Mimar ve kent plancısı Hans-Georg Brunnert ile söyleşi yaptık.
Mimar ve kent plancısı Hans-Georg Brunnert, Alman Mimarlar Odası’nınki de dahil olmak üzere, ülkesi Almanya ve Avrupa’da birçok yarışma komitesinde başkanlık görevi yaptı. Ofisi Brunnert & Partners tarafından tasarlanan yapıların birçoğunun ödül almış olması da, değinilmesi gereken bir başka nokta. Mimarlık yarışmaları ve ödülleri konusunda kayda değer bir birikime sahip olan Brunnert, ArkiPARC 2008’in konuğu olarak İstanbul’a geldi. Mimarla, kaliteli fiziksel çevreye ulaşmakta yarışmaların önemi ve Türkiye ile Avrupa’da düzenlenen mimari yarışma süreçleri arasındaki farklılıkları konuştuk.
Hans-Georg Brunnert: Mimarların, plancıların, inşaat ve gayrimenkul sektörlerinin diyalog içine girdiği böyle bir etkinliğe ilk kez katılıyorum, bunun Türkiye için de bir ilk olduğunu öğrendim. Bu, hem çok zor, hem de çok önemli bir iş. Farklı amaçlar güden kişilerin ihtiyaçlarını ve hedeflerini birbirine anlatması, bu diyaloğun gerçekleşebileceği bir ortamın yaratılması kent kalitesinde önemli rol oynuyor. İletişimsizlikten kaynaklanan zorlukların aşılabilmesi için her fırsat kullanılmalı, bunlara ek olarak da fırsatlar yaratılmalı. ArkiPARC 2008’de bunun başarıldığını gördüm.
HB: Bu konuda denemeler elbette yapılıyor, düzenlenen emlak fuarlarına mimarlık ve inşaat sektörlerinin katkı sağlaması örnek olarak verilebilir. Ancak ArkiPARC 2008, odak noktası diyalog olan, düzenlenmiş en büyük etkinlik.
HB: Bunun bir düşünce veya tercih değil, tam anlamıyla bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum. Yarışmayla ortaya çıkacak projelerin şüphesiz çok daha nitelikli olması gerçeği bir yana, kamu yapılarının kamunun parasıyla inşa edildiğini düşünürsek, bu yapıların tasarlanma sürecinin açık ve şeffaf olması gerektiği sonucuna varırız. Yarışmalara elbette ilgilenen her mimar katılabilmeli. Uygulanacak projeyi seçen jüri ise tamamen bağımsız uzmanlardan meydana gelmeli.
Eğer bu süreç başarıyla kurgulanabilirse, ortaya çıkan binaların kalitesi, kentsel rekabet ortamı oluşturur. Diğer binaların da bu rekabete katılmasıyla giderek iyileşen bir kent profiliyle karşılaşırız.
HB: Evet. Konuşmacı olarak katıldığım “Fiziksel Çevrenin Oluşumunda Yarışmalar” panelinde de dile getirdiğim gibi, günümüzde birçok firma, imajını oluşturma sürecinde nitelikli yapılara büyük önem veriyor. Kalitesiyle ön plana çıkarılmaya çalışılan bu yapılar, aslında öncelikli olarak özel sektöre değil, kamuya ait olmalı.
HB: Aslında demek istediğim, yarışmaların Türk mimarlar için zor olacağı değil, Türk mimarların da katılımıyla Avrupa mimarlığında rekabetin artacağıydı. Ancak bu negatif bir izlenim yaratmamalı, çünkü mimarlar için zor demek, kalitenin artması demek. Ulusal veya uluslararası bir yarışmaya katılmak, hem emek, hem de yeterli maddi imkanlar gerektiriyor. Ancak ortak amacın kentsel kaliteye ulaşmak olduğu düşünülürse buna değer bence.
Avrupa’nın mimarlığa ve yarışmalara bakışı da zamanla değişti. Korunması gereken bazı düşünceler korunmuyor. Açılan yarışmalara farklı ülkelerden mimarların katılması, çeşitliliği sağlar. Yani ülkeler arasındaki farklılıklar, aslında sınırların kalkmasına ve ortak çalışmalar yapılabilmesine imkan sağlıyor. Örneğin kendi ülkemden örnek vermem gerekirse, eskiden bölgesel yarışmaların herkesin katılımına açık düzenlendiği Almanya’da, AB yarışma yönetmeliklerine göre bölgesel yarışmalara farklı ülkelerden katılım imkanı kaldırıldı. Halbuki bölgesel yarışmaların da uluslararası katılımla düzenlenmesi, devam etmesi gereken bir uygulamaydı bence.
