“Projelerde Doğru Dengeyi Kurmak Mimarın Elinde”

15 yıldır çalışmalarını Türkiye'de sürdüren Avusturyalı mimar Brigitte Weber ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Pınar Koyuncu: Ofisinizin yapısından ve kuruluşundan bahseder misiniz? Eğitiminizi Avusturya’da aldığınızı biliyoruz. Sonra Türkiye’ye gelişiniz ve ofis kurmanız nasıl oldu?

Brigitte Weber: Ben 1994’te mezun oldum, 1995’te İstanbul’a geldim. Arif Suyabatmaz’la beraber bir ofis kurduk. Yabancı olduğum için kendi ofisimi ancak 2005’te açabildim. Avrupa Birliği sürecinde Türkiye’de kanunlar da değişti ve ben bütün haklara sahip olan ilk yabancı mimarım.

PK: Ofisinizde kaç kişi çalışıyor?

BW: Biz aşağı yukarı 15 kişiyiz.

PK: Avusturya’da mimarlık yaptınız mı hiç? Yoksa okul biter bitmez buraya mı geldiniz?

BW: Avusturya’da 1 sene boyunca bir ofiste çalıştım, ondan sonra Türkiye’ye geldim ama kendi ofisimiz yoktu tabii ki.

PK: Peki şu anda yurtdışında projeler yapıyor musunuz?

BW: Hayır, sadece Türkiye’de çalışıyoruz.

PK: Projelerinizden bahseder misiniz biraz?

BW: Şu anda Trump Towers bitmek üzere. Sadece küçük iç mimari detaylar kaldı. Bizim işimiz bitti ama uygulama devam ediyor. Ankara’da Next Level var, o da aynı büyüklükte 240 bin metrekarelik bir karma kullanımlı proje. Rezidans, ofis ve AVM’den oluşuyor. Ayrıca İstanbul’da bir binicilik tesisi yapıyoruz. Onda biz biraz uzmanlaştık diyebilirim çünkü bu bizim üçüncü projemiz. Bu projeyi Kemerburgaz’da Sevil Sabancı için yapıyoruz. Keyifli bir iş, o büyük projelerin yanında bu tip şeyler yapmak güzel oluyor. Esasında bu da büyük bir proje, mühendislik açısından zor tabii ki.

PK: Önemli projeler uygulayan bir kadın mimar olarak Türkiye’deki mimarlık ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

BW: Çok ilginç bir şey sordunuz. 17 sene içinde ilk defa Türkiye’de bu soru bana geliyor. Şimdi 2010’dan itibaren Türkiye dünyada çok başka bir konuma geldi. Turizmde de değişti mesela, çok daha kaliteli turistler geliyor. Birden bire sanatla ilgilenen insanlar İstanbul’a gelmeye başladı. Avusturya’daki basın da ilgilenmeye başladı buradaki işlerle. Tabii beni buluyorlar sürekli, o ülkeden geldiğim için. İlk soru olarak bu geliyor. Siz kadın olarak Türkiye’de bunu nasıl yapıyorsunuz? Genel olarak erkeklerin egemen olduğu bir meslekte bir kadın olarak nasıl çalışıyorsunuz? Ama Türkiye’de bu soruyu bana daha önce hiç kimse sormadı. Ben bu soruya şöyle cevap veriyorum, Avusturya’da kadın mimar olmak bence daha zor, çünkü Avusturya’da kadın-erkek tartışmaları çok fazla. Orada bir kota var, mesela bir şirkette bu kadar erkek çalışıyor, bunun yanına şu kadar da kadın almak zorundasınız gibi bir oran var. Türkiye’de böyle bir şey yok. Türkiye’de insanlar çok akıllı. Kim işi daha iyi yapıyorsa, o yapıyor. Bence kadın-erkek konusunda hiçbir tartışma burada olmuyor. Onun için söyledim, Türkiye’de bana böyle bir soru daha önce hiç gelmedi diye. Tabii bir sorun var, neden bu kadar az kadın tek başına iş yapıyor, onu ben de bilmiyorum.

PK: Mesela mimarlık okullarında öğrencilerin çoğu kadın, %50’nin de çok üzerindeler. Ama uygulamaya baktığımızda herhalde öyle değil.

