Kendi İçinde Bir Network: İnsan – Makine – Kod ve Kent İlişkisi

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında "Yekpare" adı altında gerçekleşen projenin yöneticisi Erdem Dilbaz'la konuştuk.

Selin Biçer: Hoşgeldin Erdem. Kendinden kısaca bahseder misin?

Erdem Dilbaz: Merhaba. Tabii, Profilo Anadolu Teknik Lisesi’nde okudum. Liseyi bitirdikten sonra 4 yıl boyunca Türkiye’yi dolaştım. Organizasyon işleriyle ilgili bir bölümde okumaya karar verdim ve bu işle ilgilenen arkadaşlarımı gördüm. Onlara sorduğumda, Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi bölümünde okuduklarını öğrendim. Daha sonra mülakata girdim ve burs kazandım. Bu bölüme devam ediyorum. “Müzik Kültürü ve Pasaj İlişkisi” konulu bir tez hazırlıyorum. Bunun dışında sanat, tasarım ve zanaat üzerine çok fazla proje yaptım. 2 sene boyunca Çizgili Günler Şenliği’ni düzenledim. 6 – 7 yıldır müzik yazarlığı da yapıyorum. Aynı zamanda dijital müzik haklarını ve müzisyenlerin prodüktörlerden bağımsız şekilde pazarlama yapmalarına dair sistemleri araştırıyorum. Diğer bir yandan da internette kişisel haklarla ilgili STK’larla birlikte çalışıyorum. Bir yandan da Radikal Tasarım gazetesinde yazmaya devam ediyorum.

Birkaç sene önce bir şirket kurduk, hala devam ediyoruz. “Kafa Ayarı Görsel Tasarım ve Organizasyon” adında bir şirketimiz var. Bir ara “Blackbeat İstanbul” diye bir oluşumu başlattım: İstanbul’da elektronik müzik yapan insanları bir araya getirmek için uğraştım, konserler düzenledik. Daha sonra “tiptak.com”u geliştirdik, gayet eğlenceliydi. Peşi sıra iş nerdworking’e geldi. Kamusal alanda eylem tasarımları üzerinde çalışıyordum, sanat ve teknoloji çok ilgimi çeken iki konu ve 4-5 yıldır bu konularda araştırmalar yapıyorum. Etrafımda gördüğüm kadarıyla sanatla ilgilenenler, özellikle grafik emekçileri yaptıkları işlerden memnun değiller. Bu işlerde kullanılan “yaratıcılık” toplum sınırlarıyla belirleniyor. Istediklerini yaratamıyorlar. Bu yüzden ben de hem istedikleri gibi işlerini yapacakları, hem de yaptıkları iş sonucunda hakettikleri parayı alabilecekleri bir alan yaratmaya çabaladım. Ve nerdworking ortaya çıktı. Türkiye, Almanya, Japonya ve İngiltere’den toplam 14 katılımcı var. Elektronik, robotik, mekatronik, illüstrasyon, animasyon, programlama, teknoloji geliştirme ve farklı kod dillerinde, mapping üzerine çalışanlar bulunuyor. Çok önemli programları hazırlayanlar ve tracking sistemleri oluşturanlar da var. Tüm bu insanları bir şekilde biraraya getirince tek başına yapamayacakları bir işi 2 – 3 kişi birlikte çıkarmaya başlıyorlar.

2009 yılı Eylül ayından beri nerdworking mevcut ve gayet iyi gidiyor. Çıkarttığımız oyunlar arasında beden kontrollü bilgisayar oyunları var. Onun dışında mapping olayı da çok önemliydi bizim için. Güzel bir biçimde kamusal alanda Türkiye’de nerede yapabiliriz diye düşünüyorduk. Ayrıca real-time animasyon yapan ve Gökhan Okur ile Cihan Gelerli’den oluşan Aniline diye bir grup var.

Asıl istediğimiz şey “yaratıcı” kelimesinin tasarrufsuz kullanımını frenlemek; etkileyici projelere imza atarak rekabet çıtasını teknoloji kullanarak yükseltmek.

SB: Peki Yekpare nasıl ortaya çıktı?

ED: İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı sipariş etti. Çok eskiden beri ajansın yapmak istediği bir projeydi bu. Özellikle Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümü olan 3 Haziran gününde Haydarpaşa’da bir etkinlik gerçekleştirmek istediler. Ve bunun için birçok sanatçıya sipariş verdiler. Barselona’da benzer birşey gördüklerinden bahsettiler ve bize kaba, oryantalist bir video izlettiler. Daha iyisini yapabileceğimizi söyledik. Ajansın Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi bölümünde Ümit Özdemir’in desteği unutulmayacak, onun desteğiyle gerçekleşti desek yalan olmaz.

