Muhafazakâr Belediyecilik Osmanlı Sadece Cami Yapardı Sanıyor

Ezel Akay ile şehri ve şehrin sorunlarını konuştuk.

Ezel Akay, kendisini “film anlatıcısı” olarak tarif eder. Biz ise ondan şehri, şehrin sorunlarını anlatmasını istedik. Muhafazakâr belediyecilik anlayışının özellikle büyükşehirlerde Osmanlı’yı camilerden ve müftülerden ibaret sandığını söyleyen Akay, “İstanbul’da bir şehircilik anlayışından söz etmek doğru olmaz. Çünkü şehircilik dediğin şeyin planı olur. Bu planlar geleceğe yönelik şehrin büyümesini amaçlar ve dokunulmaz yerlerinin de saptanmasını sağlar. İktidar ise bu şehirden sonuna kadar faydalanalım, çok gösterişli şeyler yapalım ve insanlar bizim zenginliğimizi gücümüzü görsünler anlayışında” diyor. Söz Akay’da!

İstanbul sadece yollardan oluşan bir şehre doğru gidiyor

Serkan Ayazoğlu: Bir söyleşinizde para ile devamlı uğraşmanın yarattığı bir soyutluk hastalığından bahsetmişsiniz. Dünyayı dönüştürmenin değil, paranın kendisinin amaç olduğunu söylüyorsunuz. İstanbul’daki devasa projelerdebunu görüyor musunuz?

Ezel Akay: Daha çok ülke yönetiminin ekonomi üzerinden düşünmesinin getirdiği bir alışkanlık var. Bu herhalde Özal ile başladı ve ağır bir şekilde AK Parti ile devam ediyor. Bu eğilime kapılmayan dünyada çok az politikacı var. Şüphesiz 3. Köprü trafik problemine çözüm olmayacak, birincisi olmadı, ikincisi olmadı, üçüncüsü de çözüm olmayacak.Sadece yollardan oluşan bir şehre doğru gidiyor İstanbul. Bu bir tek bize değil, bütün dünyaya ait bir sendrom. Çözümleri şehir plancılığında yatıyor ve bu şehrin de planı yok. Bundan daha önemli bir şey olabilir mi? Bu sadece İstanbul değil bütün Türkiye için esas problemdir.

Medya halkın birbirinden haber almasının önünü kesti

Sizce vatandaşların inşaat şantiyesini andıran şehirle ilgili algısı nasıl?

İnsanların nasıl düşündüğü ile ilgili biz bilgi alamıyoruz. Hepimiz tek tek “Çok rahatsız oluyorum. Acaba başkaları da rahatsız oluyor mu?” diye düşünüyoruz. Uzun yıllardır medya halkın birbirinden haber alma ilişkisini koparttı. Halkın politik anlamda fikirleri internet dışında bilinmiyor. Basın gerçek anlamda birbirimiz hakkında bilgi almamızın önünü kesti. Haberler bize çok özel siyasi filtrelerden süzülerek geliyor. O yüzden kamuoyunun fikrini bilmiyoruz ama hissediyoruz. Son iki-üç yılda yapılan korkunç şeyler artık çok dikkat çekiyor. Toplumsal bilinçaltına, bir yere yazılıyor. Bu toplumun en büyük özelliği yöneticilerden hep sonradan öç almasıdır. Asırlar boyu bu toplum ezilip ezilip yöneticilerinden öç almıştır. O yöneticinin kim olduğu önemli değil. İster padişah olsun ister kapitalist lider, ister sosyalist lider olsun fark etmiyor. Burası ancak kendi ordusunun kellesini kesen, kendi padişahını öldüren bir gelenekten geliyor. Başbakanını idam eden gelenekten geliyor. Bunu yalnızca askere, orduya mal etmemek lazım. Bunun çok daha demokratik yolları var. Liderlerine zarar vermeden de bu toplum demokratik yollarla onu değiştirebilir.


Akay: “Aslında benim param istemediğim siyasi amaç için kullanılmak üzere çalınıyor.” (Fotoğraflar: Sercan Sunmeyer)

İktidar rüşvet mekanizmasını modernize etti

Yolsuzluklar da gündemde yerini koruyor. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?

