Kent İçi Arkeoloji Başlı Başına Bir Alan

Atölye Mimarlık'ın kurucularından Sinan Omacan ile Küçükyalı Arkeoloji Parkı projesi başta olmak üzere diğer çalışmaları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

EM: İlk olarak Küçükyalı Arkeoloji Parkı projesinden bahsedelim isterseniz.

SO: Küçükyalı Arkeolojik Park Projesi’ni biz 2004 yılı sonu, 2005 yılı başında tamamladık. Burası, Küçükyalı’da şu anda mevcut konut dokusu arasında sıkışmış ve arkeolojik bir alan olmanın dışında oranın da tek nefes alma mekanı olan bir Bizans manastır kalıntısı alanı. Bir yandan alanda yapılacak arkeolojik kazılar ve öte yandan da burasının çevrenin tek rekreasyon alanı oluşunu birbirini zedelemeyecek, tersine güçlendirecek şekilde biraraya getirmeye çalıştık.

Konu, burasının sadece çevresi güvenlik çitleriyle çevrilmiş bir arkeolojik alan olarak değil, bir arkeolojik park alanı olarak projelendirilmesiydi. Bu şunun için önemli, özellikle kent içi arkeoloji hassas bir yapıya sahip olduğundan, ancak çevreden de gerekli desteği alabildiği zaman bu korumayı uygulayabilmek mümkün. Dolayısıyla oradaki yerel unsurların desteğini alabilmek ve oradaki günlük yaşantıyı da zedelemeden bu işi başarabilmek gerekiyor. Projeye 2005’te böyle başlanmıştı, hatta daha sonra 2006’da Ulusal Mimarlık Sergisi’nde ödül aldık.

2006’da ödül aldıktan sonra, orada henüz bir arkeolojik kazı tesis edilmemiş olması sebebiyle uygulamaya geçilemedi. Ancak 2008’den sonra, 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul ajansı projeye ilgi duydu ve gerçekleştirilmesi için çalışmak niyetinde olduklarını söylediler.

EM: Arkeolojik Park’ın tasarlanması işi ilk olarak size nasıl gelmişti?

SO: Arkeolojik alanlarda yeni yeni çalışmaya başladığımız yıllardı. Şu anda arkeolojik kazı projesini İstanbul Arkeoloji Müzesi ile beraber yürüten Alessandra Ricci orada yüzey araştırması yapmıştı. Önce burada bir koruma yapısı projesi yapmamızı önerdi. Daha sonra bunu bir arkeolojik park projesi olarak geliştirdik. Ama dediğim gibi o sırada burada bir kazı izni olmadığı için gerekli başvurular da yapılamadı ve prosedürler de başlatılamadı. Mülkiyet sorunları gibi bir takım sorunların çözülmesi için uğraş gerekiyor ama bu arkeoloji parkı projesi ile her ne kadar tanıtımlar ve duyurular yapılsa da, şimdiye kadar pek bir şey uygulanamadı.

EM: Sizin tasarladığınız proje neyi kapsıyordu? Bir rekreasyon alanının yanı sıra binalar da olacak mıydı?

SO: Şunları kapsıyordu: oradaki cami ve muhtarlığın önündeki meydan, etrafındaki yollar -ki onlar araç trafiğine kapatılacaktı- bir tane çocuk parkını da içeren ve çay bahçesi gibi bir takım öğelerin de olacağı park alanı ve onun dışında asıl bu arkeolojik alanın çevresiyle, onun etrafındaki günlük hayatın sirkülasyonunu sarmalayan yeşil yumuşak bir sınırın da içinde olduğu bir ziyaretçi merkezi.

Yani hem kazı ekibinin kullanımına açık hem de ziyaretçilerin bilgilendirilmesi amacıyla kullanılacak ve oradaki mevcut sarnıcın içine yapılacak olan, kültürel etkinliklerin de yapılabileceği fuaye alanı, kazı alanı ve bir de burası işletildiği zaman kullanılabilecek sergi veya satış amaçlı birkaç küçük pavyon. Meydan ise daha çok hem mahallelinin, hem cami cemaatinin kullanımına yönelik bir yer olacaktı.

EM: Peki Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın bu alanda yapmak istediği şey nedir?

