“Ne Kadar Kısıtlanırsam Tasarımcı Olarak O Kadar Yaratıcı Olabileceğime İnanıyorum”

Grafik Tasarımcılar Meslek Kuruluşu Başkanı Yrd.Doç Umut Südüak ile buluştuk, Türkiye'de grafik tasarım eğilimlerini, sektörün sorunlarını ve tasarım eğitimini konuştuk.

Grafik Tasarımcılar Meslek Kuruluşu (GMK) tarafından 35. kez düzenlenen Grafik Tasarım Sergi ve Yarışması dolayısıyla derneğin başkanı Umut Südüak ile bir araya geldik. MSGSÜ’de öğretim üyesi olan Südüak, aynı zamanda pek çok başarılı işe imza atan bir tasarımcı. Bu yıl Türkiye’nin ilk kez katılım göstereceği Londra Tasarım Bienali’nde Türkiye sergisinin kimlik tasarımını üstlenen Umut Südüak ile Türkiye’de grafik tasarım sektörünü ve eğitimini konuştuk.

Bahar Bayhan: Öncelikle sizi tanımak isteriz kısaca…

Umut Südüak: 2001’den itibaren MSGSÜ Grafik Tasarım Bölümü’nde öğretim üyesiyim, asistanlıkla başladı şu anda Yardımcı Doçentim. MSGSÜ’den mezun olduktan sonra Londra’da Central Saint Martins’de iletişim tasarımı üzerine yüksek lisansımı tamamladım. Geri döndükten sonra, reklam camiasını bildiğim ve kendimi orada görmediğim için çok çalışmadım, ajans deneyimim 1-1,5 yıl kadardır. Daha sonra okula başladım, akademisyen ve serbest tasarımcı olarak çalışmaya devam ediyorum. Onun haricinde GMK başkanlığında da 3. dönemim.

Biraz GMK’nın faaliyetleri hakkında bilgi verir misiniz? Gelmeden önce sitenizi incelemiştim, oldukça aktif bir bilgi verme organı gibi çalışıyor.

GMK baya köklü bir kuruluş, 78’den beri faal olarak çalışıyor. Web sitemiz de geçen sene yenilendi. Eskiden klasik dernek web sitesi görünümündeydi, aslında biz hiçbir zaman bunu istemiyorduk. Ama tabii hem kadroya hem bütçeye bağlı olan bir yapılandırma bu. Çok önceden beri yapmak istediğimiz konulardan biriydi web sitesinin yenilenmesi; grafik tasarımcı olan birisinin bilgisayarının başına geçtikten sonra sitemizi başlangıç sayfası yapmasını, her gün takip etmesini istedik. Haberleri alabileceği, bilgilenebileceği, bizden yardım talebinde bulunabileceği bir web sitesi yapmaktı amacımız. Ben başkanlığa başladıktan sonra bununla ilgili uzun soluklu olan çalışmalara başladık. Şu anda web sitesinin bir editörü var, Instagram ve Facebook hesapları da editörler tarafından yönetiliyor. Geri dönüşler çok olumlu oldu, siteyi oldukça güncel tutmaya çalışıyoruz. Yakın zamanda haber bültenleri de göndermeye başladık üyelerimize. Önemli olaylardan bir tanesi, profesyonel üyeliğin yanında öğrenci üyeliğini açmamız. Öğrenciler öğrenci oldukları süre içinde giriş aidatı ödemeden, normal üyeliğin yarısı kadar bir ücretle tüm üyelik haklarından faydalanabiliyor ve her sene yaptığımız GMK Tasarım Yarışması’na ve sergisine ücretsiz iş gönderebiliyorlar.

“Ödül tasarımcıyı teşvik eden şeylerden bir tanesi”

Grafik Tasarım Sergisi’ni 35. kez düzenliyorsunuz, köklü bir organizasyon olduğu görülüyor. Serginin kapsamından bahseder misiniz?

