Sektörel Temelli Planlama Modelleri Türkiye’yi Mahvediyor

Hasan Topal ile söyleşi.

Ömer Yılmaz: Bilmeyenler için İzmir Büyükşehir Belediyesi’ndeki çalışmalarınızı kısaca özetleyebilir misiniz?

Hasan Topal: İsterseniz ilk olarak o göreve nasıl geldiğimi anlatayım.

Her yerel seçimde Büyükşehir Belediye Başkanı adayları meslek odalarına gelir. O sene de adaylar bizi ziyaret etti. Onlara kente, İzmir’e dair, İzmir’in yaşamakta olduğu sıkıntılara dair raporları aktardık. Seçim sonrası bu görevleri yapalım dediler ve planlama müdürü olarak çağırıldım. Bu kentin plansızlığından yakınıyorduk. Amaç bu kenti planlı yapmaktı. Sektörel bazlı dağınıklığı ve çok otoriteli yapısı olduğunu bilerek konuştuk. Çok acil ve yaşanan sorunlar için bir proje yaptık. Kordon meselesi mesela…

İkincisi, ilk kez mimarlık örneklerine bakım onarım adına düzenleme, kültürel mirası koruma adına düzenlemeler yapılması oldu. 2004 yılında büyükşehir belediyesi kanunu kapsamında İzmir Büyük Şehir Belediyesi yeni sınırlarını kapsayan çalışmalarını da tamamladıktan sonra belediyeden ayrıldım. Meclisten geçti ve yürürlüğe girdi. Sivil toplum kuruluşlarının, akademik ortamların çok da eleştiride bulundukları bir plan değil. Sürekli danışarak ilerledi proje. Örtülü hiçbir şey kalmadı.

ÖY: Piriştina’nın rolü neydi?

HT: Piriştina, kendi ölçüleri içerisinde deneyimli bir yöneticiydi. Yerel idarenin de hükümetin de yapısını bilirdi, vizyon sahibiydi. İzmir’in özellikleriyle ancak İzmir olabileceğine inanıyordu. Bu yönüyle çok takdir aldı ve iki dönem seçildi. Bu, politikanın doğruluğunun yansımasıdır. İzmir diğerleriyle kıyaslandığında farklı bir kent. Körfez taşımacılığını belediye devraldı. İlk kez devlet demir yollarıyla işbirliği kurdu, şimdi büyük kentler aynı şeye başladı. Sevgiyle anıyorum. Yurtdışına gidip kültür ve kentsel mimarlığın katkısını inceleyen bir belediye başkanıydı ve sırf bunu görmek için giderdi. Mimarlığın kentin algılanan yüzü olduğunu içine sindirmişti.

ÖY: Planı nerede hazırladınız?

HT: 2009 yılına kadar olan bir projeksiyondu. Belediye bünyesinde, belediye mimar ve plancılarıyla yapılmasını istedik. Belediye bünyesindeki personelin gelişimi açısından da önemli bulduk bunu. 30 kişilik bir ekiple planlama müdürlüğünün kendi bünyesinde yaptık. Zaten 2004 öncesine ait analitik sayısal bilgiyi edinmiştik.

ÖY: İstanbul’daki İMP yapılanmasını biliyorsunuz. Bununla ilgili neler düşünüyorsunuz?

HT: Türkiye’de mimari planlama sürecine önem veren netlikteki oluşumu önce çok ilginç bulmuştum ve ilgiyle karşıladım. Karar süreçlerinde bu oluşumun biraz dışarıda kaldığını farkettim. Dubai Kuleleri, hatta köprü tartışıldı. Planlama eylemi ile karar süreci arasında kopukluk vardı. İzmir’de ise planı Belediye kendi birimiyle geliştirdiği için, tutarlılık söz konusu. Planlama statik belge değildir, ortamın değişkenlerine hazır olması gerekir. Bu yüzden grubun çalışmasını değil tabii ama yapıyı başarısız buldum. Çok ciddi eleştriler var İstanbul için.

ÖY: İzmir’e geri dönelim. EXPO’yu neden kaybettik?