Türkiye ve Avrupa arasındaki bir diğer fark ise, yarışmada dereceye girenlere verilen ödüller. Sonuçlandığında, 200.000 Euro ve üstü ödülün verildiği yarışmalar Avrupa’da daha çok ilgi görüyor. Ödül miktarının daha az olduğu yarışmalara katılımın da çok daha az olduğunu söyleyebilirim. Avrupa’daki mimarlık yarışmalarının ödülleri, Türkiye’ye göre oldukça yüksek.
HB: İstanbul’da bulunduğum süre içinde ve katıldığım panelde anladığım kadarıyla söyleyebilirim ki, Türkiye’de “yarışma” dendiğinde herkes farklı bir şey anlıyor. Şirketlerin birkaç mimarlık ofisini davet ederek onlara proje hazırlattığı ve bu projeler arasından birini seçtiği süreç, bir yarışma olarak nitelenemez. En azından, Avrupa anlayışına göre bu bir yarışma değil. Konuşmamda da söylediğim gibi, jürinin birbirinden ve yarışmayı düzenleyen kurumlardan tamamen bağımsız uzmanlardan oluşması, bir organizasyona “yarışma” denebilmesi için olmazsa olmaz bir kural. Bir diğer önemli nokta ise, jüri üyelerinin yarışmaya katılan mimarlarla aynı özelliklere, bilgiye, özetle benzer bir seviyeye sahip olması gerektiği. Jüri, katılımcıların dilinden anlamadığı takdirde de bu sağlıklı bir yarışma olamaz.
HB: Almanya’da da elbette şirketler tarafından yarışmalar düzenleniyor. Bu durumda şirketin temsilcisi tabii ki jüride bulunuyor, ancak çoğunluğun bağımsız üyelerden oluşması kaydıyla.
Jüri üyelerinin sayısı için 3, alt sınır olarak belirlenmeli. Süreç başlamadan önce neye “yarışma” denmesi gerektiği tanımlanmalı. Kurallar yoksa oluşturulmalı, varsa da bu kurallara uyulmalı. Almanya’da, mimari yarışmaların kuralları bakanlık tarafından belirleniyor ve oluşturulma sürecinde AB ile uyumluluğu da denetleniyor. Avrupa’da yarışmalara katılım söz konusu olduğunda, mimar ve mühendis arasında bir fark gözetilmiyor. Disiplinlerarası yarışmaların sayısı ve bu yarışmalara katılım oranı da bu nedenle fazla.
Farklı kurallar ve süreçler elbette söz konusu olacaktır, aslında burada esas önemli olan herkesin yarışmalara ilgi duyması ve halkın da sürece katılımının sağlanması. Süreç şeffaf bir biçimde ilerliyorsa, projeler bağımsız bir kurul tarafından değerlendiriliyorsa ve eleme aşamaları ile ilgili bilgi halka veriliyor ve tüm projeler açıkça sergileniyorsa, kentliler de bu sürece dahil olur. Mimari yarışmaları, yarışmaların fiziksel çevre oluşumundaki önemini kavrayarak, projeleri ve oluşum sürecini sahiplenir.
HB: Bence böyle bir ayrım yapılamaz. Finlandiya’da bir mimarlar odası yok, süreç bu nedenle tamamen farklı yürüyor. Mimarların bir odası olmadan nasıl bir araya gelindiği ve duyuruların nasıl yapıldığı bu yapılanmaya aşina olmayan biri için algılanması güç bir durum belki, ancak Finlandiya’da mimarlık ve planlama oldukça farklı algılanıyor. Standartlar çok yüksek ve bu yaklaşım adeta bir gelenek gibi kabullenilmiş durumda.
HB: Aslında bu konuda söylenecek çok söz var ve hep aynı şeyler konuşuluyormuş hissine kapılmaktan hoşlanmıyorum. Türkiye’de yapılması gereken, öncelikle mimari yarışmanın tanımlanması. Diğer gereklilikler ve bakış açısı zamanla oluşacaktır. Ben teşekkür ederim.
2 yorum
Central Park vs. Hipodrom
http://rktr.co/182AJfU
Central Park 315 hektar Hipodrom arti cayir 68.4 hektar. 8 misli degil 4.6 misli ancak buyukluk farki gene var.