Geçtiğimiz haftalarda Mert Eyiler, Hayriye Sözen, Özden Demir, Audrey Aydın ve Erman Soyman ile biraraya geldik.
Bu biraraya gelişin amacı, Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde deneyimledikleri proje sürecini örnek alarak bir nevi, şimdiye kadar ortalığa dökülmeyen mevzuları görünür kılmaktı.
Bir masanın etrafında toplandık ve biraz mimarlık dedikodusu yaptık. Mimarların proje üretim sürecindeki çalışma hallerinden mimarlığın temsiliyetine; işvereni kamu olan bir yarışma sürecinin açmazlarından bu açmazların nasıl avantaja dönüştürebileceğine; bilindik mimarlık pratiğinin hallerinin sorgulanmasından tatminkar bir üretim sürecinin nasıl ortaya çıkabileceğine kadar geniş bir yelpazeyi masaya yaydık.
Onlara göre her proje ayrı bir deneyim ve kollektif üretim sürecinin gelişimine bir katkı. Mesela Mert Eyiler mimarlık üretimini bir yolculuk olarak tanımlıyor; bir yarışmayı kazanmak veya kaybetmek, projenin uygulanıp uygulanmaması gibi kaygılardan ziyade bu sürecin kendi pratiğine, üretim sürecine katkılarını irdeliyor. Hayriye Sözen ise mimarlığın iki cephe, dört kesitten çok daha fazlası olduğunu söylüyor. Bu spontane sohbetimize ortak olmak isterseniz buyurun…
Mert Eyiler: Hikaye şöyle; Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde geliştirilecek 3 tasarım için bir davet aldık. Çok zor 3 tane programdı: Bunlardan bir tanesi organize sanayi bölgesinde alışılageldik bir endüstri yapısı, bir tür depolama birimi. Bir tanesi yakın çevresiyle ilişki kuracağına inandığımız bir spor yapısı. Bir diğeri de bizi çok heyecanlandıran bir ARGE, teknoloji geliştirme birimi. Bütün bunları hem ayrı ayrı, hem de beraber düşünmenin benim için çok öğretici olduğunu söylemeliyim. Çok zor bir süreçti. Yaklaşık 45 günlük bir serüven.
Şimdi ben çalışmanın kendisini konuşmaktan ziyade görünmeyen yüzünü anlatmayı, oluşa dair serüvenini konuşmayı daha değerli buluyorum burada. Dolayısıyla bu konuşmanın da çoklu olmasını isterken amacım buydu. Ve eminim hepimizin başka başka söylemleri olacaktır bu konu için.
Hayriye Sözen: Sonunda bir konsept proje hazırlanması bekleniyordu. Yeni dönem için yeni proje arayışlarının bir uzantısı gibi bu davet.
Mert Eyiler: Zor olan da o kısımdı zaten. Bir başınıza halledemeyeceğiniz, üretemeyeceğiniz kadar yoğun bir şey. Bir başınıza tartışamayacağınız kadar yoğun bir şey. Bu durumu hafifletici bulduğum şey ise paylaşmak. Bu masada kaç toplantı yaptık hatırlamıyorum bile. Tüm ekip bu süreçte yoğrulduk, son gün sabah 8’de bile tartışıyorduk hala…
Mert Eyiler: Tabii ki. Bizim için yeni bir tür biraradalıktı bu. Bir kere bu işten keyif almalıyız dedik. Ve yaptığımız şeyi masaya koyduğumuzda arkasında durabilmeliyiz. Yapmakta olduğumuz şeylerin de yeni bir şey söylediğini iddia ediyoruz. İşin nasıl teslim edileceği, yakın çevresiyle kurduğu ilişki, programın parametreleriyle kurduğu ilişki dahil olmak üzere…
Hayriye Sözen: Mert’in davetiyle geldim ben. Başka koşullarda birlikte bulunmuştuk, özellikle akademik ortamda, atölyelerde. Çok eskiden beri beraberiz, ama yapı üreterek ilk defa bir şey yapmaya niyet ettik. Her zaman çok maceralı olur bu süreç. Sonunda hiçbir şey çıkmayabiliyor, çıkabiliyor, tek bir ekip alıp götürebiliyor.
Burada bence, çalışmanın en güzel tarafı, herkes kendi elindekini çok güzel koydu ortaya ve biraraya gelme hali de keyif verdi çıkan üründe. Orada bence tartışmalı olan, bu işin işveren tarafından tariflenmesindeki sıkıntılar. Bizler bu işi yapmaya heyecan duyduğumuz için aday oluyoruz ama bence profesyonel anlamda daha farklı tariflenmeliydi.