Serginin amacı son 1 yıl boyunca grafik tasarım alanında üretilmiş tüm işlerin bir yerde toplanmasını sağlamak. Kendimize uzaktan bakabilmek, biraz işlerimizi eleştirebilmek. “Türkiye’de bu son senede neler üretildi?”, “Kim neler yapıyor?”, “Kaç kişiden oluşuyoruz?” gibi sorular üzerinden bir arşiv oluşturmaya çalışıyoruz. Bu arşiv niteliğinin daha görünür olmasını istediğimizden dolayı son 2 senedir kataloğumuzu içerik olarak genişlettik ve sayfa sayısını arttırdık. Her kategoride belli sayıda iş sergiye girmeye hak kazanıyor. İşleri hem sergide görüyoruz hem de katalogda arşivlenmiş oluyor. Onun haricinde ödüllendirmek de tasarımcıyı teşvik eden şeylerden bir tanesi. Her yıl yönetim kurulu tarafından bir jüri belirleniyor. İşleri jüri seçiyor, seçimin ardından ödül töreni ile birlikte sergi açılışını yapıyoruz. GMK’nın kendi ödülleri haricinde bir de özel ödüller var. Özel ödüllerin bazılarında para ödülü var. Ayrıca bunlarla beraber başarı sertifikaları ve ödül plaketleri de veriliyor. Ve bir de her yıl verilen Eczacıbaşı Yılın Genç Tasarımcısı Özel Ödülü var. Bu ödül o yıl farklı işlerle en çok kategoride yer alan 30 yaşını aşmamış genç tasarımcılara veriliyor. Ödül, yılın genç tasarımcısı unvanı ve para ödülü olarak büyük önem taşıyor. Tasarımcıların takdir edildiklerini görmeleri onlar için teşvik edici. Daha da hırslanıp bir dahaki seneye daha iyi işler üretmesi gibi bir sonuca varıyor aslında. İstediğimiz de o sinerjiyi tüm grafik tasarım camiasına yaymak çünkü zaten çok küçük bir topluluktan bahsediyoruz.

Sergiler bir yana bunun yanında okullarla işbirlikleriyle yaptığımız seminerler ve atölyeler var. Seminerlerde o okuldaki öğrencilerin sorunlarını dinliyoruz, oradaki öğrenciler bu etkinliklere daha çok ihtiyaç duyuyorlar. Çok fazla takip ettiği, işini gördüğü bir grafik tasarımcı oraya gittiği zaman birebir konuşmak iyi geliyor öğrencilere. Bu zamana kadar çok iyi bir ilgi var tüm bu katılımlarda ve çok iyi karşılanıyoruz. Bu bizi de teşvik eden bir geri dönüş. Yeni sezonda çok daha fazla etkinliğimiz olacak. Sergiyi de tasarım bienaline denk getirmek istiyoruz. Eşzamanlı olarak MSGSÜ’de Grafik Tasarım Uygulama Araştırma Merkezi’nin binasında GMK ile seminerler yapılacak. Studio-X’te belli kapasitelerde küçük konuşmalar dizisine başlayacağız; bir moderatör olacak, saygın tasarımcılarla söyleşiler yapacağız. Seminerleri aslında İstanbul içinde çok yapmak istemiyoruz, sonuçta İstanbul’da okuyan öğrenciler her şeye daha rahat ulaşabiliyorlar ama Anadolu’da bu biraz zor oluyor. Tabii bu sürede İstanbul’dan da çok talep olduğunu gördük yani İstanbul’da belli başlı üniversitelerde hala bilgi alışverişine ihtiyaç var. Akademik kadrolar yetersiz, çoğu piyasaya dönük ve grafik tasarım alanında akademisyen olarak çalışan insan sayısı çok az.

“Problemlere hep aynı şekilde yanıt verme bir sorun olarak devam ediyor”

Peki, bu uzun süreçte, sergi işleri değerlendirildiğinde tasarım eğilimlerinin nasıl dönüştüğüne dair tespitleriniz var mı? Ortak bir dil görüyor musunuz?

