Modern mobilya tasarımı ve üretimi denince akla gelen ilk isimlerden Derin Design'ın adaşı Derin Sarıyer ile öyle keyifli bir sohbet geçirdik ki, bunun adına vol. 1 dedik. Tasarımda Temel Söyleşiler 1'e hoşgeldiniz.
Her sene çıkardığı ürünlerle, çalıştığı isimlerle, katıldığı fuarlarda sergilediği başarılarıyla kendinden söz ettiren bir firma Derin Design. Bir mobilya firması ki, özellikle Türkiye şartlarında geçmişi çok eskiye dayanıyor, ta 1970’lere.
Bu ayakta kalma hikayesini, tasarımda bir numara isimlerin birarada bulunmasının inceliklerini dinlemek için Derin Design’ın Akatlar’daki mağazasına gittik. Ortak ve tasarımcılarından Derin Sarıyer ile firma üzerine başlattığımız sohbetimiz tasarıma değdikçe zenginleşti…
Derin Sarıyer: Bir mobilya firması için 27 ürün tabii ki yapılan mobilyaların formuna, fonksiyonuna göre değişir ama genelleme yaparsam az değildir, oldukça fazladır. Bir koleksiyon üretmek AR-GE, vs. derken oldukça uzun bir süreç. Şöyle anlatayım, moda tasarımında her sene 4 ana sezon vardır örneğin. New York, Londra, Milan ve Paris olmak üzere… Tabii, her modacı her birine katılmaz ama yine de markalar 4 kere kabuk değiştirir. Mobilyada ise bu bir kereye mahsustur. Farklı farklı fuarlar vardır, özellikle merkez Milano’da bir fuarı gözünüze kesitirip, aynı ürünlerin belki farklı boyutları, modifiye edilmiş halleri ile farklı kataloglara girerler ve en fazla 5-6 bilemediniz 10 ürün olur.
Bizim 27 olmasının temel sebeplerinden biri 2013’te bir koleksiyon çıkarmamamızdı, bir birikim olmuştu. Bir de tabii biz, kişiye özel, mimara özel, projeye yönelik özel üretim yapıyoruz, ki bu da bizim için artı ürünlerle sonuçlanıyor. 3.sü ve son olarak da, ben ve Aziz Sarıyer, her ne kadar art direktörler olarak gözüksek de aynı zamanda tasarım da yapıyoruz. Bu tasarımlar dışarıdan bizimle freelance çalışanların fikirleri ile buluşunca adet artıyor.
Derin Sarıyer: Kesinlikle. Dünyanın herhangi bir yerinde bir ürünümüz kullanılacaksa – kataloglarımızın arkasında ürünlerimizin boyutları ve malzemesi yazdığı için – isteyen bize ürünü koduyla söylediği takdirde, malzemesini seçip istediği tarzda ürünü yaptırabiliyor. Bazen ise projenin en başından sürece dahil olabiliyoruz, tabi daha yoğun olarak İstanbul’da ve Türkiye’deki mimarlarla oluyor bu yöntem, daha fazla dirsek teması gerektiriyor çünkü.
Mesela Erginoğlu Çalışlar, Sahibinden.com projesi için çalışmaya başladığında bize konsept projelerini, eskizlerini, renderlarını yolladılar, biz de mobilya uzmanı bir teşkilat olarak bizden bekleneni yaptık, tasarımla ilgili düşüncelerimizi söyledik. Belki de ergonomiyle ilgili yegane önerilerimizi söyledik, yani bir nevi o proje için bir çözüm ortağı gibi çalıştık.
Yani karşımızda nasıl bir ekip varsa biz de aynı oranda, çok büyük bir zevkle yapıyoruz işi. Ayrıca projenin çok da büyük olmasına gerek yok bunu yapmamız için, tek bir kanepe de olabilir iş. Mimarın oradaki ihtiyacını tatmin ediyor olmak asıl kazanç.
