Kadın Müzeleri Hem Birer Muhalefet Stratejisi Hem de Alternatif Üretme Fabrikaları

İstanbul Kadın Müzesi Küratörü Meral Akkent ile kadın müzeleri ve bir "yer"e sahip oldukları anda dünyanın mekan sahibi ilk kent kadın müzesi olacak İstanbul Kadın Müzesi üzerine konuştuk.

Meral Akkent kültürlerarası kadın araştırmaları yapan bir sosyolog. 1973 yılından beri Almanya’da yaşıyor. Sadece Almanya’da değil, Kazakistan ve Ukrayna’da da yaşadığı uzun seneler boyunca kadın politikaları eğitimi, kadın hakları ve üniversitede eğitim kalitesi gibi projeleri organize etmiş. 1986 yılında çeşitli anadillere sahip kadınlarla birlikte bu çalışmalara gönül veren bir araştırma merkezi kurmuşlar. Yaptıkları çalışmaları sergileştirmişler, hatta bu sergileri “gezici sergi” ünvanıyla Almanya içinde ve Avrupa’da görücüye çıkarmışlar. Bu gelişmeler 2003 yılında Bavyera’nın ilk kadın müzesine evrilmiş, Museum Frauenkultur Regional – International (Fürth/Bavyera). Ve bu müze vesilesiyle İstanbul Kadın Müzesi küratörlüğüne uzanan bir yol açılmış.

Bugünlerde, “müzenin sanallıktan fiziksel gerçekliğe geçiş süreci”nde Meral Akkent’le hem kadın müzelerini, hem de mekan arayışlarını konuştuk.

İlknur Sudaş: İstanbul Kadın Müzesi’nin hikayesi nedir, nasıl başladı?

Meral Akkent: Benim İstanbul Kadın Müzesi ile olan ilişkim Almanya’da 2003 yılında kurduğum kadın müzesi aracılığıyla başladı. Fürth’te kurduğumuz müzemiz kültürlerarası karşılaştırmalı kadın günlük yaşamı konusunda sergiler yapıyordu, hala da yapıyor. Dünyadaki kadın müzeleri konusunda yaptığım araştırmalar sonucu, Almanya’daki müzemizin profilinin çok önemli ve tek olduğunun farkına vardım. Daha sonra, bu yaptığım çalışmaları Türkiye’de çeşitli kongrelerde ve çeşitli üniversitelerde sundum. Bu sunumlar sırasında, bir iş kadını olan Gülümser Yıldırım, İstanbul’da da bir müze kurulması için benden destek istedi ve müzeyi açabilmek için İstanbul Kadın Kültür Vakfı’nı kurdu. İstanbul Kadın Müzesi de bu gelişmeyi takiben 25 Eylül 2012 tarihinde resmen açıldı, ama önce sanal ortamda. Sanal ortamda olması şaşırtıcı değil, çünkü tüm dünyada çeşitli formatlarda çalışan kadın müzeleri var. Mekanı olan kadın müzeleri de vardır, mekanı olmayan da.

Dünyadaki kadın müzelerinden kısaca bahsedebilir misiniz?

Koleksiyonu olan kadın müzeleri, koleksiyonu olmayan, veya sadece sanal ortamda çalışan kadın müzeleri var. Ya da, mekanı olmayan, sanal ortamda da çalışmayan kadın müzeleri var. Örneğin kentteki müzelere muhalefetlerini göstermek amacıyla kentin kamusal alanlarını kullanarak geçici sergiler düzenleyen kadın müzeleri var. Zaten diyebiliriz ki, kadın müzeleri birer muhalefet stratejisi olarak ortaya çıktılar. Varolan müzelerdeki tarih yazılımına alternatifler üretmek için ortaya çıktılar. Çünkü dünyadaki müzelere bakarsınız, kadın tarihi ya da kadın sanatı yoktur. Dolayısıyla müzede de kadının adını var edebilmek için, alternatif üretebilmek için bu kadın müzeleri ortaya çıktı. 2010’da da Viyana’da yapılan Kadın Müzeleri Konferansı’nda “bir kentin tüm müzeleri kadın müzesi olmalıdır” talebi dile getirildi. Bir kentin tüm müzelerinin kadın müzesi olması demek, o kentin tüm müzelerinde cinsel eşitliğin gözetilerek tarih yazılması, sanatının sunulması demek. Örneğin, Viyana Belediyesi’nin kadın sorumlusu 2003 yılında sanal ortamda muSIEum – displaying:gender adında bir kadın müzesi açtı. Viyana’daki Yahudi Müzesi, Teknik Müze, Tarih Müzesi, Etnoloji Müzesi gibi 4 farklı müzeden topladıkları objeleri sanal ortamda toplumsal cinsiyet bakış açısıyla yeniden yorumladılar. Yani varolan müzelerde objeler bile kadın tarihini yansıtmayacak şekilde anlatılıyor, sunuluyor.