HT: EXPO’nun kaybedilmesinde bizim ülkemizde, kentleri düzenleyecek, kenti dönüştürmeyi başaracak becerimizin gelişmemiş olmasının rolü büyük. Başka kentlere baktığımda mesela, Sevilla ve Madrid arası hızlı tren yapıldı. Böyle bir ihtiyaç yoktu aslında. Barselona-Madrid arasında yapılmalıyken politika, güneyin yoksul kalmış halkını kalkındırmak olduğu için Sevilla-Madrid arasına hızlı tren koyuldu. Bizdeki düşünce şu: EXPO kenti ticari anlamda kalkındıracak. Fiziksel ve mekansal olarak da kalkındıracağını kabul edemedik. Mesela bugün Şangay örneği var. 2012 EXPO’su için kentin çöküntü bölgesi yenileniyor ve bu dönüşümün kentin diğer bölgelerine dağılması bekleniyor. Tüm tarihi yapıları restore ediliyor. 7-8 köprü yapılıyor, havalarını temizliyorlar. İzmir bunları düşünemedi. Doğal sit alanını EXPO olarak geliştirmeye kalktılar. Aslında kentin EXPO’ya ihtiyacı vardı. Melez ve Arap derelerinin etrafında bir yer seçilseydi bu bölge bir ivme kazanmış olurdu. Tabii şöyle bir sorun var, 10-12 milyar Dolar’lık bir yatırım gerekiyordu ve kamudan bunun temin edilemeyeceği paniği yaşandı. EXPO kadar, EXPO sonrası ne olacak problemi de var. EXPO’ya sadece ticari perspektiften bakıldığı için kaybedildi. Oylama toplantısına da katıldım. İtalya için sunumları ünlü mimarlarından bir tanesi, kendisi bizzat yaptı. Mimari değerlerin kente ne katacağından bahsetti. Bizde ise cumhurbaşkanı çıktı. EXPO bir ülke taahhütü olmasını gerektirir ama yerel uygulamalı olmalı. Bu konuda İzmir’in deneyimi de var aslında: Universiade. Ben mimari perspektiften bakarak söylüyorum bunları. EXPO gibi, Formula 1 gibi, Olimpiyatlar gibi olayların bu kenti nasıl değiştirdiği iyi düşünülmelidir. Barselona’yı Barselona yapan 2 Olimpiyat, 1 EXPO’dur.

ÖY: Her seçim öncesi hazırladığınız rapordan, bu seçim öncesi de hazırladınız mı, sonucu ne oldu?

HT: Diğer kentlerden farklı bir durumumuz var. İzmir Belediyesi 3 dönemdir iş başında, birbirini kavrayan anlayışlar var. Tanımladığımız planı sıkı sıkı takip ediyorlar. Ulaşım ana planı da tamamlanmış. Kentin üç ana odağı kent planı, ulaşım planı ve tasarımsızlık sorununun önüne geçmek olmalı. Bunun da çözümü, yarışmalar açmak. Her mimarın mutlaka bir yarışma süreci yaşaması gerektiğini düşünüyoruz.

ÖY: Bir avukatla sohbet ederken kamu ihale kanununun nasıl değiştirileceğini, ihale değil de yarışma yoluyla proje elde edilmesinin bir yolu olup olmadığını sordum. Bu, yerel imar kanunları ile yapılabilir dedi. Böyle yapılamaz mıydı? Belediyeyi bu konuda ikna edebiliyor musunuz?

HT: Bu işi meclis yürütür, kanun çıkması gerekiyor. Belediyeyi ikna ettiğimiz zamanlar oluyor. Böyle birkaç yarışma açıldı. Bu engeli aşmanın yollarını arıyoruz. Raportörlük yaptığım için yarışmalarla ilgili bir fikrim oluştu. En azından, belediye başkanının beklentisiyle 1. olan proje bazen örtüşmüyor ve o zaman anlıyorsunuz ki bu yarışma bitmiştir.

ÖY: Ya danışmanlar olsa?

