Ödül Sonrası Nelerin Değişeceği Önemli!

2012 Arkitera Genç Mimar Ödülü'nü alan Elvan Çalışkan, Emin Balkış ve Mert Eyiler ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Aslı Uzunkaya: Öncelikle tebrik ediyoruz. Biraz kendiniz ve çalışma ortamınız hakkında bilgi verir misiniz? Ofisiniz nasıl kuruldu, kaç kişi çalışıyor ve işleyişiyle ilgili bazı bilgiler…

Mert Eyiler: 2007’de yola çıktık. İdari ve ticari unvanlarımızı ihmal edip, üretmenin, tartışmanın ve çalışmanın birarada olduğu atölye içinde devinmekti niyetimiz… 1991’de mimarlık ile tanıştığım zamandan, 1996’da okul sonrası eğitimi dediğim Nevzat Sayın ile geçirilen zamana ve sonrasında artık kendi başıma kaldığım 2007’den 2012’ye kadar geçen zamanların tamamında “merak” egemen atölye çalışmaları süregeldi. Atölye ile tek başıma, beraber ürettiğimiz arkadaşlarımız ya da iş birliği geliştirdiğimiz diğer atölyeler ile geliştirerek dönüşüyoruz .

Emin Balkış: Bizim çalışma ortamımızın daha geleneksel olduğunu söyleyebiliriz. Yaratıcı bir mimari için, üretim sürecinde ofis zaten bir atölyedir. Burada mimarlık tarihindeki ofislerden farklı bir çalışma uslubunu da aramıyoruz. Daha demokratik bir çalışma anlayışı tabii ki de bizde de gelişmekte. Elvan zaten benim İTÜ’den sınıf arkadaşım. Mezuniyetin ardından yolumuz Erginoğlu&Çalışlar Mimarlık’ta kesişti ve birlikteliğimizi devam ettirdik. 2003 senesinde artık kendi işlerimizi yapalım diye karar verdik. Şu an bünyemizde beraber çalıştığımız 5 mimar arkadaşımız var. Her çalışanın ofiste tasarım konusunda bizim kadar söz hakları mevcut.

ME: Merak ediyorum. Beraber geçirdiğiniz zamanın ivmesini geriye dönüp bakarsak nasıl buluyorsunuz?

EB: Birden çok mimari proje ile aynı anda birebir ilgileniyoruz arkiZON ortakları olarak, her proje için ayrılan sürede kısıtlamalar oluyor. Dolayısıyla biz çoğulcu, katılımcı ve iş bölümleri mimarlara dağılmış bir yapıda proje üretim sürecine daha sıcak bakıyoruz.

Elvan Çalışkan: Ofıs kapasitesi artınca organizasyonu çok iyi kurmak gerekiyor. O noktada başarılı olmak önemli. Kalabalıklaşsan bile istediğimiz kaliteyi, üretimi yakalayabiliyorsak doğru yoldayız demektir. Şu an ölçek olarak biraz daha büyüdük.

EB: Birebir ya da Elvan’la birlikte kapanıp bu fikri yapalım yerine, proje üzerinde daha çok katılımcının olması daha çok keyif veriyor bana. Farklı fikirleri bir tepside yoğurmak daha yapıcı ve verimli.


Emin Balkış
Fotoğraflar: Uğur Ceylan

ME: Bu coğrafyada beraber ofis kurma geleneği de çok yerleşmiş birşey değil. Genelde mimar, okuldan mezun olur, ofisini açar, is yapmaya başlar, yapar… Oysa şu anda sizin yaptığınız Erginoğlu&Çalışlar’dan öğrendiginizi, beraber olmayı geliştirmek gibi.

EB: Evet birlikteliğin kurgulanması bakımından, yöntem olarak çok şey öğrendik.

EÇ: Bizim önümüzde bir örnek var ve bilinçaltında o modeli geliştiriyoruz. Ofis içerisinde karar mekanizmasına sahip iki partner olunca daha güçlü oluyorsun. Birinin artıları diğerinin eksilerini kapatıyor. O zıtlık olduğu anda ortaklık yürüyor. Onlarda da vardı, bizde de olduğu söylenebilir.

AU: Bu katılımcılık tasarım da dahil projenin her aşamasını kapsıyor mu?

EB: Tabii. Her proje üzerinde söz söylemeye ve iş yapmaya muktedir ortaklıklar kurmaya çalışıyoruz. Partner-çalışan ayrımı yapmaktan sakınıyoruz.