Tabii “moda” olmuş yaklaşımlar var, tarz olarak bazı işler öne çıkıyor. Mesela illüstrasyon çok revaçta. Bir ara fotoğraf vardı hayatımızda. Artık fotoğraf çekimleri çok daha pahalıya mal olan işler. İllüstrasyonla çözüm daha kolay oluyor ama fotoğrafı satın almanız lazım, telif haklarını almanız lazım vb. baya bütçe ayırmanız gerekiyor. İllüstrasyon biraz daha o dengeleri kuracak bir güce sahip. Çok reel illüstrasyonlarla fotoğrafa yakın çözümlemelere gidip müşterinin istediği yakalanabilir. İllüstratör olarak iş yapan çok tasarımcı var. Logo kullanımı, ifade şekli gibi alanlarda dönemsel olarak ortaklaşma görülebiliyor. Mesela reklam ajanslarından çıkan işler bazen çok fazla kendini tekrar ediyor. Problemlere hep aynı şekilde yanıt verme bir sorun olarak devam ediyor. Bu sorun, biraz müşterinin baskınlığıyla, biraz da tasarımcının ne yaptığına dair bilgisizliğinden oluşabiliyor. “Grafik tasarımcı benim istediğimi yapar” gibi bakıyor müşteri, halbuki olay öyle değil. Ben hep şu örneği veriyorum; bir doktoru beğeniyorsunuz veya birilerinden öneri alıyorsunuz gidiyorsunuz “benim problemim bu” diye, doktor da size reçete yazıyor. Aynı şekilde bizler de o reçeteyi yazmakla sorumluyuz. Tasarım yaklaşımı ve dil olarak müşterinin tasarımcıyı seçmesi gerekiyor, seçilen biz oluyoruz, biz müşteri avına çıkmıyoruz da onlar bir yerlerden işlerimizi beğenip bizi seçiyorlar. Ama müşteri kafasında şekillendirdiği bir işle geliyor. Tamam, kendi istekleri olabilir, üzerinde konuşabiliriz, “biz her şeyin doğrusunu biliyoruz” dememeliyiz çünkü burada iletişimden bahsediyoruz. Nasıl, nelerin yapılacağını bilen insanlar olduğumuz için onun çözümü bizden geçmeli.

“Türkiye’nin içinde olduğu sorunlar tasarımcıları umursamaz hale getirebiliyor”

Görsel malzemeler oldukça hızlı tüketilen işler oluyor doğası gereği. Bu hızlı tüketime karşılık üretim refleksi ne oluyor? Mesela özgünlük meselesi bu sektörde tartışılan başlıklardan biri mi?

Tabii, Mesela bir afiş, logo tasarladığınız zaman Google’da aramak zorunda kalıyoruz benziyor mu benzemiyor mu diye. Yarışmalarda da işin özgünlüğü meselesi ele alınıyor. Ki tüm yarışmalarda eleme yapılırken işler o taramadan geçiyor. Bilgiye erişmek şu an daha kolay. Her gün bir yeri taradığınızı düşünün görsel olarak, belki 5 sene önce yapılmış bir logoyu beyin ister istemez tutuyor, aynı şeye benzeyen tasarımlar yapmanız çok mümkün oluyor. Tabii bile bile yapan da var, taklit için ama bilinçdışı yapılan, benzerlik gösteren işler de var. Bu çok doğal çünkü beli noktalar var, belli doğrular var, bu tüm tasarım disiplinlerinde vardır bence, onların mutlaka olması lazım her tasarımda.

Bu doğrulardan kastınız nedir?

Mesela logo tasarımı yapılırken logonun belli boyutta olması gerekir. Genelde kartvizitteki logo en küçük kullanımlardan bir tanesidir; en küçükten en büyüğe kadar dengenin bozulmayacak değerde olması gerekir, siyah beyaz çözümünün olması gerekir vs. Örneğin etkinlik logolarında resimsel öğeler bulunabilir, çünkü kullanım süresi kısadır. Ama bir banka kim bilir kaç sene hayatına devam edecek. Bu durumda öyle bir kurum kimliği olması lazım ki, genel geçer veya popüler olan, o seneye ait bir görüntü değil; 20-30-40 sene hayatta kalabileceğini hesaba katarak, daha farklı doğrular ile ilerlemek gerekiyor. Çeşitlilikte biraz kısıtlamalara da girmek gerekiyor, yer alacağı bütün yüzeyler, dış cephe, iç mekan çözümlemeleri var, hepsi bir bütün, onu kurgulayarak düşünmek gerekiyor. Tasarımcının bunların bilincinde olması lazım.