Türkiye’de iktidar olan herkes bu sona doğru gidiyor. Şunu görüyorlar, ortada büyük bir deniz var ve yemeyen domuz. Özellikle iktidar rüşvet mekanizmasını çok modernize etti. Büyük bir kaynak sunacak bir yere. O kaynağı sunmak için oradan devletin, siyasetin dışına çıkan özel bir miktar isteniyor. 10 milyarlık yatırımdan 1 milyar gibi. Bu paranın yüzde 15’i onu alana, yani kapının ağzında duranlara veriliyor. Yüzde 85’ini götürüyor partiye. Onu parti üzerinden kamu yararı olarak kullanıyor. Halk bunu onaylıyor. Bu ahlaksızlık “Adamlar yiyor ama iş de yapıyor” un daha modernize halidir. Sonuçta aslında benim param benim istemediğim siyasi amaç için kullanılmak üzere çalınıyor. Kimse aptal değil, herkes biliyor böyle olduğunu. Bu durum toplumda büyük bir ahlaki çöküşe neden oluyor. Bu bilgiye sahip olup buna rağmen bu ahlaksızlığı onaylıyor olmak insanları sessiz bırakan bir şey. O yüzden de suça ortak ediliyoruz. Bir zaman sonra patlıyor bu. Bütün siyasetçiler bu patlamadan korkuyor.

Bekçi Murtaza sendromu iktidarı büyüledi

Gezi’yi demokrasi mücadelesi olarak görüyorsunuz. Gezi’de sloganlardan eylemlere kadar yeni pek çok şey vardı. Ancak iktidarın ve onlara yakın kesimlerin dilden düşürmediği “Yeni Türkiye” lafına rağmen devlet refleksi ve polis müdahalesin bakınca pek yeni  bir şey yoktu. Siz bu “Yeni Türkiye”yi nasıl algılıyorsunuz?

İktidar sevgisi o kadar zehirli bir şey ki, bu düzeni değiştireceğim diye iktidara gelirseniz bu düzenin bir benzerini kurabiliyorsunuz. Bu belki biraz Anarşist bir teoriye benziyor ama maalesef defalarca denenmiş bir gerçek. Yani iktidarı arzu ediyorsanız, değiştirdiğinize benziyorsunuz. Çünkü o düzen aslında iktidarın geldiği düzen. Ana iktidarı istemeyen, merkezilikten tamamen uzak, merkezsizlik ancak bu hastalığın çaresi olabilir. Gezi olayları sırasında çok açık hale geldi ki, iktidar devleti değiştirmek üzere bir iddiayla yola çıktı ve devletin tadını aldı. Devletten genel olarak dışlanmış bir sosyal grubu temsil ediyorlardı, devletin içine girince o güçten alınan zevkin insanı tavanlara çıkaran bir şey olduğunu anladılar. Bir Bekçi Murtaza sendromu onları büyüledi. Ve onun araçlarını kullanmaya başladılar. Bunu üzerine bir tek adamlık arzusu gelince bütün polis sitemi kullanılmış oldu. Ben polis sisteminin bu kadar büyük oranda, halkına bu kadar kötü davranmak üzere programlanmış olduğuna inanmıyorum. Ekmek parası yüzünden bu emre uydular. Genel anlamda konuşuyorum, içlerinde hiçbir zaman polislik yapmaması gerekenler de var. Gezi’de çok açık olarak bizim yönetemeyeceğimiz değil ama bizim yönetmediğimiz bir devlet yapısında olduğumuzu gördük. Ama hiç değilse gördük. Bundan sonra ya yalanla yaşayacağız ya da o yalanı dönüştürmek için yeni bir şey ortaya koyacağız. Yeni bir şey riskli ama yeni bir şey şuandakinin devamını ortadan kaldırma riskine değer.

Despotik engeller kalktıkça, ülkenin potansiyeli ortaya çıkar

Geçtiğimiz yıl Taraf Gazetesi’nde barış süreci ile alakalı bir yazı dizisi hazırlıyordum. Siz de yazınızla katkıda bulunmuştunuz. Buradan hareketle sormak istiyorum, Gezi’de ve iktidara yönelik pek çok eleştiride yer alan çözümün önünü tıkamak, büyümenin önünde engel olmak gibi yaftalamaları nasıl karşılıyorsunuz?

Bunların hepsini şantaj ve büyük bir yalan olarak görüyorum. Biz bu ülkenin gelişmesini şuan iktidardakilerden daha fazla istiyoruz. Biz kimiz? Onların “Siz” dediği insanlar. Başbakan maalesef bu ayrımı koydu ve “Biz varız siz varsınız, benim yüzde 50’im sizin yüzde 50’iniz” dedi. Biz bu ülkenin gelişmesini daha çok istiyoruz. Siz ise bu ülkenin gelişmesini değil, felakete sürüklenmesini, dünyanın çöplüğü haline dönmesini istiyorsunuz. Ekonomi adına para olacak ama bizde olmayacak, ülkenin parası olacak ama büyük zenginlerde olacak. Ve böylelikle aradaki uçurum artacak. Biz ancak kırıntılarla idare edeceğiz. O kırıntılar bizi geçmişten daha iyi duruma getirecek ama kırıntılar ile idare ettiğimiz gerçeği değişmeyecek. Biz daha fazla şey istiyoruz. Zaten bu ülkeyi bugüne kadar siz getirmediniz, biz getirdik. Hep beraber getirdik. Siz aramızdan çekilirseniz, biz yola devam ederiz. Bu ülke büyür, büyüyecektir. Despotik engeller kalktıkça, bu ülkede yaşayan insanların gerçek potansiyeli ortaya çıkacaktır.

