Adana'daki mimarlık ofisinde Kaya Arıkoğlu ile bir araya geldik, kente dair merak ettiklerimizi sorduk.
Ezgi Can Cengiz: Öncelikle Adana’nın öneminden bahsedebilir misiniz?
Kaya Arıkoğlu: Anadolu’yu bir bütün olarak görüyoruz ama diğer yedi bölgemiz gibi Toros dağlarının güneyinde topoğrafya, iklim, doğa, kültür ve yaşantı değişiyor. Değişik bir coğrafyaya girdiğinizi hissediyorsunuz.
Evet, uçakla gelirken de bu hissediliyor.
Çok doğru. Toros dağlarının kuzey tarafı daha kurak, denize bakan tarafı daha yeşildir. Çukurova’ya girince doğa tropikalleşiyor ve bu değişim insanların ruh halini direk etkiliyor. Adana için Ortadoğu’dan Anadolu’ya açılan bir geçiş kapısı diyebiliriz. Roma zamanında yapılan Taşköprü bu geçişin kapısıymış. Tarihi surlarla çevrili Adana’ya Taşköprü’den geçerek kale kapısından şehre girilirmiş.
Klasik dönemde Tarsus, Adana’dan daha önemli ve daha büyük bir kültür merkeziymiş. Roma İmparatorluğunun önemli bir ticari merkezi olması ve St. Paul’un doğum yeri olması Hristiyan dünyasında çok iyi bilinir. Tabii Adananın güneyinde Antakya’da çok önemli bir merkezmiş. Adana – Tarsus – Mersin – Antakya – Antep ve Urfa’yı aynı tarihi dilimin kültürel merkezleri olarak görebiliriz.
Adana ve Mersin Havaalanları da ortak olacak değil mi yakında?
İnşaatı halen süren yeni havaalanı Mersin ile Adana’nın arasında bulunan Yenice’de yapılıyor. Havaalanının Mersin’e yakınlaşması iyi olacak çünkü Mersinlilerin Adana’ya inip bir buçuk saat yol kaydetmeleri zor oluyor. Mersin önemli bir liman kenti olarak kendine daha yakın bir havaalanına ihtiyacı var.
Adana kentinin kırılma noktası ne oldu?
1950’lerde NATO Hava Üssü (İncirlik Havaalanı) Adana’ya yapıldığı zaman kentin karakterini değiştirdi. O tarihlerde Adana nüfusu 200.000’i geçmiyordu, ama Amerikan personelinin kent içine yerleşmesi Adana’yı modern dünya ile tanıştırdı. Hava üssünde lojmanları yapılmadan önce Amerikan askeri personel Adana’nın içinde Reşat Bey, Cemal Paşa mahallelerindeki bahçeli evlerde oturmayı tercih etmişlerdi. Amerikalıların Türk komşularıyla kaynaşmaları ve PX’den çıkan Amerikan ürünleri komşularına tanıtmalarıyla Adanalılar Türkiye’de ilk kot pantolon ve t-shirt giyenlerden oldular. Bu kültürel etkileşmeyle “Rock and Roll” ve Coca Cola Adana’nın has kebabıyla harmanlandı. Batı kültürüyle tanışan Adanalılar eski şehir merkezini terk edip, Yeni Adana’da oturmayı tercih ettiler. Yeni Adana, yani 50’lerin yeni Adana’sı, Alman Mimar Hermann Jansen Adana kentinin genişlemesi için tasarladığı ızgara planı üzerine yerleşen bahçeli evlerden oluşuyordu. Haritaya bakarsanız geniş ve düzenli sokak ve bulvarlarıyla düzenlenen bu semtlerin planını halen algılayabilirsiniz.
1970’lerin sonuna kadar Adana küçük, düzenli, yeşili bol, tiyatrosu, sinemaları ve çağdaş nüfusuyla yaşamı kolay ve güzel bir kentti. Benim çocukluğumda sınırlı sayıda motorlu araçlar olduğu için faytonlar ve bisikletlerle ulaşım sağlanırdı. Bahçeli evimizden kent merkezindeki sinemaya yürümek büyük bir zevkti. Bugün yaratmaya çalıştığımız sürdürülebilir kent modeli geçmişin Adanasıydı. Birer dönümlük arsalı iki katlı evlerin bahçelerinde meyve ağaçları ve sebze bahçeleri bulunurdu. Sofra artıkları kümes tavuklarımızı besler, tavuktan yumurta eve gelir ve evden çöp dışarıya çıkmazdı. Hava gazı ve tüp gaz olmadığı için yemeklerimiz gaz yağının düşük alevinde ağırca pişerdi. Haftada bir kere kurulan pazar dışında dışarıdan alacağımız bir şey yoktu. Adanalıların çoğu tarımdan hayat kazandıkları için genel besinlerini sağlıklı ve hormonsuz olarak köyden getirirlerdi.
Sonra ne oldu da Adana bozuldu?
Tüm diğer büyük kentlerde olduğu gibi küresel tüketimin pazarlanması yerel sürdürülebilir üretimi yok etti. Benim en çok üzen şey: Adana küresel yaşama uyum sağlarken tüm yerel güzellikleri kaybetmeye mecbur değildi. Hâlbuki gelişmiş ülkelerin şimdi hedefledikleri gibi mevcut doğal güzellikleri çağın yenilikleriyle entegre edebilirdi. Tabii nostaljik yaşamın devam etmesini ısrar edemezdik, ama yeni teknolojilerin yararlarını kabul ederken pozitif varlıklarımızı koruyabilirdik. Bu entegrasyonu yapmadan, çok aceleci davranarak fırsat kaçırdığımızı sanıyorum.
