“Mimaride Foto-Gerçekçilik Doğru Bir Yaklaşım, Bir şeyi Anlatıyorsanız Tüm Detaylarıyla Anlatmanız Gerekir”

Mimari illüstrasyon ve maket atölyesi MİN Tasarım'ın kurucuları, Necdet Çatak ve Varjan Yurtgülü ile, Necdet Çatak'ın kızı Neslihan Çatak'ın da katılımıyla, mimari görselleştirme üzerine sohbet ettik.

Özüm İtez: İkiniz de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden mezun olduktan sonra mimari görselleştirme konusunda uzmanlaşmayı tercih ettiniz. Bu noktaya nasıl vardınız?

Varjan Yurtgülü: Benim açımdan bu iş tesadüfi oldu ama Necdetler zaten bu işin içindeydi.

Necdet Çatak: Mimarlıktan mezun olmama rağmen mimarlık yapmak istemiyordum ama bu bilgi ve birikim de boşa gitsin istemiyordum. Varjan’la beraber perspektife çok ilgimiz vardı ama o sıralar ayrı ayrı çalışıyorduk. MİN Tasarım’ı kurmamızın nedeni grafik ve resim işleriyle ilgilenmekti. Tesadüfen birisi mimari illüstrasyon (o zamanlar ‘perspektif’ derdik) ihtiyacı olduğunu söyledi, yaptık. O işi airbrush ile yapmıştım, çok beğenildi, sonra işler artmaya başladı. Airbrush tekniği çok moda bir sistemdi çünkü o yıllarda bilgisayar falan olmadığı için gerçeklik hissi uyansın diye bu tekniğin daha olumlu olacağını düşünüyordu herkes. Aslında bence her zaman için suluboya ve guaj daha iyidir ama öyle bir moda vardı. Bir de o sıralar Bedrettin Dalan belediye başkanıydı.

Varjan Yurtgülü: Doğru ya, o sıralar inşaat piyasası bayağı bir patlama yaptı, iş potansiyeli arttı.

Necdet Çatak: Bedrettin Dalan projeleri perspektif olarak istiyordu. Ve o zaman da piyasada perspektif yapan tanınmış iki kişi vardı: Biri Akın Pala diğeri de Çağan. Akın Pala guaj çalışırdı, Çağan suluboya ve rapido çalışırdı.

Varjan Yurtgülü: İkisinin de teknikleri müthişti.

Necdet Çatak: İkisi de büyük saygı duyduğumuz insanlardır. Her zaman üstadımız olarak biliriz.

Onların atölyesinde de çalışma fırsatınız oldu mu, yoksa piyasadan mı tanıyorsunuz?

Necdet Çatak: Piyasadan tanışıyorduk. Akın Pala ismimizi duymuş, burayı ziyaret etmişti. Biz de ona elimizden gelen yardımı yapacağımızı söylemiştik, belki o ara ortak çalışmalar yapmışızdır. Akın Pala’nın çok ayrı bir çalışma tekniği vardı. Uzun zamanda, çok titiz ve ağır çalışırdı. Onun için fazla iş almazdı ve büyük paralara çalışırdı. Bizim çalıştığımızın iki misline falan çalışırdı. Neyse, biz de işler çoğalınca ekip olmaya kara verdik. Varjan’la okuldan aynı sınıftayız zaten mahalleden de tanışıyoruz. O işten ayrıldı.

Varjan Yurtgülü: Daha doğrusu işten zaten ayrılmıştım, vesile oldu geldim. Çizimlere yardım etmeye başladım ve böylelikle birlikte çalışmaya başladık. Başlayış o başlayış, 30 senedir aynen devam…

Necdet Çatak: Evet birlikte çalışmaya başlayışımız böyle oldu. Perspektif ve mimari ilüstrasyon pek bilinen bir şey değildi o zamanlar ama yaptıkça, millet bunun bir işe yaradığını anladı, ne gibi kapılar açtığını öğrendi. Onun için gittikçe işlerimiz fazlalaştı ve biz bir ara burada 14 kişilik ekiple yalnızca perspektif yapıyorduk.