Derin Sarıyer: Doğru, ben de şunu gözlemliyorum biraz; mimarlar bazı projelerinde riske girmek istemedikleri için “modern klasik” olarak tabir ettiğimiz, artık evrensel onayı almış, kesinleşmiş ürünlere yöneliyorlar. Tabiki çok başarılı ürünler. Mies’lerden Corbusier’lere tartışmaya kapalı ürünler tamam ama çok garanti bir seçim o. Yani o ürünleri seçtiğin zaman eleştiriye kapalısınız. Belki biraz daha risk, çaba ve araştırma gerekiyor güncel işlerden doğruları seçebilmek için. Ama tabii, bunu çok iyi yapan mimarlar da var.
Derin Sarıyer: Evet. Bizim şu kadar deneyimiz var demek doğru yaptığımız anlamına gelmez tabii ki ama uzun süredir bu işi yapıyor olmamız mimarlara o güveni veriyor. Masaya oturduğumuzda çıkan sonucun bizi de temsil edeceğini düşünmemiz onların ilgisini çekiyor. Ve önemli noktalardan biri de, orada öne çıkma gibi bir çabamızın olmaması. Yani birliktelikte, işin yapım sürecinde kendimzi görevli gibi hissediyoruz. Tepede sorumlu olarak mimari teşkilatın olduğunu, dallarından biri olarak biz de mobilya çözümcüsü olduğumuzu düşünüyoruz.
Derin Sarıyer: O zaman ufak bir iltifat olarak alıyorum bunu. Koleksiyonumuzun kendi için de bir bütünlüğü var ve hala keskin egolar da hissediliyor… (Gülüyor)
Şöyle yapıyoruz, bu konuda kendimize karşı çok acımasızız, ki sanırım Aziz Sarıyer’in varlığı da burada bize bir avantaj. Masaya oturduğumuzda ben Arif Özden’e diyebiliyorum ki “Arif bu ürün nefis, üretelim evime koyalım, ama Derin Design’a koymayalım” diyorum ya da tam tersi… Yani kendimizi çok yakın hissetmediğimiz bir ürünü koleksiyona alabiliyoruz. Çünkü o ürünün bizim bakış açımıza, Derin Design’a daha uygun olabileceğini düşünüyoruz.
Derin Sarıyer: Tebrikler, çok yerinde tespitler…
Derin Sarıyer: Yo hayır gerçekten çok iyi, yani biri Derin Design hakkında manifesto yazacak olsa sizi arayacağım… (gülüşmeler)
Soruya gelirsek.. Aslında evet çelişkili bir durum. Bizim o butiklikte – ya da o durum nasıl ifade edilirse – kalmak için çok üretim yapmamamız gerekiyor. Çünkü çok fazla üretim yaparsak, “ona göre bir üretim tesisi kurgulamanız lazım, onu doyurabilmek için çok satış yapmanız lazım, çok satış için ise kolay kabul edilebilir bir noktaya geliyor olabilmeniz lazım”ın 2 cevabı var.
Özel üretimlerin bir yönü de var ki basına çok yansımıyor. Bizim kendi içimizde işimizi döndürmemize katkı sağlıyor ama tasarıma çok da yeni bir soluk getirmek için yapılmıyor bu işler zaten. Bir projenin gömme dolapları mesela. Güzel minimal hoş şeyler… Bunlar genel giderleri, masrafları karşılıyor. Böylece diğer işler için seçici kalabiliyoruz. Zaten cirolarımız çok çok büyük değildir.
Diğeri de kent dediğimiz, metropol dediğimiz, hızlı yaşam dediğimiz zaman sanki bunun karşılığında çok fazla seri kelimeler sıfatlar gelecekmiş gibi duruyor. O yüzden diyoruz ki tamam bizim ürünlerimiz hızlı şehir yaşamına hitap etsin, ama her yerde neredeyse anonim bir görüntüye de ulaşmasın gibi bir telaşımız, amacımız da var.
Derin Sarıyer: Bir de şunu da söyleyebiliriz; firma 1971’de kuruldu. İlk koleksiyon bir A4 üzerine 8 ürünlüktü, sadece oturma birimleri üzerine ve 1999’da çıktı. 15 sene oldu, yani yakında bizim için de “modern klasik” diyebilirler… (gülüşmeler) Yani ben firmada çalışalı 17 sene oldu… Arkitera’yla yaptığım ilk röpörtajı hatırlıyorum, 11 sene olmuş!
