Design Week Turkey 2018 kapsamında ülkemize gelen İngiliz tasarımcı Benjamin Hubert ile tasarımlarını, teknoloji ile tasarımın ilişkisini ve kurucusu olduğu tasarım stüdyosu LAYER'ı konuştuk.
İngiliz tasarımcı Benjamin Hubert, 2006 yılında Loughborough Üniversitesi’nde Endüstriyel Tasarım ve Teknoloji bölümünden mezun oldu ve farklı ofislerde deneyim kazandıktan sonra 2010 yılında kendi markası Benjamin Hubert Ltd.’yi kurdu. Moroso Cappellini, Poltrona Frau ve Ligne Roset de dahil olmak dünyaca ünlü markalarla iş birliği yaptı; Londra Tasarım Festivali, Milan Salone del Mobile, ICFF ve Tokyo Tasarım Haftası gibi sektörün önemli etkinliklerinde çalışmalarını sundu. Ofisi LAYER ile çalışmalarına devam eden Hubert, küresel tasarım endüstrisinde yeni jenerasyon tasarımcıları temsil eden bir lider haline geldi.
Design Week Turkey 2018 kapsamında bir sunum yapmak için İstanbul’a gelen Hubert ile sunumu sonrasında bir araya geldik.
Tülay Aydın: Tasarım okumaya nasıl karar verdiniz?
Benjamin Hubert: Okuldayken ayrı olarak hem sanat hem tasarım eğitimi aldım. Boyamayı, çizim yapmayı seviyorum. Sanat ile de aram iyiydi. Bir şeyler yaratır, sorunları çözmeye çalışırdım. On yedi, on sekiz yaşında pratik bir karar almış oldum. Sanat üzerine nasıl bir kariyer yürütürdüm, yapabilir miydim bilmiyordum ancak tasarıma bakınca bu durum daha kolay geldi, tasarımda “Haydi şimdi birkaç soruna çözüm bulalım!” diyebiliyorsun. İnsanların kullanabileceği ürünler yaratmayı seviyorum. İyi bir tasarım ile kötü bir tasarımı gördüğümde anlayabiliyorum. İyi veya kötü bir tasarım gördüğümde ayırt edebiliyor, iyi işliyor mu, hoş görünüyor mu değerlendirebiliyorum ancak konu sanat olunca işler değişiyor. Herkes iyi bir resim çizebilir ama her resim iyi bir sanat işi değildir.
Bu noktada üretiminiz biraz daha sanatsal/görsel tarafa uzak kalıyor sanıyorum. Daha çok insanların bir ürünü nasıl kullanabileceğine odaklı bir yaklaşımınız var…
Hala güzel görünen şeylerin arayışında oluyoruz elbette. Renk ve doku gibi sanat için öncelikli olan ne varsa, tasarımın başlangıç aşamasında da bu öğeler önemli bir yere sahip. Ama genel anlamda her şey sorununu çözdüğümüz insana erişmek ile alakalı.
Peki sizin ve LAYER’ın yaklaşımında tasarım süreci hangi soru ile başlıyor?
“Neden? Neden yeni bir şey yaratıyoruz?” sorusu ile başlıyor. Bu sorunun cevabını da tasarımı yaptığımız kişilerde buluyoruz ve tekrar soruyoruz: “Ne gibi bir dertleri var? Bu insanları mutsuz eden nedir?” Sonrasında “Biz bu sorunu çözebilir miyiz? Daha iyi bir çözüm yaratabilir miyiz?” soruları geliyor. “Neden?” sorusu aynı şekilde iş piyasasından da gelebiliyor: “Neden yeni bir ürün istesinler, işlerinde neler olup bitiyor?” gibi… Daha sonra ise “Bu soruları yanıtlayacak ne yaratmamız gerekiyor?” sorusuna geçiyoruz.
Stüdyonuz LAYER önceden sizin isminizi taşıyordu ve sonradan yeni bir markalaşma süreci geçirdi. İsmin yanı sıra stüdyonuzda neler değişti?