SO: Şu anda sadece arkeolojik kazı sürdürülüyor orada, o kadar. Tabii bu da Arkeolojik Park’ın yapılması anlamına gelmiyor. Arkeoloji Parkı arkeolojik alanın kazılar tamamlandıktan sonra park olarak düzenlenerek ziyarete açılması anlamına gelmiyor. Alanın arkeolojik kazılar ve yerel kullanımlar da dahil tüm kullanımlarının birbirini zedelemeden, bütünsel olarak ve baştan itibaren birarada tasarlanması anlamına geliyor. Kent arkeolojisinin güncel durumu bunu gerektiriyor. Elbette sorunlar var ve sorunların çözülmesi için uğraş gerekiyor ama proje ile ilgili hem arkeoloji ekibi hem de Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından her ne kadar tanıtımlar ve duyurular yapılsa da, aslında şu anda doğrudan doğruya park projesinin gerçekleştirilmesine yönelik fiili bir çaba yok.

EM: Basında yansıyan sizin anlattıklarınızdan biraz farklı. Alessandra Ricci’nin de katıldığı bir toplantıda semt halkının desteğinin alındığı, parkın 2010’da halkın hizmetine gireceği haberleri çıktı.

SO: Basında her ne kadar arkeolojik park projesi şeklinde tanıtımları yapılsa da, maalesef şu ana kadar sadece bir arkeoloji kazısı olarak devam ediyor ve 2010 Ajansı tarafından destek de fiilen kazıya veriliyor. Ancak biz de gerekli uyarıları yapıyoruz ve buranın gerçekten bir arkeoloji parkı olarak kazanılması yönünde fiili adımların atılacağı umuyoruz.

EM: Alana yaptığımız ziyaret sırasında dikkatimi çeken bir nokta oldu. Genelde böyle boş alanlar çöplüğe dönüşür. Burası nispeten temiz kalmış, bu durum camiden mi kaynaklanıyor acaba?

SO: 2000’li yılların başında veya biraz öncesinde sarnıç kısmı aslında tinercilerin olduğu ve akşamcıların bira şişelerini attıkları bir yerdi. Biraz muhtarlığın ve halkın arkeoloji ekibi tarafından bilinçlendirilmesi ve birkaç kapı koyulması gibi basit güvenlik önlemiyle, kolay olmasa da kısmen daha iyi bir koruma sağlandı. Çöp sorunu da bu şekilde bir derece çözüldü.

EM: Peki araştırma yaptığınızda dünyada, bu kadar kentin içine girmiş, kapalı ve korunaklı kalmış benzer bir alan örneğine rastladınız mı?

SO: Kentin bu kadar içerisinde kalan arkeolojik alan var mıdır, doğrusu bilmiyorum. Roma örneği var ama İstanbul çok farklı ve çok sayıda tarih katmanlarını barındıran bir kent. Peter Zumthor’un tasarladığı birkaç örnek var, yakın zamanda tamamlanan Kolumba Müzesi var örneğin, farklı ve çok ilginç bir örnek.

Kent içi arkeoloji başlı başına bir alan, mesela İstanbul’da yine bir arkeoloji parkı olarak sunulmuş bir proje var. Sultanahmet’teki Four Seasons Oteli’nin olduğu yerde ama şu anda halen kapalı olduğu için göremedik. Dolayısıyla oradaki arkeolojik parkın niteliğinin ne olduğunu tam bilemiyorum. Aslında kentiçi tüm arkeolojik araştırma kazılarının kazı başından itibaren halkın ziyaretine açık şekilde tasarlanması en doğru olanı. Ama bu tür yerler var tabi ve kırsal alanlardaki arkeolojik alanlardan oldukça farklı, kendine özgü sorunları var. İstanbul dışında da arkeolojik park olarak düzenlenmemiş ama bu potansiyeli taşıyan pek çok alan var, örneğin Edirne kale içinin ilk suru ve kulesi Roma kalesinden kalma bir parçadır, kısmen düzenlenmiş. Böyle giderse Küçükyalı’daki alan da böyle kalacak ama bu alanların tümünün arkeolojik park olarak düzenlemesi olanağını değerlendirmek gerekiyor.

EMY: Şu an devam eden başka projeleriniz var mı?

