Mimarlığın diğer alanlarla kesişme noktasında sorular soran Mimarlık + söyleşi serisi başlıyor. Mimarlık + Fotoğraf'ta sorularımızı ilk olarak ALTKAT Mimari Fotoğraf’ın kurucusu Alp Eren yanıtlıyor.
Mimarlık + Fotoğraf söyleşileri, mimarların ve fotoğraf sanatçılarının aynı sorulara getirdikleri farklı yorumlarla okuyucuları mimarlığa geniş bir perspektiften bakmaya davet ediyor.
Serinin ilk teması Mimarlık + Fotoğraf’ta mimari fotoğrafa ilgi duyan mimarlar ve fotoğraf sanatçıları Alp Eren, Burçin Yıldırım, Enis Öncüoğlu, Gürkan Akay, Murat Germen, Orhan Kolukısa, Zeren Yasa ve Mehmet Yasa’nın katılımı ile mimarlığın ve fotoğrafın kesişme noktasında farklı değerlendirmeler yer alacak.
Mimarlık + Fotoğraf’ın sorularını ilk olarak ALTKAT Mimari Fotoğraf’ın kurucusu Alp Eren yanıtlıyor.
Alp Eren, Türkiye’nin önde gelen mimari ofisleri ve inşaat şirketleri ile birlikte çalıştı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Fotoğraf ve Video Bölümü’nden mezun olan Alp Eren’in çektiği fotoğraflar uluslararası dergilerde yayınlandı, festivallerde ve yarışmalarda sergilendi.
Mimarlık + Fotoğraf söyleşilerinde ortak sorular İmge Bolluğu, Kusurluluk / Kusursuzluk, Dijitalleşme ve Yorum konu başlıkları altında toplanıyor. Mimarlar ve fotoğraf sanatçıları günümüzde değişen fotoğraf çekme ve paylaşma alışkanlıklarımız sonucunda ortaya çıkan imge bolluğunu, mekân ve çevresiyle kurduğu ilişkideki gerçekliğin fotoğrafa yansımalarını, mimarlık ve fotoğraf alanındaki dijitalleşmeyi, fotoğrafın mimari bir temsil aracı olması ve estetik değeri arasındaki ilişkiyi farklı bakış açılarından değerlendiriyorlar.
Herkesin fotoğraf çekebildiği bugünde “imge bolluğu” meselesi ulaşılabilirlik ve ifade özgürlüğü anlamında size ne ifade ediyor? Sizce bu belgeleme ve arşiv konusunda bir kolaylık sağlıyor mu?
Mimari özelinde söylemem gerekirse, şu anda ne olup bittiğine dair inanılmaz bir takip şansımız var. Ne olup bittiğini algılamak ve anlamak ise daha güç. İmgenin bolluğu, paylaşım hızı, ulaşılabilirliği bu aşamada, yapılara bakışımızı “beğen ve sıradaki” şeklinde bir değerlendirme kıstasına indirgemiş olabilir. Ancak bu bolluğun kesinlikle, belgeleme ve arşivcilik kolaylığı sağladığını düşünüyorum. Birçok imge üretiliyor, profesyoneller ve daha fazlası telefonla çekim yapan kişiler ve amatör fotoğrafçılar tarafından. Elbette hepsinin estetik değeri yok; ancak estetik değeri olanlar zaten çoğunlukla mimari platformlarda ve yayınlarda karşımıza çıkıyor. Ancak bütün fotoğraflar çekilen yapının belgesidir.
Bazı durumlarda, mimar veya diğer işverenler tarafından görevlendirilen fotoğrafçının çektiği fotoğraflarda, çekim alanında geçirdiği vaktin sınırlılığı ve işverenin taleplerinin koyduğu bazı sınırlar oluyor; bu nedenle, yapının oradan geçen herhangi bir kişinin çektiği fotoğraflarda yapının daha gerçekçi ve çeşitlenen bir belgelemesini görebiliyoruz.
Fotoğraf: Alp Eren, Bakü Olimpiyat Stadyumu (Heerim Architects)
Herkesin fotoğraf çekebilmesi durumu, fotoğrafı bir sanat olarak algılamamızı engelliyor mu? Çekilen fotoğrafların kalitesi ve estetik değeri nasıl bir anlam ifade ediyor?