Derin Sarıyer: “Tarihin bir akışı vardır ve her şey ona göre şekillenir” sanırım biraz daha sol yanı ağır basan bir söylem. Ama sanırım ben biraz daha rastlantılara inanıyorum. O yüzden yarın ne olacağı üzerinde konuşmak bana pek inandırıcı gelmiyor. Babamla da hala birlikte çalışabiliyorum ve bunun keyfini çıkarıyorum açıkçası. Hayata dair çok makro ölçekli planlar yapmak evet ciddi gözüküyor ama bir anlamı yok bence.
Ben 4-5 senedir mesela; önemli markaların sahipleri, arkadaşlarımla sohbet ettiğimde ofis mobilyaları ile ilgili bir soru soruyorum. Sorum work-station dediğimiz çalışma istasyonları ile ilgili. Bunu onlara sormamın nedeni bizim Derin Design olarak teknik anlamda bu konuda bir uzmanlığımızın olmaması. Bu birimlerde biliyorsunuz kablolama sistemleri çok önemli. Ana mesele elektriği almak… İnternet, telefon, bağlantılar vs tabii.
Ve ben şunu soruyorum: Elektriği iletmemiz ne zamandan itibaren kablolara bağlı olmayacak?
Ofis mobilyası endüstrisini kökünden değiştirecek bir değişiklik olacak bu besbelli. Belki o gün bir mobilya üreticisi diyecek ki; “Tamam, bugünden itibaren ben bu işi yapmıyorum”. Yani sizin anlattığınıza gelmek istiyorum. Daha yarın sabah biyolojik faaliyetlerimi yerine getirip getiremeyeceğimi bilmeden 8 sene sonrası ilgili plan yapamıyorum. Tek söyleyebileceğim şu: büyük bir aşkla, sevgiyle, içimizden gelerek, büyük maddi beklentilerden çok kendi işimizi döndürebilmek adına çalışıyoruz.
Derin Sarıyer: Üretimimiz her zaman vardı. Çeşitli önemli markaların Türkiye temsilciliğini yapıyorduk. Babamın ETMK (Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu) için tasarladığı bazı ürünler vardı. Hevesliydi, bazen kendi ürünlerini arkadaşlarına gösteriyordu ama ticareti onunla yapmıyordu. İthalat ve üretim yapıyorduk. Bir gün oturduk dedik ki; “Öyle bir koleksiyon yaratalım ki hem biz tasarlayalım hem de satışımız daha rahat olsun”. 2 ay geçti. Bir şeyler çizmeye çalışıyoruz ama onları yaparken de artık havaya girmişiz, “biraz daha” serbest bir şeyler çalışıyoruz.
Serbest derken de, hani kendi içindeki tasarım tavrı olarak değil, çünkü bizim serbest bir tasarım anlayışımız yoktur. Belli bir geometriye, kendi hesabını verebilecek bir matematiğe sahip olmasını isteriz. Şiirselliğe ve lirizme ordan geçsin isteriz. “Ben yaptım oldu” tarzı değildir bizim yapğtımız. Bu anlamda değildi belki ama yine de bu bahsettiğim istikamette olmayan şeyler çizdik. Sonra durduk düşündük, herhalde yanlış bir şey yaptığımızı anladık. Bunların hepsini bir kenara attık, bir tanesini bile üretmedik.
Derin Design Arşivinden “40.Yıl-10.Yıl”
Masanın diğer tarafında asıl bakış açımızla birikmiş olanları aldık. Tanju Özelgin’i, Arif Özden’i aradık. Diğer arakadaşlardan da bazı işler aldık. Radikal olarak nitelendirebileceğimiz ilk koleksiyonumuzu çıkardık. 2-3 sene boyunca oradan hiç kar etmedik. Ama üstüne gittik. Fuarlara katılmaya başladık, kısacası gözümüzü kararttık. Hani ilk aşk döneminde insanın gözü hiçbir şey görmez ya, tamamen o şekilde ilerledik. Sonra 3 sene falan geçti. Hesaplara baktık. “Biz bir yerde bir şeyleri yanlış yapmışız” dedik.
(Gülüşmeler)
Sonra gözümüzü karartmaya devam etme kararı aldık. Ve iş, bir anda kendini döndürmeye başladı. “Derin diye bir marka var, Derin markasının içinde ürünler var ve evet bunlar satın alınması için tasarlanmış” algısı oluşmaya başladı.