ME: Hepimiz için aynı şey geçerli. Oluşturduğumuz birliktelik, adı ofis ya da atölye aslolan kollektif tavrın kendisi…

EÇ: Tabii. Model olarak paralellik var yaptıklarımızda, sadece bizimkinin biraz daha geleneksel bir yapı olduğu kanaatindeyim. Mert, siz daha proje bazlı ele alıyorsunuz değil mi?

ME: Her problemle beraber başka bir işbirliği geliştirmeye çalışıyoruz. Her seferinde yeni bir şey üretmek atölye içi dinamikler için gerekli. Tamamlanmışlık hissi yerine her seferinde yeniden başlıyoruz. Bazen tek başına, bazen de atölye ve atölye işbirlikleri kurarak…

AU: Bugüne gelene kadar mimarlık pratiği içinde yaptığınız işlerden biraz bahseder misiniz?

EB: Biz ofis olarak ilk başladığımızda genelde iç mekan işleri ile tecrübelerimizi arttırdık. Türkiye’deki 90 ve 2000’li yılların başındaki her mimar gibi biz de o süreçten geçtik.

EÇ: Bilinçli bir tercih değil aslında. Bunu yapacağım diye katı bir sınır koymuyorsunuz ilk ofisi açtığınızda. Şartlar öyle gelişiyor.

EB: Daha sonra yaş ve deneyim ilerledikçe yavaş yavaş bina yapar olmaya da başladık. Şu an öyle bir süreç var. Artı kentsel tasarım projelerine de ilgi duymaya başladık. Belli bir sürecin içerisindeyiz.

EÇ: Bir şekilde ölçek giderek büyüyor gibi oldu ama bilinçli bir tercih değildi. Daha çok Türkiye’nin ekonomik-politik etkenleri ve bağımsız inşaat sektörü de sizi yönlendiriyor.

ME: Atölye çalışmaları hep oldu, hem katılmak hem yürütmek için. Bu karşılaşmalar hem yeni tanışıklıklar kurmamıza hem de başkalarından öğrenmemize sebep oldu, oluyor. Bu karşılaşmalar da kazandığımız tanışıklıklarla bir süre ortak iş ürettik, yarıştık, tartıştık. Bu coğrafyanın beklediği, belirlediği belirgin bir mimar duruşu var. Mimar şu işi yapar, kafasında mimarın rolü de bellidir. En çekindiğimiz ise masada mimarın yalnız olduğu rol… Biz bu tanımları görüp, kabul edip, başka neler daha kazandırabilirizin peşinden gidiyoruz, görünmeyen yeni rolleri hala merakla kovalıyoruz. Hep görünmeyenlerin peşinden gideğeldim, öğrencilik zamanlarından beri hep böyleydi.

Melis Göker: Neden inşa ediyoruz, nasıl inşa ediyoruz ve bunu yaparken hangi kodları kullanıyoruz. Biraz buna kafa yoruyoruz bu aralar. İnşa ettiğimiz şeyin nesnesine değil de, orada deneyimlediğimiz, öğrendiğimiz ve kendimizi deneyimlediğimiz şeyler üzerinden düşünüyoruz. O yüzden “şöyle şeyler yapıyoruz”u anlatmak tam derdimizi anlatır mı ondan emin olamıyorum. Daha çok mutfak sürecinden bahsetmek daha doğru. Doğru kurgulamadığınız, yeterince tartışmadığınız, hazırlık yapmadığınız sürece iyi sonuç beklemek gerçekçi değil.

ME: Bu coğrafyada mimarlık, ekonomik buhranlar ve iki Dünya Savaşı sonrasında Cumhuriyet idelolojisi ve modernizm rüzgarları ile baskın fiziksel temsiliyetini artırdı. Toplumsal tartışmalar ya yapılmadı ya da yapılmıştı denip hızla geçildi. Mimar ve mimarlıklar da bu akıl birliğinin inşasına hazırlık yaptı… Belirgin mimar rolü hala bu korkarım. 1970-1980 arasında yaşanan politik yıkım sonunda, şimdilerde özellikle yapmaya çabaladığımız şey; her yeni durum için görünmeyeni, potansiyelleri kazıyıp ortaya çıkarmak. O yere, o duruma ait bağlamı tartışmaya açmak ve gerekiyorsa inşası için katkı sağlamak. Örgütlenesi ilişkiler için mücadele mekanları üzerine bir tür mimarlık peşindeyiz. Hollanda Mimarlık Akademisi’ne sunduğumuz bir Yüzer Kitaplık projesi tam da bu çabamızın denemesi. Artık kitaba ulaşmak için kütüphane, kitabevi ilişkileri eksildi, eksiltildi. Kitaba değmek için mutlaka harcama yapmanız gerekiyor, biriktirdiklerimizi paylaşıma sokmak daha kolay iken…
 