Bütün kentlerimizde durum böyle değil mi?
Gelişmiş toplumlarda kent planlama ilkelerinin tekrar geleneksel değerleri önemsediğini görüyoruz. Kentlerin daha yaşanabilir, sürdürülebilir olmalarıyla sosyal ilişkilerin daha kuvvetli olacağını benimsediler… İnsan ölçekli kentler planlayarak, bireylerin komşularını tanıdığı mahallelerde oturmaları amaçlanıyor. Çocukların okullarına servis edilmeleri yerine arkadaşlarıyla yürüyerek gitmeleri sosyal ve sağlık bakımından tercih ediyorlar.
Kendi çocukluğumda bahçeli evimden çıkıp, karşı komşu çocuklarla buluşup daha sonra diğer evlerden çıkan çocuklarla hep beraber okula yürümemizi hatırlıyorum. Okula yürürken komşu bahçelerden geçerken meyve toplamak ve teraslarında kahvaltı eden arkadaşlarımızın masalarından bir şeyler çimlenmek güzel anılarımdı. Arkadaşlarla omuz omuza yürüyebilmeyi günümüzde minibüs servislerinin içinde çocukların tıklım tıklım dolup mahalle mahalle dolaşmalarını ve en az bir saat sonra okula varmalarını mukayese edecek olursak kaybımız küçümsenemez. Demek ki mahalle okullarını kentin dışına transfer eden kararlar neticede yaşam kalitemizi düşürdü. Kentin tasarımı ve yaşam kalitesi arasında direkt bağ olduğunu artık görebiliyoruz. Günümüzde gelişmiş kentler planlama ilkelerinde daha yürünebilir kent planlamasına öncelik veriyorlar. Motorlu taşıtlara bağımlılığımızı azaltan, yürünebilir kent semtlerinin yaratılması hava kalitesini de koruyacağını biliyoruz. Kirli hava ve trafiğin içinde hareketsiz kalarak daha sonra spor salonlarında makinelerle egzersiz yapmanın anlamı kalmadı. İşine, alışverişe ve arkadaşının evine yürüyerek enerji tüketmenin sağlığımıza katkısını inkâr edemeyiz. İstanbul’da yaşarken bunu yapmak mümkün, değil mi? Mesela İstiklal Caddesi ve Bağdat Caddesi’nde yürüyebilmek zevkli değil mi?
Kapitalizm, küresel tüketimi körüklerken mahalle yaşamını negatif bir unsur olarak bize gösterdi. Mahalle yaşamında bireylerin sosyal baskı altında tutulmalarını önlemek için anonim, tüketici ve kişisel yaşamı savundu. Aslında mahalle baskısının yapısal olmadığını sosyal ve kültürel olduğunu biliyoruz. Bireyin bağımsızlaşması için mahalle karakterini yok etmeye ihtiyaç yok. Kentin mahallesine komşuluk hisseleriyle sahiplenilmesi ve bunun bireylere verdiği emniyeti ve huzuru göz ardı edemeyiz. Aslında bireye hak ve saygı veren tanımlı ve huzurlu bir mahalle yaşamını tercih ederken bireylerin hürriyetlerine saygı duyulsun ama mahalle olgusu geniş aileniz olarak sizi korusun isteriz. Çocuklarımızın mahallede rahat dolaşmaları ve baskı duymadan onlara sahip çıkılmasının sosyal avantajlarını biliyoruz. Ben iyi anlamda sahiplenilmekten bahsediyorum ve bunun ancak kamusal alanların ortak paylaşılmasıyla yaratılabileceğini düşünüyorum. En azından kentin fiziksel yapısı böyle bir kullanıma engel yaratmamalı derim.
Adana’da bu model var mı?
Adana’nın içinde mahalle sahiplenilmesi vardı ama şimdi kapalı sitelerin güvenliği tercih ediliyor. Kapalı sitelerin içinde sanal komşuluk yaratılmak isteniliyor. Site sakinlerinin dışarda rahatça dolaşırken kentin genelinden tehcir edilmeleriyle ekonomik ayrımcılık yaratılması çok tehlikeli bir sosyal kırılmaya sebebiyet verebilir. Bunun da sakıncalarını biliyorsunuz çünkü benzer gelir grubun duvarlarla çevrilmiş bir iç dünyaya kapatılmaları şizofrenik bir toplum yaratabilir. “Benim çocuğum emniyette olsun ama başkasının çocuğu ne olursa olsun…” düşüncesi sağlıklı bir kent topluluğu yaratamaz.
Ayrışmalar mı var o zaman Adana’da da?
Evet, Adana ciddi ayrışmalarla kutuplaşıyor. Etnik, kazanç ve kültürel ayrışmalar kentin yapısına yansıyor. Kent en büyük sorumluluklarından birini başaramadı. O da kentsel tasarım planlamaya önderlik yapamayınca yeni tanımlı ve düzenli yerleşim merkezleri oluşturulmadı. Türkiye’de planlama arsa spekülasyonu yaratırken kentin yaşam kalitesini yükseltmeyi amaçlamadı. Bunun için gereken kentsel tasarım yapılmalıydı. Yapısal planlama sadece imar yönetmenliğiyle sınırlandı. Tabiatıyla, düzgün bir kent planı tasarlanmadan kendiliğinden oluşamazdı. Muntazam sokaklar caddeler ve altyapı tasarlanarak planlanıp müteahhitlere daha küçük parsellerin verilmesi bence daha iyi sonuç yaratabilirdi. Büyük yapı adalarının kapalı siteler halinde müteahhitler tarafından rant karşılığı yapılaşması yanlış oldu.
