Kanada'daki British Columbia Üniversitesi'nde (UBC) öğretim görevlisi ve Parallax Landscape'in kurucusu Kees Lokman'la, peyzaj mimarlığının yerleşimlerde ekolojik altyapılar oluşturmadaki rolü üzerine konuştuk.
“Dredging Dunes”
Kees Lokman, University of British Columbia peyzaj mimarlığı bölümünde öğretim görevlisi. Aynı zamanda, Parallax Landscape’in kurucusu. Wageningen Üniversitesi’nde aldığı mekansal planlama ve peyzaj mimarlığı lisans eğitiminden bu yana, peyzaj ekolojisi üzerine çalışmalar yapıyor. CSLA’nın1 dergisinde su taşkınlarına karşı dirençli peyzajlarla ilgili makalesine rasgeldik. Daha sonra da, doğal peyzajların taklit edilip, deniz kenarında zaman içinde biriken tortularla kumul oluşturma önerisini getirdikleri “Dredging Dunes“2 konsept projesini gördük ve Kees’le, peyzaj ekolojisi üzerine konuşmak istedik. Ekosistemlerin nasıl değişip geliştiği, ekolojik altyapıların peyzaj mimarlığına nasıl dahil edilebileceği üzerine bir söyleşi yaptık.
Ekin Bozkurt: Temel olarak araştırdığınız konulardan biraz bahseder misiniz?
Kees Lokman: Araştırmalarım, fiziksel çevrede büyük ölçekli altyapı uygulamaları ve yapılı çevrenin işlevlendirilmesi üzerine. İklim değişikliği, çevrenin tahribatı, devam eden kentsel gelişme ve jeopolitik çatışmalar karşısında; altyapı planlaması ve tasarımı, karşı karşıya olunan riskleri tanımlama, riskli çevreye adapte olma ve sürdürülebilirliği sağlama açısından önemli. Bu sebeple en son araştırmam iki bakış açısına odaklanıyor: İlki, altyapı ağlarını, madde akışlarını (su, atık, enerji), sosyo-politik konuları ve çevresel dönüşümleri görselleştirme yöntemleri geliştirmek. İkincisi de, bu mekansal bilgiyi geleceğin peyzajının ve altyapılarının adaptasyonu, dönüşümü ve şekillenmesinde yeni olanaklar keşfetmek için kullanmak. Bu çalışma sadece gelecekte peyzajların nasıl değişeceğini analiz etmekle kalmıyor; disiplinlerarası grupların ve çeşitli paydaşların erişimine açık bir görsel bilgi kaynağı da sunmuş oluyor.
Peyzaj ekolojisiyle ilgilenmeye nasıl başladınız?
Hollanda’daki Wageningen Üniversitesi’nde peyzaj mimarlığı ve mekansal planlama lisans eğitimimin ilk senesinde toprak, hidroloji, kültürel coğrafya ve peyzaj mimarlığı içeren temel sosyal ve çevresel bilimler dersleri aldık. Mekansal analiz ve tasarım tabanlı araştırma yöntemleri odaklı eğitimin, benim, ekolojik düşünce temeline sahip bir peyzaj mimarı olarak yetişmemde büyük bir önemi var.
2006’da Kuzey Amerika’ya taşındığımda Şikago’daki Terry Guen Tasarım Ortakları’ndan Terry Guen’le çalışma şansını yakaladım. Terry, Design With Nature kitabının yazarı Ian McHarg’tan eğitim almış. Bana, cep parklarından büyük ölçekli kıyı planlama projelerine kadar, ekoloji ve ekolojik tasarımla ilgili prensiplerin kentsel konulara ve sosyolojik koşullara nasıl entegre edilebileceğini gösterdi. Son zamanlarda, uygulamalı ekolojik araştırma yürütürken, ekolojiyi metafor olarak kullanarak tasarım yöntemleri geliştirmekle ilgileniyorum. İşi özünde, tasarımın sosyal ve ekolojik sistemler arasında nasıl yeni ilişkiler kuran aktif bir faktör haline gelebileceğini anlamaya çalışmak var. Bu aynı zamanda, doğa bilimlerinin içerdiği kavramları, analitik araçları, söylemleri bir araya getirecek disiplinlerarası pratikler ve eğitim programları geliştirmek anlamına geliyor.