Yeniden kendi bağlamına oturdular yani?

Evet, aslında doğru bağlamına oturdular. Yani demek istediğim şu; kadın müzeleri hem birer muhalefet stratejisi hem alternatif üretme fabrikaları. Yani bu müzeler, cinslerarası dengeleri gözeterek, bir ülkede bir kentte yaşayan insanların nasıl temsil edileceğini gösteriyor alternatifler üreterek.

Kadın müzelerinin tarihi aslında çok da geriye gitmiyor değil mi?

Doğru. “Kadın müzesi” adını ilk kullanan müze 1981’de kuruldu, Bonn’da Frauenmuseum. Sanat tarihçisi ve feminist kadın sanatçıların yıkılması planlanan ve yerine garaj yapılmak istenen bir alışveriş merkezini işgal etmesiyle başlıyor kurulma hikayesi. O zamanlar Bonn daha başkent, o kadar politik bir kent ki, sanattan eser yok. Çok fazla elçilik olması sayesinde diplomatik çevreden destek görüyorlar ve müze kurulmuş oluyor. Ondan evvel kendine kadın müzesi demeyen ama kadın tarihini bir şekilde unutturmamaya çalışan kurumlar vardı. Örneğin, özellikle Amerika’da ve Avustralya’da sadece erkek ünlülerin portrelerinin olduğu salonlar vardı. Bu portre galerilere kadın tarihinin hiç yansımadığını gören kadın tarihçiler buna alternatif olarak kadın ünlüler salonlarını kuruyorlar, tarihleri 1950’lere kadar gidiyor. Ama bu galeriler hiçbir zaman kadın müzesi adını kullanmıyorlar ve feminist konseptleri de yok. Bu kadınlar sadece, kadın tarihi unutulmasın mottosuyla yola çıkıyor. 1973’te, kendine yine kadın müzesi demeyen ama çok önemli bir tarih çalışması yapan National Cowgirl Museum and Hall of Fame kuruluyor. Müzenin amacı, “cowboy”lar ülkeleri için ne yaptılarsa – hayvan ticareti yaparak ekonomiye katkı sağlama gibi, aynı işi yapan “cowgirl”leri de unutturmamak, “cowgirl” tarihini yazmak.


Fotoğraf: National Cowgirl Museum and Hall of Fame – Ho New/Reuters/X80001

1980’de yine Amerika’da, kadın sanatçılar müzesi konusunda bir çalışma başlıyor. Kadın sanatçıların eserlerini toplayan Wilhelmina Cole Holladay eserleri önce kendi evinde sergiliyor. Haftanın belli günleri evinin kapılarını ziyaretçilere açıyor. Daha sonra büyük bir bağış kampanyası başlatılıyor ve büyük bir bina alınarak Amerika’nın ilk kadın sanatçılar müzesi National Museum of Women in the Arts açılıyor.

Daha böyle pek çok ilginç kadın müzesi kuruluş hikayesi var.

İstanbul Kadın Müzesi’ne dönersek, nasıl aktiviteler düzenliyorsunuz?

