Mimarlık ve İç Mimarlık, Erkek ile Kadın Arasında Bir Dengeye Doğru İlerliyor

BBG-BBGM firmasının ortaklarından Julia Monk ile söyleşi.

Serzan Gök: Öncelikle kendinizden bahseder misiniz?

Julia Monk: İsmim Julia Monk, BBG-BBGM firmasının ortaklarından birisiyim. Harikulade mimarisiyle ünlü Şikago şehrinde dünyaya geldim. Ball State University’de mimarlık eğitimi aldıktan sonra Şikago’ya geri döndüm. Üç yıl sonra şirketin New York ofisi için teklif alınca oraya taşındım, o zamandan beri de New York’tayım. Mimarlığa, özellikle otel mimarlığı ve tasarımı konusuna olan ilgim, en keyif aldığım şeylerden birisi olan tatil seyahatlerimde daha da gelişti. Her ne kadar ilk otel tasarımımı üniversite yıllarında gerçekleştirme fırsatını elde ettiysem de, inşa edilen ilk tasarımım New York’ta yer alan St. Regis Hotel oldu. Otel endüstrisini daha iyi anlamak; mekana ve müşterilerine nasıl hitap ettiklerini daha iyi anlamak için dünyanın dört bir yanında birçok yere seyahat ettim. Şu anda Çin, Birleşik Arap Emirlikleri ve ABD’de keyif aldığım birçok projede çalışıyorum. Çalıştığım firma olan BBG-BBGM şehir plancıları, mimarlar ve iç mimarlardan oluşuyorlar. Benim uzmanlık alanım iç mekan tasarımları.

SG: Firmanız hakkında okuyucularımızı bilgilendirir misiniz?

JM: Firma 1984 yılında BBG adıyla bir mimarlık şirketi olarak kuruldu. Kuruluşundan üç yıl sonra kurucu ortaklar iç mimarlık tasarımının önemini vurgulamak için ayrı bir firma olan BBGM’i kurdular. Böylece iki firmanın odak noktaları birbirinden ayrıldı. BBG mimarlık şirketi olarak hizmet verirken, BBGM de ağırlıklı olarak ofis binalarına ve ticari yapılara, özellikle uzmanlık alanı olan otel tasarımı sektöründe iç mimarlık hizmetleri veriyor. Şu anda hizmetlerimizin çoğunluğu ABD dışındadır.

Bu şekilde BBG-BBGM firmasında iki disiplin, yani mimarlık ve iç mimarlık, yana yana ama her birisi kendi konusunda uzmanlaşmış tasarımcılarıyla bağımsız olarak hizmet verebiliyor. Dünyada otel işletmecilerinin hem mimarlık hem iç mimarlık alanında aynı anda tavsiye edebileceği ender firmalardan birisiyiz. Sektörde olduğumuz 26 yılda birçok tasarım ödülü ve özel ödüllere layık görüldük.

SG: Sektörde ilk çalışmaya başladığınızda iç mimarlığın sektördeki durumu nasıldı?

JM: İlk kez çalışmaya başladığım dönemlerde iç tasarımlar ticari ve ofis projelerinde mimarlar tarafından, konut projeleri ise dekoratörler tarafından yapılıyordu. Ticari ve ofis projelerinde, müşteriyi memnun etmek için, proje için ayrılmış büyük mimari ekibin içinde ayrı bir bölüm oluşturulurdu. Eskiden müşteri aynı zamanda hem yatırımcı hem de nihayetinde kullanıcı olduğu için sistem de ağırlıklı olarak direkt müşteri ile muhatap olmak üzerine kuruluydu. Örneğin bir şirket merkezini inşa ettiğimiz zaman projenin bulunduğu master planından binanın içinde yer alacak bir sanat programına kadar herşeyin hizmetini verirdik.

Fakat bu anlayış ABD’de 1970’lerin sonlarına doğru değişmeye başladı. Proje ekiplerine yatırımcıların da girmesiyle ve projenin “riskli” kısımlarını yüklenmesiyle ve de müşteriye core & shell bir yapı teslim etmesiyle, müşteriye sadece mekanın içini döşemek ve taşınmak işi kalmaya başladı. Mimar hem yatırımcıyla hem de müşteri ile bir çıkar çatışması olmadan çalışabilir mi? Bu soru sayesinde firma bünyesinde ikinci bir firma sadece iç mimarlık hizmetleri vermek için kuruldu. BBGM’in esas kuruluş nedeni budur.