AU: Bu tavrı uygulamaya, bu yoldan gitmeye şu an ne kadar imkan bulabiliyorsunuz?
 

ME: Ne kadar bulabilirsek. Önemli olan aramanız galiba. Bize sunulmayan alanları alanı biraz daha eşelemeye meraklı olduğumuzu söylemeliyim.

AU: Genç mimarlar olarak Türkiye’deki çalışma ortamını, işveren-mimar ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

EB: Bence herşey daha pozitife doğru gidiyor. Daha bilinçli bir işveren kesimi oluşmaya başladı. Eskiden önemli olan kaliteli sıradışı mimarlığı aramak değildi. Şu an mimariden anlayan kültürlü bir kesim ile karşı karşıyayız. 10 senelik süreçten bahsedersek cımbızla seçebilirdiniz iyi işvereni. Şu an çok daha fazla karşılaşma fırsatı buluyoruz.

EÇ: Evet daha iyiye gidiyor ama yeterli mi, değil bence. İşin ekonomik ayağı da var. İç piyasanın canlanması, inşaat sektörünün hızlı gitmesi, belki de rekabet faktörü işverenleri iyi mimarlığa doğru yönlendirdi.


Elvan Çalışkan

EB: Bence bu rekabetçi ortam mimariyi de tetikliyor. Şu an herkes en iyisini yapmaya çalışıyor.

ME: Mimar – müşteri tariflerinde mimarın da müşterinin de rolü daha masaya oturmadan belli. Bizden ağırlıklı olarak iş bitirici alanda iş üretmemiz bekleniyor, üst kararları alınmış sonucu estetize etmemiz bekleniyor. Bunlar zaten yapılagelenlerdi. Müşteriyi bulmak gibi bir dert edindik kendimize. Müşteri ne demek bunu sorguladık, tüketen değil üreten bir müşteri modeli geliştirmeye çalıştığımız anlatıyoruz her seferinde. Ve gerçekten işe yarıyor. Şu sıralar müşteriyi masaya biz çağırır olduk. Dolayısıyla rolleri değiştirmeye başladık. Masaya davet edilmek yerine, biz artık masaya davet eden rolündeyiz.

EB: Bunun değişik yolları var. Bir yolu da proje üreterek, “Benim böyle bir projem var, buyrun gelin” demek, herhalde bunu kastediyorsun. Bu da bir ayağı, kendi müşterini kendin başka yollarla da yaratabilirsin. Proaktif bir mimarlık yaptığımızı söyleyebilirim. Tabii isteyerek değil piyasa koşullarında mecbur olduğumuzdan.

ME: Burada müşteri tarifi birey ya da kurum olmak zorunda değil. Problemin kendisi de bir müşteri olabilir. Müşteri bir metafor olabilir mi?

EB: Genellikle onlar bizi bulmuyor diye düşünüyorum. İşin özüne inildiğinde “böyle bir işim var, gel beraber yapalım” diyen bize az rastlıyor.

ME: Daha önce iş geliştirdiğin dostların da olabilir bu müşteri dediğimiz şey, geliştirilmesi gereken şey de olabilir müşteri. Aslında mimarlık stüdyosundaki öğrenci de bir tür müşteri. Mimarın üretim alanını sadece inşai faaliyet olarak görmemeli. Bizim bu alanı genişletici, dönüştürücü davranmamız gerekiyor. Bizden bekleneni görüyoruz ve arttırıyoruz her seferinde. Kabul görürse artırdığımız üzerinden devam ediyoruz, burası önemli.

MG: Bizim de gelişmemiz için gerekli. Yoksa aynı işleri, aynı araçlar ile, aynı insanlarla yaparsak biz de birşey öğrenemeyiz. Terminolojimiz tek düze, üretimimiz kısır kalabilir.