Belki bu aşamada fotoğrafı kategoriler üzerinden düşünmek iyi olabilir. Günümüzde, neredeyse telefonu olan herkes aynı zamanda fotoğraf makinesine de sahip oluyor. Son yıllarda sosyal medya ve özellikle Instagram’ın popülerliği ile beraber çekilen fotoğraf sayısı inanılmaz bir boyutta. Ben fotoğraf çekimi için, elbette, anı yakalayabilen ve mimari fotoğraf özelinde düşünürsek, yapıyı gösterecek açıları gören bir göze ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Gözün kapasitesi ne olursa olsun, fotoğraf çektikçe, çekilen konuyu, ışığı, ekipmanları daha iyi kavradıkça fotoğrafın ne kadar gelişebildiğini kendi tecrübelerimden anladım. Amatör bir fotoğrafçı da bir telefon ile kendisini geliştirebilir. Son yıllarda düzenlenen fotoğraf yarışmalarında artık mobil fotoğraf kategorisi de var. Herkes fotoğraf çekebiliyor ve bunu istiyor, çünkü fotoğraf birçokları için sanattan öte anı ve hafıza yaratma kaynağı. Ancak bunu iş veya salt sanat olarak gerçekleştiren kişilerin kullandıkları ekipman ne olursa olsun, fotoğrafa yaklaşımı, hala onu bir sanat dalı olarak algılamamıza sebep oluyor diye düşünüyorum.
Fotoğraf karelerinin içeriklerinde de bir moda olduğunu görüyoruz. Yapıların kendini en iyi yansıttığı açıdan binlerce kopyası çekiliyor. Bir yapının, herkes için aynı fotoğraf anlamına gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, bir veya birkaç farklı moda var. Ben de meslek gereği ve sevgimden ötürü epey bir fotoğrafçı, mimar, portal ve yayın takip ediyorum. Bu akımlardan etkilenmemek imkansız. Ancak bu etkiler elbette kendi üslubuna ve çekim yaptığın coğrafyaya göre şekilleniyor. Mimari fotoğrafçı olarak, yapıyı estetik bir çerçevede bütünüyle anlatmaya çalışıyorum. İşverenin koyduğu sınırlara bağlı olarak veya alandaki bazı sınırlandırmalardan ötürü anlatımdaki bütünlük bozulabiliyor. Bir yapıyı iyi tarafından, kötü tarafından, kusurları ile görebiliyoruz ya da göremiyoruz. Bütünüyle gördüğümüz bir yapının, ulaştığı insanlarda bıraktığı etki belli karelerde oluyor. Bir proje, 50 fotoğraf ile anlatılsa bile, yerinde görmeyenler için dikkat çekici birkaç fotoğraftan ibaret. Önemli olan bu temsilin iyi belgelenmesi ve doğru fotoğraflarla yayına çıkmasıdır. Hayatını yapıları belgelemeye adamış kişiler tarafından üretilmiş bir yapı temsili görmek, eğer yapı ve ortam çok manipüle edilmediyse, hayatı boyunca oraya gidip bu binayı göremeyecek insanlar için güzel bir fırsat.
Daha önce “imge bolluğu” konusunda bahsettiğimiz gibi insanlar zaman zaman yapıları tek ve temiz bir çerçeve içine alırken zaman zaman da gösterilmek istenmeyen kusurları gösteriyorlar. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eğer kusur yapıdaysa ve bu kusur bir işçilik hatasıysa, mimarın bunu göstermek istememesi veya bilgisayar ortamında düzeltilmesini istemesi kendi kararıdır. Buradaki konu, mimari fotoğrafçılık, yapının müdahalesiz belgelenmesi midir yoksa bir yapıyı ve mimarını tanıtacak bir reklam aracı mıdır? Ben mimari fotoğrafçılığı, en azından dönemimiz için bu ikisi arasında görüyorum. Bu yüzden bazı müdahaleleri yapmakta beis görmüyorum. Benim için daha zorlayıcı nokta, civarının kusurlu olduğu düşünülen yapının, bulunduğu alanı göstermemektir. Civardaki yapılardan, insanlardan, araçlardan vb. soyutlanan bir yapı 3 boyutlu alanda oturan bir modellemeye dönüşebiliyor. Hâlbuki bir dış mekân çekimini, ışığın değişimiyle beraber en heyecanlı kılan detaylar bu dış etkenlerin yarattığı, zıtlık, uyumluluk belki kusurluluğun estetiğinden geliyor ve fotoğrafın cazibesini salt binayı görmekten daha öteye taşıyor.
Fotoğraf: Alp Eren, Beşiktaş Balık Pazarı (GAD Architecture)
Mekânı bütün gerçekliği ile yansıtmayı mı yoksa fotoğrafın kusursuz olmasını mı tercih ediyorsunuz?
