Gaziantepli mimar Murat Parlak ile merkez kentler dışında bir kentin mimarlık pratiğini ve kendi deneyimlerini konuştuk.
Gaziantep’te nitelikli mimarlığın peşinde koşan sayılı mimarlardan biri olan Murat Parlak, Balıkesir Üniversitesi’nde aldığı eğitimin ardından büyük kentlere yönelmek yerine doğduğu kente geri dönüp mimarlık pratiğine elinden gelen her türlü katkıyı sağlamayı tercih etmiş. Parlak, başta İstanbul, Ankara, İzmir gibi mimarlık kültürünün kalbinin attığı kentleri bırakıp bunların çok uzağında konumlanan Gaziantep’e dönme fikrine endişeyle yaklaştığını belirtse de ofisini açtıktan sonra bu kentte nitelikli mimarlığın gelişimi anlamında büyük çabalar harcamış, zorlu geçen yıllardan sonra meyvelerini de toplamış diyebiliriz. Murat Parlak ile Gaziantep’te mimarlık üretimini, kent dinamiklerini ve potansiyellerini konuştuğumuz sohbetimize göz atmak isterseniz buyurun.
Murat Parlak: Ben doğma büyüme Gaziantepliyim. İlk ve orta öğrenimimi burada tamamladıktan sonra lisans eğitimim için Balıkesir Üniversitesi’ne gittim. Mimarlık eğitimim süresince yaz aylarını mimarlıkla dolu dolu, verimli geçirdiğimi hatırlarım. Mezuniyet sonrası yüksek lisans için İstanbul’a Yıldız Teknik Üniversitesi’ne gittim. İstanbul’da bulunduğum süre içerisinde bir takım önemli bürolarla, mimarlarla tanışma fırsatı yakaladım. Mimarlık kültürü, literatürü üzerine kafa yoran kişilerle çok zaman geçirdim. Gaziantep’e dönmüş olsam bile bu ortamlarla, kişilerle ilişkim hiç kopmadı. Sosyal medyada, mimarlık ve tasarım forumlarında da güncel olarak bir takım yazılarla da katkı koymaya devam ettim. Tabii bu merkezdeki canlı mimarlık kültüründen kopmamanın yolu sadece bu diyaloglardan geçmiyordu, yanında yarışma pratiklerine ayrılan zamanın da katkısı büyüktü. Yarışmalar mesleğin ilk yıllarında özellikle benim için çok önemliydi. Gaziantep’e gelişimden sonra her ne kadar usta-çırak ilişkisine inansam da başka bir mimarın ofisinde çalışma imkanım olmadı. Kendi ofisimi kurdum. Gerçi bunda en büyük neden de, buradaki mimarlık ofislerinin kafamdaki usta-çırak ilişkisini yürütebilecek nitelikte olmayışlarıydı. Tabii yalnız başına yola çıkan bir mimar olarak bunun sıkıntılarını da yaşadım. Hele ki merkezden uzakta idealist, kurallarına uygun mesleği icra etme hevesi olan bir genç mimar olarak birçok zorlukla karşı karşıya kaldım. Uygulama acemiliği, tasarım acemiliği… Bu arada bu süreçte kendi alanında, mesleğinde önemli yerlere gelmiş, ustalaşmış büyüklerimden, ofislerden de bayağı bir destek aldım.
Yarışmalar başlangıçta da söylediğim gibi yol almamda çok etkiliydi. Mesleğimin ilk 2-3 yılında hemen birkaç ulusal yarışmada başarı gösterince yolun başında olan genç bir mimar için birçok anlamda olaylara ivme kazandırıyor. Size heyecan katıyor, ekonomik anlamda destek oluyor, mesleki başarının vermiş olduğu heyecanla bir sonraki adımlara konsantrasyonunuzu arttırıyor. Her şeyden önemlisi de bu işin, illaki İstanbul’da, Ankara’da bulunma zorunluluğunun olmadığını ispatlamış oldu bana. Yani merkezde olmadan da, uzaklardan da olsa bir şekilde siz de o oyunun içerisinde rol alabiliyorsunuz.
