“Pencerede Kaldığın Müddetçe Dışarıda Neler Olduğunu Görürsün”

Sepin Mimarlık'ın kurucusu Yavuz Selim Sepin ile yaptıkları işler ve proje yarışmaları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Pınar Koyuncu: Öncelikle son dönemde yaptığınız projelerden biraz bahseder misiniz?

Yavuz Selim Sepin: Son dönemde üzerinde çalıştığımız projeler Fener-Balat Yenileme Projesi ve Tarlabaşı’nda Yenileme Projesi. Tarlabaşı yaklaşık dört senedir devam ediyor. Bir kurulda avan proje kabul edildi. Bütün rölöve, restütisyon ve restorasyon çalışmalarını yapıyoruz. Kurul devamlı sekteye uğradığı için bizim yaptığımız işler de çok uzun sürmüyor.

Son dönemde yaptığımız birkaç yarışma da var. Büyük bir termal tatil köyü projesi için teklif hazırladık. Şimdi Küçükçekmece’de bir kentsel tasarım yapıyoruz. Derince, Karamürsel Belediye Kültür Merkezi projelerinin tasarımını yaptık. Darıca Kültür Merkezi, Kocaeli Doğal Yaşam Parkı projelerini de biz tasarladık. Ayrıca Ukrayna’da bir proje yaptık, ses çıkmadı ondan henüz. Devamlı proje üretiyoruz ama gerçekleşecek aşamada bir şey olmadı bu aralar.

Dışişleri Bakanlığı Yarışması’na, İzmir’deki Kültür Merkezi Yarışması’na katıldık. Bu arada en önemli işlerimden bir tanesi yarışma birincisi olduğumuz Denizli Hükümet Konağı. Onun projelerini yaptık, şimdi uygulanıyor. İnce işleri başladı. Devletle olabilecek kadar temiz iş çıkarmaya çalışıyoruz.

PK: Uluslararası yarışmalara da katılıyor musunuz?

YSS: Ekibimiz el verdiği müddetçe uluslararası yarışmalara da katılıyoruz.

PK: Peki bir yarışmaya hazırlanırken ya da ofiste bir proje tasarlarken iş bölümünü nasıl yapıyorsunuz? Yani tasarımlar hep size mi ait oluyor, yoksa çalışanların da söz söyleme hakkı oluyor mu?

YSS: Benim üniversitede hocalık deneyimim de olduğu için, burada genelde tasarımları hep beraber yürütmeye çalışırız. Ofiste çalışan arkadaşların o konudaki açıklarını kapatmaya çalışırız. Genelde ilk tasarımı ben yapıyorum ama herkese de bu fırsatı vermeye çalışıyoruz, herkes kendi düşüncesini aktarıyor. Yaptığımız çalışmalarda herkesin fikrini yoğuruyoruz. Ama yine en son kararı ben veriyorum tabii. Bu arada bizim her şeyimiz ortak diyebilirim. Apartman görevlisine bile “Bunu nasıl buluyorsun?” diye sorabiliyoruz. Çünkü farklı bir gözle, farklı bir yorum yapıyor. Tabii yılların verdiği bir deneyim var. Siz hemen bir anda problemi görebiliyorsunuz, ama o probleme farklı yönlerden bakabilmek için arkadaşların da önüne açıyoruz. Herkesin çorbada tuzu oluyor.

PK: Sadece yarışmalar için çalışan bir ekip yok galiba, kişi sayısından dolayı.

YSS: Yok, burada herkes her şeyi yapar.

PK: Yarışmaların proje üretim süreçlerindeki yerlerini avantajlarını ve dezavantajlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Uygulanmasa bile proje yarışmaları açılmalı mı sizce?

YSS: Yarışmalar, öncelikle mimarları motive etmesi ve bunların uygulanabilmesi de teorinin pratiğe geçmesi açısından çok önemli. Yarışmalar eğitim açısından, mimarlık kültürünün gelişimi açısından da çok önemli. Bunları hiçbir zaman okulda öğretmezler. Bazı şeyler ancak yarışmayla ve pratik hayatta görerek, bilerek, canın acıyarak öğrenilir. Yarışmada bir konuya nasıl gireceğini, nasıl tasarımla yaklaşabileceğini öğrenirsin. Orada bir süreç vardır, o çerçeve içerisinde bunu çok iyi sığdırma yeteneğine sahip olmak veya o yeteneği kazanabilmek gerekir. Tabii yarışmalar laf olsun diye de çıkarılmamalı. Çünkü bir yarışma katılanlar açısından çok büyük bir emek, çok büyük bir masraf. Bunun sonucunda da eğer birinci ödül uygulanmıyorsa, ister istemez hayal kırıklığı oluyor. O açıdan hem uygulanmalı hem de Türkiye’de artık en azından bütün kamu yapıları yarışmalarla yapılmalı. Artık hepimizin vergilerle verdiği paraların heba olmasına tahammülümüz kalmadı. Çevreye baktığınız zaman geri dönüşü olmayan enkaz yığınlarıyla karşılaşıyoruz. Bir proje görünmeden siz ihale edebilir misiniz? Ama devletin yaptığı işlerde çoğu zaman proje sonradan geliyor. Onun için yarışma en doğru yol. Bunu her zaman söylüyorum. Çünkü öyle olduğu zaman bir taşla 200 kuş vuruyoruz. Bir anda önünüze konuyla ilgili 200 tane seçenek geliyor. Bu kadar güzel bir yelpazeyi bu kadar ucuza almak diye bir şey olamaz. Hem çok ucuz, hem çok kaliteli bir iş. O açıdan bizim Türkiye’de en ufağından tutun, en büyüğüne kadar en azından kamu binalarının yarışma yoluyla açılması artık bizim düsturumuz olmalı.