Parsel bazında değil ada bazında büyük arsaların satılması mı sorun oluyor?
Evet, ‘Ada Bazında” arsaların siteleşmesinde bahsettiğim sakıncalar var, çünkü bu yöntemle adaların dışında kalan kamusal alan inşa edilemiyor. Ada çevresi çevrilip yapılaşırken özel mülk olarak kentten kopuyor. Kentin bütünüyle ilişkisi sadece dışarıdan servis almakla yetiniyor. Böylece ada dışında güzel sokaklar, bulvarlar, kent meydanları yaratılamıyor.
Bu anlamda Adana’da kamusal alanların durumu nedir?
Adana’da genç yaş grubunun tek gidebileceği yer Ziyapaşa Bulvarı, Metro Sokağı ve çevresidir. Bu sınırlı alan kafelerin ve akşam hayatının devam ettiği bir yer haline geldi. Orada Barlar Sokağı da var. Hatta buraya “Kurtarılmış Bölge” de diyorlar çünkü gençler ancak orada rahat sosyalleşiyorlar. Tarif ettiğim bu bölge planlı bir şekilde planlanmadı kendiliğinden oluştu diyebiliriz. Ama ben hep merak etmişimdir bu bölgenin doğruları neden Kuzey Adana’ya örnek olmadı? Ziyapaşa Bulvarın başındaki tren garının E5 karayoluna bağlayan bu cadde Jansen’in kent planlamasının önemli bir parçasıydı. O planda bulvarın çevresinde “Yüzevler” Mahallesi vardı. Zamanla evler yıkıldı ve kitle düzeniyle 9 katlı apartmanlar yapıldı. Yapıların bitişik nizam ve sınırlı katlı olmaları o caddenin ortak karakterini oluşturdu. Aynı yükseklikte yapıların arasında kalan caddenin güneş alması geniş kaldırımları olması insanlara cazip geldi. Bu örnek biraz Bağdat Caddesine benzer ama daha güzel diyebiliriz çünkü trafik yoğunluğu daha az ve yeşilliği daha boldur. İşte buradaki başarı Adana’nın yeni bulvarları için bir örnek olabilirdi.
Yeni Adana planlanırken kuzeyde neden böyle bulvarlar, meydanlar, caddeler planlanmadı?
Tabii bunun cevabını sizde biliyorsunuz. Kentin genişlemesi rant yaratma fırsatı doğurdu. Bundan faydalanmak isteyen kesimler imara açılan arazilere acele altyapı getirmek istediler. Yeni bulvarları yılan gibi yönlendirerek alt yapıyı ve ulaşımı arsalara yönlendirdiler. Amaçları yatırımlarını yüksek imarlı arsalara çevirmekti.
Yani düzgün bir kent planlamak yerine, rant yaratmak amacıyla lineer otoyoluna bağımlı bir kent modeli oluşturuldu. Bulvarların sağında ve solunda ticaretin oluşması trafiğin akıcı olmasını engelledi. Böylece başlangıcı ve sonucu belirli olmayan bir kent yaratılmış oldu. Hâlbuki Adananın kuzeye doğru genişlemesinde yürünebilir mesafelerde mekânlar yaratan daha tanımlı yeni kent merkezleri planlansaydı motorlu araç bağımlılığı sınırlanabilirdi.
İstanbul’un üzerinden uçarken pencereden bakınca İstanbul’da başlayan kent dokusunun İzmit’e kadar nefessiz uzandığını görebiliyoruz. Avrupa’da uçaktan bakınca kentlerin merkezli odak noktalarıyla oluştuklarını ve aralarında geniş yeşil alanlarının korunduğunu görebiliyoruz. Merkezlerin diğerlerinden yeşil alanlarla ayrılması mahalle ve semtlere tanım veriyor. Bizde yerleşim mega süper metropoller halinde genişlerken yaşam kalitesinin düştüğünü düşünüyorum.
Tanımlı merkezlerle büyümenin doğru modeli sahilleri, yeşil yamaçlara bağlayan Boğaz Köyleridir. Yeniköy, Arnavutköy, Ortaköy gibi Boğaz köyleri birbirinden bağımsız ama bağlantılı yerleşim merkezleridir. Her merkezin kendi içinde iskelesi, bankası, çarşısı olması onları daha yaşanabilir ve ulaşılabilir olmalarını sağlar. Bu kentsel tasarım örneklerinden ders alabilseydik yeni kentleşmelerde temel yanlışları engelleyebilirdik. İnsanlarımızı tanımsız mekânlar içerisinde değil daha belirgin ve insani mekânlar içinde yaşamalarına önem verirdik.
Ülkemizin Plancıları kendilerine sormalılar: “Ben bu planladığım kent diyagramının içinde yaşamak ister miyim?”. Plancılar ellerinde kural defterleriyle şu kadar m2 alana şu kadar kamusal alan şu kadar m2 bir okul, şu kadar otopark, belirleyerek kentlerin çevrelerini yollarla parçalayarak bir karmaşa yarattılar. Neticede bölük pörçük küçük yeşil alanlarla bağlayıcı sistemler oluşturamadılar. Peki, ben size sorayım, istikbal sizlere ait olduğuna göre, daha yaşanabilir kentlerde yaşamanız için çok mu geç kaldık?
