Ayşen Savaş ile sekiz sene içerisinde 14 projesini yarışmayla elde eden Orta Doğu Teknik Üniversitesi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Ayşen Savaş: ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde 4. Sınıf stüdyo dersi dışında master ve doktora programlarının “metod” derslerini veriyorum. Bu dersler bana, kendi alanım dışında (görme kültürü-mimari temsil) gelişen mimarlık söylemini izleme olanağı tanıyor. Ayrıca yeni kurulan “Computational Design and Fabrication Techniques” uluslararası yüksek lisans programının da kurucu üyeliğini sürdürüyorum. Düzenlediğimiz uluslararası ders ve çalıştaylar bu alanda başlayan araştırmalara doğrudan katılmamı sağlıyor.
Araştırmalarımın uygulama alanı müze ve sergiler. Temsil kuramı ve mimarlık kurumları (müzeler, enstitüler) üzerine sürdürdüğüm doktora çalışmamı tamamladıktan sonra Türkiye’de kurulan ve yeniden yapılandırma sürecine giren birçok müzenin oluşum aşamasında yer aldım. Sabancı Müzesi, ODTÜ Bilim ve Teknoloji Müzesi, Makine Kimya Sanayi ve Teknoloji Müzesi, Kızılay Müzesi, Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi gibi birçok kurumun mimari tasarımları ve açılış sergilerinin yanı sıra, kurumsal yapılanmaları ile ilgili müzyolojik ve müzyografik konularda yürütücü ve yönetici görevini üstlendim. En önemli deneyimlerimden biri EXPO 2010 Şangay Türkiye Pavyonu tasarımı ve uygulama süreci oldu. Konsept gelişiminden malzeme seçimine kadar tüm aşamalarını uluslararası bir ekiple birlikte tasarladığım bu yapı benim için her açıdan eğiticiydi. Bu deneyimi paylaşmak ve tasarım sürecini denetleyebilmek amacı ile bu alanda da bir davetli yarışma düzenledim, sonuçları mimarlık dergilerinde yayımlandı.
2000-2001 yılları arasında ODTÜ’de Rektör Danışmanı olarak görev yaptım. Bu süreç içinde Rektörlüğe bağlı olan Kültür Kongre Merkezi’nin kültür etkinliklerini ve Sanat Festivali’ni küçük ve yaratıcı bir ekiple birlikte düzenledik, öğrenci topluluklarının etkinliklerine destek olmaya çalıştık. Kültür ve sanat etkinliklerinin yanısıra sorumlu olduğum mimarlık alanı ile ilgili özellikle ODTÜ yerleşkesinin öncülük ettiği standartları korumaya yönelik modeller geliştirdik ve Teknokent ve ODTÜ Kıbrıs Yerleşkesi içinde yer alacak farklı işlevlerdeki yeni yapılar için bir dizi davetli yarışma düzenledik. ODTÜ 2007 yılında “Arkitera İşveren Ödülünü” aldı.
AS: Evet, bu rahatlıkla söylenebilir. Yayımladığımız kitapta da söz ettiğim gibi:
Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin serüveni 1956 yılında bir yarışma hikayesiyle başlıyor.
“Ortadoğu Teknik Üniversitesi Kuruluşunda yer alacak Mimarları seçmek için Beynelmilel proje müsabakası, International Competition for the selection of architects to participate in the development of Middle East Technical University” adı altında 1956’da bir yarışma şartnamesi derleniyor. Yarışmaya 319 kişi başvurmuş ve 139 yarışmacı resmi olarak kayıt yaptırmıştır. Kayıt olanlardan yarısı Türk vatandaşıdır ve yaklaşık 54 proje kayıtlı olarak teslim edilmiştir.
ODTÜ’nün kurucularından ve ilk yöneticilerinden biri olan Thomas Godfrey, üniversiteyi herşeyin ötesinde “Sosyal bir topluluk” olarak tanımlar: “Üniversite sosyal bir topluluktur. Amacı, gerçeği ve bilgiyi araştırmak ve yaymaktır. Bu onun her zaman hareket halinde akışkan ve esnek bir yapıda olacağının ve kimi zaman, hiç beklenmedik yönlerde genişleyip daralacağının göstergesidir. Tüm bunların ötesinde, üniversite binalarının barındıracağı nitelikler aynı oranda çelişkili olabilecektir… İçe dönüklük ve maceraperestlik, alçak gönüllülük ve gurur, ferahlık ve mahremiyet, esneklik ve düzen.” 1959’da yarışmanın jüri üyesi Godfrey’e ait olan bu cümleler ışığında diyebiliriz ki ODTÜ bugün de sosyal çevreyle diyalog halinde olan bir kurum olarak yaratmış olduğu vizyonu sürdürmektedir.
