1 Ekim 2010'da Buildist Yapı Malzemeleri Fuarı'nda "mimari erişilebilirlik" hakkında bir panel gerçekleştirecek olan Özürlüler Vakfı'ndan Esra Berberoğlu ile kentsel yaşamda karşılaştığımız engeller ve Türkiye'de bu sorunun boyutlarını konuştuk.
Dilek Öztürk: Vakfınızda ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?
Esra Berberoğlu: Bizim amacımız, özürlülük konusunda çalışma yapan akademisyenler, sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimlerin, bu alanda çözüm üreteceği organizasyonları gerçekleştirmek. Kongrelerimiz bunlardan bir tanesi. Uluslararası katılım alan ve uzmanların çok önemli çalışmalar yaptığı bir kongre. Çok farklı çalışma alanlarından katılımcılar var. Hekimler, fizyoterapistler, mimarlarlar, mühendisler gibi. Ayrıca bir bilim kurulumuz var. Yapacağımız çalışmalarda bu kuruldan mutlaka görüş ve danışmanlık alıyoruz. Kongrelerin sonuç raporları bizim için çok önemli. Bu raporları ilgili birimlerle paylaşıyoruz. Dünya Sağlık Örgütü için Türkiye’deki özürlü konusu öncelikli değil. Bu çok şaşırtıcı çünkü bu konu ile ilgili onlara gelen herhangi bir rapor ya da sorun yok. Ellerinde rapor ya da belge gibi bir kaynak yok. Dolayısıyla sorun olarak gözükmüyor. Şu an elimizde bulunan Mimari Erişilebilirlik Klavuzu yazılı bir belgedir. Bu gibi klavuzlar olmadığından, özürlülük konusu hala kurumlar tarafından ciddi bir sorun olarak ele alınmıyor. Dolayısıyla çözüm için bir çaba sarfedilmiyor. Sadece şikayet etmekle yetiniyoruz.
Özürlü raporlarıyla ilgili şu an çok ciddi bir sorun var. Özürlü bir kişi, bunun ispatı için bir belge almak zorunda. Bu rapor için kurula gidiliyor ama devlet %40 ve üzerinde fonksiyon kaybı olan bireylere bu raporu veriyor. %40’ın altındaysanız birçok imkandan faydalanamıyorsunuz. Bu durum özürlü aylığı için de geçerli. Özürlü maaşı için rapor almaya gittiğinizde fonksiyon kaybı genelde %30’lara kadar düşürülebiliyor. Fakat özürlü kartı almak isterseniz bu oran %80’lere çıkabiliyor. Biz de bu farklı sağlık raporlarını toplayıp dava açıyoruz. Böylece birçok kişinin bu sorundan muzdarip olmasını engellemeye çalışıyoruz.
DÖ: Türkiye dışında Avrupa ülkelerinin çoğu ECA (European Concept for Accessibility / Erişilebilirlik için Avrupa Konsepti) birliğine üye. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
EB: Üye olunamaması ile ilgili detayları çok bilemiyorum. Ama, yapısal olarak çok ugun olmamamız bu birliğe üye olamamamız için yeterli neden olabilir. Şehirleri yeniden yapmamız mümkün değil. Biz bundan sonra yapılanların iyi olması ile ilgili çalışmalar içindeyiz. Bu aşamada çoğu insan eksikleri, yetersizlikleri ya bahane ediyor ya da bundan kaçınıyorlar.
Bizim şu an taraf olduğumuz ama uygulamadığımız bir raporlama sistemi var. Sadece kişiye yapabildiklerini ve yapamadıklarını sıralayan bir sistem.
DÖ: Yerel yönetimlerin bu konuya bakışı nasıl?
EB: Yerel yönetimlerin kendilerine verlen 2012’ye kadar olan süre nedeniyle bu konuya ilgisi var. Kamu binalarının herkesin erişimine uygun olması gerekiyor. Yerel yönetimlerin içinde de biraz daha farkında olan gruplar var. Ama uygulama sorunları çok. Mesela 45 derecelik rampa yapılıyor. Bu sadece yapmış olmak için yapılıyor, o rampadan hiçbirşeyi çıkaramazsınız.
Kongrede yaptığımız çalıştayda özürlü olmayan arkadaşlarımızı tekerlekli sandalyeye oturttuk ve o rampadan çıkmalarını istedik. Çok ciddi bir kol gücü sarfetmeleri gerekiyor. Olması gereken bu değil. Rampaların hiçbir maddi külfeti yok. Artık çok ciddi pratik çözümler de var. Katlanabilir rampalar, çok ciddi ağırlıklara kadar dayanabiliyor. Çözmek istedikten sonra çözüm üretmek çok daha olanaklı. Yeter ki mevcut zihniyeti düzeltelim. Sen özürlüsün sokağa çıkma gibi bir zihniyete sahip olduğumuz sürece rampaların önüne elektrik direkleri dikeceğiz, kaldırımın ortasında arabalar olacak.
Görme özürlülerin çoğunun alnında ve bacaklarında, yolda duran babalara ve kaldırımdaki arabalara, tabelalara çarpmaktan morluklar vardır.
DÖ: Engelliliğin tanımı tam olarak nedir? Ya da şöyle diyelim kent içinde engellerle karşılaşan bir grup mudur?
