Arkitera Kampüste projesi kapsamında Kayseri'deki Melikşah Üniversitesi'nde Mimarlık Bölümü Başkanı Beyhan Bolak Hisarlıgil ile görüştük.
Arkitera: Biraz mimarlık bölümünüzün yapısından bahsedebilir misiniz?
Beyhan Bolak Hisarlıgil: Melikşah Üniversitesi Mimarlık Bölümü, 2012’de kuruldu. Eğitime, hazırlığı geçen 6 öğrencimizle başladık. Şu anda kontenjanımız 50 kişi. Bunu da arttırmayı düşünmüyoruz. Genelde çevre illerden öğrencimiz var ama Adana, İzmir, İstanbul’dan da öğrencilerimiz var. Bizimki kulüp havasında bir bölüm. Hep bunu amaçladık. Yaklaşık 15-20 yıla yakın bir akademi tecrübemiz var ve oradan en önemli şey, diyalog çok önemli bizim için. Öğrenci hoca diyaloğu, ekipler arasındaki diyaloglar, yerel yönetimle diyaloglar, kulüp ortamında çalışmalar, workshoplar, uluslararası düzeydeki diyaloglar… Bunlar ne kadar gelişkin ve çeşitli olursa mimarlık ortamına da o kadar faydası olduğuna inandık her zaman. Kulüp herhalde iki sene önce kuruldu. Bizim üniversitenin sembolü karınca, Antitecture ismini koyduk. Aynı zamanda mimarlığın muhalif doğasına uygun bir isim seçtik. Antitecture.com’u da yakında hayata geçireceğiz çünkü çok ciddi faaliyetlere başladılar.
Eğitim stratejisi olarak da teknik koşulları sağlayan ama sanatsal açıdan da öğrencileri doyuran bir ortam hedefledik biz. Sekiz saatlik proje atölyeleri dışında bizim çeşitli seçmeli atölyelerimiz var üçüncü sınıftan itibaren başlayan. Sanat atölyesi, iç mimari tasarımı atölyesi, ürün tasarımı atölyesi, seramik atölyesi gibi çeşitlenebilen ve öğrencilerin seçimine bağlı olan, kendi isteklerine, heveslerine bağlı olan, onları motive edecek dörder saatlik atölyelerimiz var. Ayrıca tematik stüdyolarımız var. Örneğin bizde beşinci dönem stüdyosunun ismi Disiplinlerarası Tasarım Atölyesi yani ‘Proje 5’ diye geçmiyor diğer okullardaki gibi. Bu, mimarlığın diğer disiplinlerle olan ilişkilerinden kaynaklanıyor. Yani projeyi resim sanatıyla buluşturan aynı zamanda işvereni de işin içine sokan ama özellikle iki ayrı disiplini bir araya getiren bir stüdyo. Daha deneyim odaklı bir atölye. Bundan sonra çok çeşitli disiplinlerle bunu sürdürmeyi düşünüyoruz. Altıncı dönem de sürdürülebilir tasarım atölyemiz var. Burada da enerji etkin binalar üzerine projeler yapacağız.
Eğitiminizin kentle ilişkisini nasıl kurarsınız? Sizin Kayseri’ye katkılarınız veya kentin sizin eğitime katkıları neler?
Birebir ilişki içerisindeyiz Kayseri kentiyle. Birkaç ayağı var bunun. Öncelikle bizim iki saatlik bir Kayseri Kent Kültürü dersimiz var. Birinci dönemde veriyoruz bu dersi. Orada kenti tanıtan her türlü şey olduğu gibi, tarihsel, kültürel, sosyal her türlü yapısını, aynı zamanda belediyeden alabilecekleri işte coğrafi bilgi sistemi verilerinden tutun paftalar vs. hakkında. Yani bir mimarlık öğrencisinin bundan sonra hayatlarında ihtiyaç duyabilecekleri, dijital ya da değil, bir sürü bilgiyi, belgeyi nasıl elde edebileceklerine, kullanabileceklerine ilişkin de donelerin olduğu bir ders kent kültürü dersi. Bir de biz biliyorsunuz, Selçuklu şehriyiz. Bir topluluğumuz var bölüm bünyesinde: Selçuklu Sanatı ve Mimarlığı Araştırma Topluluğu. Bu uluslararası bir topluluk, yeni faal olmak üzere. Bu topluluğun da amacı öncelikli olarak yerel anlamda Selçuklu mimarlığı üzerine yapılan çalışmaları toparlamak, bu tür çalışmalar yapan insanlarla bir araya gelmek, konferanslar, sempozyumlar düzenlemek ama onun dışında yerel yönetime baskıda bulunmak diyeyim ve bunu da yapmaya başladık. Çünkü biliyorsunuz yerel yönetimler bu tür danışmanlıklar almadan çok rahatlıkla mimarları kendi istedikleri şekilde kullanabiliyorlar, yalnız bırakabiliyorlar vs. Bizimki korumacı bir anlayıştan ziyade o mimariyi anlamaya yönelik. Onun sanatını, oranlarını, geometrisini, kültürel altyapısını, tarihsel ilişkilerini anlamaya yönelik. Mesela bununla ilgili projeler veriyoruz, TÜBİTAK projeleri. Belediyeyle ortak çalışmalarımız oluyor.