Konu bayıldığımız İstanbul olunca ve Haydarpaşa fon olarak kullanılınca keyfimiz yerine geldi ve nerdworking ekibinden, uzun yıllardır birlikte çok iyi işler çıkartan, Candaş Şişman ile Deniz Kader’i biraraya getirdik. Müzikleri ise çok iyi bir müzisyen ve ses tasarımcısı olan Görkem Şen yaptı.

İşle ilgili modelleme konusunda bazı sıkıntılarımız oldu, çünkü Haydarpaşa Garı’nın hazır bir modeli yok. Mevcut halinin rölöveleri bile yok. En sonunda Prospektif’ten yardım istedik. Gökhan Uzun ve Can Dinlenmiş ölçüleri aldı ve mükemmel bir iş çıkardılar. Çok detaylı ve çok zor bir işti.

Ekip bir yandan çalışmaya devam ederken 2010 İstanbul AKB Ajansı’yla görüşmelere devam ettik. 8500 yıllık tarihi 15 dakikada anlatmak çok zor ve İstanbul hakkında çok fazla klişe var. Deniz ve Candaş ile olayın kurgusunu yaparken, bu işin tamamen sembolizme dayanmasını hedefledik. Görsel bir şölen yaratmaya gayret ettik.

Doğu – batı konusunu, hikayenin en başında irdeledik. Haydarpaşa da tam olarak doğu – batı ekseninde. Hikayenin her parçası, sesler, vokaller tarih doğrultusunda devam ediyor. Bütün bu olay çok kısa bir zamanda yapıldı. İşi aldığımızın haberi geldikten sonra yaklaşık 2 hafta içinde etkinlik gerçekleşti. Geceyi gündüze katarak hazırladığımız bu olayda 2 kişi animasyon, 2 kişi modelleme ve 1 kişi müzik için çalıştı. Çok zorlandık, ancak kamusal alanda binlerce insanın izleyebileceği ve herkese yönelik bu iş, kaçırabileceğimiz bir fırsat değildi. Ve insanların genelde ses çıkarmadan izledikleri, zaman zaman alkışladıkları bir gösteri oldu.

Görkem’in hazırladığı sesler çok iyiydi, aynı ses sistemi gibi. Daha önce batmış olan eski Karaköy İskelesi’ni Haydarpaşa’ya yanaştırdık, üzerine dış bükey olarak 24 tane kolon koyduk. Bu kolonlardan gelen ses binalara çarptı ve bu da büyük bir fanus yarattı. Özellikle ebru kısmında ses patlamaları insanların çok ilgisini çekti, karanlık ancak duygusal olarak yoğun bir sahne oldu. Daha sonra gerçekleşen yumuşak geçiş ise insanları rahatlattı. Son olarak sema kısmıyla tüm hikayeyi toparladık ve kaybolup gitti.

SB: Ellerinize sağlık. Harika olmuş. Benim aslı merak ettiğim şeylerin başında teknik konular geliyor. Örneğin rölöveyi alan ve modellemeyi yapanlar mimar mıydı?

ED: Evet, mimarlar.

SB: Bu denli zor bir binada çok az sürede çok iş çıkmış.

ED: Evet, çok zor bir bina. Özellikle cephe rengi nedeniyle projeksiyon ışığını kolayca emiyor. İlk başta tek bir projektör kullanmayı düşünmüştük. Tek bir tanesi tüm cepheyi kaplamaya yetti. Ancak cephenin rengi ve ebatlarından dolayı 10 projektör koymak zorunda kaldık. Böyle yoğun bir ışık kaynağının altında istenildiğinde güneşlenebilinir! Binanın sağına 5, soluna ise diğer 5 taneyi yerleştirdik ve watchout sistemiyle tek bir çizgi haline getirdik. Bir de dünya çapında yaklaşık 160 kişi/kurum tarafından kullanılan ve sahne performansları, özellikle projeksiyon ve ışık gösterileri için hazırlanmış MXWendler diye bir program kullandık. Bu program sayesinde hazırlanan görsel binanın üzerine bire bir oturtulabiliyor.

Storyboard’u hazırlarken binanın fotoğrafları üzerine hazırladığımız görselleri ekleyerek çalıştık. Ve bence görselin gerçeği, storyboard’a göre çok daha iyi oldu. Şu anda da çok iyi geri dönüşler alıyoruz. Bir yandan da şöyle düşünebiliriz, bu konuda Türkiye’de iyi bir yol açtık.