EB: Bu tanım aslında çok geniş. Biz bu tanımı sadece fiziksel özürlülerle sınrılandırmak istemiyoruz. Yaşlılar, bebek arabası taşıyan anneler, astımı olanlar, nefes darlığı çeken, kalp sorunları olan insanlar var. Uyarı sistemlerinin çok gelişmiş olması lazım. Yurtdışında bir alışveriş merkezinde yangın çıkıyor ve ölen tek kişi görme özürlü. Çünkü bu alışveriş merkezinde onun için herhangi bir uyarı sistemi yapılmamış. Ayrıca metrobüsün yüksek merdivenleri çıkarken ben bile zorlanıyorum, bir de baston ya da koltuk değneği kullanan insanları düşünün. Gündelik hayatta o merdivenlerde çok hızlı bir sirkülasyon var. İnsanlar iş telaşıyla hızlı hızlı hareket ediyorlar ve siz umurlarında bile değilsiniz. Bunlar biraz detay olabilir, ama aslında özürlüler için büyük sorunlar. Yeni yapılan deniz otobüslerinde de rampalar ihtiyaca cevap vermiyor. Özürlü tuvaletlerinde tekerlekli sandalye için bir manevra alanı bile yok.
2007’de Türkiye’ye tekerlekli sandalyeli bir Alman İçişleri Bakanı gelmişti. Bu sırada rampalar yapıldı, her yer uygun, erişilebilir hale geldi. Biz günü kurtaran bir memleketiz. Şehirlerde özürlüler için bir konferans veriliyor ve tekerlekli sandalyeli bir konuşmacı karga tulumba sahneye çıkarılıyor. O bir birey ve sizden bir şey talep etmedikçe, sizin onu o şekilde taşımaya hakkınız yok.
DÖ: Kendinizi tanıtma çabası içerisindesiniz. Mimarlık, tasarım, planlama ve görsel disiplinlerle ilişkileriniz, talepleriniz nasıl?
EB: Genelde üniversitelere gidip bu tarz çalışma yapmalarını talep ediyoruz. Mimari Erişilebilirlik Kılavuzu’nu hazırlayan Özlem Belir, bu alanda tez hazırlayan tek kişi. Akademisyenlerin de bu duruma dikkat çekmesi lazım. Sadece mimari açıdan değil, tıp, hukuk, reklamcılık, iletişim gibi disiplerin de işin içine girmesi lazım. 8,5 m,lyon kişiden bahsediyoruz ve bu rakam aileleri ile birlikte neredeyse 30 milyon ediyor. Sadece özürlü diye eve kapanan bireylerden bahsetmiyoruz, işine giden, yaşayan, üreten ve tüketen bir gruptan bahsediyoruz. Bu grubun da ihtiyaçları var. Türkiye’de hala tekerlekli sandalye üretimi yetersiz oranda. Çok basit, maliyeti az endüstriyel ürünler var. Sapı yamultulmuş ya da etrafı kaplanmış bir kaşığın bir spastik birey için çok önemi var. Ama bunu hala burada üretmiyoruz, yurtdışından getirtiyoruz. Tekerlekli sandalyeden koltuğa geçmek için çok basit kaydırma aletleri var mesela ama biz bu aletleri de hala yurtdışından yüğksek fiyatlarda temin ediyoruz. Biz Mimar Sinan Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümüyle yaptığımız çalışma için ciddi bir araştırma yapmıştık. Yurtdışında yaşlıların iskambil oynarken kağıtları yerleştirmeleri, çorap giyebilmeleri için, küvetten çıkabilmeleri için özel bir aparat yapılmış. Bunlar gibi yüzlerce örnek var.
Bence burada mimarlık öğrencilerinin de bu konuya, hocaları tarafından yönlendirilmeleri lazım. Sosyal sorumluluk deyince, firmalar genelde doğaya ve eğitime yatırım yapıyorlar. Çok daha iyi imkanlar verildiğinde insanların iyileşebileceğini gördüm. Felç geçiren iki hastadan bir Almanya’da, biri Türkiye’de tedavi görüyor. Türkiye’deki hala yatalak ve konuşamıyor, 11 ay boyunca hastanede yatmış. Almanya’da tedavi görenin ise, hastalığından eser yok. Bizde sosyal rehabilitasyon denilen şey yok. Tıbbi rehabilitasyon alabilirsiniz ama bunu dışında günlük hayatınızda kullanmanız gereken şeyleri tutabilmeniz, nasıl giyinmeniz gerektiği gibi şeylerlem ilgilenen, eğitim veren bir kurum yok. Genelde bakıldığında bu konu çok ciddi sektörleri ilgilendiriyor, tekstil, tıp, mimarlık, inşaat gibi ama ne yazık ki hala bir gelişme yok.
DÖ: Büyükşehir Belediyesi ile bağlantınız nasıl? İstanbul’un bir erişilebilirlik planı yapılabilir mi?
EB: Böyle bir şey yapılırsa tabii ki çok iyi olur ama benim bildiğim kadarıyla böyle bir çalışma yok. Bizim kongremizin de en önemli sonucu, Ulaşım AŞ’nin bu konu ile ilgili söz vermesi ve hemen başlaması oldu. Biz tamamen bir sivil insiyatif olduğumuz için, yaptırım gücümüz tabii ki biraz daha farklı oluyor. Maddi veya manevi hiçbir çıkar gözetmiyoruz.