Bu, öğrenci topluluğu olarak mı ilerliyor?
Hayır, herkese açık bir topluluk. Başkanı Hakan Hisarlıgil hocamız. Ekip tamamen gönüllülerden oluşuyor, mimarlardan oluşması da hiç gerekmiyor. Bu kentte buna gönül vermiş araştırmacılar, yazarlar var. Üniversite dışından oluyor; teknik üniversitede, ODTÜ’te çeşitli yerlerde bağlantı kurduğumuz kişiler. Çünkü Selçuklu mimarlığıyla çok fazla ilgilenilmiyor akademide işin doğrusu ama biz onu anlamaya yönelik bir rota çizmeye çalışıyoruz. Biz bir Osmanlı mimarisi taşımıyoruz ve çok yanlış anlaşıldığını görüyoruz. Onun özüne inmek diyebilirim size ve bunu çeşitli yollardan, bilimsel araştırmalardan tutun da her türlü belgeleme çalışmalarına kadar ayakta tutmak gibi bir amacımız var.
Bölüm politikamız olarak workshoplar çok yoğun bizde. Yani çok fazla “üreterek yapmak”la ilgileniyoruz. Örneğin Kayseri Forum’da çok büyük boyutlu çeşitli saksıların tasarımlarını, boyamalarını vs. Antitecture kulübü yaptı. Şimdi köy okullarının boyanma projesi var. Kentte ihtiyaç duyulan bölgelere etki etmekle ilgili bir misyonumuz var ve burada da ilk akla gelen herhalde Melikşah Mimarlık oluyor, belediye tarafından da öyle. Mimarlar Odası tarafından da böyle. Tabii çok büyük bir mutluluk bu. Mesela bir tasarım rehberi hazırlamamızı istediler bizden. Avrupa’nın çeşitli şehirlerindeki gibi bir yönetmelik ve standartlar çalışması. Konu da şu anda bulunduğumuz alandaki gibi yaya mekanlarının düzenlenmesi. Ne tür malzemeler kullanılmalı, ne tür girişleri olmalı gibi bir rehber hazırladık.
Peki, mimarlık eğitimi ve mekan ilişkisi hakkında ne düşünürsünüz? Mimarlık eğitimi için mekanlarınızı yeterli buluyor musunuz?
Şu anda öğrenci sayımız fazla olmadığı için aslında mekan problemimiz yok ama ayrı bir binaya taşınacağız. Dolayısıyla yepyeni potansiyellerimiz olacak diye düşünüyoruz fakat biz mimarlığın atölye içerisinde kalması gerektiğine inanmıyoruz. Stüdyoların da, diğer derslerin de… Örneğin bunun için her sene bir yurtdışı çalıştayı, stüdyosu ayarlıyoruz. Geçtiğimiz Mayıs ayında Paris’e gittik. Transperance Sketching Architecture diye bir etkinlik düzenledik öğrencilerimizle beraber. Saydam bir ortamda öğrenciler eskizler yaptılar çeşitli binalar için. Epeyce dolaştık, onları tartıştık. Bu sene Barselona’ya gideceğiz. Gelecek sene de New York’a gitmeyi planlıyoruz. Yani stüdyolarımızı mümkün olduğu kadar uluslararası düzene uydurmaya çalışıyoruz. Aslına bakarsanız mimarlık eğitimi çok stabil olmak zorunda da değil. Bizim şöyle bir fikrimiz var; mimarlık fakültesinin mobil bir düzeneğinin olması gerektiğini düşünüyoruz. Sürekli gezen ve proje yapan, gittiği yerlere proje yapan, oralardan öğrenen, tartışan, geri besleme alanı gibi bir şey olabilir. Yani gelecekte aslında mimarlık eğitimi binanın içerisinde yapılan bir şey olmaktan çıkarılabilir diye düşünüyoruz. Bu bağlamda aynı zamanda stüdyolar çeşitli üniversitelerin birbirleriyle ilişkileriyle de düzenlenebilir. Yani üniversitelerin ortak stüdyolar kurması gibi. Yani biz gezmeyi görmeyi çok önemsiyoruz mimarlık eğitimi için ve bunun için de öğrencilerimize mümkün olduğu kadar seçenek sunmaya çalışıyoruz. Bunlar çeşitli tematik atölyeler olabildiği gibi çeşitli geziler, workshoplar da olabiliyor ve üretmeye çok inanıyoruz. Burada da en önemli potansiyel öğrencilerimiz ve her şey onların direktifinde gelişiyor. Yani bizim eğitimimizde öğrenciler çok büyük bir pay sahibiler strateji kurma açısından. Onlar eksik olduğunu düşündükleri şeyleri bizlere iletiyorlar, bizler ortak bazı dersleri açabiliyoruz, etkinlikler yapabiliyoruz. Yani çok demokratik ve çok açık bir sistemimiz var mimarlık eğitimimizde.