Geçtiğimiz yıl Genç Mimar Ödülü'nü kazanan KAAT Architecture + Urban'ın kurucu ortakları Lebriz Atan Karaatlı ve Sacit Arda Karaatlı ile mimarlık yolculukları hakkında konuştuk.
Lebriz Atan Karaatlı: Biz 2009 yılından beri beraber çalışıyoruz. Yani 15 senedir süregelen bir yarışma ve mimarlık pratiğimiz var. Birlikte çalışmaya ve bir şeyler üretmeye çok alışkın bir çiftiz. Bu da çalışmalarımızın zamanla evrilmesi ve birbirimizi çok iyi anlamamızla daha farklı boyutlara ulaştı. 2015 kağıt üstünde ofisi resmileştirdiğimiz tarih ve ekibimizi büyütme kararı aldığımız yıl. Ancak biz zaten çok uzun bir süredir beraber yarışmalara katılıyor ve işler üretiyorduk.
Sacit Arda Karaatlı: 2009 yılında, 3. sınıfta aynı sınıfa düşmemizle beraber, birlikte yarışmalara girmeye başladık. Zaten okuldan çıktığımızda da bildiğimiz tek şey yarışma yapmaktı. O pratiği sürdürerek ilerledik. Bir yerden sonra kaçınılmaz olarak ödüller almaya başladık. Sonrasında da mesleki pratiğimiz devam etti.
Ada Umay Cansız: Mimari pratiğiniz kapsamında birçok farklı ölçekte ve türde üretim yapıyorsunuz. Bu çeşitliliğin yaratıcılığınıza ve tasarım sürecinize nasıl etkileri var? Sizi besleyen tarafı mı yoksa zorlayan tarafı mı daha baskın çıkıyor?
Sacit Arda Karaatlı: Tartışmasız bir şekilde besleyen tarafı daha baskın. Çünkü hepsinin düşünsel pratiği çok farklılaşıyor, ama bir yandan da ofisin ortak dilini kurmak gerektiği için projeleri ortak bir müşterekte buluşturmak gerekiyor. Bir kentsel tasarım probleminde de, yapı ölçeğinde de, mobilya ölçeğinde de sorunlar hep var ve bunlara yaratıcı çözümler bulmak gerekiyor. Bu bağlamda ortak bir potada ölçeğe uygun bir üretme meselesi, bizim için oldukça heyecan verici.
Lebriz Atan Karaatlı: Ölçeğin sürekli değişiyor olması, hem ekip arkadaşlarımızı hem de bizi çok motive ediyor. Örneğin coğrafi anlamda çok farklı yerler öğrendik, çok farklı konulara kafa yorduk. Bir gün bir psikiyatrist ile konuşurken ertesi gün bir arkeologla konuştuğumuz oldu, bu da çok besleyici oluyor.
Tek bir konuya odaklanmak -örneğin hep stadyum ya da hastane projesi yapan bir ofis olmak- belki işi biraz kolaylaştıran ve rahatlatan bir şeydir. Ama biz daha farklı bir tercih yaptık. Bahsettiğiniz gibi farklı tür ve ölçekte işler üretmenin bizi daha çok beslediğini düşünüyorum.
Sacit Arda Karaatlı: “Bakınca tanınır bir mimarlığınız yok ama incelediğimiz zaman siz olduğunuzu anlıyoruz,” sözünü çok duyuyoruz. Dolayısıyla ofisin ortak dili aslında biçimsel bir dil değil, bir yaklaşım dili. Bu da tecrübeyle oluşuyor. Yani bunu okuldan ilk çıktığımızda oluşturmamız mümkün değildi. Yaş aldıkça, tecrübe edindikçe, okudukça, yazdıkça, gördükçe oluştu. Lebriz’in söylediği gibi farklı disiplinlerden insanlarla karşılaştıkça bir şeyler birikiyor. Bu sayede yeni bir perspektif çizilebiliyor.
