Türkiye'deki mimarlık eğitiminin durumunu tespit etmeyi amaçlayan Arkitera Kampüste projesi kapsamında sorularımızı TOBB ETÜ'de Mimarlık Bölümü Başkanı Tayyibe Nur Çağlar'a yönelttik.
Arkitera: Kent ve mimarlık eğitimi ilişkisini konuşurak başlarsak, mimarlık eğitiminizin kent ile ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tayyibe Nur Çağlar: Mimarlık kentte yapılır. Kent olmazsa mimarlık olmaz diye düşünüyorum. Yani mimarlığın ortamı kenttir. Dolayısıyla kentle ilişkimiz çok sıkı. Kentimizde olan bitenler, yapılanlar, uygulamalar, mimarlık olsun kentsel tasarım olsun, ileriye yönelik belediyelerin aldığı kararlar olsun, belediyelerin icraatlarındaki karşı çıkışlarımız, kabullenişlerimiz, müdahil olabildiğimiz konular, olamadıklarımız her neyse; ama kente karşı sorumluluğumuz var. Bu sorumlulukların konusunu, kapsamını, her türlü çalışmasını da deneyimini de zaten mimarlık eğitimimizde kullanıyoruz. Diğer yandan da stüdyo çalışrmaları, yüksek lisans araştırmaları sırasında kentin verilerini kullanıyoruz pratik anlamda. Üzerine düşünce üretiyoruz ama bu düşünceleri pratikte değerlendirme şansımız çok az. Çünkü hiçbir şekilde uygulamaya geçmiyor. Belediye dinlemiyor, bakanlık dinlemiyor. Bizim meslek kuruluşlarımızın bence belediyeyle, bakanlıkla, yetkili kurumlarla kavgalı olma lüksü yok. Bu iletişimi bir şekilde- kimseyi suçlayarak ve hatalı bularak söylemiyorum- kopardık ve onaramıyoruz. Böyle olunca da akademiden direkt olarak kente, kentin organlarına bilgi ve eylem ulaşmıyor.
Bütün paydaşların iş birliği yaptığı çok iyi niyetli çalışmalar var ama o çalışmalardan çıkan sonuç da kente bizlerin istediği ve beklediği biçimde ulaşmıyor. Onun için bekliyoruz “mimarlık eğitimimizin kente katkıları olacak mı?” diye. “Benim katkım ulaşmıyorsa, öğrencimin katkısı nasıl ulaşacak?” kısmını çok iyi niyetle değerlendiremiyorum.
Dünyadaki mimarlığı okuyup öğrenmenin, bunu yalnızca metin üzerinden değil, nesne üzerinden de okumanın yollarını aktarmaya çalışıyoruz öğrencilerimize ama asla onları taklit etmemeyi de öğretmeye çalışıyoruz.
Stüdyo deneyimine bu işin pratiğinde yer alan meslektaşlarımız inanılmaz destek veriyor. O kentte mimarlık ortamında, mimarlık pratiğinde görev yapan arkadaşlarım ne kadar iyiyse ve benim eğitimime destek veriyorlarsa benim de kentle ilişkim onlar aracılığıyla o kadar güçlü olur. Ben mimarlık eğitiminde bu tür destekleri çok önemsiyorum.
Eğitim mekanlarınızı yeterli buluyor musunuz?
Stüdyo ve dersliklerin yeterli olmadığını ben söyleyemem ama yapılan araştırmalar söylüyor. Biz mekan kullanımıyla ilgili de bir araştırma yapmıştık, orada da yetersiz kaldığımızı biliyoruz.
Yalnız Türkiye değil, dünyadaki mimarlık okullarının sahip olması gereken minimum koşullara bile maalesef sahip değiliz; ama inanılmaz öğrenci alıyoruz. İnanılmaz okutuyoruz. Özellikle özel okullara çok para veriliyor, ödeniyor ve öğrenciler diploma sahibi oluyorlar. Hemen mezun olduklarının ertesi günü ellerine alıp belgelerini geliyorlar. Meslek odasına kayıt oluyorlar ve mimarlık görevini icra etmeye başlayabiliyorlar. Tabii meslek alanının kendi içerisinde bazı barajları var.
Ortaya çıkan sonuçlar bilmiyorum benim bir araştırmam yok; ama etrafımda gördüğüm şeyden memnun muyum? Hayır, hiç değilim. Çoğu zaman hatta öğrencilere dönüp “benim söylediğim her şeyi unutun çünkü dışarıda karşılaşmayacaksınız, karşılaşacağınız şeyler çok farklı. Onları da gidin başkalarından öğrenin; çünkü ben onun parçası olmak istemiyorum” demek çok içimden geliyor gerçekten.
Peki, çalışma mekanlarınızı dönüştürebiliyor musunuz?
Evet, geniş koridorlarımız var. Stüdyoyu hareketli elemanlar bölüyor ama tabii ki mekansal durum her şeye imkan vermiyor. Çok güzel merdivenlerimiz var mesela. O merdivenleri her türlü amfi gerektiren etkinlik için, sergileme için, tasarım için, bazı enstalasyonlarımız için kullanma şansımız var.