Yani işin yaratıcılık boyutu var bir de teknik boyutu var.

Tabii ki. Sonuçta teknik çözümlemeler bizim elimizi ayağımızı bağlayan şeylerden bir tanesi. Mesela bir kitap tasarlıyorsunuz ama bütçesi yok, siyah beyaz basılacaksa o kitap geçekten müşterinin istediği gibi veya hedef kitlesine ne kadar uygun olabilir? “Bütçe olmadığı için siyah beyaz basılmış” hissiyatı olmaması lazım. “Bilinçli olarak siyah beyaz kararı alındı” izlenimi vermek gerekiyor. Tüm matematiksel doğrularıyla beraber bütçenin yönetimini de grafik tasarımcısı yapabilir. Ve en iyi malzemeyi en iyi şekilde kullanmanın yollarını bilmek zorunda. 98 mezunuyum, 96’dan beri freelance çalışıyorum; mezun olduktan sonra hem reklam ajansındaki tecrübe hem de dışarıdan müşterilerle olan tecrübe çok önemli, çok önemsediğim ve herkese söylediğim bir şey. Okulun veremediği şeyi aslında hayat kendi strüktürü içinde öğretiyor. Mesela müşterinin 10.000 TL’lik bütçesi varsa “bundan iyi iş çıkar mı?”, “ne çıkar?”, “kaç sayfalık iş çıkar?”, “hangi boyutlarda kalabilirsin?”, “hangi kağıdı kullanırsın?” vb. soruları ancak tecrübe ettikten sonra cevaplayabiliyorsunuz. Hatta burada hayata karşı sorumluluk ve sürdürülebilirlik meselesi de devreye giriyor. En az enerjiyle elde edilmiş, geri dönüştürülebilir kağıtların kullanımının yanında seçilen yazı karakterinin ne kadar boya tükettiğinden bile söz edebiliriz. Hatta böyle tasarlanmış bir yazı karakteri bile var, küçük noktacıklardan oluşuyor, o karakteri kullanmayı tercih ederseniz boyanın %10’luk kısmını kullanıyor. Daha az tüketim, daha uzun ömürlülük gibi detaylar da dikkate alınabiliyor. Bunları burada konuşuyoruz ama çok da önemsendiğini düşünmeyin, henüz Türkiye için çok erken. Türkiye’nin içinde olduğu sorunlar çok daha farklı, tasarımcıları bu sorunlar artık umursamaz hale getirebiliyor. Dışarıda farklı tasarımcılar farklı hayatlar yaşıyorlar ama ortak noktaları, müşterinin istekleri, yoğun çalışma temposu, ajansların genç tasarımcıları sömürmesi gibi durumlar… Bu tip sorunlar ister istemez çalışmaya sıkıntı, tekrar, umursamazlık, yanlışların devamlı yapılması şeklinde yansıyor.

Son yıllarda tasarım trendi yükseliyor. Mesela belediyeler logo yarışmaları açıyor, şirketler kimlik işine çok önem veriyor. Bu ilginin sektöre etkisi nasıl sizce?