Ada Umay Cansız: Genç mimarlar olarak piyasada tutunmayı ve mesleki vizyonunuzu ortaya koymayı nasıl başardınız? Bu süreçte kariyerinizde dönüm noktası diyebileceğiniz dönemler var mı?
Lebriz Atan Karaatlı: Kariyerimizde çok belirgin bir şekilde yarışma ağırlıklı çalışıyorduk. Ama pandemi öncesi, hem iş hayatımızda hem de yarışma hayatımızda, arka arkaya birincilik ödülleri ve başarılar kazandığımız bir dönem oldu. O dönem ofisi de bizi de çok motive etti. Çok fazla yarışma açıldığı bir dönemdi. Sürekli üretiyorduk. Aynı anda birkaç iş birden yürütüyorduk.
Sacit Arda Karaatlı: Yarışmalar tabii ki tartışmasız bir şekilde dönüm noktası. Fakat bir dönem daha var. 2017 ya da 2018 yılında Ömer Yılmaz’ın Madencioğlu Şelalesi ile beraber bizi Zonguldak projeleri sürecine dahil ettiği bir an vardı. Benim için pek çok şeyin önünü açan işlerden bir tanesi oldu. Çünkü Madencioğlu Şelalesi, birçokları tarafından yapıldı zannedildi. Örneğin yerel seçimlerde çeşitli belediye başkanları tarafından çalınarak kendi projeleri gibi gösterildi. Oldukça olaylı bir süreç oldu. O an bence pek çok şeyin kapısını açtı.
Bir de Lebriz’in de söylediği gibi bu yarışma kazanımlarının, çarpan etkisi var. Özellikle de birkaç tanesi aynı sene içerisinde arka arkaya geldiği zaman, bir tanınırlık sağlıyor ve dikkat çekiyor.
Bu ikisi bizim yolculuğumuzda mihenk taşlarıdır diyebiliriz.
Sacit Arda Karaatlı: Aslında bu iki tarafa da çekilebilecek bir soru. Regülasyonlardaki boşluklar, yeni mezun bir mimarın çok büyük bir proje yapabilmesine imkan veriyor. Bu açıdan, ülke oldukça verimli denebilir. Fakat genç mimarlara ve daha tecrübeli mimarlara yönelik açılan yarışma sayısı az, koruma açısından ihale sistemleri vs. oldukça elverişsiz.
Yurtdışında yarışmalar birçok dereceyle açılıyor; yeni mezunların katılabilecekleri yarışmalar belli, daha tecrübeli ofislerin katılabilecekleri yarışmalar belli ve bu yarışmalar kazanıldığında sürecin nasıl işleyeceği de oldukça iyi tanımlanmış.
Bizim ülkemizde ise mimarlık tek başına yetmiyor ve her zaman bir süreç idareciliği yeteneğinin de zaman içerisinde gelişmesi gerekiyor. Bu durum, hem işin başlamasına kadarki sürecin hem iş alındıktan sonraki koordinasyonun hem de inşaat başladıktan sonra şantiyenin idaresini kapsıyor. Yani günün sonunda mimarlıktan pek de bahsedilemeyen, daha çok süreç idareciliğine geçmiş bir gündemden bahsediyor oluyoruz. Bu bağlamda, ülkemizdeki rollerin pek iyi tanımlanamamasından kaynaklı zorluklar olduğunu düşünüyorum.
Lebriz Atan Karaatlı: Bana göre yurtdışında süreçler çok öngörülebilir gelişiyor. Avrupa’da da Amerika’da da mimar arkadaşlarımız var. Onlar regülasyonlara, evrak işlerine vs. çok fazla takılıyorlar. Türkiye’deki şantiyelerde bazı işlerin ne kadar kolay olduğundan bahsediyorlar. Orada istediklerini istedikleri gibi yaptıramamanın, sürekli prosedürlere takılmanın sıkıntısını yaşıyorlar. Ama çok öngörülebilir bir düzen var. Mezuniyetlerinden itibaren katılabildikleri yarışmalar belli, 5-10 sene sonra hedefledikleri yere ulaşmaları kolay. Yavaş yavaş büyüyen, daha sakin ve güçlü temellere dayalı bir sistem olduğunu düşünüyorum.