1980’lerin sonunda oluşan mimari görselleştirmeye yönelik bu talep artışı mimarlar tarafından mı geliyordu, yoksa örneğin gayrimenkulun gelişmesi de etkili miydi?

Varjan Yurtgülü: Her ikisi de etkiliydi.

Necdet Çatak: Aynı zamanda müteahhitlerden de geliyordu talep ancak biz bu işe ilk başladığımızda yalnızca çok büyük projelerin illüstrasyonları yapılıyordu. Dediğim gibi, bu işlerin çoğunu da Çağan ve Akın Pala yapıyordu. Onlar piyasaya yetiyordu aslında. 

Varjan Yurtgülü: Eskiden benim çalıştığım dönemlerde, perspektif, mimari ofis bünyesinde çizilirdi. “Aramızda en yetenekli kim var?” denirdi, oturup çizerdik ama o iş bünyede olurdu, yeterliydi. Ancak satışa yönelik olduğu zaman bu yetmiyor, daha profesyonel bir kişinin devreye girmesi gerekiyor. O zamanlar nasıl çözüyorlardı bilmiyorum fakat konut piyasası o kadar canlı değildi, broşür falan da yoktu eskiden, ya da daha az sayıdaydı.

Necdet Çatak: Bir de maket perspektiften daha önce gelişmiş bir yöntem, daha çok maketten satıyorlardı o büyük siteleri.

Varjan Yurtgülü: Sonra pazar büyüdükçe, çıta yükseldi ve iş gelişti.

Necdet Çatak: İşler çoğaldıkça biz de kendi piyasamızı yarattık.

Varjan Yurtgülü: Şöyle düşünmek lazım. Mimar kendi derdini daha rahat anlatacağını düşünüyorsa hemen anında bize müracaat ediyor, yaptığı tasarımı 3 boyuta çevirtip müşteriye öyle sunuyordu. Onun da işine geliyordu bizim de işimize geliyordu. Derdini çok rahat anlatabiliyordu. Dolayısıyla böyle bir pazar oluştu.

Necdet Çatak: Böylelikle az önce bahsettiğim 14 kişilik kadroya ulaşmamız 2 sene bile sürmedi.

Peki, işi aldığınızda mimarlarla nasıl bir çalışma dinamiğiniz var? Nasıl bir süreç oluşuyor, size nasıl bir malzeme ile geliyorlar, ne kadar müdahil olmak istiyorlar?

Varjan Yurtgülü: Kimisi vidasına kadar çizilmiş projeyle geliyor, “bunun 3 boyutunu istiyorum” diyebiliyor. Kimisi de bizden mesela tasarım konusunda destek de isteyebiliyor. Mimar kökenli olduğumuz için, o konuda da beraber çalıştığımız bürolar oluyor. Cepheye, bazen plana, “bir de siz bakın” diyebiliyorlar. Yılların verdiği deneyimle başka gözle bakıyorsunuz.

Necdet Çatak: Mimarın kalitesine göre değişiyor.

Varjan Yurtgülü: Bünyesi kalabalık, donanımlı olanlarda öyle bir durum olmuyor, ama tek tabanca olan mimarlarda bu daha çok oluyor. Tıkanabiliyor adam, o konularda destek verebiliyoruz. Ama hakikaten çok allahlık olduğunda, tamam “al sen bunu yap” diyoruz. Bu memleketin kaderi bu. Hele her şehre üniversitelerin açıldığı ilk yıllarda hakikaten tam bir felaketti. Öğretim kadrosu yok, çocuklar ne yapsın; bir öğretim görevlisine 60 öğrenci var, o da nasıl başa çıksın… Böyle bir süreçten geçildi. Onlar mimar oluyor şu anda.

Necdet Çatak: Çizdiği projeyi gözünde canlandıramayan mimarlar vardı.

Varjan Yurtgülü: Aynen. Kesit yapıyorsunuz, kafa kurtarmıyor falan filan…

Ne zamanlar için söylüyorsunuz bunu?

Varjan Yurtgülü: Geçtiğimiz yıllarda, her tarafa üniversite açıldığı ve rotasyon başladığı zaman. Onların ilk mezunlarında hep bu problemler yaşandı. Projeyi görünce, “nereden mezunsun?” diye soruyorsun hakikaten hep oralardan çıkıyor.