Aslında, İstanbul Kadın Müzesi olarak mekan buluncaya kadar herhangi bir aktivite yapmak istemedik. Biz enerjimizi mekan aramaya vermek istiyoruz. Yani İstanbul Kadın Müzesi sanal ortamda varolabilir ama İstanbul gibi bir kentte, Türkiye gibi bir ülkede biz nesiller cinsler ve İstanbul’u İstanbul yapan kültürler arası diyalog projesi olarak gördüğümüz bu müzenin mutlaka somut bir platform olarak yaşama geçmesini istiyoruz. Dolayısıyla her ne kadar sanal ortamda açtıysak da, tüm enerjimizi şimdi mekan arama konusuna veriyoruz. Fakat bazen öyle jübileler oluyor ki bizi çalışmaya sevk ediyor. Örneğin, Semiha Es’in 100. doğum günü bu jübilelerden bir tanesiydi. Semiha Es Türkiye’nin ilk gezi ve savaş fotoğrafçısı ve İstanbul Kadın Müzesi’nin sürekli sergisinin fotoğraf kategorisinde Naciye Hanım var, Maryam Şahinyan ve Eleni Küreman’la birlikte yer alıyor.

Her zaman bir fotoğrafçı kadının 100 yaşını kutlama şansını yakalamak mümkün değil. Semiha Es fotoğraf tarihinde çok önemli katkıları olduğu halde unutulmuş bir fotoğrafçı kadın. Biz de Semiha Es’i hatırlatmak için, Kasım ayında Semiha Es-Uluslararası Kadın Fotoğrafçılar Sempozyumu‘nu tertip ettik. Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu ve Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi ile ortaklaşa bir çalışma oldu bu.

İstanbul Kadın Müzesi’nin kültür etkinlikleri konsepti çok özenle tasarlandı. Müzemiz, sürekli sergisindeki konulara ve oradaki biyografilere odaklı ve ileride yapılacak geçici sergilerdeki konularına odaklı kültür etkinlikleri yapmak istiyor. Bu konsepte göre Anı Etkinlikleri, doğum veya ölüm günlerinde yapılan ve o kişiyi şahsen odak alan anma etkinlikleri. Kadın Kültür Mirası Etkinlikleri ise, örneğin 100. yaş günü gibi jübile teşkil eden tarihlerde, uluslararası buluşmalar yapılarak anılan kadının kültürel miras bağlamında tartışılması. Semiha Es için düzenlediğimiz ve fotoğraf hakkında tartıştığımız sempozyum gibi. Örneğin, 2014’te de başka bir vesile var. 12 Eylül 1914’te ilk kadın üniversitesi açıldı Osmanlı İmparatorluğun’nda. Ve bu nedenle biz şimdi bu sene Türkiye’de kadınların üniversitede 100 yılını yine bir uluslararası sempozyumla kutlamak istiyoruz. Bu güzel tarihi kaçırmamalı.

Bu sempozyumu da yine Sabancı Üniversitesi Gender Forum, Köln’de faaliyet gösteren Center of Excellence: Women and Science ve Erlangen-Nürnberg Üniveristesi ortaklığı ile yapacağız. Üniversite kalitesi ve kadın faktörü konusunu tartışacağız. Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde üniversitelerde kadın akademisyen oranı hala aynı, örneğin Almanya’da %20. Türkiye’de kadın profesör oranı %24 ama bu oran bölgelerde büyük farklılıklar gösteriyor.

Avrupa’da, Amerika’da akademide kadınları desteklemek, kadınların her akademik seviyede sayısını arttırmak, erkeklerle eşit seviyeye gelmesi için birçok projeler organize ediliyor. Kadın profesör sayısını artırma projeleri, kadınların bilimsel araştırmalarda aldığı desteklerde erkeklerle eşit seviyeye çıkmaları için kadın üniversite öğrencilerini destekleme projeleri var. Üniversitede çocuk yuvasından profesör destekleme programına kadar bir sürü proje var, ve biz şimdi tüm dünyada en çok başarı sağlamış olan hangi projedir diye soruyoruz, bilinmeyen projeleri Türkiye’ye davet ediyoruz. Amacımız bu programların duyulmasını sağlamak ve Türkiye’de kalıcı değişikliklere yol açmak.


www.istanbulkadinmuzesi.com

Kadın müzesinde sergilediğiniz veya seçtiğiniz kadınlarda aradığınız bir kriter var mı?

Her kadın müzesi çalışma konusunun sınırlarını belirlemek zorunda. Kadın müzelerindeki genel tandans, içeriği mümkün olduğu kadar dar tutarak çalışılan konuda yoğunlaşabilmektir.

