“Mutluluğun da fabrikası mı olur?”

Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi'nin ilk ayağını oluşturan Mutluluk Fabrikaları adlı sergi 17 Mart'a kadar sanat severleri ve mimariye ilgi duyanları Teşvikiye'de bulunan Fevziye Mektepleri Vakfı'na ait Işık Sanat Galeri'de bekliyor.

VitrA ve Türk Serbest Mimarlar Derneği girişimleriyle, Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi’nin ilk ayağını oluşturan Mutluluk Fabrikaları adlı sergi 17 Mart’a kadar sanat severleri ve mimariye ilgi duyanları Teşvikiye’de bulunan Fevziye Mektepleri Vakfı’na ait Işık Sanat Galeri’de bekliyor. Ticari Yapılar üst başlığını taşıyan sergi insanı ve mimariyi temele alan bir perspektiften teknoloji, siyaset ve ekonomik gelişmelerin bu iki öge üzerindeki etkilerine odaklanıyor. Herhangi bir yargı ile izleyicisini yönlendirme ve baskı altında bırakmayan sergi aksine geniş düşünce alanlarını vaad ediyor. Serginin küratörü ve genç bir akademisyen olan Saitali Köknar ile söyleşi gerçekleştirdik.

Cihan Keyif: Sergiye Mutluluk Fabrikaları adını koymak fikri nereden çıktı?

Saitali Köknar: İsmin tam olarak net haliyle ne zaman ortaya çıktığını geçen gün tekrar düşündüm ancak ismin konması süreci şu şekilde gerçekleşti. Bana serginin briefi verildiğinde, Vitra ile Türk Serbest Mimarlar Derneği ortaklığında gerçekleştirilecek olan ve birden fazla ayaktan oluşacak bir sergiden bahsedildi. Bu seginin bir seçki kitabı, panelleri vs. olacak. Bu yılın seçilen teması da ticari yapılardır dendi. Ticari yapıların içinde ofisler, sergileme birimleri, alışveriş merkezleri, fabrikalar hepsi var. Tüm bunları bir arada tutacak olan bir kavram bulunması gerektiğini düşündüm. Bu esnada da bunların ortak paydasının tüketim toplumu olduğu fikri aklıma geldi. Sonuç olarak nihai son tüketiciye gelene kadar ürün ofiste planlanıyor, fabrikada üretiliyor, AVM’lerde satışa sunuluyor. Bu döngü etrafında düşünürken çıkan bir isim oldu Mutluluk Fabrikaları. Ben bu mutluluk meselesinin ölçülmesi, ölçülebilir olması ve ölçülmeye çabalanması meselesiyle de ilgileniyordum.

Bir diğer odaklanma noktam ise beğenilerimiz ile arzularımız arasındaki ilişkiydi. Görüyoruz ki beğenilerimiz belirli yöntemlerle şekillendirilebilir hal almış ve biz bir şeyi beğenirken, onu arzularken bunun nedenini hiç sorgulamıyoruz. Arkasında yatan, onu beğenmemizi sağlayanın ne olduğu konusunda fikir yürütmüyoruz. Bunun büyük bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu çalışmanın anlatmaktan çok anlamaya çabalayan bir çalışma olmasını istedim. Bu bakımdan serginin sadece bir şeyi izleyicisine geçirmeye, anlatmaya çalışmaktan öte, kendi oksimoron adıyla izleyiciye “mutluluğun da fabrikası mı olur?” dedirten ve düşünmeye sevk eden bir sergi olduğunu düşünüyorum. Mutluluk Fabrikaları, kendi yargısını erteleyen ve herkesin öznel yargısını oluşturmasına yardımcı olan bir çalışma.

CK: Sergiyle neyi amaçladınız?

SK: Bana verilen briefe dönerek cevap vermek istiyorum. İlk söylenen kitabın sergisi olmayacağıydı. Kitap zaten 2001 yılından sonra yapılan ticari binaları belirli bir mantık içerisinde seçen ve onları anlatan bir temaya sahipti. Bu bakımdan bina fotoğrafları ve bina maketlerinden oluşan bir sergi olmayacağı açıktı. İkinci önemli istek ise herkesin ilgileneceği bir sergi olmasının istenmesiydi. Ben bunu popüler bir sergi olsun diye kodladım kafamda. Bu da sadece mimarların ya da mimariyle ilgilenen akademisyenlerin değil. Çocuklar dahil olmak üzere herkesin, sosyologların, antropologların, tarihçilerin, ekonomistlerin… Bu konuyla ilgilenen herkesin kendi alanından birşeyler bulabileceği bir yapıyı barındırıyor olmasını istedim. Bu da binalar olmadan, yapıların genişletilmiş hallerini sergileme fikrine ulaştım. Bu şu demek aslında sadece binanın kendisi ticari bir yapı değildir. Alışveriş sepeti, palet, transpalet, soyunma kabini ya da soyut yapılarda var örneğin “bir alana bir bedava”. Tüm bunlar ticari yapılar ve tüm bu ticari yapıların şu anki hallerine kavuşmasını sağlayan bileşenleri açmış olduğumu düşünüyorum maddeler altında. Böylce ticari yapılar hakkında her şeye dair bir sergi oldu.