BW: İç mimarlıkta daha çok kadın var. Çünkü iç mimarlığı her şeyin yanında yürütebilirsiniz. Bir kadının hayatı tabii ki erkeğin hayatından biraz farklı. Siz bebeğinize bunu anlatamazsınız, “Şimdi ben seninle üç gün ilgilenemem, çünkü bir yarışma yapıyorum,bir sunum hazırlıyorum sen kendi çarene bak,” diyemezsiniz değil mi. Erkekle ortaklık yapan çok kadın var aslında, ama çoğunlukla erkekler ön planda. Bence o konuda kadınlar suçlu. Özel hayatınızı biraz arka plana koymanız lazım. Aile ile başarılı bir mimari ofis yürütmek biraz zor. Kesinlikle yürütülebilir, ama zor olur. O yüzden kadınlar daha belli olan saatlerde çalışmak istiyorlar. Ama ben üzülüyorum, çünkü bence daha fazla kadın erkeklerin arkasına saklanmadan, kendilerine güvenerek bu işi yapabilirler. Gerçekten tek başına mimari ofisi olan çok az kadın var. Sadece Türkiye’de değil dünyada da az var.


Fotoğraflar: Uğur Ceylan

PK: Siz tasarımlarınızda en çok neye dikkat edersiniz, neye önem verirsiniz? Tasarıma başlarken ilk olarak neleri düşünürsünüz?

BW: Öncelikle mimar olmak, çok farklı bilgilere sahip olmak demek. Bir tasarım için biz hem sanat tarihi bilmek zorundayız, hem de iyi bir heykeltraş olmak zorundayız. Çünkü form ve hacim bizim elimizdeki ana malzeme. Öbür taraftan psikolog olmanız lazım, çünkü insanlar için çalışıyorsunuz ve çoğu belli olan insanlar için. Kim için bina yapıyorsunuz, bunu biliyorsunuz. Siz sadece kendiniz ne istiyorsanız yapamazsınız. Tabii ki bir de fonksiyon önemli. Bir hotel yapıyorsanız nasıl çalışıyor bilmeniz lazım, hastane yapıyorsanız nasıl çalışıyor bilmeniz lazım. Çok faklı fonksiyonları birleştirerek, doğru dengeyi bulmak gerekiyor. Bizim işimiz denge. Ondan sonra çok güzel bir fikriniz varsa, bunu da yatırımcıların bütçelerini de düşünerek yapmanız lazım. Orada da bir denge kurmanız lazım. Hem yatırımcıların isteklerini yerine getirmelisiniz bütçe olarak, hem kullanıcının fonksiyonunu sağlamanız lazım, hem de bundan da bir sanat eseri yaratmanız lazım. Her şey bir denge. Bazı projelerde yatırımcı ön planda, bazen fonksiyon ön planda. Mesela bir hastane projesinde çok iyi bir fonksiyon konsepti olması lazım, fonksiyonda bir bozukluk olursa en güzel dekorasyon ve en yüksek bütçe size hiçbir şey sağlayamaz. Projelerde doğru dengeyi kurmak sizin elinizde ve projede başarıyı gösteriyor.

PK: Sizin adınızı Trump Towers projesinden sonra daha sık duymaya başladık. Mimari yayınlarda yer almayı çok fazla tercih etmiyor musunuz? Yoksa vaktiniz mi olmuyor?

BW: Biraz önce söylediğim gibi, benim 2005’ten itibaren kendi ismim altında mimari proje yapma hakkım var. Ondan önce imza atma yetkim yoktu. Talepler geldi mimari projelere, ama eğer imza atamıyorsan proje yapmanın hiçbir faydası yok. Başka bir mimarın adı altında bunu yapmayı profesyonel bulmuyorum. Ama o zamana kadar çok iç mimari projeleri de yaptık. Tabii ki Trump Towers çok uzun da sürdü. Ama benim için basın o kadar da önemli değil. Basında çıkmak belki egomuza iyi gelebilir, ama benim için önemli olan yatırımcıların bizi bulması. Onlar da çoğunlukla basından değil, yaptığımız işlerden bizi buluyorlar. Çünkü yayınları çok okumuyorlar, maalesef. Biz de diyoruz ki insanlar bizim ismimizi değil, işimizi duysunlar. Bence burada ego ön planda değil, iş ön planda. Bundan sonra ismimizi daha çok duyacaksınız herhalde.

PK: Çok teşekkürler.

BW: Biz teşekkür ederiz.

Etiketler

Bir yanıt yazın