SO: Bizim ofisin işlerinin yarıya yakınını oluşturan arkeolojik alandaki projeleri biz müşteriyle görüşülüp başlanan basit bir iş olarak yapmıyoruz. Bu projeler bizim yurtiçindeki arkeolojik alanlara yaptığımız gezileri, bazısı yakın vadede gerçekleştirilmeye yönelik bazısı daha uzun vadeli olan çeşitli önerileri ve görüşleri içeren bir süreç aslında. Bu da bizim için böyle bir sürecin parçası olduğu için, oranın bir arkeolojik alan olarak kuru bir bilimsel araştırma alanı değil, gerçekten halkın kültürel kullanımına açılabilen, ziyaret edilebilen ve bu ziyaretten maksimum faydanın sağlanabileceği, buluntuların olabildiğince yerinde sergilendiği bir alan olmasını isteriz. Arkeolojik alanlarda yaptığımız çalışmalarda her zaman en temel motivasyonumuz bu. Hem kent içinde hem kent dışında bulunan arkeolojik alanlar bu konuyu yeni yeni önemsemeye başlıyorlar. Türkiye için örnek verecek olursak, mesela Karatepe’de bir açık hava müzesi vardır, daha 1950’li yıllarda yapımına başlanmış çok iyi ve öncü olan bir proje ama bir arkeolojik alanın kazılıp içerisindeki bilimsel bilgi çıkartıldıktan sonra o alanın ne yapılacağı, nasıl düzenleneceği, nasıl kamusal kullanıma açılacağı konusu arkeologlar tarafından da yaygın olarak yeni yeni çalışılmaya başlanan konular.

Konunun bir de şöyle bir tarafı var, şimdiye kadar arkeolojik alanların pek çoğu kazı alanının çevresi kapatılıp arkeologların çalıştığı güvenlikli bir yer haline getirilmiş. Bizim çalışmamız, aynı zamanda pek çok insanın katılımını, kullanımını ve onlar arasındaki ilişkileri düzenleyerek geliştirmeyi teşvik ederken, öte yandan tabii işi karmaşıklaştıran ve zorlaştıran bir yanı da var. Ama buna rağmen artık bütün arkeolojik alanlar bunu yapmaya yöneliyorlar. Şimdiye kadar yapılmış pek çok kazıda, içindeki eserler çıkartılmış, müzeye götürülmüş, hakkında kitaplar yazılmış ama yerinde sergilenmemiş. Şimdi yerine gittiğiniz zaman sadece bir moloz yığını görebiliyorsunuz. Eğer bu konu gerçekten mimari katılıma açılmazsa, yani bu alanlarda birtakım kentsel düzenlemeler, koruma yapıları, ziyaretçi merkezleri gibi sürekli işleyen kullanımlar yapılması sağlanmazsa, nihayetinde olacak şey her zaman maalesef bu moloz yığını oluyor.

EMY: Arkeolojik alanlarda çalışırken ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz?

SO: Pek çok sorun oluyor ama herhalde en temel özelliği hepsinin kendine has olması. Çünkü örneğin klasik dönem arkeolojisinde daha çok taş, tuğla gibi kagir mimarlık örnekleri varken, Neolitik dönemde en azından Anadolu’da çoğunlukla kerpiç yapılar var, ki bu ikisinin koruma sorunları bambaşka, dolayısıyla sergilenme olanakları da bambaşka. Kerpiç yapınınki mesela çok zordur ve biz böyle alanlarda da çalışıyoruz. Klasik dönem mimarlığında duvar resimleri, mozaikler gibi elemanların da korunma ile ilgili sorunları ayrı oluyor. Temelinde hepsinde ortak özellikler hepsinin çok hassas projeler olması ve yapılacak olan herşeyin en baştan yapım aşamasına kadar düşünülerek karar verilmesi gerekmesi. Yoksa en küçük bir değişiklik ciddi farklara sebep olabilir, çünkü 2 santimetrelik bir farkla bile orada yerin durumu değişebiliyor. Bunun dışında hepsinde daha anlamsal olan şöyle bir sorun oluyor, bir arkeolojik alanın kazılarak gün ışığına çıkarılması zaten bir müdahale ve müdahalenin kendisinin bir görüntüsü oluşuyor. Bir yandan arkeolojik yapılar var ama bir yandan onları korumak için güvenlikten tutun da üzerine koruma yapısı yapmak gibi bir takım önlemler almanız gerekiyor. Bir de bu yapılan şeylerin arkeoloji ile bir arada durması sorunu var. Bu arkeolojik alanın tahrip olmuş görselliğini belki de güçlendirerek kullanma imkanı varken, öte yandan onu görsel olarak zedeleme riski de taşıyor. Bu durum her alanda sürekli farklı şekillerde karşılaştığımız bir sorun. Her alanda da uzun ve kesin bir cevabı olmayan tartışmalarla çalışmalar yürüyor. Biz bu yapıları yapmamaya kadar varan tartışmaları her alan için tekrar tekrar yapıyoruz çünkü yapılması gereken bu. Zira bu konu yeni gelişmekte olan bir alan olduğu için, teorisinin gelişmesi de epey vakit alacaktır. O zamana kadar oluşturulacak projelerde bunun bilincinde olarak ve olası her türlü görüşü alıp katkılarını sağlayarak olabildiğince bu alanlar üzerine dikkatli bir şekilde eğilmeye çalışıyoruz. Bu geniş katılımlı tartışmaların vakit almasına rağmen gerekli olduğunu düşünüyoruz.