Vitra yine brief esnasında çerçeveyi geniş tutarak sergi küratörüne belirli bir alan açtı. Ben de bu açılan alanı biraz daha genişleterek bu tek tek açılacak maddeler hakkında araştırmacı kimlikleri öne çıkan 14 mimari ekibe götürdüm ve bir casting oluşturdum. Daha önceki çalışmalarını göz önüne alarak tek tek ekiplerle görüşerek projeden bahsettim ve herkes büyük emek vererek, benim tanımımla “bilimsel araştırmaya dayalı, bina olmayan mimari işler” ortaya çıkartıldı. Bir anlamda da mimarlığın alanını genişleten ve ilişki içerisinde olduğu noktaları da gösteren bir sergi olsun isteğimi de tatmin eden bir sergi oldu. Çıkan işler de onu gösterdi. Ekipler birbirlerinin işlerinden habersiz bir şekilde çalışmış olmalarına rağmen sanıyorum briefin de etkisiyle birbirleriyle çakışan, aynı kavramlar ve fikirler üzerine odaklanan çalışmalar ortaya koydular.

Yine de çok kolay olmadı. Mesleki olarak trivial bilgiler sürekli olarak atlanır ancak sergiyi çekici kılan en önemli etkenlerden biri de aslında bunlardır çünkü akla ilk gelen şeyler önemlidir. 13. bölümde örneğin Sevince Bayrak, Oral Göktaş / SO? ekibinin yarattığı Vitrine Kapılmak adlı çalışma bir alışveriş merkezinin içerisinde yer alan atriyumların varlığını sorguluyor. Ticari olarak daha karlı bir şekilde kullanıma yönelik olarak tasarlanan bu yapılarda yer alan bu büyük boşlukların nedeni araştırılıyor. Bu aslında mimar için çok önemli olmakla birlikte trivial bir bilgidir. Ancak sergiyi gezenler bunun farkında değillerdir ve kanaatlarını buradan aldıkları bilgi ile oluştursunlar istedim. Ayrıca demin de söylediğim üzere sergi bir fikri ya da anlayışı dayatmıyor sadece bilgiler veriyor ve izleyicinin kendi kanaatını oluşturması için izleyiciye de alan bırakan bir sergi.

CK: Serginin on yıllık bir süreci anlattığı söylenmesine rağmen A02 kodlu eser neredeyse tüm bir insanlık tarihini ele alıp. Bireyin ticari ve mimariyle nasıl bir ilişki içerisinde olduğunu ortaya koyuyor. Bu ilişki üzerine neler söylemek istersiniz.

SK: A02 Şebnem Şoher, Zeynep Aydemir, Benek Çinçik ve Bengi Güldoğan ekibi tarafından hazırlandı ve biz o çalışmaya Silsile adını vermeyi uygun bulduk. 6.000 yıllık tarihte önemli olduğunu düşündüğümüz olayları sıraladık. Orada sırasıyla Ticari Yapıların Evrimi, Teknolojik Gelişmeler, Ticari – Ekonomik Gelişmeler, Siyasi Türkiye, Siyasi Dünya ve Ulaşım başlıklarında lineer olarak verilen köşe taşı olaylar var. Bunlar arasındaki paralelliği okumaya izin veren açık bir metin olarak kurgulandı o çalışma. Aslında basit bir zaman çizgisi ancak eş zamanlı olarak olayın ele alınmasına olanak veriyor olması ilginç. Teknolojik gelişmelerdeki sıçramanın mimariyi nasıl etkilediği, dünyanın ekonomik yapısını nasıl etkilediği rahatlıkla görülebiliyor. Yapılar birbirlerini örüyorlar. Biraz önce söylediğim üzere tüm bileşenleri parça parça ele almasının yanında aynı zamanda bir araya da getiriyor. Bu bir araya getiren üç eserden biri. Diğer bir bütünleştirici bölüm ise SUPERPOOL tarafından hazırlanmış olan A01 + A05 kodlu Halihazır Durum adlı çalışma. Bu çalışmada harita üzerinde İstanbul’da bulunan AVM’ler, oteller, genel müdürlük gösteriliyor. Öteki ise A04 kodlu Anahtar Yapılar adlı çalışma. Cem Kozar, Işıl Ünal, Ilgın Külekçi / PATTU ekibi tarafından yapılan çalışma, kendileri zaten 2010 Kültür Başkenti kapsamında Hayalet Yapılar adlı bir proje yapmışlardı. Bu çalışma Hayalet Yapılar’dan Anahtar Yapılar’a geçiş oldu. Bu binaların yapılması sürecinde politikacıların, bürokratların, yatırımcıların diğer ilişkilerini ortaya koyan bir haritalama çalışması yaptılar. Buna ek olarak da yaratıcı bir çalışma olarak denge oyununu eklediler çalışmalarına. Bu oyunda bazı binaların maaliyetlerini belirli bir ağırlık ile ifade eden küpler haline getirdiler. Terazinin kefelerinden birine bunu yerleştirirken karşısına da daha toplumsal imgeler olan 20 derslikli bir okul ya da yapılan ağaçlandırma maaliyetleri gibi değerler koyarak bu yapıların ne kadar maaliyetli olduğunu izleyiciye gösterdiler. Bunda bile bir yorum yok aslında. Sadece mevcut durumu gösteriyor. Bu sergi kimsenin ağzına bir söz koymuyor, herkes sergiyi gördükten sonra kendi konumunu kendisi belirleyecek.

