçmiş imar durumu belgesini yeniletmeden işleme koymayan belediyeler engelsiz çevre için aynı hassasiyete maalesef sahip değil…
tüm mimari standartlara ve mevzuatlara rağmen engelsizin bile yürüyemeyeceği ve çıkamayacağı kaldırım ve rampalar yapılmaya devam ediyor..
siz ve sizin gibi platformların mimarların ve tüm insanların desteği ile belediyelere sürekli hatırlatma ve baskı kurulması gerekir.