Yukarıdaki soruya verdiğim cevaptan yola çıkarak bir fotoğrafçı olarak bu konuda ortada durduğumu belirtmeliyim. Elbette her şeyi göstermek istiyorum ama belli estetik ölçütler içerisinde. En nihayetinde fotoğrafı çekerken ve işledikten sonra, bakılmasını ve beğenilmesini istiyorum. Fakat bu dengeyi, yapıyı bir modellemeden ayrıştıracak şekilde kurmak gerekiyor.
Mimarlar tasarladıkları yapılar hakkında konuşurken sık sık yapının bağlamından ve yerle kurduğu ilişkilerden bahsederler. Siz bir yapının fotoğrafını çekerken bu ilişkileri ve fotoğrafın bağlamını nasıl yorumluyorsunuz?
İşveren tarafından görülmek istendiği takdirde yapıyı civarıyla, içinde ve etrafında olup bitenle belgeliyorum. Bence olması gereken de bu. Yapıyı bir modellemeden ayıran, onu “gerçekleştiren” görüntüler, bağlamı ve yerle kurduğu ilişkiyi gösteren fotoğraflar oluyor. Örneğin bir gecekondu mahallesinin içine yapılmış lüks bir yapının, civarı “kötü” olarak değerlendirildiği için tek başına gösterilmesi istenebilir. Bu noktada fotoğrafın belgeme özelliği tamamen yok edilmiş oluyor, en basitinden, ileride bir gün dönüp bakıldığı zaman, dönemin şehircilik politikaları doğru bir şekilde gösterilmemiş oluyor. Bir yapının güzelliği kendi içinde olduğu kadar çevresiyle olan zıtlık ve uyumu ile de ortaya çıkıyor.
Fotoğraf teknolojisindeki ilerlemeler mimari fotoğrafçılığı nasıl etkiledi ve bugünden farklı olarak gelişen teknolojiden gelecekte neler bekliyorsunuz? Bu gelişmeler fotoğrafçılığı nereye taşıyacak?
Son yıllarda fotoğraf teknolojisinin kendi içindeki gelişmelerden öte, etrafında gelişen teknolojinin fotoğrafçılığı daha fazla etkilediğini düşünüyorum. Daha fazla platform var ve daha fazla yapı görünür oldu. Biraz daha geriye gittiğimizde analogdan dijitale geçişle beraber ekipmanların kullanımı hem teknik anlamda kolaylaştı, hem de büyük boyutlara sahip hafıza kartlarımız oldu. Böylece benim de yaptığım gibi bir binayı kısa sürede yüzlerce açıdan çekip çok fazla imge yaratır olduk. Günümüzde bu paylaşım hızı ve sayısı, birçok mimarın özellikle genç mimarların görünür olması için iyi bir fırsat olarak gözüküyor. Profesyonel fotoğrafçılarla çalışarak projelerini ve isimlerini duyurmak istiyorlar. Diğer yandan dünya çapında büyük ofisler, aynı projeyi çekmek üzere günümüzün en popüler mimari fotoğrafçılarını görevlendiriyorlar. Teknoloji şu anda profesyonellerin yanında gözüküyor. Gelecek konusundaysa Instagram gibi düşük çözünürlüklü, hızlı erişim ve paylaşım platformları popülaritelerini sürdürüp sayılarını arttırırlarsa, yüzlerce anonim insan tarafından çekilen fotoğraflar işverenler tarafından, belki bir noktada yapının anlatımı için yeterli görülebilir.
Fotoğraf: Alp Eren, Zorlu PSM (Emre Arolat Architecture & Tabanlıoğlu Architects)
Mimari anlatım / görselleştirme biçimleri içerisinde yeni teknolojiler (modelleme, rendering) ile fotoğrafı nasıl kıyaslıyorsunuz? Fotoğrafın yeni teknolojiler karşısında önemini yitirdiğini düşünüyor musunuz?
Aksine, sosyal medya ve ulusal / uluslararası online mimarlık portallarıyla beraber fotoğrafın daha da yaygın ve önemli hale geldiğini düşünüyorum. Kendi iş tecrübemde gördüğüm kadarıyla, sektörün farklı alanlarından birçok ofis ve şirketin yaptığı işleri fotoğraflama fikri her geçen gün artıyor. Bir yapının cephesini veya iç mekânını güzel göstermeye çalışıyoruz. Ancak, kusursuz modelleme görüntüleri fotoğrafın gerçekliği kadar ilgi çekici değil. Sanırım hala baktığımız ve izlediğimiz görüntülerde kusur arıyoruz ve fotoğraf, modellenmiş bir imgeye göre daha kusurlu. Fotoğraf yapı temsilinde gerçekçi görüntüyü yaratıyor. Modelleme ve fotoğraf yapının farklı süreçlerinde yardımcı unsurlar. Modelleme vaat edilenin, fotoğraf gerçekte olanın temsilleri. Bu sebeple biri diğerinin yerine geçemez.