İstanbul’da yüksek lisans için bulunduğum zamanlar -bahsettiğim yıllar 2000’lerin başı- Erginoğlu&Çalışlar’ı duymuştum. Harp Akademisi Yüzme Havuzu’yla yapı dalında ödülleri vardı, değişik iç mimarlık işleri yapıyorlardı, gündeme gelen bir ekipti. Ben onları Balmumcu’daki ofislerine ziyarete gittiğimde sağ olsunlar benimle çok yakından ilgilendiler. Çat kapı gidiyorsunuz, yeni mezun bir mimarsınız, işleri de yoğun. Orada geçirdiğim süre zarfında çok hoş mimarlık sohbetleri yaptık. Sohbetin sonunda Hasan Çalışlar şunu dedi bana: “Yeteneklisin, bu işe hakimsin, kendi ofisini bile açabilecek ışığı görüyoruz sende ama Gazianteplisin ve anladığım kadarıyla ailen, çevren orada sen bunu niye orada denemiyorsun? Bu işler burada çok zor. Hele ki yabancı bir kişi olarak geldiğinde istediğin noktaya gelmen için çok yol alman gerekirken Gaziantep’te bu yolu çok daha kısa bir sürede aşarsın. Gaziantep’te bu işi çok daha kısa bir sürede hayallerindeki noktaya getirebileceğine inanıyoruz.” Bu beni baya etkileyen bir konuşma olmuştu. Çünkü o zaman 2000 krizi baş göstermişti, birçok ofis küçülmeye gitmişti. Tercihimi Gaziantep’e dönüp, kendi ofisimi açıp, işe bir yerden başlamak üzerine kullandım ve geldim.
Gaziantep’e gelip askerlik öncesi kısa süren bir proje uygulamasının ardından kısa dönem askerlik için Şırnak’a gittim. Döndükten sonra yani 2003 yılında başlamış oldum. Çok zor bir 3-4 yıl geçti. Bu 3-4 yılın sonlarına doğru ekip olarak girdiğimiz birkaç yarışmada ödül aldık. Bir şekilde sesinizi varlığınızı hissettiriyor yarışmalar bu güzel yanı, ama diğer yandan duruşunuza da daha dikkat etmenizi sağlıyor. İş tekliflerini, işverenleri değerlendiririrken daha seçici olma haline giriyorsunuz.
Gaziantep gibi bir yerde iş alanı şudur; genel olarak piyasadaki mimarlar mimarlık pratiği olarak konut, apartman projesi yapar. Kentte bir spor kompleksi, kültür merkezi gibi programı farklı işler yapılacak olsa, yerel yönetimler olsun ya da yatırımcılar; bu bölgedeki mimarları tercih etmek yerine “bizim buranın mimarları nasıl yapacak ki bu işi, bu alanda iş yapmış bürolara gidelim, burada böyle bürolar yoktur zaten” mantığı ile bölge mimarlarını zayıf görüp, batıdaki ofislere yönelirler. Bir yere kadar işveren de haklıdır aslında. Bölgemizdeki mimar meslektaşların çoğunluğu bahsettiğimiz çeşitlilikte mimari konulara meraklı ve iştahlı değil. “Biz mimar olduk, buraya geldik , bu bölgede de yapacağımız şey ancak apartman, konuttur” psikolojisi hakim. Ama o alanda -konut- dahi performanslarını fazla zorlamadıklarını görmekteyiz. Bir yarışma projesine girip, değişik bir konu üzerinde bir proje üretmek yerine – bu bir kumar belki ona göre – “giderim şurada iki tane müteahhit, üç tane işverenle anlaşırım aynı tip apartman projesini ufak revizyonlarla hepsine yaparım, bunun karşılığında şu kadar para kazandıktan sonra da çok güzel geçimimi devam ettiririm, hem de büromu iyi bir noktaya taşırım” mantığı vardır. Mesele finansal odaklı olup olmamakla alakalı. Merkeze mimarlığı koyup koymamakla alakalı biraz. Benim önceliğim hep nitelikli bir mimari üretmek üzerine oldu yeri gelip para kazanmamak ya da kaybetmek pahasına dahi… İçeriğinde konut dışı farklı programların olduğu projelerde ya da konut veya dışı merkezinde kimsenin uğraşıp zaman harcamayacağı karışıklıkta bir problemin olduğun tasarım alanlarında kapımızın çaldığı çok olmuştur. Hatta şimdi dönüp bakıyorum da ürettiğimiz birçok işin ortak noktası bunun gibi nedenler. Şimdi diyeceksiniz ki neden? Benim cevabım; uğraşmaya değer bulmuyorlar, tercihlerini daha kolay işlerden, daha az zaman harcayarak daha çok para kazanmaktan yana kullanıyorlar. Zorlanmadan, zaman harcamadan, çok fazla kafa yormadan… Bu bir tercihtir.