Yine aynı şekilde A07’de yer alan Özlem Berber, Tutku Sevinç, Didem Sağlam ekibince hazılanan Kamusallık adlı çalışma Dikkat Kaygan Zemin alt başlığıyla aslında konunun ne kadar ikircikli olduğunu anlatıyor. Burada da bir pozisyon almadan konuyu tüm yönleriyle ele alarak yargı belirtmekten öte soru sorduran ve izleyiciye alan açan bir çalışma.

CK: Serginin tüm bölümleri birer sandık şeklinde tasarlanmış bunun özel bir nedeni var mı?

SK: Sergi birkaç şehri gezecek. Ankara da çok yüksek ihtimalle bu şehirlerden biri. Böyle bir serginin de toplanıp taşınması ciddi anlamda zahmetli. Buradan da destek alarak mimarımız Ahmet Önder her birini kendi içerisine kapanan ve bizzat kendisi taşınır olan nesneler tasarladı. Açılıp sergi elemanına dönüşüyorlar, kapanıp taşınan sandıklara dönüşüyorlar. Bu işin bir parçası.

Aynı zamanda serginin temasına uygun olarak hepsi kapandıklarında sevke hazır mallar oluyorlar. Serginin grafik tasarımcısı Didem Ateş Mendi yine bu sevkiyat ikonlarını sergiye çağırdı. Serginin dilini oluştururken “kırılabilir, “üst taraf” gibi uyarıları da sergiye dahil etti. Bu ikonlar da serginin birer ikonu haline geldi. Bu çalışmanın mimari, grafik ve tasarımı bir araya getiren iyi bir örgü olduğunu düşünüyoruz.

CK: B01’de çalışmalar arasında ilgi çekiyor. İsterseniz biraz da ondan bahsedelim.

SK: B01 çalışması işin sergi ayağıyla, kitap ayağının birleştiği küçük bir pencerecik. Kitapta yer alan binaları bir kart oyununa dönüştürüyor. 1980’lerde oynanan quartet adlı kart oyunlarındaki gibi elinde bulunan kartlardan karşılıklı sorularla değeri en yüksek olanın kazandığı bir oyun. TAG platform ekibinden Bengi Güldoğan ve Kıvaç Başak tarafından hazırlanan çalışma aynı zamanda sanıyorum Türkiye’deki ilk mimari oyun kartı çalışması. Mimarlarında aslında en çok ilgisini çeken çalışmalardan biri bu oldu. Hatta bazıları o oyun kartlarının taralı görsellerini internet sitelerine koymaya başladılar.

CK: Sergi sunum bakımından da farklılaşıyor. Bunu da konuşalım biraz.

SK: Serginin kendisi de ilginç bir yapı haline geliyor. Kitapların e-kitaplara ve sözcüklerin sadece 140 karaktere indirgendiği bir yaşamda bir süre sonra sergilerinde bilişim marifetiyle ne hale geleceği konusunda bir fikir yürütmek zor. Bir bilgi aktarma biçimi olarak serginin nesli tükenen bir etkinlik tipi olduğunu söyleyebiliriz ama bu sergi bilginin içerisinde gezilmesi niteliğiyle o fikre de karşı çıkıyor. Çoğu interaktif olan sergi nesneleriyle insanı temele alan bir çalışma. Son yıllarda datalarla boğulan hayat içerisinde başlayan bir akım olarak “veri görselleştirme”de (Data Visualazation) sergilerde kullanılıyor. Bu sergi de öyle bir çalışma aslında hazırlanan çalışmaların arkalarında büyük matematik hesaplar ve akademik çalışmalardan oluşan datalar var.

Etiketler

1 Yorum

Bir yanıt yazın