Özden Demir: Yarışmalarda belki klasik olan şeyler ama GOSB’den teklif gelince kurumsal bir karşılığı olmasını bekliyorsun. Çünkü inanılmaz bir emek var ortada. 6-7 kişilik bir ekip. Farklı farklı yerlerdeki işlerini bırakıp mesai harcayarak bir ürün ortaya koyuyorlar ve sonunda karşı karşıya bile gelmiyoruz en tuhafı. Bir sunum dahi yapamadık.
Hayriye Sözen: Onların yeni ve denenmemiş şeylere niyet etmesi çok iyi bir taraftan. Genç, meraklı, araştıran bir ekip vardı karşımızda. Bir kere toplantı yaptık, orada benim edindiğim izlenim böyleydi.
Özden Demir: Mesela 3 tane proje var ve üçünün de bambaşka programları var. Aynı bölge içerisinde bulunmakla beraber çok başka ilişkilere sahipler. 3’ü için çok farklı niteliklerde öneriler sunulmuştur eminim ama onların tercihlerine göre bir projeyi bir ekiple çalışalım diğer projeyi diğer ekiple çalışalım gibi bir anlayış yok. En akıllarına yatan bir ekiple beraber 3 projeyi de yürütmeyi düşünüyorlardı ve bu mimarlık için başlı başına bir problem. Her biri için bambaşka değerlendirme biçimleri olması gereken 3 konu var elimizde.
Mert Eyiler: İş bitti, sonuçlandı ve biz kazanamadık. Ve kim kazandı bilmiyoruz, merak da etmiyoruz. Ya alacaktık ya da bir şey olmayacaktı. Yarışma hazırlayıcılarının, ortamın kendisinin eksikleri olduğunu söyleyebilirim. Ve özeleştiri yapacak olursam; biz de bedelsiz bir ortama katkı sağladık, iş ürettik. Gündelik akışa paralel bir takım şeyler ürettik. Yani hepimizin sürdürmekte olduğu gündelik pratiklerinden arta kalan zamanlarda ürettik. Bu çalışma için profesyonel bir zaman ayırmadık. Çalışma zamanı 18:00 toplantılarıydı bizim için.
Hayriye Sözen: Benim tarafımdan esas çıkış noktasının amacı “tartışmak ve bir şey üretmek için ne iyi vesile olur” olduğu için, şu anda da onların ne yaptığından bağımsız olarak biz kendi dinamiklerimiz üzerinden yürümeye devam ediyoruz.
Mert Eyiler: Kastettiğim şey bu, evet, oradan bağımsız artık. Yani bizim için yolculuğun kendisinde o bir duraktı, o durağa uğradık, işimizi ürettik ve oradan devam ediyoruz şu an.
Mert Eyiler: Endüstri bölgesinin kendisi her zaman kışkırtıcı. Evet bir endüstri bölgesi tarifliyorsunuz ama bütün girdileri, bu süreç dahil olmak üzere geleneksel bile kılamayacağımız yöntemlerle idare ediliyor. Siz tüzel bir kişilikle karşı karşıyasınız ama o tüzel kişilik bile idari ve ticari gereklerinde imtina ediyor mesela. Bu bile başlı başına üzerine tartışılması gereken bir şey. Tüm bunları göre göre buraya katılmak istememizin sebebi de buraları tartışmaya açmak aslında.
Özden Demir: Burada bence asıl problemli olan şey- gerçi diğer yarışmalarda da böyle ama- karşılıklı bir iletişim ortamının olmayışı. Çünkü eminim katılan kaç tane proje varsa her birinden elde edecekleri olumlu birkaç konu olacaktır onlar için. Mesela bizde benim onlarla tartışmaktan en heyecan duyarak konuşacağım şey, bizim “Tekne” programı için önerdiğimiz şey olurdu. Onların istedikleri AR-GE merkezi gibi bir şeydi ve biz bu tip merkezlerdeki hayat üzerine baya düşündük. Oradaki en önemli eksik hayatın geceli gündüzlü bir yaşamın olmayışıydı. Orada konaklamayla beraber çalışmayı ve yaşamayı biraraya getiren bir program ürettik ama bunu oturup anlatamadık bile. Bu çok problemli bir şey başlı başına. 3 proje için aynı ekiple çalışmak, hız üzerine kurulu bir dünyada pratik sebeplerden tercih edilebilir ve belki bunu bir yere kadar anlayabiliriz. Ama karşı karşıya gelmemek?
