“Kültür Mekanlarının Söz Söyleme Hakkı Var ve Söyledikleriyle Sizi Yönetme Gücü Var”

PTT Pul Müzesi, Türk ve İslam Eserleri Müzesi gibi büyük ölçekli müzecilik işleriyle tanıdığımız Tasarımhane'nin kurucusu Güzin Erkan ile Türkiye'de müzeciliğin giderek yükselen gücü ve varlığı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Özüm İtez: Türk ve İslam Eserleri Müzesi (TİEM)’nin projelendirme sürecinden bahseder misiniz?

Güzin Erkan: TİEM, iki buçuk seneden beri restorasyon çalışmaları devam eden dolayısıyla sergileme/teşrif tanzim projesi de birlikte çözülmesi gereken bir vaka olarak, açılışından yaklaşık 1 sene 3 ay önce bize geldi. Aslında bir projesi vardı ama o proje restorasyon ekiplerinin çözdüğü, müze koleksiyonlarının içeriğine dayanmayan, öylesine vitrinler yerleştirilmiş bir projeydi. Restorasyon çalışmalarında sona doğru gelindiğinde eserlerin yerlerinden çıkacağı ve neye göre, hangi hikayeye göre sergileneceği kısmına gelindiği zaman o projenin yeterli olmadığı düşünülmüş ve bunun arayışına girilmiş. Daha önce birkaç ekip orada bizden önce çalışmalar yapmış ama kimse tatmin olmamış. Bu tür işlerde bir dolu danışman, denetmen, fikri olan insan oluyor. Önce karışınızda müze var, müzedeki uzmanlar var, onların söyledikleri var ki en değerlisidir, çünkü eserler onların üzerine kayıtlıdır.

Herhangi bir işverenden çok daha fazla işin içindeler sanırım?

Elbette tabi müzede çalışan insanlar sanat tarihçisi, arkeolog ağırlıklıdır. Bunlar dışında, o işin uygulamasını yapan bir müteahhit var ki çok sağlam bir biçimde karşınızda duruyor çünkü projeyi restorasyon projesinden başlayarak o ayağa kaldırıyor.

İstanbul Anıtlar Müdürlüğü ve Ankara’dan Kültür ve Turizm Bakanlığı gibi bu projeyi kontrol eden, denetleyen taraflar da var. Onların da söyleyecek sözü var. En nihayetinde TİEM son noktaya gelmiş, içinin yeniden işlevsel hale gelmesi için de altyapısı hazırlanmadan bitmiş olarak bize geldi. Ancak tüm sözler birbirine karışmış, bütün bu trafik idare edilememiş, herkesten başka bir fikir çıkmış. “Eski koleksiyon aynen sergilenmesin, yeni bir teşhir yapılsın, dolayısıyla içerik de yenilensin” gibi kararları var ancak bir dolu da bilmece var. Sergi yapısının kendisi tarihi bir eser, içinde yapılabilecek fazla bir şey yok. Dolayısıyla, bir dolu sorun vardı. Bir konsept projesi hazırlandı, 3 hafta gibi kısa bir sürede hazırlandı ve az önce bahsettiğim tüm paydaşların olduğu bir toplantıda sunuldu.

En son size ulaşan bu süreci, normalde kim yönetiyor?

Sanırım hep birlikte yönetiliyor. Müze bizden önce bir ekip seçmiş sergi için, onu müteahhit beğenmemiş, müteahhit birini getirmiş, onu da Ankara beğenmemiş. Ankara birilerini göndermiş onu müze beğenmemiş. Zaten tüm bu zorlukları ilk toplantıda gördüm. Onca kişinin emek verdiği bir işin üstüne çalışmaya başlıyorsunuz ve ilk etapta herkes size karşı. Biz herkesi susturmak ve bu işi bildiğimiz gibi yapacağımız göstermek, bütün buna bir son vermek için bu konsept projeyi kısa bir sürede hazırladık. Sonunda da herkesin beğendiği, ortaklaştığı, detaylı bir proje ortaya çıktı.


