2014 Arkitera Ödülleri'nde Arkitera Genç Mimar Ödülü'ne layık görülen, Baraka Mimarlık ofisinin kurucusu Abdurrahman Çekim ile hem kendi hikayesini hem de mimarlıkta nesiller ve mimarlık pratiğindeki dönüşümleri konuştuk.
Abdurrahman Çekim: Usta – çırak ilişkisi mimarlıkla ne kadar örtüşüyor. Epeydir merak ettiğim bir konu. Ne zaman çırak, ne zaman usta olunur? Ya da usta olmak mimarlıkta mümkün mü? Bitimsizce, test etmeye, öğrenmeye dayalı meslek için geçerliliği tartışılır.
Bir diğer taraftan usta – çırak ilişkisi modern öncesi bir durumu tarifler gibi… Daha zanaatkar pratiği üzerinde gelişen bir durum sanki. Tekrarlara ve çoğaltmalara dayalı…
Oysa mimaride daha çok yöntem, deneyim ve düşünce geliştirme aktarımı oluyor. Bu bağlamda çalıştığım iki ofiste de deneyimler, düşünce geliştirme, deyim yerindeyse yol yordamı öğrendiğimi söyleyebilirim. Hatta mimari bir yönde evrilmemi sağlayan, mimarinin yapı yapma haricinde düşünsel boyutunu kavratan EAA’dır.
Diğer taraftan çalıştığım ofislerde yoğun mimari üretimlerin olduğu, derinlikli işlerin yapıldığı ofislerdi. Bu süreçlerde ofis projelerinden havaalanı projelerine, konut projelerinden kamu yapılarına varan çok geniş bir yelpazede yer aldım. Yaklaşık 8-9 senelik bir deneyimden bahsediyorum. Bu deneyim ve yöntemlerin üstüne yenilerini ekleyerek, geliştirerek 2009’da Baraka Mimarlık’ı kurduk. Baraka Mimarlık bünyesinde de önemli işler aldık. Her yapıp bitirdiğimiz iş, tavsiyelerle birkaç iş olarak geri döndü. İş kapasitesi her sene katlanarak arttı.
Genç mimar olmak konusuna gelince; sanırsam ikircikli bir durum. Kolaylık ve zorlukları beraberinde bulunduruyor. Bir taraftan tasarımları gerçekleştirirken işveren tarafından dikkatli temkinli ve hatta mesafeli bir duruş görmek mümkün. İkna süreleri daha zaman alıcı olabiliyor. Ofis yürütme, idame ettirme gibi diğer parametreler de cabası…
Kolay yönü ise henüz katılaşmamış olmak, daha deneysel, inovatif olabilme gibi. Piyasa koşullarına angaje olmadan üretim yapmak mümkün.
Kendi neslinizi nasıl görüyorsunuz? Bir bütünün parçası olduğunuzu ve sizden daha önceki mimarlardan çok farklı yönlere yöneldiğinizi düşünüyor musunuz? Sizce nesillerin değiştirici bir gücü var mı?
Genellemek çok zor. Ama nitelikli mimari projeler üreten az sayıdaki kendi jenerasyonumdan ofisleri düşünecek olursak, kavramsal alt yapıları kuvvetli, geniş tabanlı okumalar yapan, sorunsallaştıran ve üretimlerin bu doğrultuda yapan bir nesil olduğumuzu söyleyebilirim. Tam bu noktada bir not düşmekte fayda var. O da bir önceki neslin (Emre Arolat, Nevzat Sayın, Han Tümertekin, İhsan Bilgin vb..) açtığı güvenli bir yolu kullanıyor olmamız. Bu avantajlı durumu çok iyi kullandığımızı düşünüyorum. Jenerasyonların değiştirici gücü mutlaka yadsınamaz. Ne derece olduğu önemli. Bizim değiştirici ve dönüştürücü yönümüzü değerlendirmek için çok erken…
Proje 2013’te, işverenlerin hayli iddialı bir iş yapmak istemesi üzerine, Türkiye’nin en prestijli, büyük işler yapmış ve kapasiteleri yüksek dört tane ofisiyle beraber bizi de davet etmeleriyle başladı. Ofislerin her biri ile ayrı ayrı çeşitli görüşmeler ve alan gezisi yapıldı. Sürecin sonunda genç ofis olarak bizimle çalışma kararı alındı.
Yaklaşık 110.000 m2 kapalı inşaat alanı olan 150.000 m2 alana yayılan bir otel; proje ve şantiyesiyle birlikte 12 ayda bitirilmesi öngörülüyordu. Hızlı, pratik ve derinlikli olması gereken bir işti. Çünkü Maxx Royal, Türkiye’deki standart otel kavramının dışında bir iş geliştirmeye çalışıyordu. Bildiğimiz tip oda ve servis hizmeti tamamen dışında yeni durumlar söz konusu idi. Son yıllarda üretilen tematik, tarihselcilik üzerine şekillenmiş ucuz replikaların çoğunlukta olduğu, yapıların birer turistik tüketim nesnesi haline dönüştüğü yerde, doğru zeminde kalmak bizim önemli idi. Proje sürecinde “yer”i bir tür kılavuz olarak belirledik. Yerin belirgin özelliği, içinde ne barındırırsa barındırsın, görünür olmaktan ziyade, neredeyse saklaması, absorbe etmesi… Yerine göre yamanan, yerine göre görünürlükten ziyade kaybolan, yerine göre hemhal olan yapılar önerdik. Yıllandıkça bu durumun pekişmesini, zamansızlaşmasını öngördük. Sanırsam iyi bir yerde de durduk. Öyle ki proje bittiğinde yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli yerlerde onlarca yayınlama talebi ve tebrik telefonları aldık.