Biz biraz umutsuzlaştık; mevcut güzellikleri korumaya çalışmaktan ileriye dönük proje üretemiyoruz.
Sizin yaş gurubunuzun “Bizim yeni kentlerimizi planlama umudumuz yok ama hiç olmazsa mevcut olan güzellikleri koruyalım” demeniz önemli ama yeniyi inşa etmekten umutsuz olmanız çok üzücü bir durum. Demek ki gençlerin daha pozitif ve aktif olmaları gerekiyor. Sizin “daha güzel bir dünya yaratmak”, azminiz sadece Türkiye için değil tüm gezegenimiz için, ön planda olmalı. Sizler bulunduğumuz coğrafyada değerli bireyler olmanız için küresel kapitalizmin kültürel aynılaştırmasını karşı tavır almanız gerekiyor. Aksi takdirde kapitalist tüketim kültürü yerelliğin sürdürülebilirliğini yok edecektir.
Bunların hepsini Adana’ya nasıl tercüme edebiliriz? Çukurova Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ne yapıyor Adana için?
Çukurova Üniversitesinin Adana için ne yaptıklarını bilmiyorum.
Ben ABD’den 92 yılında Adana’ya Çukurova Üniversitesi’nde hocalık yapma ve aynı zaman da mimarlık mesleğimi uygulamak arzusuyla dönmüştüm. Amerika’da mezun olmuş ve orda akademik ve mesleki deneyim yapmış bir mimar olarak Çukurova Üniversitesinde mimarların eğitimine bir katkım olabilir diye düşünmüştüm. Bu arada mesleğime devam etmek için büromu açtım. Ardından Mimarlar Odası’ndan bir uyarı geldi: “Kaya Bey siz uygulama ve akademik kariyer arasında bir seçim yapma zorundasınız” dediler. Akademik ortamda devlet memuru olmamın dışında mesleki hayatıma devam etmemin Mimarlar Odasına getireceği sakıncaları anlayamamıştım. Neticede yarı zamanlı öğretim elemanı olarak eğitim vermeye devam ettim ama sözleşmem yenilenmediğinde devam etmem mümkün olmadı.
Artık ders vermiyor musunuz?
Vermiyorum, çünkü davet edilmiyorum. Çukurova Üniversitesi Mimarlık Bölümü zamanla kendi içine kapandı. Kendi içinden öğretim görevlisi yetiştirirken final jürilere akademik ortamın dışından uygulayıcı mimar davet etmediler. Akademik ortamın daha araştırmacı ve ütopik olması kabul edilebilir ama en azından final jürilere dışardan uygulayıcı mimarları davet etmeleri beklenirdi. Ben Amerika’da hocalık yaparken bölüm dışından mimar davet etmeye çok özen gösterirdik. Proje döneminde öğrencilerimize kendi bilgilerimizi aktardıktan sonra projeler duvarlara asılınca bizim söyleyecek lafımız biterdi. Böylece misafir mimarlar değişik görüşlerini rahatça yansıtırlardı. Mimarı uygulama amaçlı bir meslek olmasından dolayı eğitiminin dış dünyadan beslenmesi gerekir. Mimarı Bölüm mezunlarının dış dünyadan kopmuş bir şekilde eğitim almalarını doğru bulmuyorum. Böyle bir yaklaşımla Mimarlık Bölümünün Adana için öneriler getirebilmesini zor görüyorum.
Mimarı tasarım eğitiminde en büyük yanlışlarından biri ilk seneler tasarım dersleri küçük ölçekli projelerle başlayıp daha sonraki dönemlerde mezuniyete kadar proje ölçek ve programlarının büyüyerek devam etmeleri. Projelerin ölçeğini büyüterek tasarım eğitiminin kalitesi yükselmez. Öğrenci her dönemde program deşifre etmekle uğraşırsa’ çözümler sadece diyagram olarak kalır ve mimarı tasarımın rafine olmasına vakit kalmaz. Mezun mimarlar portföylerinde Havaalanı projeleriyle geliyorlar ama en basit bir konut projesini tasarlayacak eğitim birikimleri eksik kalıyor.
Evet, ben de Haliç kıyısını planlamıştım.
Bende işte bundan bahsediyorum!
Mimarların eğitiminde stüdyo projelerinin ölçeğini büyüterek tasarım seviyesinin yükseleceği sanılıyor. Böyle bir yanılgıyla Proje konu ve kapsamları büyüyor ama mimarı bilgi derinleşmiyor ve yüzeysel kalıyor. Öğrenci programı anlayana kadar dönemin çoğu geçerken tasarımın olgunlaşmasına vakit kalmıyor. Acaba akademik ortamın dışında kaç mezun mimara Havaalanı veya Kentsel Tasarım projelerini tek başına yapma nasip olabilir?
Tabii ki Akademik ortamın görevi sadece mimarlık mesleğine eleman yetiştirmek değil ama bir mezun mimardan basit bir evin projesine çözüm getirmesi beklenemez mi? Basit bir ev deyip geçmeyelim. Evin çok değişik mekânları, plan diyagramından, vaziyet planına kadar bir bütünsellik içinde tasarlayabilmek kolay değildir. Aslında mimarlık eğitiminin esas konusu yapı tasarımında bütünselliği yaratmayı öğretmek olmalı. Siz Halıcı planlarken bahsettiğim bütünselliğe girebildiniz mi? Ama bir villa tasarlasaydınız sizden bu beklenebilirdi.