AS: Mevzuatlar ve yasal süreçler mimarların beklentileri ile her zaman örtüşmüyor hiç şüphesiz. Bir işveren olarak ODTÜ’nün projelerini elde etmek için davetli yarışma yöntemini tercih etmesinin yasal ve uygulamaya yönelik nedenleri var. Yaratıcı mimarlar tarafından geliştirilen farklı önerileri görmek ve onların arasından seçim yapmak, son ürünün başarısı için atılacak ilk adım olarak değerlendirilmelidir. Aynı proje için yetkin ve yaratıcı mimarlar tarafından geliştirilen farklı fikirler, işverenin de ufkunu açmakta, beklentilerini gözden geçirmesine olanak tanımaktadır. ODTÜ Kıbrıs Kampusu ve ODTÜ Teknokent yerleşkelerini oluşturan yapıların farklı mimarlar tarafından tasarlanıyor olması ve seçici jürinin aynı isimlerden oluşması, sekiz yıl sonunda, kanımca, bütünlüğü olan iki mimarlık parkının oluşması ile sonuçlandı. Mimar olmayan üniversite yöneticilerinin jüri sürecine sadece danışman olarak katkıda bulunması ve Mimarlık Fakültesi Dekan, Bölüm Başkanı ile yapı statiği ve peyzaj konusunda uzmanlaşan öğretim üyelerinin düzenli olarak jürilerde yer alması, sürekliliği olan değerlendirme kriterlerinin oluşmasına katkıda bulundu. Davetli yarışmalara katılan ve mesleğe yeni başlayan mimarların da sürece katılımı, yarışmaların genç mimarlar için önemli bir başlangıç olduğu gerçeğini bir kez daha ortaya koydu. Yarışma kazanan projelerin uygulanması arzu edilir, ancak her zaman gerçekleşemez. ODTÜ’de sekiz yılda yarışma ile elde edilen 14 yapının tümü inşa edildi ve kullanıma açıldı.
Türkiye’de işverenin, özellikle bir kamu kurumunun, yarışma sürecinde geçen zamanı ve bunun maddi karşılığını göze alması oldukça zordur. Hemen hemen hiçbir kurumun bütçesi içinde böyle bir yatırım maddesi yer almaz. Mimarların da yarışmaları desteklediğini söylemek doğru olmaz kanımca. Sonuçta onlar da işi doğrudan almayı ve yarışma sürecinin bilinmezliğini yaşamamayı tercih ederler. Özellikle yoğun çalışma tempoları içinde sonucundan emin olmadıkları bir proje için fikir geliştirmek ek bir maliyet ve zaman kaybı olarak görülebilir. Her iki tarafında çok gönüllü olmadığı bir ortamda yarışmaları sürdürmek; ve mimari yarışmaların, her şeyin ötesinde, mimarlık bilgisinin ve bilgiyi yaygınlaştıran söylemin gelişmesi ve kullanıcı ile paylaşılabilmesi için en iyi ortam olduğunu savunmak da, sağlam bir inanç gerektirir. İnancımızı kaybetmeden yarışmaları düzenlememizin temel nedenlerinden biri, davet ettiğimiz mimarların işlerini ciddiyetle yapmaları ve üniversite yöneticilerinin bizi sonuna kadar desteklemesi, zaman ve bütçe yaratması olmuştur. Akademik bir ortamda gerçekleştirilen yarışma jürileri sırasında yapılan tartışmalar, yöneticilerin yeni yerleşkeler ve bunların programları ile ilgili görüşlerini geliştirmeleri için doğal bir ortam sağlamıştır. Bu tartışmaların derlenerek kitap haline getirilmesi ise, daha sonra yapılacak mimari araştırmalar için kaynak oluşturmanın öneminin vurgulanması açısından gerekli bulunmuştur. Mimarlar Odası ve Türkiye’de sayıları hızla artan mimarlık dernekleri gibi özelleşmiş kurumlar da, bu geleneğin oluşmasına yayınları ile katkıda bulunmaktadır. Yarışma sonrası yapılan tartışmaların sağlıklı bir zemine oturtulabilmesi ve mimarlık bilgisine katkıda bulunabilmesi ise korkarım zaman gerektirecektir.