Problemin özüne inmek, oradaki kavramsal ve bağlamsal meseleleri ele alıp -bu işin ölçeği ne olursa olsun yani bir yapı olabilir, küçük bir dekorasyon işi bile olabilir- doğru ilişkilendirilip, doğru anlatılmasını istiyorum ve böyle bir mesleki temsiliyet yolu seçiyorum. Bu yol aslında riskli bir yol. Ekonomik olarak güçlü biri ya da ofis olmalısınız. Çünkü bunun için ciddi mesai ayırmanız gerekiyor, süreçler uzuyor. Proje bedelleri mimarların yapmış oldukları fiyat kırımları yüzünden hak ettikleri bedeller altında yapılıyor. Önünüzde iki seçenek kalıyor; birincisi projenin hakettiği bedelleri ödeyecek ve bu süreçleri göze alan bir işvereniniz olacak ve gerekli mesaiyi vererek nitelikli iş yapacaksınız, ya da çoğunluğu sabırsız, ucuza ve hızlı iş isteyen işverenlerle olabildiğince(!) doğru proje yapmaya çalışacaksınız. Bu çoğunluğu diye bahsini ettiğim işveren profilini kendi meslektaşımın yarattığını üzülerek söylemem gerek. Günümüz koşuşturması içerisinde insanlar nihai sonuca en kısa zamanda, en ekonomik şekilde ulaşma derdinde, işverenlerin en büyük derdi bu. İşverenler için iyi proje en kısa zamanda belediyeden en kısa sürede, en ucuza, ve mümkünse(!) en büyük metraja sahip projedir. Yani ona göre istediği bina dikilip istediği metrajlarda elde ediyorsa ve bunu istediği rakamlarda satabiliyorsa iyidir. “Bu yapı doğru planlanmış mı?”, “kullanıcısını mutlu eder mi?” veya “çevresiyle uyumlu mu?” gibi meseleler ilgilendikleri şeyler olmuyor. Ama mimar olarak sizin esas ilgilenmeniz gereken konular bunlar. Genel olarak Gaziantep’li işveren ve mimar duruşları maalesef böyle. Bu noktada bu zamana kadar ben mecburen işveren seçmek durumunda kaldım. Belki de benim gibi düşünen işverenler beni seçti demek daha doğru.
Mimarlık eğitimi size çok şey kazandırıyor. Dünyaya bakış açınızı değiştiriyor. Artık o şehirden çıkıp giderkenki insan dönerken aynı olmuyor. Bu kadar sanatsal, entelektüel bir eğitim sürecinin sonunda geri döndüğünüz şehirle size ters gelen meselelerde uzlaşma yolları arıyorsunuz. Yaşadığı, doğup büyüdüğü yeri iyi tanıyan biri olarak çok da isteyerek geri dönmedim. Bırakıp gittiğim şehrin nasıl bir şehir olduğunu biliyordum hele ki İstanbul, Ankara, İzmir gibi hızlı bir devinimin yaşandığı şehirlerdeki heyecana şahit olup “bunların gerisinde kalmış, gecikmeli takiplerin yaşandığı bir şehre dönüp burada nasıl yapacağım” düşüncesine giriyorsunuz. Buraya dönüp, kolları sıvayıp iyi bir ortam için, yanlış giden bir şeyleri değiştirmek için çok çaba sarf ettim diyebilirim. Kendi kuşağımdan meslektaşlarımla bir araya geldim, Mimarlar Odası yönetiminde yer aldım, mimarlık eğitimi alanında üniversitelerde konuk öğretim görevlisi olarak bulundum. Akademik ortamda yeni yetişen genç kuşak meslektaşlarımızı daha doğru bir mimarlık için bilinçlendirmeye çalıştık. Bu süreç zarfında tüm bunlar olup biterken, şehirde de geçmişe göre daha hızlı bir kabuk değişimi yaşanıyordu.