Müzik ve Mimarı arasında bir paralellik kurarsak bahsettiğim konuyu daha iyi izah edebilirim. Orkestra Şefi senfoninin enstrümanlarını idare ederek ahenk içinde bir bütünsellik yaratır. Benzer şekilde mimar da yapı tasarımından uygulanmasına kadar görsel ve mekânsal bir bütünselliği yaratmaya çalışır. Bir mimarin sorumluluğu nedir? Aynen bir senfoni şefi gibi bu tarif ettiğim bütünü var etmektir. Mimar bir demirciden daha iyi kaynak yapamaz, kalıpçıdan daha iyi kalıp yapamaz ama hepsini bir uyum içinde bütünler ve aralarındaki orantılı ilişkileri kurarak estetik yaratır. Mesleğimizin bu temel sorumluluğunu mimarlara tabii ki akademik eğitimin verecek. Kentsel Tasarım bu mimarı bütünün son halkasıdır. Kentsel Tasarımı Planlama eyleminin alt bölümü olarak görmek çok yanlış olur.
Kentin formu toplumsal vizyonun görsel tercümesi olmalıdır. Ben kent tasarımına planlama mantığıyla başlamanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Şöyle: Planlama kentin imarını belirlemek için bir yönetmenlik formülü hazırlar, yani tasarlanmış kentin formunu yaratmak için bir araçtır. Bu aracı kullanmadan evvel nihai hedefin belirlenmesi gerekmez mi? Kentin yapısı tasarlanmadan evvel imar yönetmenliği yürürlüğe girerse güzel bir kent oluşamaz. Sadece Planlamanın imar yönetmenliğiyle “yanlışlar” engellense bile “doğrulara” erişilemez. Binalar “kimse kimseyi rahatsız etmesin” amacıyla sınırlanırsa ortak bir düzen kurma imkânımız olmaz. Planlama kötü yapılaşmayı engellerken ve suiistimale karşı kamu çıkarlarını savunurken aynı anda iyinin yapılmasını da engel oluyor.
Burada da planlama sadece savunmada kalmak oluyor.
Evet, kentsel tasarım yapılmadığı takdirde planlama; sadece savunma yönetmenliği… Sadece kentin formu planlamayla başlarsa sonradan tasarımına imkân kalmaz. Ancak kentin formu önceden belirlenirse planlama uygulamayı tarif edebilir. Avrupa kentleri üzerinden uçarken rasyonel geometrik planlarını algılamak mümkün oluyor. Genelde yerleşim merkezlerinin çevresinde geniş yeşil alanlarının korunduğunu görebiliyoruz. Düzenli cadde ve sokakların tanımlı meydanlara bağlanmaları tesadüf değil kararlı bir tasarımın ürünü olduğunu anlayabiliyoruz. Bu belirgin düzenin bir tasarımın neticesinde ortaya çıktığı belli oluyor. Genelde kentlerin estetik kalitesinin yükselmesi için bireysel yapılarının nitelikli ve dikkat çekici olmaları gerekmiyor. Her binanın ön plana çıkması kent dokusunun uyumlu olmasını sağlamıyor. Adana’nın da işte bu eksiği var. Kentsel tasarımı eksik. Binalar kendi başlarına dikkat çekmeye çalışırken düzensiz ve karmaşık bir kent ortaya çıkıyor. Adana’nın kentsel tasarımı sadece kaldırım ve ağaçlandırma ile yetiniyor.
Kentteki mimarı üretimi nasıl buluyorsunuz?
Tasarım konusunda meslektaşlarımı eleştirmem doğru olmaz çünkü yapıları değerlendirirken bulunduğumuz mimarı ortamın ne kadar zor olduğunun farkındayım. Adana ortamında mimarı kaliteyi yükseltmek çok zor. Ancak yakın kentlerle mukayese edebiliriz. Bu mukayesede sanki Mersinde daha kaliteli inşaatlar uygulanıyor gibi görünüyor. Her iki kentte mimarı uygulamalarımız olduğu için bunu söylemem mümkün oluyor. Örneğin Adana’da arsa sahipleri müteahhitlerle daha düşük orantıyla anlaşınca inşaat bütçesi rahatlaşıyor ve kalite yükselebiliyor. Adana’da imarlı arsa sınırlı olduğu için %50’lerle anlaşmalar yapılıyor ve kalite düşüyor. Mersinde halen yüzde 35’lerde olduğu için %15’lik fark binanın kalitesine yükseltmeye harcanabiliyor. Kalite bir satış avantajı sağladığını fark eden Mersin müteahhitleri buna bütçe ayırabiliyorlar. Adana müteahhitlerinin mimariyi sadece beton, demir, harç ve duvar olarak görmeleri bizim için büyük bir handikap yaratıyor. Konut talebinin yüksek olmasından dolayı ne yapılsa satabilir sanılıyor. Dolayısıyla en hızlı ve en düşük mimarı ücretlerle projeler üretiliyor. En iyi mimardan bile en hızlı ve en düşük ücretle iyi bir tasarım beklemek yanlış çünkü zaman = ücret olduğunu biliyoruz. İyi bir mimar ancak alternatifler deneyerek, doğruları araştırarak nitelikli bir tasarım yapabilir. Mimarın değişik malzemeleri değerlendirerek tasarım yapması vaktini alacaktır. Ben sadece ruhsat ve uygulama projesinden bahsetmiyorum. Mimar mesleğine devam etmesi için daha çok proje alması gerekince daha çok proje alması ve her birine daha az vakit ayırması demektir. Bu da tasarım kalitesinin düşmesi anlamına gelir.