AS: Belki bu konuda şanslıydım çünkü jüri üyeliği yaptığım hiçbir yarışma desteklemediğim bir proje ile sonuçlanmadı. Herbirinde profesyonel ve akademik ortamdan temsilciler vardı. jüri başkanlığı yapan kişilerin jürinin kendi içinden seçilmesi ve bu kişilerin deneyimli ve yapıcı kişiler olması işleyişi kolaylaştırdı. Türkiye’de jürilerde yer alan mimarların tarafsız ve sağlıklı karar verebilmesi için gerekli ortam, uygulamayı denetleyen yasa ve yönetmeliklerle kurumsallaşmıştır. Ancak seçimle ilgili kriterlerin tümünün nesnel olması düşünülemez. Sonuçta seçim yapana ait beğeni, o güne kadar oluşturduğu mimarlık anlayışı ve tercihleri, değerlendirme sürecinde gündeme gelecektir. O nedenle ilk yapılması gereken jüri üyeleri listesini doğru oluşturmaktır. Bu mimarların yarışmalara katılımını da doğrudan etkilemektedir. Kanımca sürecin en zayıf halkası düzenlenen jüri değerlendirme raporlarıdır. Hangi projenin neden seçildiği, neden ve hangi aşamada elendiği konularını açıklığa kavuşturması beklenen jüri rapoları, çoğunlukla hızlı yazılmış metinler olarak kalmaktadır. Seçim kriterlerinin nasıl belirlendiği ve bunların ne denli etkin olduğu konusu sözlü olarak uzun süre tartışılsa bile, sonuç raporlara çoğunlukla zaman darlığı ve yorgunluk nedeni ile yansıtılamamaktadır. Çözüm jüri üyelerinin emeklerinin karşılığını vermek ve raportörleri bu konuda eğitimli kişiler arasından seçmektir. Yarışma bütçesi içinde emeği geçenlere katkılarının karşılığı verilmelidir. Bunun her zaman maddi bir karşılık olması gerekmez tabii. Ancak günlerce süren çalışmaların belgelenmesi bir uzmanlık alanıdır; bir bütçe ve zaman ister. Şeffaflık demokrasinin vazgeçilmez özelliklerinden biridir ve her katılımcının bilgi alma hakkı vardır. Bir diğer konu da yoğun iş temposundan ayrılarak gelen jüri üyelerinin tüm sürece tam zamanlı olarak katılımının sağlanabilmesidir. İşleyişte tartışmaların tümüne katılmak ve jürinin her aşamasında bulunmak zorunludur.
AS: Tek bir hikayeden çok tekrarlanan bazı cümleler kalmış aklımda: Biricisi danışman jüri üyesi olarak tüm süreci dikkatle izleyen Rektörümüzün sık sık: “Ama sonuçta hep benim istemediğim projeyi birinci seçiyorsunuz…bunun maliyeti ve kullanım zorluklarını da düşündünüz mü?” demesi; ve ikincisi, kentsel planlama konusunda bize danışmanlık ve jüri üyeliği yapan hocamızın “Siz mimarlar beni birgün öldüreceksiniz!” sözü. Bu iki serzeniş de birer reel durum olarak olarak değerlendirilmeli ve yarışmaların sürdürülebilirliği adına, yapılan seçimlerde işverenin ve kullancının istekleri ve fiziksel koşullar da gözönüne alınmalı, bunların açıkça paylaşılabileceği ve değerlendirilebileceği ortamlar yaratılmalıdır. Burada amaç, yarışmanın verdiği özgürlük içinde kimi zaman bireysel kimi zaman da bir üslup araştırması içinde olan mimarların yaratıcılığını kısıtlamak değil, Türkiye’de beklentisi gittikçe karmaşıklaşan ve beğenisi temelsizleşen işveren ve kullanıcıya da ulaşılabilen tartışma ortamlarının yaratılabilmesidir. Her yarışma açan kurumun üniversite kadar bilinçli olması beklenemez. Ama her iyi örnek bir model olarak paylaşılabilir.
AS: Ben teşekkür ederim.