Bir söyleşinizde ölçekler arası ilişkilerle ilgilendiğinizden bahsetmişsiniz. Bu sizin tasarım yaklaşımınızda ne anlama geliyor?
Fiziksel çevreler üzerine çalışırken ve tasarım yaparken, peyzajların nasıl değiştiğini ve gelecekte nasıl değişebileceğini anlamak önemlidir. Bunu anlamak için önce, birbirinden farklı mekansal ve zamansal ölçeklerdeki dinamikleri anlamamız gerekiyor. Çevresel, jeofiziki ve sosyal süreçlerin her biri farklı hızlarda ve coğrafi ölçeklerde gerçekleşir. Bazı sosyal-ekolojik süreçler yerel olup bir saat, bir gün veya bir mevsim içerisinde; bazılarıysa bölgesel olup, daha büyük coğrafi ölçeklerde ve uzun zaman dilimlerinde gerçekleşir. Dirençli peyzajlar üretmek için birbirinden farklı ölçekler ve dinamikler arasında bağlantı kurabilen tasarımlar başarılı oluyor. Stratejileri zamanlara bölme ve senaryo planlama, çoklu ölçekler arasında tasarım kararlarını verebilmek için iki önemli yaklaşım biçimi.
Ekosistemi onarma, habitat oluşturma ve halk katılımı sağlama fikirlerine odaklandığınız konsept projeniz “Dredging Dunes”da, deniz kenarında yapay kumullar öneriyorsunuz. Sizce doğal peyzaj alanlarının insanlar tarafından taklit edildiği uygulamalar sürdürülebilir mi?
İnsan aktivitelerinin ekosistemleri, arazi kullanım şekillerini, yeryüzündeki doğal süreçleri büyük ölçüde değiştirdiği Antroposen çağında, insan yapımı peyzajlar hızla artıyor. Hollanda buna çok iyi bir örnek. Hollanda’nın üçte biri derelerden ve denizden kazanılan yapay kara parçalarından oluşuyor. Tamamen mühendislik ürünü olan bu peyzaj, epey uzun bir süreden bu yana sürdürülebilir bir sisteme sahip.
Bu arada konu sürdürülebilirliğe gelince, şu soruyu kendimize bir sormamız gerekiyor: Kimin için sürdürülebilir? Çok uzun bir süredir toplumu ve ekonomiyi çevreye ikame eden (ya da eşit seviyede önemseyen) bir sürdürülebilirlik kavramını destekledik. Bunun sonucunda, 2005 yılında yapılan Milenyum Ekosistem Değerlendirmesi’ne göre, ekosistem servislerinin yüzde 60’ı (yiyecek ve temiz su tedariği, hastalık ve zararlı madde kontrolü, besin döngüsü ve iklim düzenlemesi gibi) azaldı veya sürdürülemez bir şekilde tüketildi. Bu demek oluyor ki toplumlar sadece doğal ekosistem servislerine güvenerek gelecek jenerasyonlara sürdürülebilir bir gelecek bırakamazlar. Bu yüzden canlı ve cansız sistemler arasında bağımsız ilişkiler ve geri besleme mekanizmalarını destekleyecek yeni yaklaşımlar ve çok amaçlı peyzaj tipolojileri geliştirmeliyiz. Bu, kullanıcılar, fiziksel nesneler ve ekolojik süreçler arasında üretken ilişkiler tasarlamaya bağlı bir disiplin olan peyzaj mimarlığı için çok ciddi olanaklar sunuyor.