ME: Bu durumu dönüştürmeliyiz. “Çağırın mimar gelsin” yerine mimarlıkların davet edilip, bunun üzerine konuşulmasını daha önemli buluyorum ben.

AU: Peki Arkitera Genç Mimar Ödülü’nün sizin için anlamı nedir? Bundan sonraki işlerinizi nasıl etkileyecek?

ME: Ödül mekanizmaları ile ilgili büyük derdimiz var. Ödülün kendisi üretilenlerden daha önemliymiş gibi davranılıyor. Tüm bunları tartışmak için işte buradayız. Bu mekanizmanın olanaklarını, söylemimizi çoğaltmak, işlerimizin görünürlüğü için nasıl kullanabiliriz hep beraber göreceğiz. Görünür olmanın şiddeti de dert edindiğimiz konulardan. Görünürlüğü bir gösteri çevirmeden, gözüne sokmadan, pornografiye çevirmeden geliştirmeye çalışacağız. Ödül mekanizmaları ile ilgili derdimizi sistemin dışında durarak değil, sistemin içine girerek çözmek istedik. Sisteme inanmıyoruz bu çok net ama kendimize, üretme biçimimize ve ürettiklerimize inancımız yüksek. Biz hazırız.

EB: Ben açıkçası çok önemli ve değerli buluyorum. Bu konuda Mert’e katılıyorum. Bir sistem var ve orada olmanız gerekiyor. Ama özüne gelecek olursak, Arkitera Genç Mimar Ödülü uzun zamandan beri takip ettiğim bir ödül ve çok prestijli buluyorum. Bu yüzden başvuruda bulunduk ve çok da mutluyum şu an.

EÇ: Onur verici bir ödül. Yaptığınız şeyin doğru algılandığını, bundan sonrasında devam etmeniz gerektiğini ve iyi bir motivasyon olacağını düşünüyorum. Devamında daha doğru projeler yapmak adına büyük bir adım bizim için.

ME: Değerli olduğuna hiç şüphem yok. Henüz planlamadık ama kolaylaştırıcı olmasını istiyorum. Üretimimlerimizi paylaşmak için yeni mecralara ulaşmak istiyoruz. Basıp rafa koymak en büyük beklentim. Şöyle bir şey düşünmeye bile başladım. İlk ödül 2004’te verilmişti. Geriye dönüp, ödül alan ekipler ile geçtikleri süreci tekrar değerlendirmek istiyorum. Takip ettiğim kadarıyla bir bölümde değişiklik olmadı. Duruşları değişmedi, bildikleri hali sürdürdüler.

EB: İşlerin kötü manada değiştiğini mi düşünüyorsun?

ME: Değişimden kastım şöyle. Buradaki gençlik tarifi önemli. Dönüştürücü mekanizmanın kendisini tarifliyor, gelişmekte olmayı, sorgulayıcı tavrı tetikliyor bence. Tamamlanmamışlık hissini tarifliyor. Devinimin sürmekte olduğunu işaret ediyor. Bu ödül hayatlarında birşeyler değiştirdi mi onu merak ediyorum. Sorguladığım şey, bu.

EÇ: Asıl bundan sonra ne olacağı önemli.

ME: Bu aralıkta gezmeli biraz. Yine yolda değerlemeli olanı biteni. Şevkle yapmaya devam etmek için aralar ile masadan kalkmalı, başka yerlerden bakabilmeli.

EB: Keşke yapabilsek ama ortak olmamıza rağmen şartlar elvermiyor. Zaman açısından fırsat yaratmakta zorlanıyoruz. Keşke birkaç ay işleri bırakıp uzaklaşsak. Beatles’ın 1960’lardaki Hindistan dönemeçi gibi. Bu gezi ardından ürettikleri tamamen farklılaştı.

EÇ: Kurulu bir ofis varken, işler bir şekilde yürüyorken bizim bunu yapmamız o kadar kolay olamıyor. Biz o kadar esnek olamıyoruz maalesef…

EB: Bu kadar ayrılığa zaten Elvan izin vermez… İş hayatımız evlilikten daha yoğun bir ilişkiye dönüştü.

AU: Geleceğe yönelik mesleki planlarınız neler?