Köklü olmayan, yeni okullardan?

Varjan Yurtgülü: Aynen, tabii.

Necdet Çatak: Eskiden de aslında, eğitim bu kadar teknoloji destekli değilken, ya çok iyi mimarlar ya da çok sıradan mimarlar çıkıyordu.

Varjan Yurtgülü: Şimdi ama mesela şöyle düşünün, bizden, Mimar Sinan’dan mezun olanlara bakıyorsun, en kötüsü bile yine bir şey…

Necdet Çatak: Ama ben genel olarak Türkiye için, bütün üniversiteler için konuşuyorum.

“Biz bu işe rengi öğrenerek başladık, elde suluboya ve guajla çalışarak öğrendik.”

Peki bu yaptığınız işi mimari üretimin, tüm o sürecin bir parçası olarak mı görüyorsunuz yoksa sanat olarak mı görüyorsunuz? Veya bir çeşit zanaatçı olarak mı tanımlarsınız kendinizi?

Necdet Çatak: Zanaat ama mimari sürecin pir parçası olduğu da bir gerçek.

Varjan Yurtgülü: Tek bir şey yok, hepsi beraber aslında.

Necdet Çatak: Aslında hepsi birlikte olmalı. Yaratım aşamasında da illüstrasyon olması lazım çünkü zaten şimdi bilgisayarlar buna imkan da veriyor.

Varjan Yurtgülü: Zaten çoğu büroda çizerken 3 boyutlu çiziliyor artık. O zaman her aşamasını görüyorsunuz. Finale yakın, modelde neticeyi görebiliyorsunuz. Şimdi çıta daha yükselmiş vaziyette.

Necdet Çatak: Ama bizim çalışmamız açısından soruyorsanız, butik işler yapan bir atölye olarak görüyoruz kendimizi. Küçümsemek açısından söylemiyorum ama makinayı her alanın yapabileceği bir şey değil. Biz bu işe rengi öğrenerek başladık. Elde suluboya ve guajla çalışarak öğrendik. İşin sanatsal yönüne daha fazla önem veriyoruz. Sanatsal ögelerle süsleyerek yaptığımızı düşünüyoruz bu işi. Daha profesyonel iş yapmış oluyoruz.

Varjan Yurtgülü: Ama tabii mesela, eskiden varsayalım bu işi 10-15 kişi yapabiliyorken, yani %1-2 iken, şu an %10-15’lere çıktı. Artık el maharetine dayalı değil. Eninde sonunda birazcık gözü olan, olaya hakim olan ve programı iyi bilen bir insanın çok rahat yapabileceği bir şeye dönüştü. 

Necdet Çatak: Birazcık değil, iyi gözü olan…

Varjan Yurtgülü: İyi gözü olan, doğru.

Varjan Yurtgülü: Eskiden, elle yapıldığı dönemde, iş o kadar kolay değildi; el kıvraklığı vs. başka şeyler de gerekiyordu. Ama şimdi öyle değil. Tuşa basıyorsunuz -dediğim gibi biraz da gözünüz varsa- kurtaracak bir şeyler yapabiliyorsunuz.

Necdet Çatak: “Kurtarıyor” ama benim dediğim çok usta işler, büyük konut sitelerinin görselleştirmeleri. Sen gidip de onu, kurtaracak şeylerle sunamazsın ve en nihayetinde böyle insanlara yaptırmak zorundalar.

Varjan Yurtgülü: Doğrudur. Bir de mesela ben o kıvamda hissetmiyorum kendimi ama bazı yabancı profesyonel gruplar var, web sayfalarına bakınca hakikaten moraliniz bozuluyor. Gerçekten çok başarılılar.

Necdet Çatak: Ama tabii bunlar alınan paralarla, harcanan sürelerle alakalı şimdi. Yapılmayacak şeyler değil.

Varjan Yurtgülü: Onunla da alakalı tabii haklısın ama bazı şeyler var, para da olsa yetmiyor. Yeteneğiniz ona müsait değil. Onu görünce; “ulan niye olmuyor” diyorsun.