Öncelikle “Güneydoğu’dayız, imkanlarımız bu” demeyip batıda olanlardan haberdar olup “biz bunları niye buralarda da gerçekleştirmeyelim?” diyerek hareket etti yerel yönetimler. Gaziantep’in halkı çok çalışkandır. Sosyal yaşantı biraz zayıftır şehirde. İnsanların en çok tutundukları şey çalışmak. Bu durum Gaziantep’in bu noktaya gelmesinde baş sebeplerden biri. Belki de aşırı çalışmaktan sosyal yaşantıları da zayıf kalıyor. Ama sosyal kültürel yaşantı durumlarında da gelişmeler var. Bunda özellikle üniversitelerin ve öğrenci sayısının artışının, yoğun göçlerin etkisi oldu. Sosyal donatı ve alan oluşturmaya yönelik fikirler, projeler çoğalmaya başladı. Müze, kültür merkezleri, rekreasyon alanları, restoranlar, çarşı sokakları vs gibi konularda çok sayıda proje üretildi. Bu durum “tasarlanmış mimarlık ürünü” anlamında önemliydi. Bu durum geçen son beş, altı yılda insanların, yerel yönetimlerin mimariye çok daha değer vermelerine, nitelikli iş taleplerine yol açtı. Doğal olarak da daha iyi tasarım üretme anlamında mimarların duruşları da değişmeye başladı. Artık tasarım kalitesine, görsel ve fonksiyonel kaliteye önem verilmeye başlandı. İnsanlar artık bunun farkındalar. Son 10 yıldaki süreçte yaşandı bunlar. Yerel yönetimler iyisini istiyorlar, kaliteli proje istiyorlar yani birçok meselenin kağıt üzerinde çözülmüş olması isteniliyor artık. Yık dök yapılmasın proje sürecinde herşey iyice düşünülsün, iyice tasarlanılsın isteniyor ve “evet benim projem diğerlerinden daha farklı, daha orijinal, daha güzel olmalı” deniliyor.
Konut üretiminde halen çok ta üzerinde bilinçli bir şekilde düşünülmeden, hesap kitap yapılmadan üretimin olduğuna şahidiz. Bu tabii ki üzüyor. İşlerin tekdüzeliğine neden olabiliyor. Mesela bana gelen işverenler “Murat bey sana konut projesi için gelmiyoruz çünkü zaten hepsi aynı çıkıyor, bu imar şartlarında farklı bir şey çıkarmak imkansız, fazla vaktimiz de yok, bize hazır-standart- plan lazım (!)” diyorlar. Evet, imar şartları bir yere kadar zorluyor ama mimarlık geometrik bir oyun alanı, yani hem form hem plan anlamında aynı konu üzerine bir öncekinden daha farklı şeyler yapabilmenin mümkün olduğuna inanıyorum. Zorlayıcı imar durumları sadece bizim ülkemizin değil birçok yerin sorunu. Japonya’da Hollanda’da zor imar şartlarının olduğunu biliyoruz, çok sayıda bir o kadar zorlanmış ama başarılı işleri de. Tabii bu işe zaman ayırmaya razı olan işverenle bu farklılığı doğru olanı gerçekleştirebiliyorsunuz. Ama bunu yapabilenler 700 mimar içerisinde 5, 10 kişiyi geçmeyince fark edilir bir başarıdan söz etmek mümkün değil. Dediğim gibi ticari bakış açısı, hızlı üretim bunlar da etkili oluyor ama hep patates baskısı gibi aynı türden konut üretimleri düşünülünce iyi bir noktaya gelmiş değiliz.