İlgi güzel de yollar biraz çetrefilli, yani doğru yollar değil bence. Mesela derneğin işbirliği yaptığı çok yarışma oldu. Normalde bu işbirliğine başlamadan önce GMK şartnamesindeki gereklilikler konuşuluyor ve onların üzerinden ilerlemek istiyoruz. Ama her yarışmaya biraz çekinceli yaklaşıyoruz. “Bir yarışmadan çıkacak ürünün hiçbir zaman nihai sonucu getirecek bir çalışma olmasını beklemeyin” diyerek oturuyoruz masaya. Tasarımı desteklemek istiyorlar ki burada önemli olan şey bütçeyi paylaştırmak. Mutlaka ödüllerin verilmesini istiyoruz, o işler arasından en iyisi yoksa ve paylaşılması gereken belli miktarda para varsa o paranın eşit oranlarda dağıtılması lazım. Bazen 1.,2.,3. çıkıyor, mansiyon yok ama ona yakın çok iş var. Amaçlanan tasarımcıyı teşvik ise, bütçe olmasa bile bütçe ayarlayabilir miyiz diye jürinin önerdiği işler oluyor, onlara mansiyon ödülü veriliyor. Veya 1. seçilmiyorsa o zaman 1. ödülün parasını paylaştıralım ve iki tane ikincilik ödülü olsun diyoruz. Ama o parayı mutlaka paylaştırma yanlısıyız. Büyük şirketlerin veya belediyelerin kurum kimlikleri için yarışmalar çok tehlikeli çünkü kurum kimliği dediğimiz şey logonun iyi kötü bir şey olmasından ibaret değil; kimlik dediğimiz şey çok kavramsal. Yani ruhu bütüne yayabilme dürtüsüyle işlenmiş bir tasarımdan bahsetmemiz lazım. Kabaca söyleyeyim, dümdüz yazdığınız Helvatica yazı karakteri ile X kurumuna bir kimlik yapabilirsiniz, bu logo olmaz mı olur ama kimlik bağlamında nasıl bir kimlik yaratır ona bakmak lazım. Hem yazı karakterinin punto aralıkları var, renk kullanımı var, bunlar oldukça ciddi şeyler ama çok fazla önemsenen şeyler değil, tasarımcının belirleyeceği en ufak noktanın hesabını verebiliyor olması gerekiyor. Bir de herkese açık yarışmaları kesinlikle reddediyoruz, mutlaka grafik tasarımcıların veya görsel iletişim tasarımcılarının katılması gerekiyor. Çünkü ben birçok jüride bulundum, 5.000 tane iş geliyor mesela, ev kadınları oturmuş elle çizmiş, işlemiş, A3 kağıda logo yapmış gönderiyor, bunlar olacak şeyler değil. Diğer yandan halk oylamasına sunma teklifi geliyor. O zaman jüri olarak ben neden buradayım? Mesela bu, doktorun “halk oylamasıyla sana ilaç verelim” demesiyle aynı şey, hiçbir farkı yok. Bir de bizim mesleğimizde görünür bir şey yok, yaratıyoruz, çıkan şey 3 boyutlu da değil, çizdiğimiz veya ekranda kurguladığımız bir şey. Bilgisayar programlarını da kullandığımız için, bu programları öğreten kuruluşlar “2 ayda şu kursa gel grafik tasarımcı ol” diye yayınlanınca insanlar zannediyorlar ki bilgisayarı iyi kullanmak grafik tasarımcı olmak demek. Halbuki bizler düşündükten, el eskizleri yaptıktan sonra bilgisayara geçiyoruz. Eğitim sisteminde de Adobe Photoshop’u, Adobe Illustrator’ı akıllıca, minimumda kullanılmasıyla işin güçlenmesini isteyen bir yönde ilerliyoruz, onu öğretiyoruz.

“MSGSÜ’de grafik tasarım eğitiminde tipografiye önem veriyoruz”

MSGSÜ’deki tasarım ekolünü nasıl anlatırsınız mesela?

Biz tipografiye çok değer veriyoruz. Tipografiye olan bağlılığımız, pozitif veya negatif yönden algılanabilir belki incelense. Tipografi çok ağırlıklı, bu yönde iyi işler yapan başarılı öğrencilerimiz var. Ama yurtdışında benim gördüğüm en önemli şeylerden biri şu; bir öğrenciye okuduğu bir kitaptan proje çıkarması için bir ödev verilse, öğrencinin bunun üzerine bir paragraflık analiz yazısı yazarak ondan bir proje çıkarması çok olası. Onun üzerinden projeyi genişletiyor, en ufak bir cümleden proje yaratma olasılıkları çok yüksek çünkü teorik dersleri daha fazla. Bizde teorik dersler çok az olduğu için, bizim öğrencimizden öyle bir potansiyel beklemek çok yanlış. Diploma projesinde aslında biraz istediğimiz o ama genelde olmuyor, bir kurum kimliği yapılıp geçilebiliyor. Halbuki derdimiz o olmamalı, bir sorun üzerinden proje nasıl geliştirilir ve şekillendirilir diye bakmalıyız. Teorik anlamda bir şeyler yazmak hem de okuduğunu tahlil edebiliyor olmak çok önemli. Yurtdışındaki okulların o anlamda başarı grafiği yüksek. Bizde eksik olarak gördüğüm şey bu. Ama uygulama kısmı bizde çok fazla. 2. dönemden itibaren proje dersleri başlıyor, 1. dönem temel mesleki eğitim yoğun. Benim okuduğum dönemle farklılık gösteren şeyler var; mesela biz temel sanat eğitimi almıştık şimdi uzunca süredir ayırdık yollarımızı, temel sanat bizimle ilişkili değil. Çünkü el çizimiyle çalıştırılırdık. Grafik tasarımla pek bağlantısı yok, o yüzden mesleki temel eğitim dersi olarak temel sanat eğitiminden ayrıldık. En azından öğrenciler proje dersini almadan önce belli bilgileri; renk, kompozisyon, doku, yazı karakteri, sayfa düzenleri gibi birçok konuyu mesleki temel eğitim altında görüp biraz daha pişmiş oluyor. Bu arada proje dersi en önemli derslerden biri. Her dönemde farklı sorunlar içeren farklı projeler var; süreli yayın, kurum kimliği, ambalaj tasarımı, dergi tasarımı, etkinlik afiş tasarımı gibi hepsini 4 sene içinde görmüş oluyorlar, son sene de ne yapmak istiyorsa ona odaklanarak, hocasını seçerek projelerini sonlandırıyorlar.