Sanıyorum büyüdüm. Tamamladığımız çalışmalara baktığımda yalnızca hoş sandalyeler üretmiş olduğumuzu görmek beni hüsrana uğrattı. Bu durum yeterince tatmin edici değildi, dünyadaki hiçbir soruna çözüm getirmiyorduk. Milan’a gidip çalışmalarınızı sergilemek eğlenceli görünse de bunu sıkça yapmaya başladığınızda etrafınıza bakıp “Ben bunu neden yapıyorum?” diye kendinizi sorguluyorsunuz. Şimdi ise bu çok yaptığımız bir iş olmasa da yaparken eğlendiğimiz bir iş halini aldı. Artık on beş, yirmi parça mobilya yaratmıyoruz; bu kadar çok yeni mobilyaya kimin ihtiyacı var ki! Artık yılda bir iki yeni proje yürütüyoruz, yılın kalanında ise teknoloji ile ilgili çalışmalar yapıyoruz, hayır işlerinde yer alıyoruz… Geldiğimiz tasarım çağında yaptığımız çalışmaların değişmesi gerektiğini anlamış olduk.
Kanser ile mücadele üzerine çalışmalar yürüten Maggie’s için Benjamin Hubert tarafından tasarlanan bağış kutusunun ardından, bağışlarda %83 artış gözlemlenmiş.
İskandinav ülkeleri, İtalya gibi tasarıma farklı yaklaşımı olan birçok farklı ülkeden çok sayıda üretici ile çalıştınız. Her birinin ayrı bir kültürel birikimi var, bu sizin tasarımınızı nasıl şekillendirdi?
Asya’da, Amerika’nın doğusunda ve batısında, Avrupa’da birçok çalışmamız oldu. Bazen bu coğrafyalar arasındaki kültürel farklılıklar büyük olsa da mühim olanın küresel olarak dünyanın nasıl işlediğini anlamak olduğu kanısındayım. Bu coğrafyaları birbirine bağlayan evrensel noktalar var. Evet, kültürel bağlamda insanların doku ve renk gibi görsel nitelikler hakkında ne düşündüklerine yönelik farklı yaklaşımlar izleyebilirsiniz ama küresel ölçekteki sorunlara odaklanırsanız, küresel anlamda başarılı çalışmalara imza atabilirsiniz. Seul’de insanların teknolojiyi nasıl farklı şekillerde kullandığını konuşmak ilgi çekici olabiliyor, İtalya’ya baktığınızda ise sektördeki zanaatkarların nasıl ayakta durmaya çalıştığını görüyorsunuz. İkisinin de farklı zorlukları var ve kültürel anlamda da kendilerine haslar. Bu durumu ilgi çekici yapan taraf da bu: seyahat edip farklı insanlarla görüşmek ve farklı yaklaşımları inceleyebilmek…
Sunumunuzda teknolojik gelişmelerden ve tasarlamış olduğunuz teknolojik ürünlerden bahsettiniz. Bir yandan da Asad Hamir ile ortaklaşa kurduğunuz, teknolojik ürünlere odaklı Nolii markası var. Teknoloji çok hızlı bir tempoda ilerliyor. Bu hızlı tempoyu tasarımda takip etmek zor olmuyor mu? Sizce teknoloji ve tasarım arasında sağlıklı bir ilişki yakalamak için anahtar öğe nedir?
Çok dikkatli olmak gerekiyor. Bir ürünün tasarımı iki yıl sürsün diyelim, ürün piyasaya girene kadar geçen iki yıllık sürede teknoloji de gelişmiş olacak. Örneğin akıllı telefonlarda çok büyük değişimler gözleniyor, bizim bu mobil aygıtları kullanma şeklimiz de değişiyor. Bence esas önemli olan gelecek teknolojiyi anlayabilmek ve ileriye yönelik tasarımlar yapmak. Örneğin insanların evleri gittikçe küçülüyor, daha az eşya kullanıyorlar ve daha çok seyahat ediyorlar. Bunları ve bu duruma göre iki yıl içerisinde nelerin değişeceğini yorumlamak gerekiyor. Geleceği tahmin edelim diyemem, ama geleceği anlamak durumundayız. Bunu da çalışarak, büyük ve küçük ölçekteki trendleri takip ederek, insanlarla konuşarak, teknolojinin ve modanın değişimini yorumlayarak yapabilirsiniz. Etrafta birçok ipucu var, mesele doğru ipuçlarını toplayıp biraz dedektiflik yapabilmek.