TİEM, Bilgi Panoları (Fotoğraf: Servet Dilber)

Hem böyle karmaşık bir süreci yönetiyor, hem de tanziminden, grafik işlerine kadar karmaşık ve disiplinler arası bir hizmet sunuyorsunuz. Bunun hazırlık ve araştırma süreci nasıl gelişiyor?

Her projeye aşağı yukarı aynı şekilde hazırlanıyoruz ama bu ülkede yaşayınca her projeye yeterli emeği ve zamanı vermek çok da kolay olmuyor. Aslında bütün projelerimiz aynı büyüklükte denebilir. Tasarım fikir anlamında ortaya çıktıktan sonra görselleştirme işini 1 haftada topluyoruz ancak içerik aşaması, konuyu anlayabilme aşaması 1 ay kadar sürüyor. Bizim proje sürecimizdeki en uzun aşama bu. Masamın üzerinde, proje değiştikçe değişen, her konuda öbek öbek kitap var. Önce çok okuyorum, her şeyi okuyorum, kimse bana “bunu burada atlamışsınız” demesin diye. Sonra okuduklarımı yorumlamaya çalışıyorum. Sonra bu içeriğin içinden, hiç bilmeyen birine bu hikayeyi nasıl anlatacağımı bulmaya çalışıyorum. Bundan sonra da bu hikayeyi, gruplamaya, sınıflamaya ve rota vermeye çalışıyorum. Bu rotada içeriği insanlara nasıl ilgi çekici halde sunabileceğimi düşünüyorum. İçeriği yorumlarken sergileme tasarımı da çıkıyor ortaya böylece. Konsept proje bitti, toplantıya bile gitmeden benim enerjim bitmiş oluyor, ondan sonra çok umurumda da olmuyor açıkçası, kim ne demiş, ne yapmış, beni en çok heyecanlandıran ilk kısmı projenin. Onu da kimse görmüyor biz burada kendi kendimize yaşayıp bitiriyoruz.


PTT Pul Müzesi


Türk ve İslam Eserleri Müzesi (Fotoğraf: Servet Dilber)

Bildiğim kadarıyla iki projede de restorasyon sürecine doğrudan müdahil değildiniz ama, PTT’de Holtzmeister’in tasarladığı Ankara’daki Erken Cumhuriyet döneminin en önemli yapılarından birinde, TİEM’de ise İstanbul’un en önemli sivil saraylarından birinde çalıştınız. Böylesine tarihi ve önemli yapılarda çalışmak nasıl bir deneyim?

TİEM’de özel bir durum var. Benim önceliğim hiçbir zaman içindeki müze olmadı. Çünkü orası onca zamandır orada duran bir yapı, başına o kadar çok iş gelmiş, o kadar çok şey yaşamış ki… Ben de o yapının bu günlerine denk geldim ve içine bir müze yapıyorum. Yarın öbür gün o müze olmayacak ama İbrahim Paşa sarayı var olmaya devam edecek. Dolaysıyla bazı yerler bu dengeyi bozulabiliyor. Konu TİEM olduğunda benim için en önemli şey sergi değil binanın kendisi idi.

Türkiye’de devletin elindeki tarihi yapılar son beş altı senedir müze ve kültür merkezi işlevi ile ayağa kaldırılıyor. Böylelikle ağırlıklı olarak tarihi yapıların içinde çözmek zorunda kalıyoruz müzeleri. Ancak ne yazık ki sistem çok düzgün işlemediği için restorasyonun son aşamasında bitmeye yakın bize geliyor bu işler ve gerçekten çok zor. Hiçbir şeye müdahale edilemiyor. Baştan olsa çözülecek problemler önceden öngörülemediği için çözülemiyor. Bir kısmına gözünüzü kapatmak zorunda kalıyorsunuz. Böyle yapmazsanız çalışmaya devam edemezsiniz. Çoğu zaman önümüze bakmaya çalışıyoruz ana bu gibi yapıları ezmemeye çalışıyoruz. Ben asla binalara dokunmuyorum, tüm yaptığım sistem kendi kendine ayakta durabiliyor. PTT’de de, TİEM’de de ve Topkapı Sarayı’nda da durum aynı.