HT: Onlarla da iş bitmiyor. Jürinin görevinin tam belirlenmesi gerekiyor. Yarışmanın amacından başlayarak, gelip tartışmaları gerekiyor. İdarelerin, haydi yarışma yapalım diye ikna olması zor. Sorunlardan biri yönetmelik sistemi ve jüri. Yönetmeliklerde jürilerin farklı tanım ve görevleri var. Yarışma biraz daha maliyetli oluyor ama öte yandan başka kazanımları da oluyor. Bizdeki yarışmalardan mimarlık ortamına yansıyan proje biliyor musunuz? Kentin tasarım sorununu çözmek kamu yöneticisinin sorumluluğudur. Sırf para bulmak değil, yarışma açmakla olur bu. Halk kültürlenecek, siz kültürlenceksiniz, biz kültürleneceğiz ve toplumsal bir kültüre erişeceğiz.

ÖY: Ben burada kabahati Mimarlar Odası’nda buluyorum. Tüm kentlerdeki temsilcileri aracılığı ile yönetimle uzlaşmaya varmaları gerekiyor diye düşünüyorum.

HT: İzmir’deki pratiğimiz şunu gösteriyor. Oda bir kurumdur ve kurum küsmez. İyi ve doğru bildiğini herkesle her ortamda paylaşmalı ama bıkıp yorulmamalı. Çünkü bizim başka aracımız yok. Avrupa’da böyle bir problem yokken bile tartışılıyor bu konu. Ben odayı bir kabuk, bir mekan olarak görüyorum. Bu mekanın etkin olmasının yolu içinin doldurulmasıyla olur. Bir problemin çözümüne yönelik çalışırken bile bir eğitim süreci yaşanır. Odalar komisyonu çalışmalarını bile bir eğitim süreci olarak görüyorum çünkü birikim kazandırıyor. Bu ne kadar çoğalırsa Oda o kadar güçlenir. Mesleki davranış biçimleriyle toplumsal davranış biçimlerini bir araya getirmeye çalışıyoruz.

ÖY: İzmir’e kurulması planlanan kruvaziyer limanına itirazınız var. Bunun nedenlerini açabilir misiniz?

HT: İzmir tarih boyunca bir doğal liman kenti olmuş. Çağımızın gereksinimlerine uydurarak liman faaliyetleri devam etmek zorundadır. Eleştirimiz şu: İzmir’in makro formlarıyla İzmir Limanı’nın gelişmesi durur. Mimarlar Odası araştırmasına göre, Akdeniz taşımacılığında öne çıkmak için İzmir Limanı yetmeyecek. Çandarlı’da Akdeniz’e yeterli bir konteyner terminali öngörülüyor ve gerçekleşmelidir. Böylece İzmir’de bugünkü liman, nitelikli bir çevre düzenlemesiyle ufak konteyner işlevi sürdürür hem de yolcu gemilerine hizmet verecek şekilde genişletilebilir. Barselona ve Genova Limanları’nı ele alırsak, her ikisinde de limanla kent ve turizm mimarı iç içe. Hatta mevcut limanları gezi rotalarının parçası olarak alıyorlar Singapur’da. İzmir’deki eleştirimin nedeni kruvaziyer sistemi değil, turizm mimarının yer seçimine karşı. Alsancak Havagazı Fabrikası restore edildi. Yanında Alsancak garı ve limanı var. Alsancak garı da banliyö sistemine dahil edildiğinde turistlerin Bergama ve Efes’e gitmesi kolaylaşacak. Kent akslarıyla Alsancak Limanı önemli bir ilişki içerisinde. Yolcu limanının mevcut öneride olduğu yerde değil, Alsancak Limanı’nda yapılmasını öneriyoruz.

ÖY: İzmir Liman Bölgesi Yarışması’nda birinci olan projede liman yok?

HT: Gelecekte bu limanın bu hale dönüşebileceğini de varsaymak gibi bir yaklaşım vardı yarışmada. Yolcu limanı olmasın denmedi hatta yolcu limanı olarak düzenlenmesi vardı şartnamede.

ÖY: Birkaç sene önce Venedik’te Arsenal Meydanı’nın önünde dünyanın en büyük yolcu gemilerinden biri yolcu indiriyordu. Terminal öteki tarafta ancak burada da yolcu indiriyor.