Mesela yurtdışında, 35-40 yaşlarında bir insan kendisini kariyerinin başında, heyecanlı ve mutlu hissederken; Türkiye’de birçok şey için birkaç kat daha fazla çabalamak gerekiyor. Yeni mezunun da, bizim yaşımızdaki insanların da, üst nesillerin de çok fazla çabalaması gerekiyor. O zaman da insanlar 40 yaşında geldiği zaman yorulmuş, sıkılmış, tükenmiş oluyorlar.
Orada hayat çok sürprizli olmayan, sakin ve dingin bir süreç içerisinde, belli bir çerçevede ilerliyor. Sosyoekonomik faktörlerin, finansal durumların da etkisini hesaba kattığımız zaman, orada daha huzurlu bir ortam olduğunu düşünüyorum. Amerika’yı bilmiyorum ama Avrupa için bunları söyleyebilirim.
Lebriz Atan Karaatlı: Biz yıllarca “yarışmalarla var olan bir ofisiz” dedik. Çünkü yarışmalara öğrencilikten itibaren başladık ve her öğrenci gibi, ödül alabildiğimizi görünce bunu devam ettirdik. Profesyonel hayata geçişte bu biraz sekteye uğradı. O hızla girişince hayal kırıklıklarımız oldu. Ancak sonrasında profesyonel hayatta da tutturabildiğimizi görünce, yarışmalar her zaman ofisin gündeminde oldu.
Bahsettiğim dönemde aynı anda 2-3 yarışma oluyordu ve aradan seçiyorduk. Bu lüksümüz vardı. Dolayısıyla günlerin yarışmayla geçiyor olması, ofiste sürekli teslim konularının geçiyor olması bence çok heyecan verici ve güzeldi. Sonradan yarışmalar azalınca bu da sekteye uğradı.
Kendimizi çok eleştiren bir ofis olduğumuz için, hiçbir zaman “jüri bizi anlamadı”, “işveren bizi anlamadı” gibi şeyler düşünmedik. Hala ders çıkarmaya ve kendimizi geliştirmeye devam ediyoruz. Ancak artık olanaklar çok sınırlı.
Sacit Arda Karaatlı: Bizim gündemimiz de artık kaydı. Yarışmalarla var oluyorsun fakat tanınırlık kazandıktan sonra özel sektör ve daha farklı ölçeklerdeki projeleri yaparken, yarışmalara pek vakit kalmıyor. İyi bir yarışma açıldığında “çok iyi olurdu ama şu an elimiz dolu” dediğimiz çok fazla an yaşıyoruz.
Sacit Arda Karaatlı: Birkaç sene öne İBB’ye teslim ettiğimiz Gavuzoğlu Yaşlı Rehabilitasyon Merkezi’nin inşaatı devam ediyor. Bu sene içerisinde ya da önümüzdeki sene başlarında açılacak diye umuyorum.
Arap coğrafyasında sene başından beri temasta olduğumuz birkaç özel iş var. Onlarla alakalı bazı izinlerin çıkmasını bekliyoruz, ardından uygulama projelerine başlayacağız.
Özellikle Türkiye’de yarışma açılırsa mutlaka gündemimize almak isteriz. Ama artık jürilerin de yarışma jüriliğinden oldukça uzaklaştığını ve güvende kalan tarafta seçimler yaptıklarını düşünüyorum. Ülkedeki pek çok şey gibi jüri niteliği de bozuluyor. Dolayısıyla Türkiye’de bir yarışma açılsa da heyecanlanıp heyecanlanmayacağımızı bilemiyorum.
Hedeflerimiz bu şekilde.