Seranit'in yeni markası Serra'nın tanıtım lansmanında bir konferans veren Francine Houben ile güncel projelerini konuştuk.
Francine Houben: Mimarlık, oldukça fazla deneyim gerektiren ve omuzlarınızda büyük sorumluluk hissettiğiniz bir iş. Bütün bu bilgileri, ulusal ve uluslararası deneyimleri bir araya getirebiliyorsunuz. Ben hep özgür düşünmeyi ve yeni kültürler tanımayı önemsedim. Ayrıca insanların kurgulanan mekanı nasıl kullanacaklarını, biçimlendireceklerini hayal etmeye çalışıyorsunuz. İstanbul’a ilk kez 35 yıl önce gelmiştim ve şimdi İstanbul’un nasıl değiştiğini de gördüm. Kent nüfusu çok fazla ve burada ulaşım çok önemli bir konu. Hareketlilik konusu bugünlerde ve gelecekte çok önemli bir yer teşkil ediyor. İnsanlar bu kentte yaşamak istiyor, çocuklarını burada büyütmek istiyor. Dolayısıyla bunlar işimizin insani boyutları oluyor. Kısa bir akademik geçmişim var, bu süre zarfında da hareketliliğin nasıl değişebileceği ve mimarların bunu nasıl çözümleyebileceği üzerine araştırmalar yürütmüştüm. Akademik geçmişim de teorik düşüncemi geliştirdi.
FH: Öncelikle seyahat etmeyi çok severim ve kentleri, insanları gözlemlemekten hoşlanırım. Bunlar, mekanların kurgulanması açısından çok önemli. Benim mimarlık anlayışım çok farklı. İnsanların ruhuna dokunmayı, yerel halkla iletişim kurmayı severim. Elbette tasarımlarımda kendi estetik anlayışım ve belli bir tutumum var.
FH: Hayır. Var olana kendi yorumumla bakıyorum. Orada, nasıl ilginç bir tasarım gerçekleştirilebilir diye düşünüyorum. Fakat sonra tabii ki kendi tasarımımı ortaya koyuyorum, gelenekleri önemsiyoruz ve tasarım anlayışımızı geleneklerle harmanlamayı çok seviyoruz. Özellikle konut ve kamu projelerinde.
FH: Ofisiniz yeterince iyi düzenlenmemişse dışarıda iş yapmanız imkansız. Aynı zamanda çok zor bir iş çünkü çok fazla şey bilmek, insanları anlamak, inşaat, malzeme hakkında bilgi sahibi olmak zorundasınız. Dışarıda iş yapmak için belli bir birikime sahip olmanız gerek. Şimdi Avrupa’da kriz olduğunu söylüyorlar fakat benim ofisim krizden pek fazla etkilenmedi.
FH: İstanbul’da gözüme çarpan en önemli şey artan nüfus. İstanbul’a ilk gelişimden nerdeyse 3 kat daha fazla insan yaşamaya başlamış. Ulaşım ağı oldukça gelişmiş, tramvay hattının geliştirilmesi çok önemli. Başka önemli değişiklik ise İstanbul’un silüetinde gerçekleşmiş. Birçok gökdelen inşa edilmiş fakat bu değişiklik dünyanın her yerinde gerçekleşiyor.
Fotoğraflar: Uğur Ceylan
FH: Cafer Bozkurt’un kızı Defne bir süre ofisimde çalışmıştı. Cafer Bozkurt ile de 1 yıl önce İstanbul Bienali için İstanbul’a geldiğimde tanıştık ve bizi yarışmaya katılmaya davet etti.
FH: Açıkçası böyle bir teklifi duyunca çok heyecanlandık. Defne ve Cafer’i tanıdığımız için, yarışma da çok heyecanlı bir fikirdi ve hemen kabul ettik. Fakat araştırınca ne demek istediğinizi anlıyoruz aslında, çok zor bir iş bizi bekliyor gibi görünüyor.
FH: Kazı alanı beni çok etkiledi. Ufacık tekne kalıntılarının bile bana verdiği heyecanı anlatamam. Sanırım benim düşüncelerim hep o ufak ölçekte yoğunlaşıyor.
FH: Geçtiğimiz hafta Boston’daki ofis projemizin temel atma törenini yaptık. Başlangıç çizimlerini henüz bitirdik. Proje Afro-Amerikanlar’ın yaşadığı bir mahallede gerçekleşiyor. Onlar için bu proje, mahallenin özgürleşme projesiydi ve çok duygusal anlamlar taşıyordu, proje için çok büyük umutları vardı. Son 10-15 yıldır yıldız mimarlar biçimsel tasarımları ön plana çıkarıyor fakat ben toplumsal işler yaratıyorum ve bazen bu eski moda da olabiliyor.
FH: Türkiye çok ilginç bir ülke, hem kültürel hem Asya ve Avrupa arasında bir köprü görevi görmesi bağlamında. Gelecek İstanbul’da diyebilirim. Burada önemli bir tarih var. Diğer taraftan İstanbul artık çok popüler bir kent. İstanbul’dan Hollanda’ya gelen bir Türk ile tanışmıştım. Yakın zamanda İstanbul’a büyük bir heyecanla geri döndü ve şimdi İstanbul’un moda olduğunu söylemişti. Ayrıca ofisimde 25 farklı ülkeden çalışanlarım var ve bu etkileşim beni çok etkiliyor. Farklı kültürlerle çalışmak benim için ilham kaynağı.