ARKIMEET kapsamında, 31 Mayıs 2006 Çarşamba günü konferans vermek için İstanbul'a gelen Pritzker Ödüllü Paulo Mendes da Rocha ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Paulo Mendes da Rocha: Ben bunu planlayarak yapmıyorum. İşin bu şekilde yürümesi adım adım gerçekleşti. Ve artık bu safhada iş sadece eski öğrencilerle çalışmaktan çıkıp, onlarla kontratlı çalışmaya dönüştü. Ne zaman yeni bir proje alsam, onlara birlikte çalışmamızı teklif ederim. Sorunuza dönersek, bu seçim programa veya işleve bağlı değil. O proje esnasında kim müsaitse ona bağlı. Ofisimde ise otuz yıldır benimle çalışan bir sekreterim var, hepsi bu. Ayrıca bence bu ilginç bir çalışma biçimi, çünkü onlar benim çalışanlarım değil, hepsi kendi ofisleri olan mimarlar. Bu işbirlikleri aslında o kadar da yeni değil, örneğin Japonya’daki Expo Fuarı için pavyon tasarladığım zaman ilk defa bunu tecrübe etmiştim. Brezilya’da açılan yarışmaya göre mimar sadece projeyi tasarlayacaktı ve tüm detaylar ve inşa işleri Japonya’daki bir ofis tarafından yapılacaktı. Ben bu projede hiç tanımadığım 30 Japon mimarla çalıştım ve işin kötüsü dillerini bile bilmiyordum. Bu da gösteriyor ki, her ne kadar aksi sanılsa da, biz mimarlar olarak hep takım halinde ve farklı ekiplerle çalışıyoruz. Mühendisler, teknisyenler, uzmanlar… Hiçbir şeyi tek başımıza yapmıyoruz. Ama öte yandan da projenin sorumluluğunu kendi üzerime alıyorum. Ben bir öneri getiriyorum, onlar bunu geliştiriyorlar.
PMR: Ben her zaman her şeyi Sao Paulo’da başlatırım. En iyisi de projenin olduğu yerde bir ofis bulup onlarla iletişime geçmektir. Ama aslında bu bahsettiğiniz projelerde çalışmak üzere davet edildim. Mimarlık da bir gizem olmadığından, kendi ilgi alanlarınıza sahip insanları bulmanız zor değildir. Tıpkı normal hayatta olduğu gibi.
PMR: Tarihsel olarak baktığınızda aslında bu bir cami inşa etmek gibidir. Tamamen bir konstrüksiyon, ama bir şeyler anlatan bir konstrüksüyon. Mimarlık bir söylemdir. Bilginin, arzunun ve fırsatların söylemi. Mimar asla kendisi için bir şey yapmaz.
PMR: Sorunuza gazetecilik yaklaşımıyla cevap verecek olursam şunu söylemek isterim. Mimar aslında elit tabakaya aittir ve bu nedenle biz ilk önce elitleri eğitmeliyiz.
PMR: Mimarlık herhangi bir bilgiden daha önemlidir ve bu nedenle diğer tüm bilgi kaynaklarını ve politikayı da etkilemelidir. Bu nedenle de mimarın prestiji de değersiz değildir. Ben mimarlığın her geçen gün evrende daha önemli bir hal aldığını görüyorum. Yani evren bir okul, bir bilgi kaynağı olarak evren. Çünkü bu şekilde mimarlık dilbilim, matematik, felsefe gibi başka bilgi alanlarını da etkileyebilir. Biz doğayla ilgili bilincimizin gelişmiş olduğu bir oluşum içerisindeyiz. Doğa burada durağan ve sabit değil, değişken bir geçiştir. Biz de bu doğanın parçasıyız, hem de akıl sahibi parçası. Aslında biz de insan olarak değil, hayvan olarak doğuyoruz; insan olma süreci daha sonra başlıyor. İnsan olabilmek, insanlık için bir görevdir. Bazı insanlara göre bunun mimarlık ile hiçbir ilgisi yoktur. Bence bu mimarlığın başlıca konuşacağı konu olmalıdır. Teknik bilgi, insanın doğayı görmesi için bir araçtır. Bu araçlarla doğanın gerçeği ve sırları ortaya çıkar. Kaylardan kopmuş bir taş parçasını belli bir geometride şekillendirdiğiniz zaman onunla bir katedral inşa edebilirsiniz. Bu örnekte doğanın değişim geçirdiğini söyleyebiliriz. Mimarlığın nesnesi de bu değişimdir. Çevrede gördüğünüz hiçbir yapı doğal değildir, ama hepsi doğadan gelmektedir. Yan yana koyulan iki taş ile taşa bir geometri kazandırırsınız bu da tasarımın kendisidir.
PMR: Maalesef buna katılmıyorum. Bu yaşayan bir bilgi biçimi. Bilgi bize aittir, taşa değil.