İç mimarlık sektörüne, en azından ABD’de, önemli katkıları olmuş kişiler arasından aklıma ofis iç mekanları için Art Gensler ve otel iç mimarlığı içinde Howard Hirsh geliyor. Bu şahısların iç mimarlık sektörüne yaptıkları önemli katkılar yadsınamaz.

SG: Şu anki mimarlık ve iç mimarlık sektöründe kadınların durumu nedir? Siz ilk kez bu sektörde 30 yıl önce başladığınızda nasıldı?

JM: Ben mimar olarak mezun oldum ve kariyerime mimarlık tasarımları yaparak başladım. Ben yaptığım işe ve bu endüstriye olan tutkuma saygı duyan insanlarla (evet, erkekler) çalıştığım için kendimi şanslı hissediyorum. Bu sektörde teker teker basamakları çıkıp belli bir yere gelmeyi başardım ve de 33 yaşında bu firmaya ortak yapıldım. Eğer bir “cam tavan” varsa ben bunu görmedim. [Editör notu: Cam tavan, İngilizce “Glass ceiling” genel hakim gruptan farklı olanlara yapılan ayrımcılıkla ilgili bir terimdir. Cam tavan ABD’de daha çok kadınlara, farklı ırklara, farkli dinlere, farklı kültürlerden gelenlere, yaşlı veya farklı cinsel yönelimlere sahip insanların maruz kaldıkları ama dışardan ilk bakıldığında belli olmayan ayrımcılığı simgeler.]

Sanıyorum ki mimarlık ve iç mimarlık endüstrisi erkek ile kadın arasında bir dengeye doğru ilerliyor. Mimarlık ve iç mimarlık eskiden daha çok erkek hakimiyetinin olduğu bir meslek idi çünkü sektörde daha çok erkek mimarlar vardı. Mimarlık istatistiklerinin bu şekilde değişim gösterip göstermediğine emin değilim ama eninde sonunda bu sektörde hizmet verenlerin oranının bu şekilde dengeleneceğine inanıyorum.

SG: Ekonomik krizin iç mimarlık sektörünün değiştirdiğini düşünüyor musunuz?

JM: Evet, tabii ki düşünüyorum. Sektörümüz bilinçli tüketme zihniyetinden, tüketirken bilinçli olmak zihniyetine doğru yol alıyor. Artık mevcut kaynaklarımıza daha çok değer veriyoruz. Bir yıl önce en önemli kapitalimiz zaman idi, artık nakit para daha öncelikli. Müşterilerimiz etkileyici yerine tutumlu olmaya doğru yöneliyor artık. Her ne kadar bir toparlanma var ise de Müşterilerimiz buna temkinli yaklaşıyorlar.

Global durgunluk bizlerin mevcut kaynaklarımıza daha temkinli yaklaşmamızı sağladı. 2008 yılının sonlarına doğru çalıştığımız bir çok projemiz durduruldu. Mesela Dubai’de Nakheel ile Trump International Hotel and Residences projesinde çalışıyorduk ama proje birden durduruldu. Ayrıca ABD’deki bir çok projemiz de durdurulmuştu. Ancak hiçbir projeyi yeniden tasarlamak durumunda kalmadık, projelerimiz ya tamamen durdu ya da aynen devam etti.

SG: Orta Doğu’ya ilk girdiğinizde hangi projede çalıştınız? O zaman bu sektör nasıldı?

JM: Orta Doğu’daki ilk projem 30 yıl önceydi. Suudi Arabistan’ın Cidde şehrindeki E. A. Juffali Genel Müdürlük Ofis binasının tasarlamıştık. 2000’li yılların başında Dubai ön plana çıkmaya başladığı dönemlerde, bölgede kendimizi yeniden pozisyonlandırdık. O zamandan beri mesela Dubai ve Amman’a ek olarak Gürcistan’da (Tiblis) ve Tajikistan’da da projeler uygulamak fırsatını elde ettik.