Projenin tüm sürecini göz önüne alacak olursak belli çıkarsamalarımız oldu. Tasarımın olgunlaşması, belirli bir noktaya gelmesi, deyim yerindeyse mayasının tutması için belirli koşullar vardır. Bu koşulların başında yeterli zaman, tecrübe gelir. Doğrusu proje başlangıcında yeterli zaman da yoktu. Biz de otel konusunda pek deneyimli sayılmazdık. Proje şantiye dahil yaklaşık 10 ayda tamamlandı. Sürecin önemli bir kısmına kadar konvansiyonel tasarım araçlarını kullanırken -maketler, illüstrasyonlar, 2D veya 3D çizimleri kast ediyorum- sürecin kalan kısımlarında farklı tasarım teknikleri kullandık. Mock-uplar, ya da 1/1 maketlere varan yöntemler, yerinde kararlar vs…
Sürecin ilginç bir noktasına değinmem gerekirse mimarlıkta tecrübe, tasarım araçları ve zaman faktörü çok önemli. Tabii ki bunu aldığım geri bildirimlere dayanarak böyle bir işin bu nitelikte çıkması nedeniyle söylüyorum. Tecrübe bu işin neresinde duruyor? Zaman faktörü her zaman önemli midir? Konvansiyonel tasarım araçlarının yeterliliği nedir? Bunların hepsi birer soru işareti olarak gündemimizde.
2014 yılında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde “Mimarlık Pratiği ve Üretim Süreçleri” üzerine bir sunum gerçekleştirmiştiniz. Bununla bağlantılı olarak, önümüzdeki yıllarda bizi neler bekliyor, mesleğin yapma biçimlerinin nasıl evrileceğini düşünüyorsunuz?
Önümüzdeki yıllarda kestirimlerde bulunmak zor olsa da . Son 10-15 senede olanları irdelemek önemli sanırım. İnşaat üretim süreçleri ve proje üretim süreçleri gibi…
Temel faktör sanırım hız oldu. Bu hızın hangi durumlarda neyi perdelediği, ne imkanlar sağladığını belki de anlamak zaman alacak. Fakat “derinlik ve nitelik”leri bir kenara bıraktığını söylemek mümkün. En azından ülkemiz için söyleyebilirim.
Mezun olduğum dönemden bugüne kadar baş döndürücü bir hızla gelişen iletişim araçları oldu. İletişim süreci düz-çizgisel ve tek taraflı bir süreç olmaktan çıktı. Toplumun tüm unsurlarına dolasıyla mimariye de temelden dokunarak interaktif, çok boyutlu,çok katmanlı bir iletişim ağı kurdu. Ya da dünya bir ‘ağ toplumu ‘ toplumu haline geldi. Zaman ve mekan kavramları bambaşka bir noktaya geldi. Bilgi paylaşımları çok geniş tabana çok hızlı yayıldı. Bu doğrultuda üretimler de çok hızlı, çoklu üretimlere dönüştü. Ağın ortak zemini ulaşılabilirlik, hız, çoklu üretimlere izin verirken – mimari pencereden bakacak olursak- kolektif bilinçler, kolektif beğeniler üretti sanırım. Şöyle ki her gün çıkan onlarca ürünün bazen farkını kestirmek çok zor. Sanki “tekil zihnin” ürünleri gibi…
Mimarlık ortamında son zamanlarda sizi en çok heyecanlandıran yapılar veya gelişmeler nedir?
Son dönemde epey nitelikli ürünler var. Güncel olan birkaç tanesini saymam gerekirse; Sancaklar Cami, Gümüşlük-Su Vilları, Doğan Holding Genel Müdürlük Yapısı birkaçı…
Mimarlıktaki gelişmelere gelince, tasarımın etkin bir şekilde yaygın bir tabana yayılması, hiç olmadığı kadar gündeme taşınmasını sayabiliriz. İşverenlerin mimarların veya tasarımcıların kapılarını epey aşındırdığı bir dönem oldu sanırım. Tasarımın gündelik hayatımızda epey yer edindiği yadsınamaz bir gerçek. Bu avantajı epeydir kullanıyoruz.
Bu duruma paralel olarak gelişen başka bir durumsa tasarımın dönem dönem geldiği nokta oldu sanırım. Öyle ki tasarımların en temel sorunlara cevap vermesini bırakın, güç bela günlük hayata yararlı olması oldu .Yer yer insan ve tasarım arasındaki bağlar öyle koparıldı ki, gelişigüzel şekilde yüksek hızlarda teoriyle, manayla, amaçla bağını koparmış tamamen pazarlama stratejilerini aklayan bir hal aldı. Ya da aşırı tasarım, “over-design” odaklı durumlar gelişti. Tam bu nokta kafamı kurcalayan son dönemlerde tasarımın aşkın durumu ve geleceği.
Benim için kendiliğinden olma veya tasarlama arasındaki bu tandans ilginç bir aralıkta duruyor.