Dredging Dunes projesinde, birikmiş doğal tortuları Vancouver sahilinde yapay kumullar inşa etmek için yeniden kullanarak “atık” kaynakları değerli hale getirmeyi denedik. Yereldeki toplulukların, kumul bitkileri dikerek habitatları onarmada ve yeni habitatlar oluşturmada aktif aktörler haline gelmesi tasarladık. Kumullar, yerleşimi deniz seviyesinin yükselmesine karşı korumanın ötesinde çeşitli rekreatif ve eğitimsel programlar da sunuyor. Bu projeyi uygulamayı önerdiğimiz ölçek çok büyük, ancak dünyanın çeşitli yerlerinde bu tip kumul onarım örnekleri var.
Dredging Dunes
Dredging Dunes projenizde “süksesyon“u bir tasarım yöntemi olarak kullanıyorsunuz. Bu kavramdan ve süksesyonun peyzaj mimarlığındaki kullanımından kısaca bahseder misiniz?
Ekolojik süksesyon, ekosistemin büyük dışsal tehditler ve bozulmalarla karşılaşmadığı sürece, başlangıç aşamasından gelişmenin sabitlendiği zirve noktasına kadar kademeli olarak geçirdiği evrimi ifade eder. 1970’lerde, ekosistemlerin, en ilkel aşamadan gelişmenin sabitlendiği zirve noktasına kadar, doğrusal bir gelişim gösterdiği teorisi, Kanadalı ekolojist C.S Holling tarafından reddedildi. Holling bunun yerine, ekosistemlerin farklı coğrafi ve zamansal ölçeklerde gerçekleşen değişimlerle, sürekli olarak işlev ve mekan açısından değişim gösterdiği bir süksesyon fikrini ortaya attı.
“Ecology and Design: Parallel Genealogies” isimli makalede Chris Reed ve Nina-Marie Lister “ekolojik düşünce ve araştırmadaki bu değişimin ve buna paralel olarak yükselen süreç odaklı tasarım deneyimlerinin tasarım ve şehircilikte eleştirel kuramlar için yeni dünyaların kapısını açtığını” söylüyor. Durağan ve klasik peyzaj formlarının planlanıp yönetilmesinden; değişen koşullara ve gelecekteki tahmin edilemeyen gelişmelere göre yeniden düzenlenebilecek, adapte edilebilecek tasarım stratejilerine doğru bir bakış açısı değişimi söz konusu. Bu yeni bakış açısı, planlama, tasarım ve uygulama süreçleri arasında daha açık uçlu ve akışkan ilişkiler kurmayı olanaklı kılıyor.
Dredging Dunes
Örnek verebileceğiniz başka, insan yapımı ekolojik süksesyon uygulamaları var mı?
Pek çok açıdan, bütün tasarlanan ve uygulanan peyzajlar aslında “insan yapımı süksesyon” örnekleridir. Çimenlerimizi sulayıp biçerken, bitkileri budarken veya sökerken, aslında sürekli ekolojik süksesyon süreçlerini baskılıyor ya da hızlandırıyoruz. Yine de belirli sosyal – ekolojik süreçlerde süksesyonun özellikle bir araç olarak kullanıldığı projeler var. Aklıma gelen projelerden birisi, Amsterdam’daki Bos Park. Önceden denizden kazanılmış olan bu arazide, programlanabilen bir park inşa edilmesi için önce alandaki su çekildi. Tasarımcılar, yeraltı su tahliye boruları ve söğüt, kavak gibi nemli ortam seven bitki dizilerinin birlikte fazla nemi emecekleri bir sitem kurdular. Zaman içerisinde nemli ortam bitkileri kesilip kereste için toplandı veya kentin başka yerlerine taşındı. Böylelikle, kayın ve meşe gibi başka bitki topluluklarının ortaya çıkmasına da olanak tanındı. Peyzaj teorisyeni Elizabeth Meyer’e göre, Bos Park sosyal – ekolojik süreçlerin birlikte evrim geçirdiği bir peyzaj tipi olarak anlaşılabilir: “İnsan doğasının özenine bağlı, değişen, evrim geçiren ve üretken bir alan.”