Adana’ya göç, Adana’dan göç; hangisi var?
Çok enteresan bir konuya değindiniz. Bir yandan Adana eğitimsiz göç alırken diğer yandan Adana’dan dışarıya beyin göçü var. Eğitimli ve kentli gençlerimizin daha kaliteli bir yaşam ararken Adana’yı terk etmeleri ve bu boşluğun kentli olmayan nüfusla doldurulması büyük bir problem yaratıyor. O zaman şöyle diyebiliriz: Bir süper kent olmak önemli olabilir ama kaliteli bir kent olması daha önemlidir. Zaten kentin kalitesi yüksek olunca eğitimli genç nüfusunu kaybetmez ve zamanla kentin yaşam kalitesi yükselir.
Adana nüfus artışıyla kuzeye doğru büyüyor. Şimdi de kent Yüreğir’e doğru da yoğunlaşmaya başladı. Orada da yüksek binalar uygulanıyor. Daha önce Seyhan nehrinin karşı yakası Yüreğir daha alçak katlı binalardan oluşurdu. Yüreğir’in Batı yakasından daha yeşil ve farklı bir karakteri vardı. Bence bu farklılığın yok edilmesi kaybımız oldu.
Konutların, yani günlük yaşamın, yüksek yapılarla olmasına karşıyım. Yüksek yapıların ticari ve sosyal amaçlı olmalarına karşı değilim. Önemli binaların otel, iş merkezi gibi yükselmeleri kabul edilebilir ama onlarında kent içinde konumları çok önemlidir. Kentin genel siluetini bozmayacak ve hatta pozitif etkileyecek bir şekilde yüksek yapılaşma kontrol edilmelidir. Neden Adana’da yüksek yapılaşmaya karşıyım? Adana ikliminin güzel olduğu için diyebilirim. 6.kattan sonra balkon yaşamının sokakla olan ilişkisi kopar. Balkondan sosyalleşmek, çocuğunu oynarken izlemek imkânsızlaşırken özel yaşamların mahremiyeti yok ulur. Yani balkondaki yaşam sokaktan caddeden koparken komşusunu seyretmeye başlar. Konut yüksekliğini beş katta sınırlasanız ve her sokağa bol ağaçlandırırsanız balkonlarda yaprak altından sokağı görürsünüz. Bu kadar basit ve rasyonel bir formül neden planlamayı ikna edemiyor anlayamıyorum. Le Corbusier’de önerdiği gibi: yapıların yükselmesiyle aralarının açılması daha tanımlı sokaklar ve yeşil alanlar belirleyebilir. Böylelikle yoğunluk dikey yerine yatay yaratılabilir. Tabii TOKİ gibi yüksek yapıları yoğunlaştırıp ara mesafelerini daraltırsanız bu denge bozulur.
Adana’nın gündemdeki yapıları neler?
Adana’da büyük ve kaliteli sağlık kompleksleri kuruluyor. Yüreğir tarafında 1550 yataklı bir hastanenin inşası tamamlanıyor. Bu yatırımlar Adana’yı sağlık turizm merkezi haline getirecek. Bu da çok güzel bir gelişim çünkü sağlık hizmeti temiz bir sektör. Sektörün dumanı yok ama kalifiyeli işçisi var. Ortadoğu’dan Asya’dan ve belki de Avrupa’dan gelecek hastalara sağlık hizmeti vermek Adana ekonomisi için pozitif bir katkı sağlayacak.
Dikkatinizi çekerim Adana’nın kalitesinin yükselmesi için mega projeler gerekmiyor; yani her belediye başkanının görev süresinde bomba gibi ses getirecek proje yapılmasını şart koşması gerekli değil. Adananın yaşam kalitesinin yükselmesi için “süper kent” olması gerekmiyor. En büyük AVM, mega spor merkezi, süper bir kent stadyumu yapılması kalite yükseltmez. Belediye başkanının ses getirecek bir şey koyacağım ve şehri birden değiştireceğim diyerek’ hızla uygulanacak büyük projeler yapması ileri görüşle değil. Yapısal kaliteyi tüm kente yayacağına odak noktalar yaratarak kenti süper yapmaya çalışmak uzun vadede sürdürülebilir olmaz. Örneğin evinizdeki alt yapı borularınız patlıyorsa kalitesiz doğramalarınız varsa ev eskimişse gidip en pahalı mobilyayı alıp salonunuza yerleştirmeniz yaşam kalitenizi yükseltmez. Misafir gelince etkilenebilir ama olay orada biter. Kentin kültürel merkezlerini mega projelerle kentin dışına alarak kentin merkezini kalkındıramayız. Sadece odak noktaları parlatıp ışıldatsak bile ama o enerji kentin geneline dağılmaz. Ben sağlık sektörü yapıların bile Adana’nın merkezinde olmalarını isterdim. Mega hastane yapmak yerine birçok dünya çapında kliniğin kentin içine yerleşmeleri tercih edilmeliydi. Mesela bir doğum hastanesi ile onkolojinin aynı yapıyı paylaşması çok da şart değil. Sağlık hizmetlerinin tek bir yapı içinde, bir AVM gibi, her ihtiyaca cevap vermesi gerekir mi? Tıp artık branşlara ayrıldı. Dünya Göz Merkezi bunun çok iyi bir örneği.