EMY: Malzeme konusunda herhangi bir danışmanlık alıyor musunuz?

SO: Malzeme konusunda kendimiz araştırma ve inceleme yapıyoruz ama asıl konservasyon uzmanından inşaat mühendisine kadar pek çok kişiden danışmanlık alıyoruz. Aslında sadece danışmanlık değil, bu kişiler projenin ortakları oluyor. Bunun dışında, yapılan yapıların nitelikleri ile ilgili bizim mühendislik danışmalıklarımız oluyor ve ayrıca tabi ki koruma kurulundan yerel idareye, kültür bakanlığına kadar pek çok ilgilinin iradesini ve onayını da almak gerektiği için onlarla da aynı konuları tartışıyoruz. Bir tarafta danışmanlar veya proje ortakları grubu oluyor ama bir tarafta da bu projeye dahil olan, örneğin o alan üzerinde yetki sahibi olan kurumlarla da bu tartışmalar yürüyor. Tek bir yapı içeren bir proje dahi olsa, ilk önerimizden itibaren sponsorların bulunması, projelendirmenin en uygun şekilde yapılması ve alanın bir miktar daha kazılarak tekrar kontrol edilmesi, gerekli kurumlardan onay alınması ile birlikte en az üç yıl civarında sürüyor.

EMY: Şu anda Zeugma’da da benzer bir proje yürütüyorsunuz değil mi?

SO: Zeugma’da sadece bir koruma yapısı yapıyoruz. Zeugma Arkeolojik Araştırma Projesi Başkanlığı ve Gaziantep İl Kültür Müdürlüğü için yaptığımız bir proje vardı, şu an onun uygulaması gerçekleştiriliyor, biz de aylık ziyaretlerle kontrolluk yapıyoruz. Önümüzdeki yaz büyük ihtimalle ziyarete açılmış olacaktır. Mozaiklerin ve duvar resimlerinin bulunduğu yamaçtaki villaların üzerinde, bu mimari elemanların yerinde korunması ve sergilenmesi için tasarladığımız bir yapı. Hatta bunların bir kısmı müzeye gitmiş ama koruma yapısı bittikten sonra geri getirilecek.

Örneğin Çatalhöyük’te de benzer iki koruma yapısı tamamladık. Yine İç Anadolu’da Aşıklıhöyük’te de arkeoljik alanı tüm öğeleriyle birlikte bütünsel olarak düşündüğümüz ve bir koruma yapısı ve ziyaretçi merkezini de içeren bir proje üzerinde çalışıyoruz. Onlar daha da karmaşık, neolitik mimari, ki aslında prehistorya-tarih öncesi dönem arkeolojisi oldukça farklı bir alan. Klasik dönemdeki gibi yazılı bilgiye dayanmadığı için o dönemin yaşantısının anlamlandırılmasına ilişkin çok daha zorlu araştırmaları gerektiren ve buna rağmen de çok kesin bilgi sahibi olamadığımız bir alan. Ama uygarlığın kökenine ilişkin çok önemli bilgileri de oradan ediniyoruz. Biz de böyle bir alana katkı sağladığımız için çok mutluyuz.

Etiketler

Bir yanıt yazın