Türkiye'deki mimarlık eğitimin durumunu tespit etmeyi amaçlayan Arkitera Kampüste projesi kapsamında sorularımızı İTÜ'de Mimarlık Bölüm Başkan Yardımcısı Yrd.Doç. Saitali Köknar'a yönelttik.
Arkitera: Mimarlık eğitiminizin bulunduğunuz kentle ilişkisini nasıl kurarsınız?
Saitali Köknar: Mimarlıkla ilgili üretimlerin her türlü çeşitlerinin bir örneğinin bulunabileceği, yerinde incelenebileceği bir laboratuvar sağladığı için okulumuzun İstanbul’la ilişkisi önemli. Yani nasıl ilişkileniyoruz? Mimari proje stüdyolarında olsun, bazı teorik derslerde olsun, bizzat kente gidip yerinde incelemeler yapıp, analizler yapıp, haritalamalar yapıp, buralardan raporlar oluşturup oradaki bilgileri projenin içine akıtmak mümkün olabiliyor. O yüzden bölüm İstanbul’la çok yakın çalışıyor. Bu stüdyolar sadece okulda yapılmıyor, dışarı çıkıp da yapılıyor.
Kentin eğitiminize katkıları var mı sizce?
Çok fazla katkısı var, kaçınılmaz. Her proje dersinin mutlaka yerinde incelemesi, saha gezileri oluyor. İstanbul dışındaki bazı konular olduğu zaman İstanbul dışına da teknik geziler yapılıyor ama bizzat yürüme mesafesinde, toplu ulaşım mesafesinde alanlar seçildiğinde defalarca gidip yerinde incelemeler yapıp projeye bağlamsal verileri taşımak mümkün olabiliyor.
Peki, eğitiminizin kente katkıları nelerdir?
Bazı zamanlarda belediyelerle ortaklaşa çalışılabiliyor. “Size belgeleri veririz ama projenin sonuçlarını da görmek isteriz” diyen, bir veri almak isteyen kurumlar oluyor. Ya da bunlar sivil toplum kuruluşları da olabilir. Diğer taraftan, geçmişte Altınokta Körler Derneği ile birlikte yapılan bir çalışmanın olduğunu hatırlıyorum. Dolayısıyla belediye olabilir, devlet kurumları olabilir ya da sivil toplum kuruluşları olabilir, karşılıklı çalışmalarla veri akışı gerçekleşebiliyor. Burada hazırlanan planlar, raporlar bu kurumlar tarafından uygulamaya konulan işlere dönüşebiliyor.
Sizce mimarlık eğitiminin mekanla ilişkisi nasıl olmalıdır? Türkiye’de stüdyolar ve derslikler yeterli mi?
Mekan ve eğitim ilişkisi çok doğrudan bir ilişki. Bizim burada kullandığımız “öğreten mekan” diye bir kavram var. Mekanın öğretici olması. Mekanı doğru bir şekilde örgütlersek masalarıyla, duvarlarıyla, orada konuşulan konularıyla, gelen giden ziyaretçileriyle, jürileriyle ve öğrencilerin denemeleriyle, workshoplarla… Özellikle bir kişinin öğretmesine gerek kalmadığı, herkesin birbirinden öğrendiği bir ortam. Bizim okulda, bu konuda iyi olduğumuzu düşünüyorum. Yani stüdyolarımız mekansal olarak yeterliler mi bilemiyorum çünkü devamlı kontenjan artışı söz konusu ve bölümlerimiz de çoğalıyor. On yıl öncesine göre iki üç kapasiteye çıkmış durumda. Yani okulun artık kendi içerisinde büyüyecek yeri kalmamış durumda. Masalar küçülebiliyor, daimi bir masa sahibi olamayabiliyor öğrenci. Ama bununla iyi başa çıkıldığını düşünüyorum kolektif üretimlerle, her seferinde yeniden mekanı örgütleyerek, değiştirerek, kişiselleştirerek, başkası gelip başka şekle soksa da hemen ertesi gün kendine göre düzenlemek gibi… Diğer taraftan hafızasının olması lazım mekanın. Mesela daha evvel yapılmış işler gelecek dönemde de kalsa, onlara yeni öğrenciler bakarak feyz alsa… Onu da sağlamak lazım; ama böyle büyük okullarda da onu sağlamak mümkün değil, boşluğa da ihtiyaç var.