Diğer sosyal ve kültürel hizmetlerin olduğu gibi Sağlık hizmetinin de kent içinde olmalarının faydası ne olabilir? Her özel klinik kendi çevresini canlandırabilir. Sağlık hizmetinde çalışan insanlar ve hizmet almaya gelen insanlar o mahallenin ve semtin değerini artıracak ve ekonomisine katkı sağlayacaktır. Hizmet dağılımı bireyi önemseyecek ve lokal trafiği de rahatlatacaktır. Toplu taşıt sistemleri kenti birbirine bağlarsa ve yerel ihtiyaçlar yürüme mesafelerinde olursa ulaşım yoğunluğu azalacak ve kent daha yürünebilir olacaktır.
Adana’nın temel ulaşım politikası nedir?
Genelde Minibüsler ve Halk Otobüsleri kaotik bir şekilde kent ulaşımını sağlıyor. Tek hatlı bir metro sistemimiz var. O tek hat raylı sistem mevcut Adana’yı hiçbir şekilde birbirine bağlamayan tamamen şehir dışında kuzeye uzanan bir ulaşım sistemi.
Ne amaçla yapılmış?
Raylı sistemi kritik etmek istemiyorum ama belli ki Adana Metrosu mevcut kentin ulaşımını sağlamak için değil kuzeydeki tarım alanlarını imara açmak için planlanmış. Adana metrosundan ne beklenirdi? Uçaktan inip kent merkezine ulaşmak ve oradan da diğer ulaşım sistemleri ile bağlantı kurabilmek beklenirdi. Havaalanını Otogarı ve Üniversiteyi birbirine bağlayan bir metro sisteminin bel kemiği oluşturmalıydı. Bu her metro sisteminden beklenirken, Adana bu es geçilmiş.
Şimdi Adana-Mersin arasına yeni bir havaalanı yapılıyor. Belki orada ulaşım sistemleri havaalanını her iki kentin merkezlerine bağlayacaktır…
Bilemiyoruz, yeni havaalanı da ne zaman açılacağı şimdilik meçhul. Şu anda inşaatı durmuş ama yakında inşaatı devam edecek deniliyor. İhaleyi kazanan müteahhit para kaybedeceğini hesaplayınca inşaatı durdurmuş deniliyor.
TOKİ’nin kentteki faaliyetleri neler?
TOKİ projelerine müsait Yüreğir’de bol boş alanlar var. Yeni TOKİ’yi projeleri daha çok Seyhan Nehri’nin doğusunda uygulanıyor. Ama aslında Adananın içinde de TOKİ benzeri bir yapılaşma var. Konut stokunu sadece yüksek yapılaşma ile uygulaması TOKİ’den farklı bir yaklaşım değil. Yüksek ve tanımsız yapıların arasında TOKİ’lerin yer alması bizi artık çok şaşırtmıyor. Sadece TOKİ’nin daha iddialı renkleri bizi şaşırtıyor (gülüşmeler). Benzer betonlaşma ve Türkiye’nin her yerinde olan benzer yüksek yapılaşmasıyla Adana farksız ve problemli bir şehir oluyor.
Acil konut ihtiyacımızı karşılamak için insanlarımızı tanımsız, tekrarlayan yüksek yapılarla depolamamızın ilerisi için problem yaratacağını biliyoruz. Söylemine göre TOKİ’nin amacı gecekondularda yaşayan düşük gelir guruplarını kentin içinden çıkartıp kentin dışında inşa edilecek daha güvenli ve düzenli konut alanlarına transfer etmek oluyor. Ama kentin içindeki “marjinal konutlar” yani Gecekondular bazen gayet yaşanabilir özelliklere sahip görünüyor. Örneğin Kahramanmaraş’ta Çamlık Bölgesi ve Yusuflar Mahallesinde ki mevcut kentsel yaşamın ölçeği ve kalitesi yeni uygulanan TOKİ’lerin sunduğu yasama tercih edilebilir. Kentsel gelişim için boşaltılması düşünülen yerlerde ki yapı stoku sadece bakımsız ve yetersiz kalmış olabilir ama mevcut karakteri kolayca korunarak yenilenebilir. Mevcut mahallelerde sahiplenme var, ölçeği daha insanı ve yaşam tarzı bize daha uygun. Yoğun ve alçak yerel yapılaşmanın yaratığı mevcut kent dokusunda kent içinde kalmanın anlamı ruhunda devam ediyor.
