Arkitera Kampüste projesi Okan Üniversitesi'nden Prof.Dr. Harun Batırbaygil ile görüştük.
Arkitera: Mimarlık eğitiminizin bulunduğunuz kentle ilişkisini nasıl kurarsınız? Kentin eğitiminize katkıları ya da eğitiminizin kente katkıları var mıdır?
Harun Batırbaygil: Kentle ilişkisi yoğun olmalı gayet tabii ama Türkiye’de mimarın yerleşme kültürüne etkisi çok fazla değil. Çok saygı gören bir meslek değil. Bunun çeşitli nedenleri var; ama mimarın kent kültürünü yöneten, daha saygın bir konumu olması lazım. Halbuki kenti artık rant yönetiyor. Dolayısıyla mimarın etkisi rant süzgecinden geçer geçmez veya geçtikten sonra ancak olabiliyor. O da ikincil bir etki, üçüncül bir etki. Malum biliyorsunuz, kentte yapılan yeni devasal yapılar eleştirilirken mimarları eleştiriliyor. Hiç mimarları eleştirmeye gerek yok; çünkü onlar o emsallerle satın alınıyor. Demek ki satan, satın alan, yapmak isteyen esasında buradaki gerçek sıkıntıyı yaratan kişi. Kentin üzerindeki bu gerilimler mimarlara bir takım aşırı şeyler yapma şansı da tanıyor; ama ne yazık ki İstanbul gibi kentler üzerinde talim yapılacak kentler değil. Şimdi kent-mimar ilişkisi böyleyken üniversitenin kentle ilişkisi öğrencinin ancak görgüsü ve ilgisi ile mümkün; çünkü mimarlık da kentsel bir meslek esasında. Dolayısıyla mimarın yetişmesi için kent görgüsü önemli, hele İstanbul gibi bir kentte daha önemli. Dolayısıyla kent yetişmekte olan mimar açısından çok önemli. İstanbul bir sürü kültürlerin katmanlaştığı bir yer. Bu kültür hakkında gerçek bilinçleri oluşturmamız lazım ve öğrencilere de aktarmamız lazım. Etik buradan başlıyor bizde. Çevreye karşı olan duyarlılıktan başlıyor. Mimar esasında meslek itibariyle doğaya karşı bir meslek değil mi? Günümüzde yeşil binalardan, doğa dostu tasarımlardan bahsediyoruz kendimizi düzeltmek, belli yere çekmek için. Yoksa mimarlık doğayı yenmeye yönelik, alt etmeye yönelik faaliyetler gösteren bir meslek. Yani mesleğe çok değişik açılardan bakabiliriz. Duyarlılıkların arttırılması için bu açılar çok önemli.
Türkiye’de günümüz mimarlık eğitimine karşılık gelen stüdyolar ve derslikler yeterli midir? Şu anda sahip olduğunuz eğitim mekanlarınızı dönüştürebilir misiniz?
Efendim, vakıf okullarında değişik bir özgürlük anlayışı var devlet okullarına nazaran. Yani ikisi birbirinden farklı. Ben iki yerde de bulundum. Devlette devlet ritüellerini aşmak lazım. Devlet üniversitesinde prosedürleri aşmak lazım bir değişikliğin meydana getirilebilmesi için. Gelişmiş üniversitelerde bunun politik yaklaşımlara, politikalara dayalı bir güçlenmesi ya da kolaylaştırılması gibi. Vakıf üniversitelerinde ise son söz parayı verenindir. Yatırımı yapanındır. Onun dışına çıkmanız çok kolay olmaz, onu ikna etmeniz gerekir. O zaman bazı şeyleri yapma imkanınız var. Benim bulunduğum bu vakıf üniversitesi esasında bir kent içi üniversite. Yani kent merkezine 50 km mesafedeyiz. Eğitim mekanlarının şimdiye kadar yeterli olduğunu düşünüyorum; ama yeni gelişen paradigmalar çerçevesinde bir takım donanımlara ihtiyacımız olacağı kesin. O zaman öğrencilerimizle üçüncü boyutla daha somut ilişkiler kurabildikleri laboratuarlar, ortamlar kurulması yüksek ihtimal.
Peki, günümüzde mimarlık eğitimine karşılık gelen mekanlar nasıl olmalıdır?
Londra’dan bir mimar geldi ve okulumuzun ne kadar net, planlı ve temiz mekanları olduğunu söyledi. Baştan methediyor zannettim. Sonra “Daracık, eskiden kalma bir binada dünyanın en iyi eğitimini veriyorlar.” dedi. Demek ki eğitimin mekanla ilişkisi yok. Bir yere kadar evet, kabul ediyorum bunu. Doğrudur. İmkanlar veriyor insana ama eğitimin yeri, zamanı yoktur deriz ya. Hakikaten öyledir. Tabii ki mimarlığın biraz özel tarafları var, geniş masalar olacak öğrencinin hareket edebileceği, kendisine ayrı köşeler kurabileceği mekanlar olacak; ama burası sadece mimarlık fakültesi olsa böyle bir mekan yaratma imkanı olur. Burası mühendislik ve mimarlık fakültesi ve 16 program var. 16 programın içerisinde bizim programımız 2 tane. Dolayısıyla mekan kullanımında biraz iktisatlı davranmak durumundayız.
1 Yorum
Mimarazzi’de ortaya çıkan görüntü de Y-kuşağının kemikleşmiş baby boomer (ve etkisindeki X) jenerasyonu mimarlık ofis pratikleriyle çarpışmasıydı denebilir… Güzel bir yazı, baby boomer ve X’ler sadece çalışma hayatı olarak değil politika, ekonomi vs. olarak da global şekilde çuvalladı, Y ve Z kuşakları başa geçince iyi anlamda çok daha farklı olacak…