SB: Buna benzer bir ışık/projeksiyon gösterisi Türkiye’de daha önce yapılmış mıydı?

ED: Daha önceden Santralistanbul ÇSM binasında Refik Anadol ve Alican Aktürk (GRIDUO) tarafından daha mapping ağırlıklı bir tarzda yapıldı. Hatta onlar bizim teknik danışmanlığımızı yaptılar. Alandaki sorunları giderdiler, ihtiyaçlarımızı önceden bilip bazı önerilerde bulundular. İçerik ve müzik kısmını biz hazırladık. Onlar da bazı ufak tefek ama önemli detayların üstesinden geldiler. Amma velakin kamusal alanda bu boyutta bir iş daha önce yapılmamıştı.

Çok deneyen ve yapmak isteyen var, ama kamusal alanda, herkese seslenen, sanatsal kaygılar barındıran bir işi biraraya getirip derdini anlatmak bu işi çok zor kılıyor. Bu dert de kişisellikten çıkıp mekanla örtüşmeli, yoksa havada kalıyor. Bazı işlerde bina sadece billboard gibi kullanılmış ve binanın işe herhangi bir katkısı yok. Bana göre bu çok büyük bir saygısızlık. Ekipteki arkadaşlarım için de bu böyle. Aslında ticari bir firma olmamıza rağmen herkes sanatsal disiplinden geldiği için işleri daha farklı yorumlayabiliyoruz. Bu da içeriği nitelikli, keyfi verimli kılıyor.

SB: Bu iş pahalı bir şey mi?

ED: Özellikle Haydarpaşa’daki işimiz pahalıya mal oldu, çünkü 4 gün sürdü. Öncesinde 2 gün de bir prova süreci vardı. İşin prodüksiyon kısmı uzun süreli bir iş olduğundan masraflı.

8 kişilik çekirdek bir ekibimiz vardı. Ama alanda bize yardımcı yaklaşık 20 – 30 kişi daha vardı. Hatta her gün binanın içinde perdeleri değiştiren insanlar vardı. Çünkü bütün pencereleri kapatmak ve ışığı engellemek zorundaydık. Bu bile bir iş ve bunu yapan kişiyle tanışamadık bile!

Alanın çok büyük olması nedeniyle hiç bir araya gelemedik ve çok büyük gerginlikler de yaşandı. İşin dijital olması çok büyük bir stres kaynağı oldu.

Son gün en iyi performans çıktı. Sesle görüntü birbirine çok iyi uydu. Ama yağmur nedeniyle elektrik problemi çıktı. Son karede hata oldu ve binanın en üst kısmında yazılar çıktı. Ancak kimse farketmedi çünkü hemen düzeltebildik.

Provalar sırasında da birçok sorun çıktı, ama üstesinden geldik. Tek bir işten birçok deneyim kazandık.

SB: Yaptık, yine yaparız diyor musunuz? Ya da eklemek istediğin herhangi başka birşey var mı?

ED: (gülüyor) Belki nerdworking’in ne yaptığından bahsetsek iyi olur. Kamusal alan, fuarlar, ticari organizasyonlar, lansmanlar için deneyim tasarımı yapıyoruz. İnteraktif tasarım Türkiye’de genelde web üzerinde şekillendi. Ancak bizim için interaktif demek somut olarak algılanabilen farklı arayışlar ve bedeninizle daha yakın olan teknolojik oyuncaklar yaratmak demek.

nerdworking, sanat ve teknolojiyi yaratıcılıkla biraraya getirmeyi amaçlıyor. Aynı zamada insanların yenilikçi birşey görmelerini istiyor. Zamanımızın çoğunu yeni ürünler geliştirmeyle geçiriyoruz. Küçük teknolojik aletlerle büyük sistemleri yönetebilmek insanlar için heyecan verici bir deneyim oluyor. Şu an İstanbul, Bursa, Belçika ve hatta Şili’den gelen teklifleri değerlendiriyoruz. Hep bu tarz etkileşimli, eğlenceli sanatsal – teknolojik ürünler geliştirmemiz yönünde talepler var. Eylül ayında da Çırağan Sarayı’nda tarihle ilintili başka bir mapping performansımız için sponsorluk görüşmelerimiz sürüyor. Bir yandan da, herşey iyi güzel; piyasadaki firmalar hem birşeyi ilk defa yapmak istiyorlar, hem de ilk defa yapacakları için çekiniyorlar risk almaya. Zamanla bu çekincelerini de kırabileceğimizi düşünüyoruz.

SB: Çok teşekkür ediyoruz.

ED: Ben teşekkür ederim.

Etiketler

1 Yorum

Bir yanıt yazın