Bir nostalji arayışı olarak, analog makinelerin yeniden ele alınması hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bu durum üretim / tüketim dengesinde farklı bir yere sahip mi, yoksa sadece geçici bir moda mı?
Ben eğitim hayatımdan önce de, eğitimim sırasında da, kariyerimde de dijital makinelerle çalıştım. Analog tecrübem, tek bir derste büyük format SINAR fotoğraf makinesiyle oldu. Dijital süreçten daha farklı bir heyecanı ve üretim süreci vardı. Fotoğraf çekmek zaten bir bekleyişken, nihai sonucu da beklemeniz gerekiyor. Belki analog makine kullanımının bir sebebi de dönemin hızına olan tepkidir. Ancak hayatımın devamında mesleki olarak analog makine kullanacağımı pek zannetmiyorum. Fakat bu dönemi yaşamış insanlardan sonra analog teknolojinin yok olacağını da asla söyleyemeyiz. Pikaptan müzik dinlemek gibi, analog fotoğrafın da kendi dünyası ve incelikleri var. Bu dünyanın da yaşı ve jenerasyonu olduğunu düşünmüyorum.
Mimari projelerde de olduğu gibi, bir işveren(mimar) ile çalışırken, kendi yorumunuzu ne ölçüde dâhil edebiliyorsunuz?
Yeni tanıştığım işverenlerle beklentiler üzerine konuşuyoruz. Bazen çekim sırasında beraber oluyoruz, bazen keşfe gidiyoruz. Kimi zaman işi tamamen bana bırakıyorlar. Süreç, doğru sorular ve kurulan diyalogla ilerliyor. İşverenin isteklerini her zaman soruyorum. Zaman sınırlı olabiliyor, çoğu zaman izin almak gerekebiliyor. Büyük uğraşlar ve emeklerle ortaya çıkan yapının temsilini, işverenin isteklerini ve bilgilendirmelerini dinlemeden yapmak bir eksiklik yaratıyor. Sonuç olarak, çekim esnasında tamamen yapıya yoğunlaşarak denemek istediklerimi, başka fotoğraflarda görüp etkilendiklerimi ve o an benim için yeni olan deneyimleri yaşayarak ve gerçekleştirerek yorumumu önemli ölçüde dahil ettiğimi düşünüyorum.
Fotoğraf: Alp Eren, 38°30° Çiftliği Peynir Fabrikası (Slash Architects)
Fotoğrafı salt sanat olarak değerlendirmeniz mümkün mü yoksa bunu bir meslek pratiği olarak mı görüyorsunuz?
Fotoğraf üretimim sırasında, yapıyı, etrafı, değişkenleri algılarken başka bir boyuta/ortama geçme deneyimi yaşıyorum. Bu anlamda bir sanat pratiği diyebilirim. Üretim boyutu dışında iş ilişkilerinden ötürü elbette meslek olarak da görüyorum. Ancak mesleğini çok seven şanslı bir insanım. Ticari ilişkiler ve işin genelinin tanıtım olması sebebiyle, salt sanattan uzaklaşılan noktalar olsa da çok ilgi çekici bir yapı ya da çok sıradan bir yapı fark etmeksizin her zaman güzeli görme ve çıkarma arayışı en önemli hedef oluyor ve sanat üretimi deneyimi bu sayede yaşanıyor.
Tersten bakıldığında mimarların da, artık tasarım aşamasında üç boyutlu algılamanın yanı sıra, bittiği aşamada nasıl fotoğraflarının çekilebileceğini, kadraja neyin sığacağı kaygısı ile tasarladığını düşünüyor musunuz?
Dönemin ilgi çeken projelerine ve onların fotoğraflanış biçimlerine bakarsak elimizde neyin güzel gözükebileceğine ya da dönemine göre neyin ilgi çekici olduğuna dair veriler oluyor. Tasarlarken de fotoğraflarken de bu veriler işe yarıyor. Buna bağlı olarak bilinçli veya bilinç dışı bir etkinin tasarım sürecine yansıdığını varsayabiliriz.