Necdet Çatak: Ben o konuda ayrılıyorum. Zaman harcansa yapılacak şeyler, ama burada kesinlikle yapamıyorsunuz öyle bir şeyi. Zaten son çare olarak size geliyor. “Ne zamana lazımdı?” dediğinizde standart cevabı var adamın: “Dün lazımdı”. Bir kere adama süre verirken baskı altındasın, fiyat verirken baskı altındasın, işi yapan çoğaldı…

Varjan Yurtgülü: O konuda haklısın.

Necdet Çatak: Onun için sen o sürede ne yapabilirsen, yine de işe olan saygın nedeniyle en fazla ne verebilrsen onu verebiliyorsun. Ama Varjan’ın dediği gibi yetmiyor da. Daha yüksek paraya daha güzel işler yapabiliyorlar dışarıda.

Varjan Yurtgülü: Mesela başka yerlerde rakamlar çok ciddi ve 3 ay sonraya süre veriyorlar. Burada hiçbir zaman öyle bir süre verilmiyor.

Neslihan Çatak: Babam mesela hala sabahlıyor bu yaşta, çünkü mecbur. Piyasadaki insan sayısı çok arttığı için, bilgisayar yüzünden, rekabet büyüyor, fiyatlar düşüyor…

Necdet Çatak: Evet, rakamlar çok düştü.

Bir de Çinliler de herhalde işin içine girmiştir, büyük işletmelerle, daha hızlı daha ucuz üretebiliyorlardır?

Varjan Yurtgülü: Evet muhtemelen. Çoğu yabancı büronun Çin’de de büroları var, bu tip şeyleri oradaki büroya paslıyorlar. Hatta çizim kısmını bile oraya paslayabiliyorlar. Çok daha ekonomik rakamlara çıkabiliyor.

Necdet Çatak: Ve büyük ekiplerle çalışıyor onlar.

Varjan Yurtgülü: Makette öyle mesela. Bizim 3 kuruş fiyat verdiğimiz yere, 1 kuruş fiyat çıkarıyor. Türkiye’ye teslimi hem de. 10 dolara adam çalıştırıyor, sizin onlarla yarışma şansınız sıfır. Kalitesi de gayet iyi.

Bir ‘göz’den bahsettiniz az önce, onun üzerinden atölyenize dair bir sorum var: Birlikte çalışacağınız kişiler arasından o “göz”e sahip insanları nasıl seçiyorsunuz? Atölyenizde genelde meslekten insanlarla mı çalışmayı tercih ediyorsunuz mesela?

Varjan Yurtgülü: Çoğu kez meslekten…

“Böyle bir işte mimarlar çalışmalı sadece” gibi bir düşünceniz var mı?

Varjan Yurtgülü: Hayır ama teknik bilgisi olmazsa olmuyor. İlk koşul bu. Ondan sonrası artık deneyerek. Bizim mesela İlkin (İlkin Deniz) diye bir arkadaşımız vardı; o meslekten değildi ama müthiş bir yetenek vardı adamda.

Necdet Çatak: Piyasada kendini yetiştirmiş. Yapamayacağı şey yok. Adam aynı zamanda caz gitaristi.

Varjan Yurtgülü: Hangi alana girdiyse müthişti. Buna benzer kişiler olabiliyor. Biraz teknik bilgisi varsa işi götürebiliyor rahatlıkla.

Necdet Çatak: Öyle çok insanla tanıştık.

Necdet Çatak: Aydın Apaydın hangi bölümdendi?

Varjan Yurtgülü: Grafikti yanılmıyorsam.

Necdet Çatak: Endüstri tasarımı mı yoksa?

Varjan Yurtgülü: O da olabilir.

Necdet Çatak: Aydın arkadaşımız süper yetenekli bir insandır. Şekilde gördüğünüz gibi (Duvarda asılı illüstrasyonu işaret ediyor).

Varjan Yurtgülü: Projeyi okuyabiliyorsa, teknik bilgisi de varsa zaten…

Necdet Çatak: Öyle bir şartımız kesinlikle yok. Eli iyi olsun, işi sevsin; işi sevmeyen adamın masa başına oturup da yapabileceği bir iş değil.