PMR: Bilemiyorum. Sonuçta ben antropolog değilim.
Doğanın bu hali evrensel bir bilinçlenme biçimi. Tıpkı ortaçağdaki popüler kültür gibi, bu bir değişim anı ya da Berkley’in de dediği gibi sağduyu. Biz sadece aptal insanlarız. Felaketler bu açıdan önemli. Felaketler meydana geldiğinde harekete geçebiliyoruz. Bu kadar bilinçsiz yaşarsak biz de diğer canlı türleri gibi yok olabiliriz. Biz insan yaşamının matrisini değiştirmek zorundayız. Ve kaynakların kısıtlı olduğu bir düzende “parası olan ve olmayan insanlar” gibi bir ayırım yapamayız. Bütün bunların mimari bir yansımasını düşünürsek, şu kanıya varabiliriz: şu dönemdeki en önemli anıt, konut. Bir evin zenginliğini veya yoksulluğunu hayal etmek imkansızdır. Şehir içindeki bir evin temiz suya ve ışığa ihtiyacı vardır. Zenginler için ayrı, fakirler için ayrı bir kilowatt olmasını düşünemezsiniz. Ve bütün bunları çözebilecek şey de eğitimdir. İnsan bilgiyi bir hareket aracı olarak kullanmaya alışıktır. Bilgi özgürlüğün aracıdır.
PMR: Bunu insanlar söylüyor, mimarlar değil. Bu doktor olmak gibi, doktorsanız belirli bir insan tipine göre klinik açmazsınız, herkes için açarsınız. Ben de bir mimarım, Brezilyalı olup olmamam bir şeyi değiştirmez. Kültür bir hareket aracıdır. Siz benim kültürüm dediğiniz zaman, bir hareket aracından bahsedersiniz. Kültür sürekli gelişen bir şeydir, bitmiş bir ürün değildir. Kesin bir varış noktamız yok, ne istersek ona karar verebiliriz. Önemli olan gerekli olanı yapmaktır, hakkında konuşmak değil. İşleriniz hakkında konuşmakla işe başlamayın. Şu anda benim söylediklerim de yeni söylenmiş şeyler değil, çağdaş felsefenin zaten söylemekte olduğu şeyler.
PMR: Ciddi bir şeyler yazmıyorum, sadece anı şeklinde şeyler.
PMR: Hayır, yazmıyorum, çünkü yazmak bana göre çok zor bir iş. Yazmak da mimarlık gibi, fikirleri inşa edebiliyor olmanız lazım.
PMR: Aslında yazı da benim için herhangi başka bir insan ürünü gibi. Siz bir şeyler yaparsınız, diğerleri de hakkında konuşur. Bu nedenle bu tehlikeli bir soru. Ben tam olarak hakkımda ne yazıldığını bilmiyorum, çünkü bu beni değil onları ilgilendiriyor. Bu konuda herhangi bir etki varsa, bu iyi bir şey değil kötüdür. Ben mimarlık yaparken, teori üzerine düşünmüyorum. Ben sadece bir şeyi nasıl yapacağımı düşünürken teoriye başvururum.
PMR: Evet şunu söyleyebiliriz. Ben aslında karşıtlıkların ve çelikilerin olmadığı bir biçimde üretmek istiyorum. Çünkü zorunlu olunan şeyleri üretmeyi istiyorum. Bu gezegende yeni olan hiçbir şey doğa ile çelişmemelidir.
PMR: Bence o çok büyük bir yapıcı. Yaptığı tüm yapılar çok güzel. Örneğin, Brezilya Katedrali. Kubbe kavramını düşünün, mesela Brunelleschi’nin Floransa’daki kubbesini. Bu kubbenin alt çember makas kuvvetlerine, üst çember ise basınca göre çalışır. Brasilia şehri inşa edildiğinde elimizde sıvı taş, beton vardı. Ve bu katedral projesinde mantık tam tersine işliyordu. Burada yukarıdaki çember makas etkisine, alt çember ise basınca çalışıyordu. İlk başta bunu bir fantezi olarak görebilirsiniz, ama değil. Mesela küçük bir şapelin içindeyseniz ve böyle küçük küçük birçok şapeli yan yana koyarsanız, elde edeceğiniz şey birçok kolonun olduğu bir kanat oluşturmaktır. Ve siz öngerilmeli betonla bu kanatlardan sadece birini, yani iki kubbe ve iki kolon oluşturursunuz. Tıpkı Niemeyer’in Sao Paulo’daki Latin Amerika Anıtı’nda olduğu gibi. Kolonları dışta kullanılmış bir mekan, bizim yüzyıllar önce yapmak istediğimiz bir şeydi. Bu insan gelişmine dair bir yansıma.
PMR: Buna şöyle cevap vereyim. Bence her mimar plancıdır.