Şehircilikten söz etmek mümkün değil

20 yıldır İstanbul’u muhafazakâr parti belediye başkanları yönetiyor. İstanbul’da belediyecilik ve şehircilik anlayışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir şehircilik anlayışından söz etmek doğru olmaz. Çünkü şehircilik dediğin şeyin planı olur. Bu planlar geleceğe yönelik şehrin büyümesini amaçlar ve dokunulmaz yerlerinin de saptanmasını sağlar. İktidar bu şehirden sonuna kadar faydalanalım, çok gösterişli şeyler yapalım, insanlar bizim zenginliğimizi gücümüzü görsünler anlayışında. “Benim padişahımın sarayı çok güzel” diyerek padişahının sarayı güzel olmayan bir köleye övünmek gibi. Bununla övünürsün ve bu durum yani güçlü bir şeye ait olmak içini rahatlatır. Aşağılık kompleksinden kurtulursun ama hayatında bir değişiklik olmaz. Hele de büyükşehir söz konusu olduğunda bu belediyenin adı muhafazakâr değil. Çünkü hiç bir şeyi muhafaza etmiyor. Osmanlı diyor ama Osmanlı’yı yalnızca cami yapıyor sanıyor. Osmanlı’nın yalnızca müftülerden ibaret olduğunu sanıyor. Hâlbuki Osmanlı çok geniş bir toplum ve içinde çok çeşitli dinlerden, ırklardan insanlar var. O kadar çok şey yapmışlar ki… 600 yıldır buradalar ve biz sadece 100 yıldır buradayız. İktidar hiçbir şeyi korumuyor. Tam tersine neyi yıkıp yerine para kazandıracak bir şeyi yapabilirim diye bakıyor. Muhafazakâr belediyecilik anlayışı AK Parti’nin tam tersidir.


Akay: “Vatikan, Roma’dan beri kilise denen kurumu insanlardan üstün birşeymiş gibi göstermek istedi.”

Çamlıca Camisi Roma Hıristiyanlığı özentisi

Peki, Çamlıca Camisi hakkında düşünceniz nedir?

Roma Hıristiyanlığı özentisi. Vatikan özentisi. Müslümanlıkla hiçbir ilgisi yok. Vatikan, Roma’dan beri kilise denen kurumu insanlardan daha üstün bir şey gibi göstermek istedi. Roma’da da büyük diktatörlerin büyük sarayları, yolları, agoraları oldu. Büyüklük Tanrıyı aynı zamanda da lideri simgeliyor. Faşist iktidarlara kadar, onlar da kendilerini 3.Roma olarak görüyorlardı. Nazi Partisi, Mussolini hatta Stalin bile o devasa yapıları ya tanrının ya da devletin gücünü göstermek için simge olarak kullandı. Çocukluğumdan beri camilere giderim. Büyük camilere oranla küçük camiler çok daha güzeldir. Büyük kiliselerden de iğrenirim. Kilisenin o zenginliği bana insanların aşağılanması gibi görünür. Zaten mimari olarak bir şeye benzemeye çalışmak gibi bir özellikleri var. Yenisini yapamıyorlar, yeni bir şey yapmaya imkân yok. Burada bir işaret ve güç gösterisi var. Bu işaret Tanrı’nın değil, iktidarın gücünü göstermenin yolu. Bunların İslamcası şirk koşmak, sahtekârlık, tanrının adını kendi yalanına, ve arzusuna iktidar etmektir.

Estetik sadece entelektüellere ait bir şey değildir

TOKİ hakkında neler söylemek istersiniz?