Derin Sarıyer: Kendimizi hiçbir zaman “Ah o eski günler var ya. Şimdi herşey değişti” durumunda bulmak istemeyiz. Genç bir bakış açısı bu, her zaman anı hissetmek isteyen. Ama bir noktadan sonra patinaj yapmaya başlarsınız ya hayatta, o noktaya gelmemek tek hedeftir. Babam da ben de o konuda aynı düşünüyoruz. Fakat geçen gün dedi ki; “Derin, biz galiba çok şanslıyız.” 2000-2005 dönemi dünyada çağdaş mobilya tasarımında çok önemli dönemlerden biriydi çünkü.
“Ah o eski günler” nostaljisine kapılmamak adına kendime bile söylemiyordum ben bunu ama o da söyleyince farklı jenerasyonlar tarafından belki de doğrulamış olduk bunu. Diyebilirsiniz ki, “tamam da siz aynı firmadasınız, kendi öznelinizden bakıyorsunuz ve yorum yapıyorsunuz”, olabilir. Ama gerçekten de son 4-5 senedir belki dünyada ekonominin iyi gitmemesi, vs. bir patinaja soktu tasarımı. Baroklar geldi, rokokolar geldi. 2000’de belki de o yeni yüzyıla girişin verdiği bir ruh, yeni bir şeyler yapalım duygusu vardı. O rüzgarın içinde belki de o aşka kapıldık. Sonra da onu devam ettirmeye çalıştık.
O dönemde, ürün tasarımcısı olmak konusunda böyle bir akım yoktu. Mobilya tasarımı, Türkiye için en azından ana akım değildi. Bunun dezavantajları vardı tabii, insanları yönlendirebilecek bir zemin yoktu öncelikle. Fakat şu anda da biraz enflasyon oluştu açıkçası. Bazen belki kendi içimizde bile kullanıyoruz ama “tasarım ürünler” diye hiç sevmediğim bir kavram türedi. Tasarım ürünler ve tasarım olmayan ürünler gibi bir kategori yaratılıyor. O zaman tasarım dediğimiz “böyle işte enteresan bir şeyler” oluyor. Oraya doğru bir yönlenme oluyor gençlerde, onu hissediyorum. Ama tasarım yapmak isteyen bir insan önce bunun külliyatını araştırır. Kendinde bu külliyatın üzerine bir şeyler ekleyecek bir potansiyel görüyor mu ona bakar. Ve ona göre kendi kişisel kararını alabilir. Tabii öğrenilebilir bir şey bu. Stajla, üniversite eğitimi ile, aileden…
Ben de Aziz Sarıyer ile aynı evde yaşadım. Bizim eve Memphis’ler giriyor, başka tasarım ürünler çıkıyordu… Bir fuara gidiyorduk, Philippe Starck’la masaya oturuyorduk. Hayat böyle bir şey. Size sunulan imkanlardan ne kadar faydalandınız ya da faydalanmadınız. Ben de elimden geleni yaptım. Kendini geç bulanlara late bloomer deniyor galiba, ben onlardanım aslında. Şimdi böyle tepeden “gençler bunu yapmalı” derken de kendimi biraz suçlu hissediyorum.
Derin Sarıyer: Şu anda Türkiye’deki tasarımcıların başarılarını bence tasarımcılardan çok üreticiler belirleyebilir. Tamam bazı istisnai durumlarda tasarımcılar kendi üretimlerini de, kendi markalarını fason üretimlerle oluşturmaya çalışıyorlar ama Türkiye gibi ülkelerde bu daha da zor. Dünyada örneği var evet. Tom Dixon mesela, yapıyor ama o da belirli bir kariyerden sonra yapabildi. Burada Autoban arkadaşlarımız var. Onlar da mobilya tasarımını ikinci kanal olarak kullanıyorlar.
Neden İtalya’daki tasarımcılar bu kadar ön planda peki? Ki Son dönemde Kuzey Avrupa’ya göre o kadar da ön planda değiller ama… Ciddi bir üretim ve yeni ürün geliştirmeye dair orta çaplı üreticilerde bir know how var, bilgi var. Dikkat ederseniz James Irvine – vefat etti gerçi 2 sene önce -, gitti Milano’da ofis açtı. Bakıyorum, takip ediyorum birçok kuzey ülkesinden tasarımcı Milano’ya yerleşiyor. Tasarım merkezi hala Milano.