Fotoğraflar: Uğur Ceylan

PK: Tasarımlarınızda en çok neye dikkat edersiniz, nelere öncelik verirsiniz?

YSS: Tasarımda en çok dikkat ettiğim şey, öncelikle kentsel bağlantılarını çok iyi kurmak. Çevre verileri, konunun önemi, yapılacağı yerin kültürü ve birikimi ile, bunların arasından yeni ve çağdaş bir yorumun çevresiyle uyumlu bir şekilde ortaya konmasına çok dikkat ederiz. Düşündüğünüz şeyi en anlaşılır ve basit bir şekilde aktarmaya çalışırız ama her zaman buna muvaffak olamıyoruz. Bir de tasarımın ana varlığı şimdiye kadar olan birikimlerinizi yansıtmalı. Yani tasarımda hata olmamalı, işleyişinde tuvaletinden ışığına ve havalandırmasına kadar, sanki bu tasarım uygulanacakmış gibi en son çizgisine kadar bütün okumalarını öngören, havada yüzmeyen ama biraz da gelenekselin dışında, çağdaş yorumu getiren bir tasarım olmalı. Bunun için de dünyada neler olup bittiğini birebir mümkün olduğunca takip etmek çok önemli. Almanların bir atasözü vardır, “Pencerede kalacaksın” diye. İçeride değil, pencerede kaldığın müddetçe dışarıda neler olduğunu görürsün. Dışarıda aktif olarak olmayabilirsin ama seyrettiğin zaman dışarıdaki olayları takip edebilirsin.

PK: Okuldan sonra Almanya’da çalışmışsınız bir süre, orada da uygulamalarınız var. Hala bağlantılarınız devam ediyor mu ?

YSS: Bağlantılar devam ediyor, ama gittikçe azalarak devam ediyor. Alman Mimarlar Odası’na kayıtlıyım, orada da büro adresim var. Her an aktive edebileceğimiz bir durumumuz var. Oralarda tabii işler daha ağırlaştı. Biz daha ziyade orada yarışmalara tombaladan çıkarsak diye bekliyoruz. Biliyorsunuz yurtdışında yarışmalara girebilmek için bir noter huzurunda çekiliş yapılıyor, 500 kişi müracaat ediyor, 30 kişi seçiyorlar gibi durumlar var. Ama eskisi gibi orada üretim açısından aktif değiliz fakat ilişkimiz var.

PK: Günümüzde mimarlık ortamını yurtdışıyla da karşılaştıracak olursanız nasıl değerlendirirsiniz?

YSS: Şu anda bir kıpırdanma söz konusu. Her şeyden önce genç arkadaşların bizi dışarıda temsil etmesini çok büyük bir gururla karşılıyoruz ve büyük bir atak olduğunu görüyoruz. Şurası muhakkak, bizde o kadar büyük değerler var ki, fırsat verildiği zaman dışarısıyla hiç farkının olmadığını görebiliyoruz. Bizim mimarlarımız imkanları zorlayarak, kendilerinden ödün vererek bir yerlere gelmeye çalışıyorlar. Ben dışarıda iş yaptığım için biliyorum, yurtdışında yaptığımız işlerde her zaman hem maddi hem manevi olarak doyurucu bir takım olanaklar sağlanıyor. Burada kısıtlı olanaklarla bir takım şeyler ortaya çıkarılmaya çalışılıyor. O açıdan ben çok umutlu görüyorum. Zaten Türkiye’de yapacak o kadar çok şey var ki; Edirne’den Ardahan’a kadar bir yapılaşma var. Ancak tamamen enkaz halinde, çünkü yedi iklim bölgesi olan Türkiye’de sadece bir adet imar yönetmeliği çıkarılmış, Edirne’de de Ardahan’da da aynı. Onun için binaların hepsi birbirine benzeyen, uyumsuz halde.

Bizim yapacağımız çok şey var. Avrupa çok farklı, çok gelişmiş bir kültürün ürünü. Binlerce yıl öncesine dayanan kentleşmenin içerisinde birbiriyle yavaş yavaş gelişen bir mimari kültür var. Bizde öylesi bir kültür söz konusu değil. Zaten savaşçı bir milletin evlatlarıyız. Onun için Avrupa gibi kentlerimiz kasabalarımız çekirdekten gelişerek büyümüş belirli bir kültürün ürünü olmaktan çıkmış. Hele bu son zamanda da betonun icadı ve onun yanlış kullanımı ve imar yönetmelikleriyle bu tamamen bir enkaz haline gelmiş. Bu nedenle mimarlara çok iş düşüyor.

Etiketler

Bir yanıt yazın