Sizin tasarıma bakış açınız nedir? Tasarım yaklaşımınız…

Bir müşteriyle çalışırken onun kısıtlamalarını zenginlik olarak görüyorum. Yani ne kadar kısıtlanırsam tasarımcı olarak o kadar yaratıcı olabileceğime inanıyorum. Özgür bırakılmaktansa kısıtlanmayı tercih ediyorum. Özgür kalmak çünkü tasarımcılar için ciddi bir sorun, uçsuz bucaksız bir dünyanın içine girdiğinizi düşünürseniz ne yapsanız olacak gibi, tehlike çanları çalıyor o anda. Onu da yapsan olacak bunu da yapsan olacak. Bu bir tehlike. Zaten tasarımcı kendi bariyerlerini koymak durumundadır, müşteri söylesin veya söylemesin, işin içine girdiğinizde kendinizi kısıtlamanız gerekiyor ki odak noktanızı bulun. Ne kadar derine odaklanılırsa sonuç da o kadar zengin oluyor. Çünkü tek bir nokta atışı yapmak ve onu yüceltmek durumundasınız. Tek bir yöne yönelmeniz gerekiyor ve onun zenginliğini keşfetmeniz gerekiyor. Tabii müşterinin baskısıyla istemediğiniz boyutlara erişen işler de olmuyor değil, onlardan bahsetmiyorum, ama hamur sizin elinizde yoğurmak tasarımcının işi.


Umut Südüak’ın tasarladığı etkinlik afişlerinden birkaçı

Londra Tasarım Bienali’nde Türkiye Pavyonu ekibinde yer alıyorsunuz. Türkiye Pavyonunun kimlik tasarımı için nasıl bir çalışma hazırladınız?

İKSV’nin kendi seçici kurulu bu sene Autoban ile beraberlik yapmak istemiş ve onlar da genel Londra Tasarım Bienali’nin konseptine göre bir iş üretmişler. Onlar işi yaptıktan sonra onun görsel diline uygun, kendini çok öne çıkarmadan biraz daha küçük referanslar kullanarak grafik düzenlemeler yapmak gerekiyordu; hem internet üzerindeki bannerlar veya web sitesinin tasarlanması hem de oraya gidildiğinde belki bir yüzey çalışması işleri olacak. Hala iş devam diyor, web sitesi ve e-davetiyeler var, tasarlanacak çok bir parçası yok ama sonuçta güzel bir iş, Autoban’ın işini de gördüm, işin kendi mantığı da oldukça güzel ve çağdaş. Autoban’ın işlerini kişisel olarak da seven biriyim, onlarla çalışmak da bu bağlamda güzel oldu. Hızlı bir süreç oldu ama şu ana kadar mutluyuz gibi görünüyor, inşallah sonu da mutlu biter.


Umut Südüak tarafından Türkiye Pavyonu için hazırlanan afiş tasarımı

Etiketler

Bir yanıt yazın