Ben İstanbul Kadın Müzesi’nin küratörü olarak, müzenin yoğunlaşacağı alan konusunda kendime şu soruları sordum: Kadın tarihi konusunda hangi alanda en fazla araştırma yapılmış? Herkesin ilgileneceği konu hangisidir? En fazla araştırma, kültür ve sanat konusunda. Ve eğer kadın müzeleri bir muhalefet mekanıysa, İstanbul Kadın Müzesi İstanbul’un kadın tarihinde eksik bırakılan noktaları tamamlamalı. Özendirmeli.

2674 yıllık İstanbul kentinin sanat ve kültür yaşamında hangi kadınlar yol açmış? Yol açmak zor bir şeydir, Seçim kriterleri de bu sorular sonucunda belirlenmiş oldu.

Dedim ki, İstanbul Kadın Müzesi de İstanbul’un tarihinde eksik olan noktaları tamamlayacak. Her ne kadar kent müzesi yoksa da, günün birinde kurulursa neler olması gerektiğini gösterecek. Sanat ve kültür alanında yol açıcı pırıltılı kadınları seçecek. Yapılmayanı ilk kez yapmak, yol açmak zor birşeydir. Biz bugün geriye baktığımızda bu kadınların pırıltısını görüyoruz. Neticede o pırıltılar aydınlık yaptı hepimizin önünü. Seçim kriterleri de bu sorular sonucunda belirlenmiş oldu.

İstanbul Kadın Müzesi sürekli sergisinde dünyanın ilk kadın tarihçisi var örneğin, Anna Comnena. 500-548 yılları arasında yaşamış. Anı yazarı olarak babasının yaşamını yazıyor, Haçlı Seferleri’ni anlatıyor. Bizans tarihinde bugün en önemli kaynaklardan biridir onun yazdığı Alexiad adlı eser. Dünyanın ilk kadın bestecisi, Kassia da bir İstanbullu, Bizanslı. 810-867 yılları arasında yaşamış ve tüm besteleri unutulup gitmişken 2009 yılında tekrar keşfedilmiş. İstanbul Kadın Müzesi’nin sitesinde bu parçaları dinlemek mümkün. Ya da dünyada muhtaç sanatçılar için ilk bakım evleri açan Bizans İmaparatoriçesi Theodora. Yani İstanbul dediğimiz zaman, bu kadınların hepsinin bizim hemşerilerimiz olduğunu hatırlamak, hepsinin bizim büyük büyük büyük annelerimiz olduğunu düşünmek ve bu bilinçle geriye bakmak çok önemli. En önemli seçim kriteri sanat ve kültür alanında yol açıcı olması dedim, ama bu sadece sürekli serginin seçim kriteri. Geçici sergiler, İstanbul ve kadın bağlamında her türlü konuda ele alınabilir, orada konu sınırlaması yok.

 

Diğer araştırma merkezleriyle bağlantınız var mı, ya da ortak yürüttüğünüz çalışmalar? Örneğin Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi?

Sitedeki biyografi sayfalarını hazırlarken Kadın Eserleri Kütüphanesi’nin arşiv çalışmalarından çok faydalandım. Müzemiz açıldığı zaman çok daha yoğun ilişkilerimiz olacağına inanıyorum. Çünkü orijinal belgeleri de içeren çok iyi arşivleri var. Müze açıldığında, hem Kadın Kütüphanesi, hem de diğer araştırma merkezleri ile ortak çalışmak için daha pek çok nedenimiz olacak.

Yıldız Ecevit’in şahsında ODTÜ Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı, Serpil Çakır ve Fatmagül Berktay vasıtasıyla da İstanbul Üniversitesi Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı ile Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi, İstanbul Kadın Müzesi’ni hep desteklemişlerdir. Sitemizde görebileceğiniz “Üniversitede Kadınların 100 Yılı” sergisinin küratörlüğünü Serpil Çakır ile birlikte yapıyorum mesela.