EB: Aslında hayatı daha çok planlayabilmeyi isterdim ama mimarlık dünyasında, Türkiye’de planlamak zor oluyor. En azından şunu söyleyebilirim, üretkenliğe devam edip, meslek pratiğini her şekilde geliştirmek ve yaptığımız işlere devam edebilmek. Ofisin fiziksel ve üretim potansiyelini artırmak gibi birtakım düşüncelerimiz var, bunun da yollarını inceliyoruz.

EÇ: Çok katı bir hedefimiz yok. Adım adım gitmek…

ME: Yolculuğun kendisi yoldan daha değerli. Gelecek konuşmak yerine yolculuğun kendisine yoğunlaşmalı. Emin ve Elvan’a katılıyorum. Ayrıca gelecek konuşmak için çok yanlış zamanlardan geçiyoruz. Sebebi bizim meselemizden öte dünya meseleleri. İyi yapmaya çalıştığınız şeyi sürdürmek ve daha iyi yapmak için de motivasyonu kaybetmemek. Yolda kalmak ve bu soruları sormaya devam ediyor olmak şu sıralar çok önemli.

AU: Türkiye’deki güncel mimarlık ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz, kısaca fikirlerinizi alabilir miyiz?

EB: Çok rekabetçi bir ortam gelişmekte. Globalleşme ile birlikte, bilgisayar kullanımının artması ve yeni teknolojilerle genç arkadaşlar çok başarılı olmaya başladılar. Çünkü öğrenmek, veri alıp verebilmek çok kolaylaştı.

ME: Şu anda olan biten çok hızlı, herşey çok çabuk siliniyor. birşey birikmiyor. Bu bağlamda evet bir mimarlık ortamımız var ama beklediğimiz kadar derin değil. Bir rekabet var ama iş kovalayan bir rekabet olduğunu söylemeliyim. Geliştirici bir rekabet değil. Bu da mimarlık ortamının ihtiyacı olan geliştirici, dönüştürücü etkiyi vermiyor.


Mert Eyiler

EB: Geliştirici etki ana akım mimarlık anlamında var ama yeni bir nefes yok mimarlıkta. Şu an baktığın zaman bütün işler birbirine benzemeye başladı. Özgün olmak zorlaştı. Daha çok çalışma gerektiriyor her konuda. Alternatif akımları piyasa desteklemiyor. Belediyeler ise vasat ve ilkel tasarımların öncüsü durumunda.

EÇ: Sadece Türkiye’de de değil. Suyun bu tarafındaki dünyada bu böyle… Uzakdoğu’ya kadar.

EB: Bir projeye bakıp eskiden çok heyecanlandığımı hatırlarım, artık heyecanlandırıcı proje göremiyorum etrafta. Ya da biz, imaj bolluğundan herşeyi sıradan üretimler olarak algılıyoruz artık.

ME: Ben biraz daha aydınlık bakıyorum. Umut hep var. Özellikle öğrenciler arasında yeni biraraya gelmeler, bir aradalıklar var. Mimari ürünü değil, mimarlığı düşündürdüğü için. Erasmus Programı ve yurtdışı stajlarıyla beraber, okul zamanından başlayan bir aradalıklar belirmeye başladı (PAB, SO). Başka bir tür mimarlıklarda görünür olmaya başladı böylece. Son örnek “Herkes için Mimarlık”. Taksim Meydanı için yüksek performans sergiledi ekip. Sadece haftasonu etkinliği düzenleyerek bile bu işin sürdürülebileceğini gösterdiler. Sorguladığımız örgütlenesi toplumsal ilişkiler işte tam da bu. Mücadele mekanın çevirdiler parkı, pikniği de mücadelenin kendisine. Meydan ne olur, kışla yapılır mı bilmiyorum?

EB: Neresinden baktığınız çok önemli. Beraber çalışma ortamını kastediyorsan katılıyorum, biz öyle bir dönemden geçemedik ve bunu bizim için çok büyük kayıp olarak görüyorum. Darbe dönemlerinden sonraki sessizlikte eğitim gördük. Herhangi bir katılımcılık veya toplu eylem söz konusu değildi.

AU: Çok teşekkür ederiz.

 

ARKİV’deki Profil Sayfaları

 

Emin Balkış

http://www.arkiv.com.tr/mimar/emin-balkis/9678

Elvan Çalışkan

http://www.arkiv.com.tr/mimar/elvan-caliskan/9679

Mert Eyiler

http://www.arkiv.com.tr/mimar/mert-eyiler/7493

Etiketler

Bir yanıt yazın