Varjan Yurtgülü: Zaten direkt de devreye giremiyor. İlk başta böyle bir kişinin –tabii kişinin yeteneğine falan da bağlı ama- bir sisteme girmesi 6 ay 1 sene sürebiliyor. O sürede eğitiyorsunuz, devamlı sizi izliyor, bir bakıyorsunuz kendinden bir şeyler katmaya başlıyor. Siz de ondan öğrenmeye başlayabiliyorsunuz bazen.

Necdet Çatak: Evet tabii.

Şimdi kaçınılmaz olarak teknolojideki dönüşümden de biraz bahsetmek gerek. 1980’lerde bu işe başladığınızdan bugüne inanılmaz bir değişim var teknolojide. Hem işin hızını çok değiştiriyor hem de oluşan illüstrasyonun görselliği de inanılmaz farklı. Suluboyayla yaptığınız işle bilgisayarda alınan render arasında inanılmaz bir fark var. Bu dönüşümü nasıl yaşadınız? Biraz onun üzerine konuşabiliriz bir de bu dönüşüm neler kattı ya da neler kaybettirdi?

Varjan Yurtgülü: Bilgisayara geçme vakti geldiğinde biz de bir bilgisayar aldık, konuya biraz yetenekli olan kişileri ona verdik. Bir yandan normal çalışmalarımız devam ederken diğer yandan bilgisayarla denemeler yaptık. İyi neticeler çıkmaya başlayınca yavaş yavaş ekibi eğitip tamamen bilgisayara geçtik. Şu anda tamamen bilgisayarla üretim yapıyoruz. Aslında çok hızlandı her şey.

Necdet Çatak: En büyük katkısı da sağlığımıza oldu. Gerçi ne kadar radyasyon alıyoruz bilmiyorum ama o airbrush’larla havaya yayılan koku falan; her gün evde yüzümüzü yıkarken mavi sular dökülürdü.

Varjan Yurtgülü: Tabii tabii doğru.

Necdet Çatak: Eskiden bir bakıma hamaldık bu işte. Devamlı bedenen çalışırdık. Onun da yorgunluğu vardı. Şimdi bir tek mouse sallıyorsun.

Varjan Yurtgülü: Durmadan renk hazırlardım eskiden…

Necdet Çatak: Guajları yumuşatır, renkleri hazırlar şişelerde, kendine iş edinmişti onu Varjan. Şimdi öyle dertlerimiz yok ama hiçbir zaman suluboya veya guaj yaparken aldığım zevki de almıyorum. Hep vardır ya “bizim zamanımızdayken her şey daha iyidir” edebiyatı, belki ondan. İnsanların içinde öyle bir şey var. Bilmiyorum geçmişe bağlılık mıdır, yoksa teknolojiyi reddetmek midir…

Varjan Yurtgülü: Ama sistem çok hızlandı. Mesela evvelden çalışmayı hazırlıyorsunuz, ondan dia çekiliyor, baskıya, renk ayrımına falan gidiyor. Şu anda böyle bir hazırlık yok, mail olarak gönderiyorsunuz, direkt baskıya sokabiliyorlar. O derece hızlandı sistem.

Necdet Çatak: Bir de eskiden yaptığınız işe mürekkep dökülme ve kaprisli müşterinin çok şeyi değiştirme tehlikesi vardı. Şimdi her şey “layer” olduğu için, kaldırıyorsun katmanı başka renk koyuyorsun başka obje koyuyorsun, figürü değiştiriyorsun. İşlerin bu kadar teknolojiye dönüşmesinin nedeni çok büyük faydaları olması. Alternatifler de çoğaldığı için hem zamandan hem fiyatlardan tasarruf ediyorsun.

Neslihan Çatak: Ama sizin açınızdan kaybedilen bir şeyler yok mu?

Necdet Çatak: Kaybedilen bir şeyler var.

Varjan Yurtgülü: Ama ikinci bir şahsın umrunda değildir o. Eninde sonunda böyle bir çalışmayı yaptırmasının amacı binasını görmekse, görüyor onu zaten. Fazlasıyla görüyor hem de.