HT: Bunlar çok şık şeyler bence.

ÖY: Herkes bunu manzaranın önlenmesi olarak görüyor ama bu aslında manzaranın değişmesi bence.

HT: Evet, kesinlikle. Deniz kentlerini keyifle izliyorum.

ÖY: Çeşme ve Alaçatı’nın gelişmesi üzerine söyleyecek bir şeyiniz var mı?

HT: Bizim bazı kaygılarımız var. Alaçatı’nın yerel dokusu ile, taş evleriyle çok özgün bir kimliği var. Doğrusu bu dokunun sürdürülmesi gerekir ama taş ev meselesini de biz yıprattık. Kaplamayla yığma bir değil çünkü.

Alaçatı Port, ciddi tartışma konusu oldu. İmar kanununa, kentleşme ve yapılaşma planına aykırı. Kıyı ile kıyı gerisi arasındaki ilişkiyi kesiyor. Bizim kıyı kanunu kapsamında böyle bir şey yok. Kıyı ile yol arasında 50-100 m arasında yapı olamaz. Kıyı kenar çizgisi yanlış saptanmıştır. Kıyı kenar çizgisinin yasal tanımı şudur: Suyun en son etkilediği noktadır. Gelgit etkisiyle, dalga etkisiyle en son neresi etkilenirse sınır oradadır. Dava açıldı, inşaat devam ediyor yürütme durdurma ise iptal edildi. Öte yanda Alaçatı’da 10.200 hektarlık bir alan Turizm Bakanlığı tarafından Turizm Gelişim Bölgesi ilan edildi. Mimarlar Odası buna dava açtı, iptal edildi. Tüm orman alanlarının iskana açılmasını anlayamıyorum. Turizmin daha kötü mekanları iyileştirecek potansiyeli olduğunu biliyorum. Biz tersini seçiyoruz. Yine kıyıda, yine potansiyelleri olan ama tarihi eser olmayan, orman olmayan gelişmeye açık yerler var.

ÖY: Ne öngörüyorlar?

HT: Oteller, konutlar… Yarımadanın kapasitesinin tekrar belirlenmesi gerekiyor. Su kaynaklarını düşünmek gerekiyor. Bazı alanlar vardır ki kentle ilişkisi gereği olduğu gibi kalması gerekir. Sektörel temelli planlama modelleri Türkiye’yi mahvediyor. Tüm sektörlerin değerlendirildiği planlar üretmek gerekir.

ÖY: İzmir’in arka tarafları korkunç… Nasıl oluyor?

HT: Deniz kenarı kentler, yaşamın kolay olduğu kentlerdir. 1950-1980 arası ciddi nüfus ve gecekondu artışı yaşanmıştır İzmir’de. Bu yapıları yasallaştıracak plan kararına da karşı çıktı yerel yöneticiler. İzmir, en yoğun bitişik nizam yapılaşmanın oluğu yerdir. Bitişik nizam, gecekondusuyla kendini gösterir. Burada 3.000 gecekondu yıkılsa 5.000 m² ancak elde edilir. İzmir’in nazım imar problemi, nereye ve nasıl büyüyeceği değil, mevcut alanları nasıl değerlendirebileceğidir. Bunu mutlaka başarmalıyız. Ulaşım altyapısının kurulması, raylı sistemin oturması gerekir. Bunların reçetesi yok, konuşup tartışacağız.

ÖY: İmar haklarının internette yayınlanmasını İstanbul denedi, iddia etti ama yapamadı. Siz ne düşünüyorsunuz?

HT: Planlarda şöyle bir süreç var. Bütün kademeleri bitmiyor. Ama 3-5 sene sonra bitecek. İzmir için 25 yıl planı var tartışmasız bir şekilde, öyle bir pafta var buna ulaşılabilinir. İmar planları alenidir. Bunu kitapçık haline getirip sunulmasını öngörür kanun. Nazım planını geliştirip bilgileri paylaşırken, bu bilgilerin sayısal ortamda olup paylaşılabilir olmasına önem verdik çünkü böylece denetlenebilir oldu.

Etiketler

Bir yanıt yazın