Hayriye Sözen: Diğer taraftan şöyle bir yanılsaması da vardı; programın beklentisi çok yüksek ama tarifi çok azdı. Bu, bu mesele üzerine bir şeyler üretmek isteyen ekip için büyük avantaj çünkü o boşlukları kendi yorumlarınla tamamlayabiliyorsun. Yani bizim tasarladığımız “Tekne”de, ya da spor bölgesi için geçerliydi bu. Ama depo çok tarifliydi mesela, baya makine gibi bir bina yapman bekleniyor. Onda bile bizim verilen programa itirazımız oldu, konuştuk değiştirdik. Oralarda küçük temaslar kurduk aslında. Koruyalım dedikleri yapılar vardı, “onları kaldırarak ancak yapabilirsiniz istediğinizi” dedik. Program dışı da hareket ettiğimiz oldu yani. Bizim için kıymetli tarafı projenin tarifsizlikler üzerine oluşması bence. Sen ne düşünüyorsun?
Mert Eyiler: Ben karşılaşmayla ilgili, eğer iyi tariflenirse böyle bir şeye gerek olmadığını düşünüyorum. Zaten büyük açmaz oydu, yani hazırlık serüveni o kadar iyi tariflenmiş değildi. Sonuçta bir çağrı söz konusu ve bu iş için çağrılan ekipler organize sanayi içinde iş üretmekte olan ekiplerdi, dolayısıyla ilişki kurma biçimimizin öğle arasında gidip sorularımızın karşılığını almış olduğumuz düşünüldüğünde bu kadar kapalı, bu kadar dramatik olduğunu da düşünmüyorum. Ama Hayriye’nin söylediği “açıkları olan bir program” ise evet, bir handikaptı. Bunu nasıl değerlendireceğiniz ise bizim için avantajdı. Biz yeterince söz ürettik bu bağlamda. OSB içinde sadece o programların ötesine çıktık. Özellikle “Hemzemin”de ürettiğimiz şey, İzmit bölgesinde var olan motor sporlarının uzantısının bir parçasıydı. Bunu bu kadar düşündüklerini sanmıyorum. Onlar için sadece bir spor salonuydu beklenti.
Hayriye Sözen: Üstelik kimin geleceği belli değil spor bölgesine. Yani şöyle; “herkesin vardiyalı çalıştığı bir yerde spor ne zaman yapılır?”, “Bütün gün burada çalışırsan gece eve nasıl dönersin?” gibi hayatın içinden sorular bularak projenin detayları ortaya çıktı aslında.
Mert Eyiler: Gerçekten heyecan verici olan kısmı bizden beklenen mimarlık tarifinin belirsizliğiydi. Bir de mimarın masada tek başına ona siparişle gelen işleri üretmesi durumundan kaçtığımızı düşünürsek kışkırtıcı olan tarafı buralardı. Biz alışık olduğumuz sulardan kaçıp, tehlikeli sularda yüzüyoruz. Üretirken de en iyi bildiğimizi şeyleri yapmaya devam ettik ve fark ettik ki bu sular o kadar tehlikeli sular değil. Bir de, tek mimar yoktu mesela masada. Erman, Gamze, Faruk, Ahmet, Murat bizimleydi, Ali buradaydı. Belli mimarlık tanımları da al aşağıydı bizim için. Mesela süreci sıkı takip etmememizin sebebi de bu süreçte tatmin olmamızdı. Zaten kazanmaya oynamıyor olmak sihirli kısmı, o zaman sözünüzü daha özgür söyleyebiliyorsunuz. Tersi durumda o pek sizin sözünüz gibi gelmiyor.
Audrey Aydın: 45 günlük bir süreden bahsetmiştim, çalışmamıza da yansıdı. Bazı durumlarda karşıdan karşıya geçerken, ya da tepede konuşulanlar… Bir nevi yaşamın kendi hızının içinde bir şeyler üretmek… Sonra 18:00 toplantısına iniyorsunuz ve o nefes nefese yolda konuştuklarınız bir anda 1-2 saate yayılıyor. Masa başı toplantıları sürecin en önemli parçası.