Mekan arayışınıza gelelim isterseniz. Çıkan yazılara göre 30 kadar yerle görüşmüşsünüz. Öncelikli olarak sormak istediğim bu yer arayışında vakıfın mali olarak çerçevesi nedir? Aradığınız bina ya da arsa için bir hibe mi bekliyorsunuz yoksa kullanabileceğiniz bir bütçe mevcut mu?

Vakıf şu anda İstanbul Kadın Müzesi’nin basın toplantıları, internet sitesinin giderleri vb giderlerini karşılıyor. Ancak mekan için maddi kaynak yok. Mekan sağlamak için yapılacak şeylerden biri şu: Vakıflardan bir mekan tahsis edilirse, Gülümser Yıldırım’ın destek alabileceği birçok kuruluş var. Örneğin bir inşaat şirketi sahibi dostu her türlü restorasyon, tadilat işlerini sponsor olarak yapmayı öneriyor. Ya da bir arsa olursa, müze binası inşaatını karşılamayı. Bunlar çok cömert teklifler. İstanbul Kadın Kültür Vakfının amacı, vakıflara ait kullanılmayan bir binanın, İstanbul’un kültür yaşamını zenginleştirecek bu diyalog platformuna, yani İstanbul Kadın Müzesi’ne örneğin 49 yıllığına tahsis edilmesi. Ondan sonra hem tadilat işleri yapılır hem de müze kurulabilir. Türkiye’de devletin özel müze kurulurken oldukça olumlu destekleri de var. Biz de bu desteği kullanmak istiyoruz. Ama bizi vakıf olarak tedirgin eden bir husus var; vakıflara ait mekanların güvencesi yok. Örneğin vakıflara ait 49 yıllığına verilen bir mekanın, daha sonra tazminat karşılığı geri alındığını duyuyoruz. Böyle bir durum İstanbul Kadın Müzesi için öldürücü bir darbe olur. Çünkü biz İstanbul Kadın Müzesi’ni çalışır hale getirmek için bütün imkanları kullanmış olacağız – devlet desteği ve sponsorların desteği dahil. Oradan çıkarılırsak ikinci defa İstanbul Kadın Müzesi kurulamaz.

İstanbul Kadın Müzesi bir kere kurulur ve yerinde kalır. İşte o yüzden biz ikinci seçeneği tercih etmek istiyoruz: Anlamlı bir projede kullanmak istediği bir binası olan bir kişi, bu mekanı İstanbul Kadın Müzesi olarak değerlendirmek isteyebilir. Eğer bu bina ihtiyaç duyduğumuz minimum 3000m2 veya daha fazlaysa İstanbul Kadın Müzesi böyle bir binada açılabilir. Müze de bağışlayan kişinin adını taşır. İsim bağışlayan kişinin kendi adı olabilir, annesinin adı olabilir, bağışçı erkekse karısının adı olabilir, genç yaşta kaybedilmiş bir kız evladın adı olabilir. Ailenin bir kadın üyesinin adını, İstanbul Kadın Müzesi gibi, yerel ama uluslararası ilişkiler ağı içinde olan bir özel projede yaşatmanın çok anlamlı olacağına inanıyoruz. İstanbul Kadın Müzesi birçok nedenden dolayı cazip: konsepti özel, Türkiye’nin ilk kadın müzesi ve dünyadaki üçüncü kent kadın müzesi. Sadece Almanya’da iki tane kent kadın müzesi var, fakat bu müzeler mekansız müzeler. İstanbul Kadın Müzesi mekan sahibi ilk kent kadın müzesi olacak.


Fotoğraf: İlknur Sudaş

Gazetede çıkan, istediğiniz bina örneklerinize dair sormak istediğim bir konu var. Örneğin Bulgur Konağı. Şu anda bir bankanın deposu olarak kullanılıyor ama aslında Mongeri tarafından 1912 yılında yapılmış bir konut. Bu mekan ile kadın müzesini birarada düşününce ortaya aslında bir ikilem çıkıyor. Çünkü sizin müzenizdeki kadınlar aslında fikirleriyle, işleriyle kamuya mal olmuş ve evlerinden/özel alanlarından dışarıya adım atmış kişiler. Bu açıdan yaklaştığımda sanki kadın müzesinin mekanı bir konut olmamalıymış gibi geliyor bana. Çok fazla seçeneğiniz olmadığını hissediyorum tabi ama insan sormadan edemiyor. Mekan aramaya başlamadan önce siz bir teorik altyapı geliştirdiniz mi?