Neslihan Çatak: Zaten sizin açınızdan sordum, müşteri açısından değil.

Necdet Çatak: İşi fırçayla yapmanın da ayrı bir zevki vardı.

Varjan Yurtgülü: At arabası bitti; eyercilerin dönemi de bitti, gibi bir kıvama geliyorsun. Bitiyor işte eninde sonunda…

Necdet Çatak: Bir de elle yaptığın zaman bir işi; kendi farklılığını koyabiliyorsun ortaya. Şimdi o yok. Bunu da sen yapmış olabilirsin, bilmem kimin yaptığı işi de sen yapmış olabilirsin. Kimse onun farkını anlayamıyor çünkü sonuç olarak aynı makinadan çıkıyor, aynı programdan çıkıyor.

Varjan Yurtgülü: Daha önce bahsettiğim büronun işlerine baktığın zaman “ha bu büronun işi” diyorsun. Palmiye koyuyor, rüzgarı anlatıyor…

Necdet Çatak: Ya tamam, ama çok uç örnekleri çıkar; hepsi birbirinin aynısı sonuç olarak. Photoshop’u kullanabilen, azıcık da meraklı ve bilgili insan da yapabiliyor artık. Ben aynı kalitede yapanlar arasında o farkı anlayamazsınız anlamında söylüyorum. Tabii sadece programın verdiğiyle yetinen, üstüne çok az bir şey koyabilen insanınkiyle kıyaslamıyorum. Bu işi bilinçli yapan insanların arasındaki farkı kastediyorum.

Varjan Yurtgülü: Bir yandan, yeni programlar da fark oluşturabiliyor. Bir evvelki programla yapamadığın şeyi, bununla yapabilir hale geliyorsun. O daha gerçekçi hale dönebiliyor.

Necdet Çatak: Gölgelerin 5 aşamalı yansıması mesela. Adamlar her şeyi düşünerek yapıyor artık.

Konusu gelmişken sürekli artan, belki de bir doyum noktasına ulaşmak üzere olan foto-gerçekçilik furyası üzerine ne düşünüyorsunuz? Bir rekabet unsuru oluşturuyor, yalnızca bunun peşinden koşanlar da var, ama mimari görselleştirmede bu kadar ön planda olması gereken bir şey mi? Ya da size gelen tekliflerde bunu özellikle isteyenler çok oluyor mu?

Varjan Yurtgülü: Çoğu özellikle istiyor. “Gerçek, fotoğraf gibi olsun” diye geliyor.

Necdet Çatak: Fotoğraf gibi olmasını istemelerinin nedeni halkın gözünü boyamak ve o iş “gerçekten varmış” gibi de bir imaj yaratmak.

Varjan Yurtgülü: O da var, bir de moda olması var. Ondan da sıkılıp tekrar suluboya isteyenler de var mesela. Gerçi onu da bilgisayarla halledebiliyorsunuz. Çalışıp, efektle suluboya lezzetine getirebiliyorsunuz. Tam olmasa bile bayağı yakın bir değere gelebiliyorsunuz. Zaten bunu gördükten sonra “iş bitmiştir” dedik biz.

Necdet Çatak: Mimaride yanlış bir yaklaşım değil foto-gerçekçilik. Olması gereken bir şey bence. Çünkü bir şeyi anlatıyorsanız tüm detaylarıyla anlatmanız gerekir. Işığın yansımasıyla bile, oraya koyduğunuz objenin ışık olarak etrafa ne kazandırdığını anlatmanız gerekir.

Varjan Yurtgülü: Zaten amaç o. Bir bina yapıyorsanız neticeyi önden birebir görmeniz lazım ki “doğru yolda mı, yanlış yolda mıyım?” anlayabilesiniz.

Yıllar yılı müşteri profiliniz nasıl dönüştü peki “Artık daha fazla konut siteleri yapıyoruz” gibi bir durum var mı?

Varjan Yurtgülü: Evet şu an daha fazla konut ağırlıklı.

Ya da “eskiden daha fazla yarışma yapardık” gibi bir durum var mı?