Dahası, teknolojinin içeriğini ve neler barındırdığını anlamak gerekiyor. Bir telefonu düşünelim: kablosuz internet, bluetooth gibi teknolojik fonksiyonların nasıl çalıştığını anlayıp tasarım sürecinde hesaba katmalısınız. Ama mobilyalarda böyle bir değişim durumu yok. Bir eşyaya dokunuşunuz, eşyayla etkileşime girişiniz, koltuğa oturuşunuz aynı. Konu tamamen insanların ürünler hakkında ne düşündüğünü ve kalite, sadelik gibi faktörleri nasıl değerlendirdiğini anlamak ile alakalı. “İnsanlar bunu neden evine koymak istesin?” sorusunun cevabı ile ilintili. Eğer evrensel gerçeklikleri göz önünde bulundurursanız başarılı ürünler yaratma şansınız daha yüksek.
Spor teknolojileri firması Catapult için tasarlanan PLAYR, sporcuların performansını takip edebilmek için profesyonel kulüpler tarafından kullanılan bir ölçüm cihazı.
LAYER’daki çalışmalarınızda yalnızca ürün tasarımına odaklanmıyorsunuz, bir yandan ürün kullanımındaki stratejik süreçlerin planlanması üzerine çalışmalarınız oluyor. Bir de araştırma süreçlerini yürüten LayerLAB isminde bir alt oluşumunuz var. Tekerlekli sandalye projeniz “Go” gibi, şu anda devam etmekte olan bir araştırmanız var mı?
Her zaman araştırmalarımız devam ediyor. Bunları henüz açıklayamam ne yazık ki, araştırmaların tamamlanmasını beklemek durumundayız. Ancak önümüzdeki ay bir proje duyuracağız, önümüzdeki yılda da projelerimiz olacak. Sürekli bir araştırma halindeyiz, kendi projelerimiz var. Herhangi bir müşteri veya yeni bir teknoloji ile doğru bir eşleşme sağladığımız takdirde de projeyi yayınlıyoruz. Araştırmalar için müşterilerin bize gelmesini beklemiyoruz, sürekli dışarıdan insanlar ile görüşüp fikir almaya çalışıyoruz ancak doğru koşulları da yakalamak durumundayız. Bu koşulları oluşturmayı denesek de her zaman her şeyi kontrol edemeyiz elbette, birtakım şeylerin rayına oturmasını beklemek gerekiyor. Bu esnada da dünya hızlıca değişiyor; biz de politik süreçleri nasıl yeniden tasarlarız, nasıl sağ kanadın bakış açısından uzaklaşıp dünyayı bir bütün haline getirebiliriz diye düşünmeye devam ediyoruz. Ancak yine de siyaset bizi ayrıştırmaya devam ediyor, değil mi? “Amerika’da, Birleşik Krallık’ta ne olup bitiyor? Bu gidişatı değiştirmek için tasarımı nasıl kullanabiliriz?” sorularını kendimize soruyoruz.
LAYER tarafından geliştirilen ve üç boyutlu baskı teknolojisi ile üretilen, kişiye özel tekerlekli sandalye “Go” (Video: Dezeen)
Tasarımın politika üzerinde büyük etkiler yaratabileceğini mi ifade ediyorsunuz?
Tabii ki de yaratabilir, hayatımızda kullandığımız her bir nesne bir şekilde tasarımla ilişkili. Burada kendimize “Dünyada olan bitenle ilişkili olarak tasarımı nasıl daha iyi kullanabiliriz?” sorusunu sormalıyız. Küresel ısınma gibi birçok problemin varlığından haberdarız, ancak yeterince bu konulardan bahsetmiyoruz. Tasarımın bu noktadaki sorumluluğu çok büyük. Tasarımcılar bu sorunlarla da mücadele etmeli.
Sorumluluk ve tasarım kelimelerini bir arada kullandığımızda herkesin aklına anında “sürdürülebilirlik” kavramı geliyor. Siz de sunumunuzda “sürdürülebilirlik bir trend değil, işin temeli” demiştiniz…
“Bir sonraki sezonda hangi ayakkabılar moda olacak” gibi soruların cevabı benim için trend tanımına giriyor. Temel öğeler, “bir süre sonra kenara atılabilecek bir şey” hafifliğinde tartışılmamalı. Yaşadığımız yere bakarsak bizim neslimiz iyi durumda, ama sonraki nesil muhtemelen bu kadar iyi olmayacak, ondan sonraki ise hiç iyi olmayacak. Sürdürülebilirliği temel bir öğe olarak ele almak bizim sorumluluğumuzda.