Mert Eyiler: Bir fikir üstüne konuşabilir miyiz çok emin değilim. Fikre değil oluşa gitmeyi tercih ederim. Her aşamada paylaşarak, her aşamayı tartışarak ilerledik. Bu bile bir tartışma konusuydu, bu kadar tartışmamıza gerek var mı mesela? Tatmin tam da orada başlıyor işte. Sormadığımız bir soru kalmasın diye. Bu süreci asla vicdan değil, tam tersi, ileri götüreceğimiz bir hamle olarak değerlendirdik.
Hayriye Sözen: Bir de bu kadar çok ses olan üretimlerle ilgili şunu görüyorum, mesela burada bazen tempo düşüyor, uzaklaşıyorsun projeden ama buranın güzelliği birinin düşerken diğerinin enerjiyi yükseltiyor olmasıydı. Herkes birbirini yukarı doğru çekmek üzere hareket etti. Sonunda şöyle bir soru vardı; 3 tane apayrı şeyi üretip ama bakışı benzer bir ürün nasıl ortaya koyacağız? 65 metrekare nasıl bir şey diye başlayarak, o kadar çok metrekarenin içinde bir tek cümle nasıl kurulabilir. Proje filmi bu anlamda çok toparlayıcı oluyor. Çünkü bütün görselliğiyle ayrı ayrı fikirlerin anlatım diliyle bir arada işliyor olması oraya dair bir düşünce olduğunu hissettiriyor bana. İsim dili bile bir anlamda tutarlılık içeriyor.
Özden Demir: Tutarlılıkla hepsini birleştiren şey, hepsinin kendi içinde, bulundukları nokta için uygun projeler olması bence. Tam da orası için, tam da o program için, tam da o programı zenginleştirerek. Yoksa yapı dili vs. anlamında hiçbir ortak noktaları yok. Bu projenin hepimiz için tatmin edici olmasının sebebi de bu. Hepsinin bu kadar farklı ama tam da orası için oluşu.
Mert Eyiler: En kolayı! Depo depo, betonarme betonarme.. Yapma alışkanlıklarımızın da hazırlık aşaması hiç kolay değildi. Burada her şey, bizim yapmakta olduğumuz şeyin ötesine taşınsın istedik. 10 arkadaşımızın her çözümünün bunun oluşmasında katkısı var. Cepheyi oluşturan yüzeyin taşıyıcı sistem aksının içinde olması mı, önüne takılması mı gibi sorular bile tartışma konusuydu. Benim için konuşmayacağımız bir şey kalmayana kadar konuştuk.
Mert Eyiler: Hiçbir zaman. Keşke daha çok konuşsaydık dediğimiz bir durum oldu. Başlarda 3 konu var, paylaşalım herkes birini yapsın dedik ama olmadı zaten. Sonra herkesin her şey üzerine söz üretebileceğini düşünerek hareket ettik. Ortak iş meselesi önemli. Sözün altına bireyin değil bir kolektifin imza atması önemli. Bütün bu serüvende kışkırtıcı bulduğum şey bu. Mimarlıkta imza önemlidir ama hayır, burada hepimizin katkısı var.
Mert Eyiler: Tanışıklıklar sayesinde diyebiliriz. 1993 yılında TMMOB Mimarlık öğrencileri buluşmasında tanıştık biz Hayriye’yle.
Hayriye Sözen: Profesyonel değildi ama bu biraraya gelmeler, öğrencilerle okulda ya da bir forumdaydı. Bir yapı üretmek için, mimarlık için ilk defa bir araya geldik.
Mert Eyiler: İşte sihir de oydu. Burada da profesyonel bir ortam yoktu, 18:00 toplantıları vardı bir. O da bu bağlamda ve iyi ki de hiç profesyonel değildi.
Mert Eyiler: Ama buna karşılık çok da profesyonel. Özellikle Venedik Mimarlık Bienali’nde deneyimlediğim “yapıp etmekte olduğunuzu bir ortamla çarpıştırma” fikrini çok değerli buluyorum. Gündelik pratiklerinizden çıkıp katılın katılmayın masada tüm bu bilgileri çarpıştırıyor olmanın hem kendiniz için hem masadakiler için çok değerli olduğunu düşünüyorum. Önemli olan masada onu açıklıkla paylaşmaya devam ediyor olma hali. Bu tartışmaları bu kadar açık tutmamızın nedeni de oydu.
Hayriye Sözen: O kadar beş benzemez bir durum da değildi. Herkesin birbirini bilir bir hali vardı. Erhan’ın bize nereden katkı sağlayabileceği biliyorduk. Veya Audrey’den, Faruk’tan nasıl bir şey gelecek aslında farkındaydık. Herkes cebindekini ortaya koydu yani. İlk kez yaptığımız bir şeyi denemek üzere bir araya gelmedik.