Evet, tabii. Bu hususta işveren profili çok önemli. Bahsettiğimiz işveren profili de müteahhitlik müessesesindeki baş aktörlerin büyük bir çoğunluğu, tabii meseleyi ticari değerlendiriyorlar. Elbette ki yaptıkları eserin, işin güzel görünmesi tercihleri ama, “bu güzelliği ben bir şekilde malzeme kullanımıyla, ufak tefek rötuşlarla çözerim” mantığı hakim olduğu için gerçek mimari kalite hep gerilere atılıyor. “Sonuçta mimarisi çok sıradışı da olsa da bunun için kaybedeceğim zamana ve mimara vereceğim bedele değmeyecek” mantalitesi olduğu için tercih edilemiyor. Konut anlamında bir şeyin değeri yanındaki yapının fiyatı ile mukayese edilen bir dünyadan söz ediyoruz. İki bina düşünün yan yana ikisi de konut. İkisinin de alanları eşit. Birisi ne kadar daha doğru planlanmış, projelendirillmiş, uygulanmış olursa olsun diğerinden fiyat anlamında, kar etme anlamında ciddi fark oluşturmuyor anlayışı hakim. Ama Gaziantep’te son dönemde farklı bir yaşam formu sunan örnek projeler gerçekleşti. Antepia ve İkonova projeleri, ikisi de İstanbul menşeli bürolar tarafından yapılmış projeler olsa da özellikle konut üretimi anlamında ufuk açtı diyebiliriz ve müteahhit kesiminde bir uyanışa neden oldu.
Antepia
O projelerde sadece yapının fiziksel görünümünün dışında projenin geneline baktığımızda farklı bir konaklama, yaşam ve sosyal formlar sunuyorlar ki bu da çok önemli bir şey. Yaşamımızdaki alışkanlıklara farklı bir deneyim sunduğunu görüyoruz. Zemin temasının olduğu alanlarda, yeraltı kullanım alanlarında birçok kullanışlı donatı fikirlerinin geliştirildiği projeler bunlar. Mesela Gaziantep’te 2+1 dairenin bedeli bir anda 700 bin TL olabiliyor öyle bir proje içerisinde. İbrahimli bölgesi, yeni gelişim ve yerleşim bölgesi, gelir düzeyi biraz daha orta ve üzeri kişilerin oturduğu bir bölge. Şimdi burada yeni bitmiş bir 3+1, 4+1 dairenin fiyatı 700-800 bin TL. Onun üzerine bir miktar daha para koyup bahsettiğimiz İkonova, Antepia gibi projelerden aynı ölçekli konut alabiliyorsunuz. Bu farka, insanlar yeni bir yaşam şekli sunan bir projede yer almayı tercih edince bu sefer o bahsettiğimiz müteahhit kesimi projenin öneminin, farklılığının getirdiği kazanımı görüyor. Tabii gördükleri ticari kazanım ama dolaylı yolla mimarlık da kazanıyor. Bunun adına ister ticari kazanım deyin ister kalite kazanımı deyin. Bu sefer tercihlerini tabii ki böyle proje üretebilecek mimarlardan, ofislerden yana kullanıyorlar. Son dönemde yapılan bunun benzeri birkaç projenin getirisi bu oldu, o farkındalığı artırdı. Durumu olan yatırımcı “Madem arsa bedelleri ve konut fiyatları arttı, daha farklı bir yaşam formu sunan, sosyal donatısı içerisinde daha kullanılabilir, güvenliği sağlanmış, daha yeşil projelerde yer almak varken niye gidip İbrahimli’ de ya da dediğim gibi tek bir apartmanda standart konut alayım?” diyor. Müteahhit de doğal olarak tercihini bu tarz projeler üretmekten yana kullanıyor. Ama ne olursa olsun toplu konut tarzı projelerdeki fiyatlar yüksek olunca mesela 1,5 trilyona daire sahibi olmak gündeme gelince “ben bu kadar bedeli ödedikten sonra müstakil evde yaşarım” diyenlere yönelik tasarımların, projelerin önü de açılmış oldu. “Ben 1.500 kişiyle böyle bir site altında curcuna ile yaşayacağıma bu bedeli müstakil bir konuta harcarım” diyenler de az değil. Yani her şey bir şeyi getirirken başka bir şeye de yönlendiriyor. Son zamanlarda da konut anlamında villa, müstakil ev projeleri üretiminin arttığından söz edebiliriz.