Necdet Çatak: Yarışma pek olmuyordu da genel projeler, konut dışı projeler daha çok gelirdi. Bir de bizim ilk zamanlarımızda Rusya’ya, Türki Cumhuriyetler’e ve başka ülkelere çok proje yapardık.

“Baştaki adam, eninde sonunda, projeden anlamıyor ve bana resim getirin diyor.”

Yeni başlıyordu zaten o tarihlerde.

Necdet Çatak: Zamanında Rusya’ya, ENKA’ya çok iş yapmıştık. Moskova’daki Petrovski Pasajı’nı yapmıştık, şimdi filmlerde görüyorum pasajı.

Varjan Yurtgülü: Zaten o dönemde ciddi bir inşaat furyası vardı o taraflarda. Sürekli proje üretiliyordu. Baştaki adam, eninde sonunda, projeden anlamıyor ve “bana resim getirin diyor”. O zaman yapıyorsunuz ve “bu tamamdır” deyip resme imza atıyor, projeye değil. Ondan sonra projeye dönülüyordu, ters bir durum vardı orada.

Son olarak, yaptığınız işle ilgili sizi en çok etkileyen ya da size ilham veren -belki son dönemde ya da başladığınız dönemden de olabilir- görsel akımlar ya da öykündüğünüz kişiler var mı?

Necdet Çatak: Ben kendi açımdan söyleyeceğim, guaj ve suluboya karışımı yapılmış işler içeren Japon illüstrasyon kitapları gelmişti. İçlerinde çok hoşumuza giden teknikler vardı. Bir ara onları örnek aldık. Adam bulutu nasıl yapmış, ağacı nasıl şekillendirmiş…

Varjan Yurtgülü: O kitaplar bir anda ufkumuzu açtı. Eskiden çok kitap gelmezdi. Hakikaten o kitapların gelmesi, ciddi aşama kaydettirdi bize, resmen okul oldu.

Necdet Çatak: “Mimari illüstrasyon nasıl yapılır” bir anlamda oradan öğrendik. Perspektif nasıl yapılır biliyorduk ama tabii bunu kanlı canlı, ışıklı gölgeli, renkleriyle bir şeylere nasıl benzetilir ve nasıl bir tarzla yaparsınız. Çok özenirsiniz resme benzer, amaca uygun olmaz. O kitaplar bize yol gösterici oldu.

Varjan Yurtgülü: Aynen, doğru.

Görselleştirilen mimarinin hayat unsurlarıyla bir arada olması veya mimarinin daha çıplak bırakılmış olmasına dair? Sizin tercihiniz var mı veya size gelen müşterilerin bu konuda tercihleri oluyor mu?

Necdet Çatak: Satışa yönelik olduğu için insanlarla falan beraber göstermek zorundasınız. O çıplak yapmanız sadece mimarın tasarım aşamasında binasını görmek istemesiyle falan oluşabilecek bir şey ki; artık öyle bir şey isteyen de kalmadı. Onun için daha çok pazarlamaya yönelik çalıştığımız için çevre ve insanlarla beraber gösteriyoruz.

Varjan Yurtgülü: Nasıl bir ortam oluşuyor, onu görmek için.

Neslihan Çatak: Okulda bile öyle. Çevreyle ilişkisini illa ki göstermek zorundasınız.

Necdet Çatak: Millet, “ev satmıyoruz, yaşantı satıyoruz” iddiasıyla çıkıyor ya ortaya, onun için mecburen… Bir de sizin son sorunuza cevap olarak: Biz bu işi severek yapıyoruz, gerçekten de en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Ama sonuç olarak bu iş de bir iş. Ben sanatsal zevkimi tatmin etmek için; resim yapıyorum. Hiçbir zaman bu işten sanatsal bir keyif alamazsınız; çünkü devamlı yönlendiriliyorsunuz. “Ben sanatçıyım bana karışamazsın” diyebileceğin bir durum yok ortada. Onun için sanatsal bir zevk almak istiyorsan başka bir iş yapacaksın. Ya resim yapacaksın ya başka bir şey. Sonuç olarak ben resim yapıyorum.

Etiketler

Bir yanıt yazın