Mert Eyiler: Evet, bu bir tesadüf değil tabii ki. Bir de kurum bu tarz çağrılar yaptıklarında toplulukların ses, söz üretiyor olması da önemli. Sadece yarışmalarda değil, bir başımıza bu işleri yaparken de başka türlü yapmak için, daha sık bir araya gelmeliyiz. Senede bir kere böyle bir şey yapıyoruz ve bunu da aslında iş için yapıyoruz. Düşünce üretmek için böyle bir şansımız dahi olamıyor. Şehir için, mimarlık için, gündelik hayat içinde bir araya gelmelerimizi arttırmamız gerek diye düşünüyorum.
Hayriye Sözen: Sorun saptamak, çözüm üretmek konusunda sözlerimiz var ama işe dönüşmüyor.
Mert Eyiler: Orada bir atalet oluşuyor. Bunu kıran oluşumlardan biri forumlar. Mesleki ya da değil bunları daha çok kurumla çarpıştırmamız gerek diye düşünüyorum. Kurumların böyle bir talebi yok belki ama biz onları masaya çağırmalıyız. Yeni bir tür “iş alma” diyeyim buna. “İş alma”yı tırnak içinde kullanıyorum ve altını çiziyorum. Oysaki bu bir iş alma değil. Bu, sözünüzü gündelik hayatın içine sızdırmak.
Hayriye Sözen: İki cephe, dört kesitle çok farklı bir şey söylemek aslında.
Mert Eyiler: Bunun yanı sıra, Gökçeada’daki okul için çok güzel bir niyet mektubu yazdık mesela. Tabii ki seçilmedik çünkü sunum işlerimizin arasında Hayriye’nin bienal için hazırladığı bir video, benim sunduğum forum metni vardı. O video ya da o forumlar mimarlık temsiliyeti midir değil midir, Ali’nin bize hazırladığı grafikler bir mimarlık işi midir değil midir? Tüm bunlar bizim mimarlık ortamına sunduğumuz yeni sorular.
Hayriye Sözen: Geçtiğimiz yıl bizim başımıza bir şey geldi. Bir yarışmaya davet edildik ve sürecin sonunda bir ihale dosyası bekliyorlardı, 1 buçuk sayfa A4 ile teslim yaptık. Çünkü bir program ve bunu karşılayacak bir mekan var ama bunlar örtüşmüyorlar. Bu program için başka bir şey lazım dedik teslimde, inanamadılar gözlerine, U masa ortaya oturttular beni, 1 buçuk saat sürdü. 8 kişi oturuyorlar karşımda. O işi almak gibi bir derdim yok. Sadece bir fikrim var bu konuyla ilgili.
Mert Eyiler: Burada işin temsiliyet meselesi de önemli. Bu Özden’in üzerinde profesyonel olarak çalıştığı işlerden de birisi. Hem de akademik olarak araştırdığı konulardan bir tanesi. Bir de gündelik tartışmalara yön veren bir şey.
Özden Demir: Çok yapılan tartışmalar bunlar. Hareketli görüntü, mimarlık, belgelemek için çok önemli araçlardan bir tanesi bence. Bu iş de benim için, kısa sürede hazırlanmış bir iş, iyi bir pratikti. Proje sürecine de dahil olduğum için çok iyi bir denemeydi benim için. Yani son gün ben dahil olsaydım ve hakkında hiçbir şey bilmiyor olsaydım muhtemelen bu kadar hızlı üretemezdim. Bir de herkes fikrini söyledi video üzerine, bir şeyler kattı, eleştirdi. Bence bu nedenle de ritmi fena olmadı. Çok fazla kontrol eden göz vardı ve o yüzden de kısa bir sürede iyi bir kıvama gelebildi.
Mert Eyiler: Hiç kontrol etmedik aslında. Bakın burası çok önemli. Masada hepimizin, en iyi bildiğimiz işi yaptığımız, birbirimizi terk ettiğimiz alanlarımız var. Buradaki teslimiyet bu bence, masaya teslim oluyorsunuz. O inanç bir rahatlık veriyor ve güzel bir dayanışma oluşuyor.
Söyleşimizin ardından Gebze Organize Sanayi Bölgesi, yarışmaya dair detayların aktarılması adına bir açıklama yayınladılar. Sözkonusu açıklamayı buradan inceleyebilirsiniz.