Gaziantep’in son 10 yıl içerisindeki eğiliminden bahsediyoruz şu anda. Tabii ki turistik anlamda mimari zenginleştirilme çabaları var ama benim daha önceki yerel yönetimde Asım beyle bu konularda sohbetlerim olmuştur, kendisi her cümlesinin başında hep şunu söylerdi; “Gaziantep’in baklava, kebap, antep fıstığı kenti olarak anılmasını, sadece bununla anılmasını istemiyorum.” Yemek kültürü üzerinden bir turizmin gerçekliği yadsınamaz. Her ne kadar hafta sonu buradan İstanbul’a bir steak restoranına et yemeye gidenler olsa da İstanbul’dan da buraya gayet tabii insanlar bir akşam yemek yiyip ertesi sabah uçağıyla belki de aynı gün akşamına tekrar dönüş yapıyorlar, böyle bir turizm de var yani.
Diğer taraftan tarihi koruma alanındaki bir takım irili ufaklı yapıların tekrar işlevlendirilmesi üzerine gayretler var. Evet şu tarihi yapıları çok güzel, yapının biran önce restorasyonunu yapalım istiyorlar ama aynı zamanda bir şekilde buna muhakkak bir işlev yüklemek için çok fazla kafa yoruyorlar. Bu kafayı yorarken ister istemez bunun etrafında konut yaşamına yönelik bir fikir üretilemiyor. Hatta o bölgede tarihi bir okul yıkılabiliyor. Artık dediğiniz gibi insanlar o bölgelerden konut anlamında, yerleşme anlamında uzaklaşınca ihtiyaç kalmayan herhangi bir okulun bahçesi yıkılıp otoparka dönüştürülebiliyor, ihtiyaçtan dolayı başka problemler doğuyor. Yakın bir zamanda eskiden avm olarak kullanılan bir yer yıkıldı ve parka dönüştürüldü. Şimdi mesela gündemde de bu var. Yapıyı önce soydular, içini dışını temizlediler, kız öğrenci yurdu yapılacak denildi. Sonra “bir takım döşemeler yırtılarak, rampalar oluşturularak katlı otoparka dönüştürebilir miyiz?” diye düşündüler. Sonra da yıktılar. Yerel yönetim bir alandaki fonksiyon üzerine ciddi anlamda kafa yordu yani. Doğru hedefe ulaşıp ulaşmadığı göreceli bir hal. Aslında kent üzerine de kafa yoran bir belediye var diyebiliriz. Her ne kadar bir takım detay ve kontrol sıkıntıları olsa da. Bir önceki belediyenin dokuzuncu yılında meselelerin farkındalığı üst düzeydeydi. En azından kalkıştıkları şeyin sonuçlarını daha iyi görebiliyorlardı, sistemleri oturduğu için saat gibi işliyordu bir anda yeni yönetimle mekanizmayı sıfırdan tekrar kurmak bence çok riskli bir şey. Kenti sokak sokak, köşe köşe bilen bir ekibin yerine gelen ekibin tekrar şehri baştan aşağı okuması ve o okuma üzerinden senaryolar geliştirmeye çalışması zor, zaman alan bir şey. Acemilikleri beraberinde getirecek, yanlışları beraberinde getirecek. Ama sonuçta okunması da çok zor bir şehir değil Gaziantep. Yeni yerleşim bölgelerinin geliştirilmesi, sanayi bölgelerinin değerlendirilmesi üzerine de çok güzel senaryolar geliştirilebilir. Zamanla olacaktır diye temenni ediyoruz, belediye dışındaki mimar, mühendislerden, meslek odalarından değer verip fikir almaları proje geliştirirken bazı ortak hareketlerin olması da gördüğümüz güzel hareketler.
Trafik çok ciddi bir problem. Yeni başkan Fatma Şahin’in sakinleştirici ifadeleri var “şuradaki şu yolu açacağız, şuradaki çevre yollarıyla bayağı bir besleme yapıyoruz” evet bunlar bayağı bir kolaylaştırıyor ama kent içindeki trafiği yine çok ta hafifletme imkanı yok, gün geçtikçe artan araç sayısı çoğalan ticari yatırımlar, zamanında dar planlanmış yol, kaldırım ve yetersiz park çözümleri var. Aslında gün geçtikçe biraz daha çözülüyor gibi görünüyor ama şu anda trafik; ciddi bir problem. Onun dışında göç te çok etkili oldu, Suriye’den gelen göçler yabancı uyrukluların yerleşmesi. Ama her yerde olduğu gibi insanoğlu beraber yaşamaya alışıyor. İlk zamanlardaki süreci aştık. Beraber yaşama süreci de bir problem aslında. Dil farklılığı, inanç durumları vs. çok etkili.