Ancak şu anda sürdürülebilirlik kavramı daha çok çevresel ve ekonomik yönü ile değerlendiriliyor gibi. LAYER’da yürüttüğünüz stratejik planlama süreçleri bu işin sosyal boyutunu da ele alıyor.
Kötü bir örnek üzerinden durumu anlatabilirim: gün içerisinde konuşmak haricinde cep telefonunuz ile ne kadar vakit geçiriyorsunuz? Teknoloji iyi imkanlar sunmanın yanında aramıza sınırlar da çekiyor. Ancak esas olan insanlar arası etkileşim ve bireylerin birbirini anlaması. Teknoloji yeni sosyal yapılar yaratmanın yanında mevcut olan yapıyı da yıkıyor, bunu ölçüp değerlendirmek çok önemli.
Bütün bu kriterleri göz önünde bulundurursak, en çok gurur duyduğunuz tasarımınız hangisi?
Hiçbir şey henüz tamamlanmış değil. Bunu bana ne zaman sorarsanız sorun, daima cevaplamakta güçlük çekeceğim. Ne zaman arkama dönüp eski projelere baksam “keşke şunu farklı yapsaydım, keşke şurası daha iyi olsaydı, keşke şu değişseydi” diyorum. Politik bir cevap vermem gerekirse “o anda üzerinde çalıştığımız proje” diyebilirim. Çünkü üzerinde çalıştığınız projelerde sürekli değişimler oluyor ve siz çalışmanızı daha da iyileştirmeye çalışıyorsunuz. Ama bir yerden sonra çalışmayı sonlandırmanız gerekiyor, yoksa bu süreç sonsuza kadar gidiyor. “Şimdilik bu kadarı yeterli” demeyi bilmek gerek. Sürekli bir gerilim halindesiniz, her zaman daha iyisini yapmak ama bir yandan da süre anlamında pratik olmak istiyorsunuz. Bu sebeple “gurur duyulan çalışma” doğru bir tanım değil sanıyorum. Ben takımım ile gurur duyuyorum, birlikte çalıştığımız ortaklar ile gurur duyuyorum. Ortaya çıkan ürünler güzel olabilir, ama önemli olan taraf insanlar.
Gelecek projeleriniz hakkında biraz bilgi alabilir miyiz?
Yüzeysel olarak bahsedebilirim. Önümüzdeki yıl birçok alanda çalışmalarımız olacak. Büyük sanatsal yerleştirmelerimiz olacak, farklı ses ve iletişim cihazlarının lansmanını yapacağız. Mobilya ve aksesuar tasarımlarımız da var. Web sitemizi de değiştirmek üzereyiz, sitede yeni projelerimiz yer alacak ve üretim süreçlerimizi farklı bir şekilde sunacağız.
Son olarak, genç tasarımcılara tavsiyeleriniz var mı?
Sıkı çalışsınlar ve “hayır” cevabını kabul etmesinler. Bir yandan da öğrenmeyi ve çalışmayı asla kesmesinler. Özellikle de başlarda “hayır, sen bunu tasarlayamazsın” diyen, “başka ortaklarla çalışıyoruz” diyerek bizi reddeden çok kişi oldu. Zaman içerisinde siz kendinizi farklı alanlarda ispatladıkça bu değişiyor. Bu da sizin çalışmalarınıza bağlı, kendinizi ispatlamadığınız sürece kimse size gelip de iş vermez.
Eleştirilere karşı çok da hassas olmamalısınız, tasarım sektörü zorlu bir yer ve herhangi bir noktada bu zorluk son bulmuyor. Bu noktada biraz makineleşmek gerekiyor, fazla duygusal hareket edilmemeli. “Tasarımınız yeterince iyi değil”, “sizinle çalışamayız, size ödeme yapamayız” veya “bunu üretemeyiz, buna yatırım yapamayız” gibi cevaplarla karşılaşacaksınız. Biz çok yaşıyoruz bu durumları. Çaba göstermelisiniz ve iyi tasarımı destekleyebilecek, hevesli kişileri bulmalısınız. Piyasada çok fazla böyle yatırımcı var, ancak herkesin içerisinden bu kişileri bulmak gerek.