İstanbul Kadın Müzesi’nin içinde olacağı mekanın nasıl olacağı konusundaki teorik altyapı tabi ki çok önemli. Fakat elimizde fazla seçenek olmayınca, teorik olarak mekanın altyapısı üzerine düşünme şansı da olamıyor. Ama mekan konusunda en ince detayına kadar her konuda düşündüğümüzü söyleyebilirim. En somut nokta alanın 3000m2’den az olmaması. Çünkü, İstanbul Kadın Müzesi çağdaş bir müzenin tüm gereksinimlerini yerine getirebilecek bir alana gerek duyuyor.

Ben mimar değilim ama Almanya’daki müze deneyimlerime dayanarak hesaplarımı yaptım. Sürekli sergi alanını 1500m2 olarak tahayyül ediyorum. Çünkü sürekli sergi, dokunularak, ellenerek, dinlenerek, üstünden atlanarak, içinde yatarak, altına girerek, iterek, çekerek, sürprizlerle karşılaşarak, kısaca günümüzün her “normal” müzesinde olduğu gibi ziyaretçinin aktör olduğu interaktif metotlarla sunulacak. Sergiye bakılmayacak, içinde yaşanacak. Tüm bunları gerçekleştirmek için büyük bir alana ihtiyaç var. Geçici sergi alanı 250m2‘den aşağı olmamalı.Almanya’daki müzemizin alanı bu büyüklükte ve ancak yetiyor. Fuaye için 300m2 planlandı, çünkü burası sadece dolaplar, kasalar için ayrılmış bir alan değil aynı zamanda uluslararası sempozyumlar sırasında kadın sivil toplum örgütlerinin kullanacağı, standlarını kuracağı bir alan. Yani uluslararası toplantılar, aynı zamanda ilişkilerin kurulabildiği bir kadın fuarı vasfını da taşımalı. İstanbul Kadın Müzesi’nin yaptığı her uluslararası toplantı maksimum fayda sağlamalı diyoruz. Çünkü bir uluslarası sempozyumun sebep olduğu karbon ayak izini silemeyiz, ama faydalananların sayısını büyüterek, artı değer ortaya çıkmasını hedeflemek kendi elimizde.

Bunların yanısıra, müze pedagojisi programına da çok önem veriyoruz, çünkü bir müzenin sergisini sürekli ya da geçici sergileriniziyaretçilere yaklaştıran, tanıtan müze pedagojisi programlarıdır. Almanya’da her yeni geçici sergi yaptığımızda, bu serginin mutlaka çocuk yuvasından 90 yaşındaki insanlara uzanan müze pedagojisi programlarını da hazırlıyoruz. Bu nedenle proje alanında müze pedagojisi odalarına da yer verildi. Tabi bu alanların büyüklükleri duruma göre biraz azaltılabilir.

Pazarlık payını bıraktınız yani?

Pazarlığa otururum tabi. İstanbul Kadın Müzesi’nin aynı zamanda konferans, film, konser, tiyatro gibi etkinliklerin yapılabileceği bir oditoryuma ihtiyacı var. 200 kişilik uygun. Uluslararası Kadın Fotoğrafçılar Sempozyumu’nda, Cezayir’de örneğin 4 kadın fotoğrafçı anısına bir konser verelim dedik. Ayşe Tütüncü’nün bir caz parçası armağanı vardı.Yani, o kadar büyük zorluklarla yaptık ki, mekan hiç uygun değildi. Öncelikle mekana piyano nakliyesi mümkün değildi. Konseri mecburen sergi açılışına, Sismanoglio Megaro’ya kaydırdık. Ama bu defa da kokteyl havasında olduğu için bu özel besteyi hem herkes duymadı, duyabilenler de müziğin tadına varamadılar.

Siz gerçekten mimari programı hazırlamışsınız.

Daha bitmedi. Müzenin 40 kişilik bir seminer salonu, sürekli sergideki biyografiler hakkında çıkmış yayınları içeren bir kütüphane ve okuma salonu olması da çok önemli.