James Corner Field Operations’ın Freshkills Park‘ı ve Odious’un Schöneberger Südgelände Nature Park’ı, süksesyonu bağımsız bir strateji olarak kabul eden çağdaş örnekler. Dünyanın en büyük çöp toplama alanının yavaş yavaş bir bölge parkına dönüştüğü Freshkills Park örneğinde, kademeli müdahaleler ve ekolojik süksesyonla kirlenmiş toprak iyileştirilirken; alanı canlandıracak yeni flora ve faunanın oluşması sağlandı. Schöneberger Südgelände’de parkın çeşitli bölgelerinde, belirli ekolojik ve estetik hedefleri gerçekleştirebilmek için birbirinden farklı süreçler işletildi. Bitki topluluklarının evrim basamaklarıyla oynanarak, birbirinden farklı peyzajlar ve ekosistemler oluşuruluyor. Bu farklı peyzaj “mozaikleri” farklı yaşam alanları ve dolayısıyla yüksek derecede bir biyoçeşitlilik sunuyor.
Freshkills Park
İklim değişikliğiyle ilişkili olarak, kentsel peyzajların geleceğine dair öngörüleriniz neler? Sizce peyzaj mimarlığı kentlerde dirençli altyapılar kurmakla daha fazla ilgilenecek mi?
Büyük ihtimalle evet. Altyapı tasarımı ve adaptasyonu; iklim değişikliği, kaynak kıtlığı, habitatların dağılması ve devam eden şehircilikle ilgili sorunların çözümünde temel faktörler. Bunun yanı sıra, modern toplumlar artık ömrünü tamamlamış altyapıları sürdürmek için yüksek harcamalar yapıyor. Gelişen ve gelişmekte olan ülkeler yaşamın maddi standartlarını yükseltmek için büyük ölçekli altyapı ağlarını hızlıca planlayıp uyguluyorlar. Her iki örnekte de gelecekteki altyapıların çok işlevli, doğal sistemlere duyarlı, iklim değişikliği ve artan kentsel nüfusa adaptasyonda becerikli olmalarını garanti etmek kritik bir öneme sahip. Peyzaj mimarları, disiplinlerarası gruplar içinde, dünyanın gelecekteki (ekolojik) altyapılarını tasarlama ve uygulama konusunda liderlik yapmalılar.
1Canadian Society of Landscape Architects
2 Dune (Kumul): Çöllerde veya deniz kıyılarında rüzgârların yığdığı kum tepesi
2 yorum
Çok keyifli ve ufuk açan bir yazı olmuş, ellerinize sağlık. Yazının eğildiği noktayı dikkate alınca gözlerim Margaret Mitchell’i aradı. Hayatı boyunca tek kitap yazmış ve o da okyanusa bırakıp çekilmiş. Yanlış hatırlamıyorsam Enis Batur , çok fazla kitap yazan Balzac ve tek kitap yazan Margaret Mitchell’in karşılaştırması üzerinden bir deneme yazmıştı. Bu konuya mimarlığı ve müziği de dahil ettiğiniz için teşekkürler 🙂
Selamlar Tuna Han Koc. Cok tesekkur ediyorum bu degerli yorum icin. Hem Enis Batur’un o yazisini hem de sozunu ettiginiz Margeret Mitchell’in kitabini bulmak ve her ikisini de okumak cok isterim. Siz de bazi baglantilar varsa, makalenin ve kitabin adi gibi, elde edebilirsem sevinirim. Ben de onlari uzaklardan arayacagim. Tekrar sagolun anlamli ve cesaretlendirici mesaj icin. Yine bembeyaz bir kuzey gunuden sevgiler…