Bir şehre gidiyorsunuz ve gittiğiniz zaman hangi şehirde olduğunuzu anlamıyorsunuz. Sadece binalar değil şehrin düzeni öylesine plansız, öylesine uyduruk ve gündelik ihtiyaçları gideren mimari çözümler o kadar karmaşık ki. Şehirler o kadar kişiliksiz ki hiçbir yere benzemiyorlar, sadece hepsi birbirine benziyor. Ben bu şehrin belediye başkanıyım diyen adamın kendisine “Burası neresi?” diye sorması lazım. Bu şehrin herhangi bir özelliği var mı? Başkalarına anlatacak bir şeyi var mı burada yaşayan insanların? TOKİ büyük bir rezalettir, kandırmacadır. Çok zor durumda olan bazı insanlar ev sahibi olmuşlardır, onlar da gecekondu olmasın da ne olursa olsun diyecek hale gelmiş insanlardır. Bu binalar en ufak bir estetik kaygı duyulmadan inşa edilmiştir. Hâlbuki biz içinde yaşamıyoruz, aynı zamanda görüyoruz onu. Onun için estetik de gerekiyor. Estetik sadece entelektüellere ait bir şey değildir. Gündelik hayatımızın da bir parçasıdır. TOKİ önümüzdeki dönemde gettolara dönüşecek, o binalar işgal edilecektir. Çünkü hiçbir değeri yok.

Parlamenter demokrasi modası geçmiş bir kandırmacadan ibaret

Seçimler yaklaşıyor. Bahsettiğiniz tarzda bir belediyecilik anlayışı için umutlu olduğunuz adaylar var mı?

Seçilir, seçilemez bilmiyorum ama böyle adaylarım var. Gezi’yi iktidar çok hafife almaya çalışıyor. Hepimiz biliyoruz ki Gezi, Gezi’den ibaret değil. O yeni bir şeyin başlangıcı. Önümüzdeki dönemde çok yeni politikacılar göreceğiz. Ben parlamenter demokrasiye inanan bir insan değilim. Parlamenter demokrasi modası geçmiş bir kandırmacadır. İnsanlar kendi kendilerini yönetmeliler. Bugünkü teknoloji ile bu hayal falan değil. Teknoloji çok önemli. Çünkü insanlar arasındaki iletişimin çok sağlam olması lazım. İnsanların kendilerini yönetebilmeleri için birbirlerinden haberdar olmaları gerekiyor. Dolayısıyla önümüzdeki 10 yılda son derece yeni çok da hoşumuza gidebilecek birçok siyasi gelişme ve yeni aktörler göreceğiz. O aktörler ilk denemelerini bu belediye başkanlığı döneminde yapacaklar. 10 yıl içinde AK Parti’nin ve toplumsal dinamiklerin de etkisiyle başka bir Türkiye görüyoruz. AK Parti büyük ihtimalle seçimlerde sahip olduğu belediyelerin bir kısmını kaybedecek ama benim için önemli olan bu değil.

İstanbul Sözleşmesi’ne tüm adayların imza atması çok önemli

Nedir önemli olan?

Önemli olan bütün yeni adayların giderek popülerleşmekte olan İstanbul Sözleşmesi gibi bir sözleşmeye imza atabilecek adaylar olması. Yani biz siyaset tarzımızı değiştirmek istiyoruz. Önemli olan hangi partinin ne kaybettiği değil. Başa gelen herkes İstanbul Sözleşmesi’ndeki maddelere evet diyen demokrat adaylar olsun istiyoruz.

İktidar kampları cepheye dönüştürmeye çalışıyor

Kutuplaşma, kamplaşma, cepheleşme gibi kavramlardan ürküyor musunuz? Mitinglere kefen ile gelen insanların hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hayat tarzı olarak kamplaşmayı çok iyi bir şey olarak görüyorum. “Benim yaşam tarzım farklı, ben burada oturacağım” diyen orada otursun. Çarşamba’daki cemaat orada yaşamaktan memnun, ben de onların orada yaşamasından memnunum. Ama hepimiz aynı toplumun fertleriysek ortak kurallarımız da olmalı. Ben bu şekil kamplaşmaya karşı değilim. Bahsedilen düşmanlığın artması, düşman sayısının artması ise bu kamplaşma değil cepheleşme oluyor. Cephe savaş için, kamp bir arada yaşamak için var. Asıl tehlike olan cepheleşmeyi iktidar çok destekliyor. Her konuşmada daha sağlam cephe safları sıklaştıralım, şahadet gençliği gibi söylemleri yayıyor. Şunu söyleyeyim, kesinlikle yemezler. Korkuyor olabiliriz ama bu gençlerin büyük çoğunluğu aptal değil. Bu şekilde kullanılmaya müsaade etmezler. Haklı çıkarları olduğu için destek verdiler. İktidar kampları cepheye dönüştürmeye çalışıyor. Onun için kendisine “sağlam irade” gibi muazzam faşist bir sloganın çok yakıştığını düşünüyor. Sağlam irade yalnızca tek adam veya diktatör liderliğinin sloganı olabilir. Biz sağlam irade ile ne kastettiğini biliyoruz. Salak mıyız? Bunu kendisine yakıştırdı ya, ben bu şeffaflıktan memnunum.

Etiketler

Bir yanıt yazın