SG: Dubai’de veya Suudi Arabistan’de ilk çalışmaya başladığınız dönemde işlerin işleme biçimi günümüzden ne kadar farklıydı?

JM: Oldukça uzun bir zaman öncesinden bahsediyoruz. Evet bazı yönlerden oldukça farklıydı. Bir kere işimizi hazırlamamız için bilgisayarların yardımına başvuramıyorduk. İlk işlere başladığımızda Teleks en hızlı iletişim yöntemiydi (okuyucuların bunun ne olduğunu bilip bilmediğini merak ediyorum). Sonradan faks makinaları kullanıma girmeye başladı. İlk kez bir müşterimize bir eskizi faksladığımızı hatırlıyorum, sanki bir rüya gibiydi. Çizimler elle hazırlanır, üst üste konan mylar tabakalar kullanılırdı. Boeing 747’lerin en üst katında bir bar bulunurdu. Bunun gibi şeyler farklıydı.

Ancak müşterilerimize nasıl davrandığımız ve çalışan elemanlarımız gibi unsurlar pek değişmedi. Halen çalıştığımız işe ve çalıştıklarımıza gösterebileceğimiz en üst saygıyı göstermeye gayret ediyoruz. İşi yaparken faydalandığımız enstrümanlar değişmiş olabilir ama iş yapmak konusundaki ana prensiplerimiz değişmedi.

SG: Orta Doğu’nun geleceği hakkındaki fikirleriniz nelerdir?

JM: Orta Doğu’de projeler ve beklentilerimiz konusunda heyecanımızı korumaya devam ediyoruz. Bu bölgede muhatap olduğumuz işverenlerin planlama ve uygulama konularından son derece stratejik olduklarını ancak kaliteden de hiçbir şekilde taviz vermediklerini gözlemledik. Bölgede oldukça uzun zamandır çalışıyoruz ve gelecekte çalışacağımız projeleri düşündükçe de heyecanlanıyoruz. Halen sunum ve değerlendirme aşamasında olan birçok heyecanlı projemiz var.

SG: Dubai’nin bugünkü durum hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce geleceği nasıl olacak?

JM: Şu anda Dubai’deki tüm projelerimiz durmuş durumda. Dubai sessizliğini koruyor. Bazı şeylerin düzelmesi ve eski momentumuna ulaşması için belli bir zaman gerekecek. Ama yakın zamanda Dubai hakkında duyduğumuz haberlere göre birşeyler yavaş yavaş değişmeye başlıyor.

SG: Dubai’yi bir deney laboratuarı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Hem fiziksel, hem mimari, hem de nüfus bağlamından son derece hızlı bir şekilde gelişti.

JM: Bir deney? Dubai’yi hep bir rüyanın gerçekleşmesi olarak düşünmüşümdür. 15 yıl önce Dubai’nin dünyanın neresinde yer aldığını pek çoklarının bildiğini hiç sanmıyorum. Pazarlama harikası ve bir görsel şölen olan Burj Al Arab bence son derece inanılmaz bir başarıydı. Bomboş bir alana (veya çöle) yoktan bir efsane yarattılar. Bu sorunun cevabını 15 yıl sonra vermeyi çok isterim.

SG: Yeni ülkelerin, bölgelerin veya şehirlerin mimarisi için popüler olacaklarını düşünüyor musunuz?

JM: Evet düşünüyorum. Bazı şehirlerin Olimpiyatlar veya Dünya Sergi (EXPO) organizasyonları sayesinde ön plana çıkacağına inanıyorum. Pekin 2008 Olimpiyatları sayesinde birkaç harikulade mimari eseri şehrine ekledi. Dubai dünyanın en yüksek gökdelenine sahip. İkonik mimariye herkesin hayran olması sayesinde bu tasarımların farklı yerlerde inşa edilmesine devam edilecek.

Günümüzden bahsedersek Çin ve Hindistan’ın oldukça potansiyeli olan marketler olduklarını düşünüyorum. Her iki kültür de görselliğe önem veriyor, bu sebepten her yeni projenin adeta yeni bir kendini ispat etme firsatını vereceğine inanıyorum.

Etiketler

Bir yanıt yazın