Bence üreticilerle bağlantıyı iyi kurmak gerekiyor. Türkiye’de bu anlamda, yatırım yapabilecek az sayıda, en fazla 7-8 tane firma var. Mobilya değil de, endüstri ürünleri dersek bazı teşkilatlar var, ama bugüne kadar tasarıma yatırım pek yapmamışlar, yeni yeni yapmaya başlıyorlar. Buradaki o tasarımcı olma potansiyelini ve çığlığına cevap verebilecek bir üretim bakış açısı yok. Bence sorun orada.
Konsolosluklardan beni arıyorlar, haber veriyorlar mesela. Avrupa’dan tasarımcılar burada turlar düzenliyorlar. Bir muhalefet misali, buradan da çıkarma yapmak gerekiyor. Çok yakın vadede Türkiye’deki tasarımın küresel olarak yükselebileceğine dair sinyaller almıyorum ben. Ancak bireysel çıkışlar olmaya devam edecektir.
En temele dönersek; tüm bunları tartışmadan önce biz nasıl başlamıştık sohbetimize bugün? Eğer birçok konuyu sorgulamıyorsanız, sizin ülkenizde tasarım gelişemez. Sizin ülkenizde bilim de gelişemez. “Temel Tasarım 1” belki söylediklerim ama; ülkede sanata dair, kültüre dair bir kaygı yoksa tasarım niye gelişsin ki? Gelişmesin zaten, gelişemez ki… Ne duyuyoruz: “Bizden teknik eleman olur.” “Zaten çok fazla kafaya takmayın, sıyırırsınız.” Peki bu cümlelerden sonra sizce “Ama çok iyi tasarımcı olun” cümlesi gelir mi? Böyle bir şey diyemez ki bunu söyleyen kişi. Kafayı sıyırması gerekiyor ki tasarım da yapabilsin çünkü.
Derin Sarıyer: Kuruluş misyonumuzda böyle bir maddemiz yoktu. O konuda biz biraz daha kapalı devreyiz diyebilirim. Ama mesela Nazar Şigaher geldi 2004 yılında, yakamıza yapıştı, “Anlıyorum sizi, heyecanlı oluyor sizi dinlemek ama; ben bu koleksiyonun içinde yer alacağım” dedi. Şu anda bizim koleksiyonumuzda Nazar Şigaher’in tasarımları var. Kaç yaşındaydı, 23 filandı herhalde. Bize gelmesi lazım, bizim sarsılmamız lazım. İkna olduktan sonra beraber çalışıyoruz.
Demek istediğim, bence bu tip konular biraz bireysel gelişiyor, özellikle bizim gibi ülkelerde. Devlet destek olmalı ama ne yazık ki burada böyle bir bilinç yok. Geçen sene Design Turkey yine güzel geçti ama, orada bize ödül veren resmi kişi 3 ay önce istifa etmek durumunda kaldı. Bunları yok gibi farzedip yorum yapamayız ki.
Derin Sarıyer: Çok klasik olmasın söyleyeceğim şey ama… Benim sohbetimi sizin sorularınız, konuya bakış açısınızın derinliği belirliyor. Bazen hiçbir şey söyleyemiyorum, tenis oynamak gibi bir şey.
Şöyle bitirelim:
Röportaja gelmişler eve. Adam 94 yaşında falan. O semtin, o şehrin en uzun yaşayan adamı. Anlatıyorlar, neye borçlusunuz bunu diyorlar. İşte sağlıklı yaşam, yediklerim, içtiklerim, brokoliler, şunlar, bunlar… Şuruplar muruplar derken tangır tungur sesler geliyor. Bir adam bağırarak geliyor. “Ne oluyor” demişler. Adam da demiş ki: “Babam geliyor, yine içmiştir. Ortalığı da kokutur şimdi sigara kokusuyla. Bu hallerini yazmayalım lütfen”.
(Gülüşmeler)
Babamla oturup konuşur, sohbet ederseniz o çok daha derindir.