Şu an gündemde stadyumun yeri var, aslında önemli bir başlık. Bir meydan düşüncesini destekleyen birçok kesim var, buranın tabii ki bir meydan olarak değerlendirilmesi isteniyor ama meydan denince bizim insanımızın hemen aklına dümdüz bir meydan gibi geliyor, tabii ki kastedilen şey bu değil. Bir sembol niteliği olan, bir ikon niteliği olan bir meydan elde etmekten bahsediyoruz. Bu elde etme süreci kesinlikle oturup “kendi kendimize yapalım”la olmaz bence. Kesinlikle bir yarışma özellikle ulusal bir yarışmanın zorunluluğunu görüyorum ben oranın tasarımına, fikir geliştirilmesine yönelik. Kamusal alanlar elde etme anlamında konuşuyorum, çok önemli büyüklükte bir alan.
Neden bakmasınlar ki? Geçen dönemki yönetimin kendi kendilerine karar alma mekanizmaları gelişmişti, çözüyorlardı kendi meselelerini. Ama dediğim gibi bu geçiş sürecinde ister istemez bir yardım ihtiyacı doğuyor. Hele ki şu kentte tasarlama üzerine kafa yoran gençlerin, hocaların bulunduğu 3 tane akademik platformun olduğunu kim, niye görmezden gelsin ki? Tabii ki faydalanmak isteyecektir yani bunu istememek için çok basit düşünmek gerekir. Kesinlikle inkar etmediler ve bir üretim hızı problemleri var zaten yani hızlı hareket etmeleri gerekiyor. O yüzden her tür fikre, desteğe açıklar. Ben buna şahit oldum. Başkan bizzat o çalıştayı ziyaret etti, dinledi, bu çok önemli bir şey. Öğrencileri ve hocaları dinledi ve muhakkak ki kafalarında bir şeyler oluşmasına vesile oldu bu durum. Çok faydası olduğuna inanıyorum. Yakın zamanda yerel bir yarışma düzenlendiler kapalı spor salonu üzerinde orada bir proje üretildi, proje elde edildi. O projenin uygulanması için görüşmeler devam ediyor. Bunlar güzel gelişmeler. Şunu yapabilirlerdi, yarışma düzenlendi elinize sağlık deyip kendi bildiklerini okuyabilirlerdi ama bunu yapmıyorlar. Sonuçta bir emek verilmiş, kafa yorulmuş buna değer veriyorlar. Fatma Şahin “ben elde edilen projeyi elbette ki bir takım revizyonlar geçirir geçirmez ama bir şekilde uygulayacağıma söz veriyorum” dedi. Bunu bir yerel yönetim başkanının söylemesi hoş bir şey. Biz devamının olmasını isteriz yani sadece bir yarışma projesi olması adına konuşmuyorum hangi proje üretilirse üretilsin, kent tasarımı, yapı tasarımı mimarlığı içeren bir konu olduğu zaman bence mimarlık disiplini içerisinde bulunan öğrenci, akademisyen, meslek erbabı gözetilerek, muhakkak konunun içerisinde bulunan kişilerle kafa yorarak proje üretilmesi gerekli. Ben bu anlamda başarılı buluyorum bu düşünceleri.
2 yorum
“Google Glass”ı takarken videolu görüşme sırasında çıkardığı o sesi….. ANLAYAMAZSINIZ! 😀
Şu gözlüğü bir ben mi edinememişim…
Edinmesem de olur sanırım: iPad’in duyurulduğu ilk günleri hatırlıyorum, hızla yayılmış, hepimizi şaşkına çevirmişti. 2 yıldır söylenti şeklinde dolaşan ama bir ürüne dönüşmeyen bir tasarımdan bahsediyoruz.