Kentsel Yenileme (Urban Renewal) ruhsuz bir şekilde uygulanınca çok kısa bir dönemde şartlar değişince terk edilebiliyor. Amerika ve Avrupa zamanında bu deneyimleri yaşamışlar. Gelişmiş ülkelerde 60 ve 70’lerde inşa edilen ekonomik ve pratik uygulanan toplu konut projeleri daha sonra varoşlaşmış ve terk edilmiş. Şimdi bu projeleri tekrar yıkıp yenilemeye mecbur kalıyorlar… Bunun bilincinin farkında olursak biz de aynı süreci geçirmeye mecbur değiliz. “Komşuna bak ve öğren” derler ama biz onların düştükleri aynı çukura tekrar düşmeye razı gibi görünüyoruz…
Ama bizim konumuz şu olmalı: Bu kentsel dönüşüm uygulanırken şehirlerimizin yaşam kalitesini nasıl yükseltebiliriz? Kentsel dönüşüm kentsel kaliteyi yükseltmek için bir fırsat olabilir. Şu aralar Seyhan’da Toros Caddesi ve Ziyapaşa Bulvarlarında neredeyse her yer yıkılıp yeniden yapılıyor. Kentsel dönüşümün tek farkı yıkılan binaların aynıları 3 kat yükseltilerek yapılıyor olmaları. Başka bir pozitif değişim göremiyoruz. Bunun en büyük engeli bitişik nizamın yapılaşmasına müsaade verilmemesi. Hâlbuki kent içinde “0” çekme mesafesi verilirse yükselmeye gerek kalmadan taban alanını genişleterek daha muntazam bir kent dokusu yaratabilir. Bunu yaparken Kentsel dönüşümün amacı yapıların arasında kalan kamusal alanlara bulvarları, sokakları ve sokak kesitlerini tekrar tasarlamak olmalı. Ben şimdiye kadar Türkiye’de hiçbir belediyenin sokak kesitini çizip tasarladığını görmedim. Genelde kent planlaması sadece planda kalır. Sanki biz hep kentlerimize kuş bakışı bakar gibi planlıyoruz. Ama biz kuş değiliz ve neticede şehrin içerisindeki sokaklardan yürüyoruz ve trafikte ezilmemek için dikkat ediyoruz. Sokak kesitlerinde arabaların ölçüleri, park etme ölçüleri, kaldırım ölçüleri, mümkünse bisiklet yolu ölçüleri ve çevreleyen binaların yükseklikleri beraber ve uyum içinde tasarlanmaları gerekirken tasarımsız olmaları kendimizi çok korkunç bir ortamda hissetmemize neden oluyor. Belediye arsa, parsel ve ada bazında imar belirlerken kentin kamusal ortak mekânlarını şekillendiremiyor. Kenti plansız bırakmaktansa yetersizde olsa bir kentte bir düzen yaratılmalı. Ne yazık ki Kentin tasarımı önemsenmiyor ve ne Adana’da nede Türkiye’de henüz kent tasarımının değerini anlamış değiliz.
Benim çocukluğumda Levent’ler daha yeni bitmişti. Yerleşimde çok muntazam sokaklardan ve mütevazı küçük evlerden oluşan bir Bahçe Kent vizyonu yaratılmıştı. Tüm sokakları düzenli ve çarşısı tasarlanmıştı. Günümüzde böyle bir kentsel tasarım artık yapılmıyor nedense. Yani bu geçmişin başarısından örnek bile alamadık. Levent’te başarı konutların değerini öyle bir arttırdı ki neticede hepsi iş yerlerine dönüştü.
Adana’da tarihi dokuyu koruyan yerler var mı?
Bir zamanlar Adana’nın merkezinde Tepebağ Mahallesi vardı ama deprem sonrası oranın çoğu yıkık bırakıldı. Şimdi tarihi kentin merkezinde Büyük Saat ve çevresi restorasyon geçirdi. Cumhuriyet döneminde yerleşime açılan Gazipaşa Mahallesi ve Ziyapaşa Bulvarı çevresini Jansen adında bir Alman mimar planlamıştı. Bu planlamanın düzgün ızgara planı halen kendini korunuyor ama 50 yıl önceki villaları tamamen yıkıldı diyebiliriz. Bu semtin imarı yoğunluğa dönünce yapılaşma uyumsuzlaştı ve altyapısı yetersiz kaldı. Hâlbuki 1950 ve 1980’lerin bahçeli evler semtleri korunarak tarihi Adananın çevresi yeşil bırakılıp yapılaşma daha kuzeye kaydırılabilirdi. Adana her şeyi ile bitmiş bir semtinin imarını yoğunlaştırarak mevcut yapılaşmayı yıkıma mahkûm etmiş oldu. Bu süreç içinde imarı 5 katlı olarak sınırlı tutulsaydı yenileme daha başarılı olabilirdi. Semtin en düzgün bulvarı, Ziyapaşa Bulvarı, 9 katla sınırlandı ve şimdi bunun başarısı kendini belli ediyor. Binaların aynı yükseklikte bitişik nizam olmaları, orta refüj ve kaldırımların yeterli ve ağaçlı olmaları bu bulvarı kalitesini simgeliyor. Bulvar kaliteli ve yürünebilir olduğu için Adana’nın da en değerli gayrimenkulleri orada bulunuyor. Bu örnek yayalar için tasarlanan kaliteli bir kent merkezinin yüksek rant yaratabilmesinin ispatı sayılır.
Sizin şu anda devam eden projeniz var mı Adana’da?
Konut projelerimizin dışında bizim şu an en büyük projemiz üniversite kampüsü. Adana Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Adana’nın ikinci büyük devlet üniversitesi. Yeni kampüsü Çukurova Üniversitesi’nin güneyinde 2600 dönümlük bir alana yerleşiyor. Çukurova Üniversitesinin komşusu olan bu üniversite kampüsü onunla rekabet etmeyecek çünkü ziraat ve tıp fakülteleri olmayacak. ABTU daha çok mühendislik ve yüksek teknolojinin araştırma merkezi olacak. Biz 5,000 öğrencilik ABTU Master Planını tamamladık ve şimdi fakülte binalarını tasarlamaya devam ediyoruz. Kampüste, Mühendislik Fakültesi, Rektörlük / İdari ve Merkezi Kafeterya binalarının kaba inşaatları devam etmektedir. Mesleğimiz olarak en çok önemsediğimiz Mimarlık Bölümü’nün tasarımına başlayarak çalışmalarımızın 2016 yılında sürmesini bekliyoruz.
1 Yorum
Bende başlığın ilgi çekiciliğine aldanıp girdiğimi itiraf edeyim o zaman 🙂 Aynı zamanda sonuna kadar iştahla okumaya devam ettiğimi.