TİEM giriş ziyaretçi paneli (Fotoğfar: Servet Dilber)


TİEM Divanhane’de Osmanlı Dönemi halıları (Fotoğraf: Servet Dilber)

“Müzecilikte şov ile bilimselliğin dengesini sağlayamamak gibi bir sorun oluştu Türkiye’de”

Son birkaç senedir yeni açılan sergiler, yenilenen müzeler açısından çok canlı bir dönemdeyiz, bu nasıl bir yere gidiyor sizce, düzgün “müzeleşiyor” muyuz?

Yıllarca hiç ilgilenmediğimiz, bakmadığımız bir konuda, son 5 senedir müthiş bir hızla dünyayı yakalamaya çalışıyoruz. Bu hızla giderken, bu işin içinde olan herkes hatalar yapıyor. Hiç ortada olmayan bir konuyu, sanki 1000 yıldan beri öğretisini almış gibi çözmeye çalışıyoruz. Avrupa’da 1000 yıldan beri bir öğreti biçiminde büyüyen müzeciliği, bizde çağdaş müzecilik anlamında, 10 yıldan beri öğreniyoruz. Sektörde çalışan herkes, her anlamda, bu tempoya ayak uydurmaya çalışıyor. Çok fazla insan da yok. Bunu önceden fark etmiş, müzeciliğe yönelmiş tüm ekipler ve yönetimler bu hıza ayak uydurmaya çalışıyor.

Anadolu’da mesela kimse var olduklarını da bilmez yerlerini de ama her şehirde 2 müze var. 81 ilin her birinde ikişer müze vardır, biri arkeoloji müzesi diğeri etnografya müzesi. Bunları yıllardan beri kimse bilmez ve hiçbir zaman yaşayan yerler olmamışlardır. Son 10 senedir yöneticilerin yaptığı iş de bu müzeleri yeni anlayışlar çerçevesinde yenilemeye çalışmak. Türkiye’de yerden çıkan arkeolojik eserler bitmiyor, bazen lanet olsun diyor insanlar. Kaynak bitmiyor, buluntular bitmiyor, bitmeyecek de, o nedenle bu değişim yeni bulgulara yer açmayı da kapsıyor aslında.

Çok az insan bu işi yapıyor çünkü, bu konuda yetişmiş bir iş kolu yok, o nedenle restorasyon ekibinin, iç mimarın, tasarımcının, arkeoloğun herkesin müzeci olması gerekiyor. 1000 yıldır sadece arkeologların sahip çıktığı bu dalda herkes kendi kendini yetiştirmeye çalışıyor. Biraz zor, çokça hızlı, ama iyi gidiyor.

Ancak bu noktada müzenin, müzeciliğin bir sosyal sorumluluk olduğunu ve yeni nesillere bir şeyler verdiğini unutmamak gerekiyor. Müzecilikte şov ile bilimselliğin dengesini sağlayamamak gibi bir sorun oluştu Türkiye’de. Gidişatta gördüğüm en büyük sıkıntı bu dengenin sağlanamaması. Müzenin bir expo şovuna dönmemesi gerekiyor.

Yıllar önce televizyonun halka yaptığı etkiyi düşünün, insanlara ne verirseniz onu alırlar… Müzeler, kültür merkezleri dünyada artık bu amaçla kullanılıyor. Kültür mekanları yaşanan, içinde olunan yerler. Gelecekte sermaye derdini bu yolla, kültür ve sanat yoluyla anlatacak çünkü öbür kanallar kapalı. Dolayısıyla şu an İstanbul ve çevresinde yaşanan kıpraşmanın da en büyük sebebi budur. Müzeler kentte aktif görevler almaya başladı. O kadar fazla yayıldılar ve o kadar fazla işlevi barındırıyorlar ki, müşterinizle öğle yemeği yemek için herhangi bir restorana değil müzenin restoranına gidiyorsunuz, arkadaşınızla buluşmak, seminer konferans yapmak, film izlemek için yine oraya gidiyorsunuz. Dolayısıyla artık bu mekanların söz söyleme hakkı var ve söyledikleriyle sizi yönetme gücü var. Söyleyecek sözü olan, sermayesini bu yöne harcamaya başlayacak ve bir sonraki aşamada o söylemlerin dilinin gücü, televizyonun halk üzerindeki gücü ile aynı olmaya başlayacak. Bu çok büyük bir güç ve bu gücün getirdiği sorumluğunun farkında olmak önemli. Özel müzeler ve devlet müzelerinin yaratacağı söylem farklılıklarındaki ikilikler… Ben ileride en çok, bu duruma olan yaklaşımlarda bir kargaşa öngörüyorum.