Zaten siz şu anda sanal ortamda Türkiye kadın tarihi konulu akademik çalışmaları arşivliyorsunuz.

Evet. Sitedeki bilgi havuzunda bu veriler toplanıyor. Böyle bir bilgi havuzu, Türkiye kadın tarihi açısından çok gerekli olduğu için sitemizde yer verdik.

Programımıza dönersek, müze butiği ve müze kahvesi de düşünüyoruz. Bu birimler müzenin giderlerini döndürecek, profesyonel elemanların maaşlarını ödeyecek.

Şu anda elinizde koleksiyonlar var mı, nerede tutuyorsunuz?

Fiziki objelerden oluşan bir koleksiyonumuz yok. Objeler de açıkça söylemek gerekirse müzede çok fazla yer tutmayacak. Yani enerjimizi ve kaynaklarımızı obje toplamaya harcamayacağız. Bir konunun görselleştirilmesi sadece orijinal objeyle olmaz. Biz maddi kaynaklarımızı obje satın almaya değil, konuların farklı görselleştirme konseptleri için harcamak istiyoruz. Obje herşey değildir ama objelere de karşı değiliz. Sürekli sergideki bir ressam kadının, örneğin Celile Hanım’ın kullandığı bir fırçası olabilir, sergileyebiliriz ama olmazsa da dünyanın sonu değil. Ama Celile Hanım’ı fikir ve ruh olarak ziyaretçilerle karşılaştırabilmek, buluşturabilmek daha önemli. Müzede sunulanların ve müzeye gelenlerin birbirine dokunabilmelerini, değebilmelerini sağlayabilmek. Satandart müzeciliğin dışında, çok boyutlu interaktif görselleştirmeler içeren bir müze olacak.

Sanırım programa tuvaletleri yazmamışsınız.

Yazdım, engelli tuvaletleri de dahil. Ayırdım hatta: ziyaretçi, personel, engelli.

O zaman sizi kutluyorum. Arkitera’da YarışmaylaYap diye bir projemiz var. Projelerin ihale edilmeden, YarışmaylaYapılmasını destekliyoruz. Acaba boş bir arazi bulunsa da YarışmaylaYapsak, bu yarışmaya mesela kadınlar katılsa, kadın mimarların projeleri de daha sonra orada sergilense, güzel olmaz mı?

Olmaz mı, çok güzel olur. Bunu yazın bir tarafa unutmayalım! Yani benim hayalim zaten! Aynı zamanda sadece nesiller cinsler kültürler arası bir diyalog projesi değil, doğayla kentle de diyalog halinde olan. Yani neden olmasın? Benim şu an Üsküdar’daki evimin damında güneş enerjisi paneli var, satın aldığımda yaptırmıştım. Hala onu kullanıyorum. Neden bu projede de güneş enerjisi üretilmesin. Neden el yıkanan sular toparlanıp da tuvalete dökülen sular olmasın, neden son derece güzel izolasyon yapılmasın, doğalgaza ihtiyaç duyulmasın? Hiçbir zehirli madde kullanılmasın, oraya girdiği zaman insanların burnu bayram etsin. Biliyorum çünkü Almanya’da var böyle şeyler. Çevresinin yeşillendirilmesine katkı sağlayarak belki de, müzenin dışarıdan da mutluluk vermesi lazım. Bunlar tabi hayallerim, hangisi gerçekleşir bilemiyorum.

Bir bina gördüm geçen Tophane’de. 2 milyon dolara satılıyor. 7 katlı, 1500m2. Bina bana cazip geldiği için hemen hesap yapmaya başladım: 2 milyonu biraraya getirebilmek için, acab kaç kişiden 100 Euro toplamak gerekir? Vakıf Başkanı Gülümser Yıldırım beni anında uyardı: “Ama Meral, orası 1500m2, sana küçük gelir.”

Yani müze için gerekli alan miktarını ben gözden kaçırsam bile, gruptaki arkadaşlar bu konuda artık çok dikkatli. Bu noktalara geldik.

İlgilenenler için İstanbul Kadın Müzesi sosyal medya hesapları: Facebook, Twitter

Etiketler

Bir yanıt yazın