“Tasarımcı için de, yönetici için de para için yapılacak bir iş değil”

Girdiğiniz ihalelerde bu gibi gerekler aranıyor mu, müze deneyimi gibi?

Aranıyor olmalı. İşi çok iyi takip eden teknik şartnameler hazırlanıyor. Teknolojik ekipmanların yazılımlarından tutun, yapım, senaryo, envanter tespiti, sınıflandırması, sergileme projesine kadar her şeyi içeren teknik şartnameler var. Bu teknik şartnameyi elinize aldığınız zaman tüm bunlara hakim olmanız gerekiyor ve tek başına mimar, sanat tarihçisi, iç mimar olmanız yetmiyor bunların tümünü karşılayabilen bir ekip olmanız gerekiyor. Bizim de bu 5 seneden beri yapmaya çalıştığımız iş bu. Tasarımhane olarak tek elden çıkan işler yapmaya çalışıyoruz. Çünkü bu işin birtakım kollarını dışarıya vermeye başladığınız zaman o iş kolaj olmaya ve aslında birbirine çok dokunmayan parçalardan oluşan bir kolaj olmaya başlıyor.

Teknik şartname böyle ama prosedür de öyle işliyor mu diye soruyorsan, benim gördüğüm kadarıyla son yıllarda evet. Kimse para derdinde değil. Müzecilik henüz o aşamada değil, bu bir vizyon işi. Tasarımcı için de, yönetici için de para için yapılacak bir iş değil. Yöneticinin çıkarı şu: seçim öncesi açacak ve yaptıklarını gösterecek. Ama bu işi samimi mi yapıyorlar, gerçekten önem verdikleri için mi yapıyorlar hiç umurumda değil, kimsenin de umurunda olması gerektiğini düşünmüyorum. Önemli olan bir şeyler ayağa kalkabilsin. Sonrasında bunu seçim malzemesi mi yaparlar, gurur mu duyarlar, övünürler mi önemli değil.

Son olarak, 2015’te Tasarımhane’den hangi projeleri göreceğiz, neler bitecek?

Bu sene bitecek sergiler var, bizim için müzeler kadar önemliler. Metraj olarak küçük olsalar da benzer bir emek veriyoruz. 100 metrekarelik bir serginin araştırma / öğrenme fazı ile 10.000 metrekarelik müzeninki aynı.

Dışişleri Bakanlığı’na Ermeni meselesi ile ilgili hazırladığımız sergi bizim için önemli. Onun hazırlığını tamamlamaya çalışıyoruz. Derdi olan bir sergi ve gittiği yerlerde, Türkiye’de yurtdışında, Türk insana bu derdi anlatmak gibi bir amacı var. Ama özellikle bu sene için yapılmış, 100. yılı diye yapılmış bir sergi değil dolayısıyla 25 Nisan’a denk getirmeye çalışmadı hiç kimse. Yaza doğru açılacak ve şaşırtıcı ve etkileyici bir sergi olduğunu söylemeliyim.

Bunun dışında Kırşehir’de Ahilik müzesi yapıyoruz bu senenin bizim için en büyük işlerden biri. Topkapı Sarayı’nın hazine dairesinin içini yapıyoruz. TİEM’in etnografya bölümünü yapıyoruz orada yeni sergi bölümü açılacak. Kilitbahir Kalesi’nin müzeleştirilmesi üzerine Çanakkale’de yapmış olduğumuz bir çalışma var. Bunun projesini bitirdik. Sivil havacılığı anlatan Türk Havayolları Müzesi de devam ediyor, konsept sunumunu geçen yıl yapmıştık. Hostes derneklerinden tut koleksiyonculara kadar gidip içerik topladığımız yoğun bir süreç geçirdik.

Etiketler

Bir yanıt yazın